AKP ve Sosyal Yardımlar: Ücretli Çalışmanın ve Aile Etiğinin Dayatılması

Türkiye’de sosyal yardım sisteminin klientalist özellikler sergileyen, sübjektif değerlendirmelere ve keyfi uygulamalara açık bir yapı sergilediğine dair genel bir uzlaşı vardır. Bu bakış açısı açısından, bürokratik-rasyonel bir işleyişin yokluğu sistemin esas sorunu olarak görülmektedir. Karar alıcıların sahip olduğu esneklikler ve takdir yetkisi nedeniyle yardımların “gelişi güzel/rastgele” dağıtıldığı, yardımlara erişimin yalnızca “yandaşlık”, “iktidar destekçiliği” ile ilgili olduğu algısı güçlüdür. Kuşkusuz yardım dağıtımında klientelist unsurlar geniş bir yer kaplamaktadır. Ancak bu unsurlara bakarak, yardım dağıtımına ilişkin genel bir kalıbın bulunmadığı düşünülmemelidir. Yoksul yardımlarının tarihi, devletin yoksullara yönelik yardım programlarının hem işçileşme sürecinin yönetilmesi (Neocleous, 2006) ile hem de piyasa ideolojisinin beslenip güçlendirilmesi (Piven ve Cloward, 1971) ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla devletin yoksullara yönelik yardımları, ücretli işçiliğin inşası, geleneksel cinsiyet rollerinin tahkim edilmesi, piyasa ilke ve değerlerinin dayatılması gibi pratikler üzerinden şekillenir. Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye’de sosyal yardımların gelişi güzel dağıtıldığı tespiti isabetli değildir. Tersine, sosyal yardımların örgütleniş ve dağıtımına ilişkin son derece belirgin bir yardım dağıtım kalıbı vardır. Yardım kalıbı, sosyal yardım almaya layık görülen ve sıklıkla yoksul, muhtaç düşkün olarak nitelenen nüfus kategorilerinin tanımlanması (yaşlılar, özürlüler, kadınlar gibi), yardımlardan dışlanması gerektiği düşünülen nüfus gruplarının (genç erkekler, kriminal faaliyetlerle bağı olanlar) belirlenerek diğer yoksullardan ayrıştırılması ve yoksullara yapılacak yardımın tür/nitelik/süresinin belirlenmesine (düşük elverişlilik) ilişkindir. Bu kalıp, klientelist-paternalist uygulamalara olanak sağlayan öğeleri de bünyesinde barındırır. Ancak bu unsurlar, yardımların yardım kalıbı içerisinde ‘hak eden yoksul’ kategorisinde yer alanlar arasında somut olarak kimlere dağıtılacağına ilişkindir. Bu yönüyle ikinci dereceden, minnet ekonomisi ve onun siyasal sonuçları bağlamında önemlidir.

Bu çalışmada, Türkiye’nin yardım dağıtım kalıbının temel özellikleri ve işleyiş biçimi ele alınacaktır. Bu amaçla öncelikle bu kalıbın biçimlenmesinde Dünya Bankası’nın rolü değerlendirilecektir. Daha sonra yardım dağıtım pratikleri aracılığıyla devletin ücretli çalışmayı, aile etiğini ve geleneksel cinsiyet rollerini nasıl dayatttığı üzerinde durulacaktır. Çalışmanın son bölümünde, sosyal yardımlara erişim sorununun hak temelli olarak siyasallaştırılabilme olanağı ele alacaktır.

Dünya Bankası ve Neoliberal Değerlerin İçşelleştirilmesi

Türkiye’de sosyal yardım pratikleri gözetildiğinde yardım dağıtım kalıbının ana özellikleri şöyle özetlenebilir:

Çalışma yeterliliğine sahip nüfusa yönelik nakdi bir genel yardım programı yoktur. Tersine devletin temel ilgisi, çalışabilir durumda olan yoksulların nakdi yardımlardan dışlanmasına yöneliktir. OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye bu yönüyle istisnai birkaç ülkeden biridir. Bu durum yeniden üretim alanının artan oranda nakit bağına bağımlı hale geldiği koşullarda, işgücü piyasasındaki düşük ücretli, kayıtdışı, güvencesiz işler için işgücü arzını olanaklı kılmaktadır.

Yaşlılar, özürlüler, kadınlar ve yetimlere özgülenmiş düzenli nakdi yardımlar, kategorik yardım programları ile sınırlandırılmıştır ve nakdi yardımların düzeyi son derece düşüktür. Genel olarak enformel yoksulluk sınırı olarak uygulanan asgari ücretin üçte birinden azdır. Sistemde yardımlar ağırlıklı olarak ayni biçimde (yiyecek, giyecek, gıda gibi) ve aileyi temel alarak yapılmaktadır.

Yardım dağıtımı katı bir hak eden-hak etmeyen yoksul ayrımı çerçevesinde yürütülmektedir. Bu ayrımda cinsiyetsiz algılanan yaşlılar (Şener, 2010: 18), özürlüler ve toplumsal cinsiyet normlarına uydukları ölçüde kadınlar, hak eden yoksul kategorisinde yer almaktadır (Şener, 2010: 18, Yılmaz, 2006: 149). Çalışma yeterliliğine sahip yetişkinler (özellikle genç bekar erkekler), yaygın bir şekilde yardımlardan dışlanmaktadır. Bunun nadir istisnalarından biri proje yardımlarıdır. Bunlar bir yardım program olmaktan ziyade mikro kredi özelliği taşımaktadır ve yoksulun borçlandırılmasına dayalıdır. Bedenen çalışabilir durumda olan kadınların yardımlardan yararlanabilmeleri, eş ve annelik rolleriyle bağlantılıdır. Bekar kadınlar, evlilik dışı ilişki yaşayanlar ve boşanmış çocuksuz kadınlar, yardımlardan dışlanan gruplar arasındadır.

Yardım kalıbının bu biçimi almasında Dünya Bankası belirleyici olmuştur. Bankanın rolü 1986 yılında 3294 sayılı yasayla oluşturulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ve yerelde bu yasaya dayalı olarak oluşturulan sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütülen yardım pratiklerini değiştirmesindedir. Esasında fonun ve yereldeki vakıfların yardım dağıtımı kuruluşundan günümüze önemli ölçüde farklılaşmıştır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun 1986’da kurulmasından 1990’ların ortasına kadar geçen sürede yardım faaliyetleri büyük ölçüde yerel vakıfların gelirleriyle ve yerel takdire dayalı olarak yürütülmüş, sık rastlanan bir uygulama olarak çalışan yoksullar da yardımlardan yararlanmıştır. Merkezdeki SYDTF ile yereldeki vakıflar arasındaki ilişki sınırlı bir düzeyde kalmıştır.

1990’ların ortasından itibaren devlet SYDTF aracılığıyla, yereldeki vakıfları denetim altına almaya ve yardım pratiklerini biçimlendirmeye girişmiştir. Bir taraftan vakıfların yardım dağıtım uygulamalarını standardize etmek için, fonun genelge ve prensip kararlarından hareketle bir iç mevzuat oluşturma yoluna giderken diğer taraftan da, vakıfların yardım faaliyetlerine ilişkin Fon’a düzenli bilgi göndermelerini sağlamaya yönelik kimi yaptırımlar (bilgi göndermeyen vakıfların periyodik payını kesme gibi) gündeme getirilmiştir (YDK, 1996; 1998). Aynı dönemde yereldeki vakıflara yapılan denetimlerde, nakdi yardımların azaltılması ve yardım periyodunun uzatılması yönünde telkinler yapıldığı görülmektedir (Yılmaz, 2006). İlk kez bu dönemde SYDTF, yereldeki vakıflardan yardım faaliyetlerine ilişkin raporlar istemeye başlamış, yereldeki vakıfların yardım pratiklerini biçimlendiren müdahalelere başvurmuştur (YDK, 1997; Yılmaz, 2006). Ancak, kalıbın yerleşmesi ve yeknesak bir hak eden hak etmeyen yoksul ayrımının inşasında 1999 Bolu ve Düzce Depremleri sonrasında Dünya Bankası ile kurulan ilişki ve bu ilişkinin 2000 ekonomik kriziyle güçlenmesi belirleyici bir rol oynamış, yardım pratikleri bankanın yoksullukla mücadele stratejisi ile uyumlaştırılmıştır.

1999 Depremi sonrasında Dünya Bankası’ndan sağlanan kredi ile SYDTF depremzedelere kira, bakım onarım, tazminat gibi yardımlar sağlanmıştır. Bu ilişki 2000 yılındaki ekonomik krizin ardından yeni bir boyuta taşınmış, krizin ardından Dünya Bankası işbirliği ile Sosyal Riski Azaltma Projesi başlatılmıştır. Bu proje, vakıfların kurumsal teknik kapasitesini güçlendirip yoksullara yapılacak yardım konularını, hedef nüfusu ve hedefleme tekniklerini yeniden tanımlayarak, yardım rejiminin köklü bir değişim geçirmesine yol açmıştır. Yardım dağıtımı Dünya Bankası’nın yoksulluğu azaltma stratejileri ile uyumlu hale getirilerek, devletin refah alanındaki sorumluluğu yalnızca en muhtaç durumdaki toplum kesimleriyle sınırlandırılmış, hak eden/hak etmeyen yoksul ayrımı, yoksulun emek gücü potansiyelini temel alan bir düzlemde yeniden belirlenmiştir.[1] Vakıfların teknolojik altyapısının yenilenmesi, yoksulların iç farklılıklarını yansıtacak puanlama formüllerinin geliştirilip yardım dağıtım sürecinde devreye sokulması Bankanın yoksul tanımı ile uyumlu, hak eden/hak etmeyen yoksul ayrımının inşasında devreye soktuğu düzeneklerdir.

Bankanın yardım kalıbının şekillenmesine esas etkisi Yılmaz-Şener’in (2010: 138), “akademinin neoliberalizasyonu” olarak kavramsallaştırdığı süreçte Dünya Bankası’nın oynadığı kritik rol dolayımındadır. Yılmaz-Şener’e göre (2010: 174), araştırma için ayrılan kaynakların kısıtlı olduğu azgelişmiş ülkelerde Dünya Bankası, projeler aracılığıyla araştırma fonları sağlayarak, özellikle yoksulluk araştırmalarının başlıca finansörü haline gelmiştir. Banka için araştırma yürütmek ve bilgi üretmek hem araştırmacı hem de genel olarak akademi için kısa ve uzun vadeli sonuçlar yaratmıştır. Bu çıktılardan biri de neoliberal değer ve rasyonalitenin içselleştirilmesidir (Yılmaz-Şener, 2010: 174). Dünya Bankası’nın SYDTF ve bakanlıklarla özellikle projeler kapsamındaki mesailerinin bir sonucu da akademinin neoliberalizasyonuna benzer bir sürecin fon yönetimi ve vakıf personeli için de söz konusu olmasıdır. Özellikle projeler kanalıyla, Bankanın yoksullukla mücadele stratejisi ile uyumlu bir sosyal yardım/hizmet yaklaşımının fon-vakıf yöneticileri ve personeli tarafından kabulü sağlanmıştır. Bu içselleştirme sürecinin en önemli meyvesi, sosyal güvencesi olanlara vakıflarca yapılan yardımlara son verilmesi noktasındadır. YDK düzenli denetimlerinde birçok kez sosyal güvenlik kapsamında olanlardan ödeme gücü bulunmadığı saptanan kişilere yardım yapılmasının mevzuata aykırı olduğunu vurgulamış ve Fon/vakıfların bu uygulamaya son vermesini istemiştir. Ancak buna rağmen Fon ve vakıfların bu uygulamaya devam ettiği görülmektedir. Hatta fon yönetimi, 2000 Yılı YDK raporuna verdikleri cevapta bu konuda bir değişiklik niyetinde olmadıklarını göstermektedir. Ancak, DB’nın etkisiyle birlikte bu pratik kısa süre içerisinde terk edilmiştir.

Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele programının özü, istikrar ve yapısal uyum programlarının yarattığı toplumsal krizi yönetmek ve programa toplumsal desteği sağlamaktır. 2002 yılında iktidara geldikten sonra AKP, IMF-DB programını sadakatle uygulamakla kalmamış, aynı zamanda bu programlara toplumsal destek sağlamak üzere kurgulanan sosyal yardım araçlarını partisine toplumsal destek sağlamakta etkili bir şekilde kullanmıştır. AKP bunu yaparken, Türkiye’de refah hizmetlerine erişimin istihdam statüsüne bağlı olarak katmanlı ve eşitsiz bir yapı sergilemesinden yararlanmıştır. Bir taraftan refah hizmetlerinden geniş ölçüde dışlanmış yoksulların sosyal yardımlar kanalıyla bu hizmetlere erişimini sağlarken bir taraftan da emek kesimine yönelik örgütlü saldırılarını sürdürmüştür.

Minnet Ekonomisinin Örgütleyici Aktörleri ve Ücretliliğin-Aile Etiğinin Dayatılması

Kamunun politikaları doğrudan ya da dolaylı olarak yardım dağıtım pratiklerini belirler. AKP devraldığı sosyal yardım dağıtım örgütlenmesinde önemli bir değişim yaratmadan, mevcut yardım dağıtım şemasını yoksulları kendisine siyasal olarak borçlandırmanın aracı olarak kullanarak yardım dağıtım pratiğini etkilemiştir. Bu pratik siyasal borçlanma kadar, çalışmanın ve aile etiğinin dayatılmasının da aracı olduğu için bu bölümde sosyal yardımların dağıtımı ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Esas olarak yardım dağıtımı dört aşamalı bir süreçtir. Genellikle yardım başvurusu ile başlar, SOYBİS sorgusu ve hane incelemeleri sonrasında vakıf mütevelli heyetinin olumlu/olumsuz kararı ile sona erer. Yardım dağıtım sürecinin en kritik aşamalarından birisi başvurudur. Devletin yardım faaliyetlerine ilişkin kamusal bilgilendirme kampanyaları son derece sınırlıdır. Bu nedenle yardımlardan haberdar olmada komşular, akrabalar ve mahalle muhtarları kritik bir rol oynamaktadır (Sallan Gül; 2005). Yardımlardan enformel ilişki ağları dolayımıyla haberdar olunması, yerel/bölgesel farklılıkları aşan ortak bir örüntü olarak hemen hemen tüm alan araştırmalarının ortak bulgusu olarak karşımıza çıkmaktadır (örn. Yılmaz, 2009). Burası önemlidir çünkü, AKP iktidarda kaldığı süre boyunca, kamusal bilgilendirme kampanyaları ile yardım programlarına başvuruları sağlamak yerine, yardıma erişimde muhtarlar, vakıf mütevelli heyeti üyesi “hayırseverler”, parti yöneticileri gibi aracıların varlığını pekiştirmiştir. Bu aktörler Yılmaz’ın (2013) minnet ekonomisi olarak kavramsallaştırdığı borç ilişkisinin inşası açısından kritik önemdedir. Örgütlenişi itibariyle iktidarın/liderin yoksullara bağışı gibi takdim edilen sosyal yardımların sunumundaki konumları nedeniyle muhtarlar, vakıf mütevelli heyeti üyesi “hayırseverler”, iktidar partisinin il/ilçe başkan ve yöneticileri minnet ekonomisinin örgütleyici ajanları haline gelmekte, siyasal iktidarla yoksullar arasındaki ağın örülmesi, tabiiyet ilişkisinin kurulmasında, belirleyici roller üstlenmektedirler.

Yardımların dağıtıldığı yereldeki vakıfların karar organı vakıf mütevelli heyetleridir. Yardım verilip verilmemesi noktasında son sözü söyleme yetkisi mütevelli heyetindedir. Daha da önemlisi, vakıf mütevelli heyeti, il ya da ilçedeki yardım pratiklerinin belirleyicisidir. Mevcut durumda mütevelli heyeti, doğal üyeler olarak nitelendirilen kamu kurumlarının temsilcileri ve seçilmiş üyeler olarak isimlendirilen yerel yöneticiler, STK temsilcileri ve ‘hayırseverlerden’ oluşmaktadır.[2] İktidarın doğrudan denetindeki kamu görevlileri, muhtar, hayırsever vatandaş, iktidara yakın STK temsilcilerinden oluşan yapısı ile mütevelli heyeti, sosyal yardım alanında klientelist uygulamalara olanak sağlamaktadır. Hayırsever vatandaş sıfatıyla mütevelli heyetlerinde yer alan üyelerin, muhtarların yardım kararlarında ve yardım dağıtım sürecinde etkin ve görünür olmaya özen gösterdikleri anlaşılmaktadır. Diğer taraftan güvencesiz istihdam koşulları nedeniyle SYDV’lerin personeli de, bu aktörlerle uyumlu ya da bu ağın bir parçası olarak hareket etmek zorunda kaldıkları gözlenmektedir.

Başvurunun ardından, vakıfların yoksulla ilgili değerlendirme süreci başlamaktadır. Sosyal yardım başvurularının değerlendirilmesi sürecinde, Dünya Bankası Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP) projesi kapsamında geliştirilen bir puanlama formülünü temel alan bir e devlet uygulaması olan SOYBİS kullanılmaktadır (SYGM, 2012:102). SOYBİS modülü ile kişi ve hanenin gelir ve mülkiyet bilgileri sorgulanmakta ve elde edilen bilgiler çerçevesinde hanenin ortalama aylık geliri ile gelirin kişi başına düşen aylık tutarı tespit edilmektedir. Bu bilgi, kişinin sosyal yardım başvurusunun değerlendirilmesi sürecine temel teşkil etmektedir. Ancak karar sürecinin önemli aşamalarından biri de hane incelemesidir. Kural olarak hane incelemeleri, jandarma ve polis gibi kolluk kuvvetlerine yaptırılamaz, sadece özel durumlarda kolluk kuvvetlerinin sosyal yardım ve inceleme görevlilerine refakat etmeleri sağlanır (SYDGM, 2006: 8). Ancak, Türkiye genelindeki yaygınlığını tespit etmek zor olmakla birlikte, alan araştırmaları yoksulların başvurularının çok uzun süre, sosyal çalışmacı olmayan vakıf çalışanları ya da polis/asker gibi güvenlik mensupları tarafından yapıldığını göstermektedir (İkizoğlu, 2000; Çiçek, 1996; Yılmaz, 2006; Kök, 2011). Bir çeşit güvenlik soruşturmasına dönüşen hane incelemeleri, 2006 yılında SYDTF’nin uygulama yönetmeliği ile yasaklansa da vakıfların, yardım alacak yoksullara yönelik güvenlik soruşturması uygulamasını farklı formlarla sürdürdüğü görülmektedir. Kök (2011: 185), vakıflarının yardıma başvuran yoksulları hak eden hak etmeyen tasnifine tabi kılarken, yoksulların suç sicilini de göz önünde bulunduran bir karar verme süreci örgütlediğini, bunun için Emniyet içinde özel bir birim oluşturulduğunu tespit etmiştir. Bu birimde görevli polis memurları, yardım talebinde bulunanların suç sicilini inleyerek hazırladıkları raporu vakıflara geri göndermekte, vakıfların takdiriyle yardım yapılıp yapılmamasına karar verilmektedir. Kök’ün (2011:185) hırsızlıktan sabıkalı olan hanelerin yardım başvurularının reddedildiğine ilişkin bulgusu bu kapsamda anlamlıdır.[3] Ücretli işçiliğin inşası sürecinde alternatif geçim olanaklarının bastırılmasının kritik önemi dikkate alındığında, Türkiye’nin sosyal yardım sistemi içerisinde çalışabilir durumda olan yoksullara yönelik nakdi yardım programının bulunmamasının yanı sıra ücretli işçiliğe alternatif oluşturabilecek faaliyetlerle (hırsızlık gibi yasadışı işler, dilencilik vb) uğraşanların sosyal yardımlardan dışlanmasının anlamı açıktır. Sosyal yardım dağıtım kalıbı, bedenen çalışabilir durumda yoksullar için işgücü piyasasını tek alternatif olarak kabul etmekte ve çalışma testini yardıma hak kazanma koşulu olarak kullanmaktadır.

Hane ziyaretleri, yardım başvurusunda bulunan yoksullara yönelik değersizleştirme ritüellerinin en alenileştiği süreçlerdir. Değersizleştirme ritüelleri, yardım başvurularını sınırlandırmak/azaltmak amacıyla başvurulan tekniklerden birisidir. Kutlu’ya (2015: 261) göre, vakıfların hane ziyareti ve incelemeleri pratikte bir tür hane denetimine dönüşmüş durumdadır. Bu incelemeler yoksulun yaşadığı konutta yatak odasından, giysi dolabına, buzdolabından TV’ye kadar her nesnenin inceleme/sorgulama konusu yapılmasıyla sınırlı kalmamakta, ayrıca yoksulların özel hayatları didik didik edilmektedir. Özellikle kadınların evlilik dışı birliktelikleri, “hak eden yoksul” kategorisinden dışlanma için yeterli belge sayılmaktadır. İlginç olan, bu hane denetiminin yalnızca kamunun sosyal yardım kurumlarıyla sınırlı olmaması, özel yardım faaliyetleri yürüten derneklerin de benzer denetimleri sürdürme rahatlığıdır (Kutlu, 2015: 261). Bu durum, basitçe yoksulluk, geçinememe gibi mahrem olanın dışa vurulmasının da ötesinde yoksulun ve hanesinin mahremsizleştirilmesidir. Türkiye’nin sosyal yardım sisteminin yüksek bir damgalama etkisine sahip olması, büyük ölçüde bu mahremsizleştirme pratikleriyle ilişkilidir. Bu mahremsizleştirme pratiği aynı zamanda geleneksel aile etiğini dayatılmasının da aracıdır.

Aile etiği kavramını, Abramovitz’in (2012) işaret ettiği, herkesin evlenmesi, iki ebeveynin bir arada yaşaması, heteroseksüel haneler kurulması ve bunun mümkünse gelir sağlayan bir erkek ile bir ev kadınından oluşması gerektiğine ilişkin inanç sistemini ifade etmek üzere kullanıyorum. Devletin yoksul yardımlarını bu inanç sistemi üzerinde aile merkezli olarak örgütlediği ve yardım dağıtımında aile etiğini gözettiği görülmektedir. Nitekim, yardım sistemi içerisinde ağırlığı oluşturan yakacak, gıda, barınma gibi yardımlar bakanlığın faaliyet raporlarında “aile yardımı” olarak nitelendirilmektedir.

Kadınların yararlandığı yardım programlarının özellikleri gözetildiğinde, yardımların kadınların geleneksel cinsiyet rollerini yerine getirmelerine ve ev kadını kılınmasına yönelik olduğu görülmektedir. Evde bakım uygulaması karşılığı sosyal yardım, bunun en çarpıcı örneğidir. Bu yardım programı, yaşlı ve özürlü bakımının, aileye içkin bir sorumluluk olarak görüldüğü ve bu işin de kadının sorumluluğunda olduğu düşüncesiyle geleneksel işbölümünü güçlendirmeye yönelik olarak kurgulanmıştır. Kadınlar vakıfların yardımlarından, aile etiğinin gerektirdiği cinsiyet rollerini (evlilik, çocuk doğurma, ebeveynlik, yaşlı bakımı) ifa ettikleri ölçüde, bu rolleri ifa etmek ya da ettiğini belgeleme koşuluyla yararlanmaktadır. Aile etiğine dayalı olarak bekarlar, boşanmış kadınlar sürekli denetim altında tutulmakta, evlilik dışı birliktelik yaşayanlar dışlanmaktadır.

Yardımlardan Yararlanamayanlar: Yardıma Erişim Siyasal Bir Sorun Kılınabilir mi?

Türkiye’de sosyal yardım tartışmaları, yardım programlarından kimlerin yararlandığı, yardımlardan yararlananların siyasal tercihleri üzerine odaklanmaktadır. AKP’nin oy oranlarını artırmak için sosyal yardımları bir araç olarak kullandığı, kamusal yardımların partizanca dağıtıldığı ya da yardımların ‘yoksul olmayan’ toplum kesimlerine sızdığı sıklıkla dile getirilmektedir. Ancak bu hat üzerinden sürdürülen tartışmalar, AKP’nin yereldeki minnet ekonomisi aktörleri aracılığıyla ördüğü ağı zayıflatmak yerine güçlendirmektedir. Çünkü üretim ve yeniden üretim alanındaki artan ölçekli metalaşma ve neoliberal politikalarla sosyal mülkiyetin tasfiyesi, haneler üzerindeki nakit bağı baskısını artırmakta, kamusal desteklere ihtiyaç duyan yoksulları, yardıma erişebilmenin ana koşulu olarak AKP’ye itmektedir. Ancak AKP’nin klientelist amaçlarla sosyal yardımları kullanması başka bir şeydir, yoksulların yardımlara erişmesi başka bir şey. AKP’li ya da değil, yardım programlarının yararlanma koşullarını taşıdığı halde programların sunduğu yardımlardan yararlanamayan geniş bir yoksul kitlesi vardır ve bu son derece önemli bir veridir. Ancak daha güçlü bir ipucu, başka ülke örnekledir. Hesaplamalarına göre, yardım al(a)mama oranları ülkelere ve programlara göre büyük ölçüde farklılaşmaktadır, oranlar dikkat çekici derecede yüksektir. Ülkelere göre yardım a(a)lamayanlar %10-80 arasında değişmektedir (Bargain vd., 2010:377). Bununla birlikte belirli toplumsal gruplarda yardım almama/alamama riski belirgin şekilde daha yüksektir: kadınlar, çocuksuz çiftler, eğitim düzeyi düşük olanlar, kırsal bölgelerde ya da gettolarda yaşayanlar öne çıkan risk gruplarıdır (Frazer ve Marlier, 2009;2016).

Türkiye’de sosyal yardım dağıtım kalıbının özellikleri ve yardımların dağıtım aşama ve örüntüleri gözetildiğinde sosyal yardımlara erişimin/dışlanmanın çok önemli bir sorun olduğunu söylenebilir. Yardımlara erişememe olgusunu belirleyen üç temel unsur vardır. Birincisi yardım başvurularının keyfi olarak “uygunsuz”, “yeterli niteliklere sahip değil” denilerek reddedilmesidir. İkincisi yeterli bilgilendirme ve tanıtım yapılmaması nedeniyle yoksulların yardım programları ve elverişlilik konusunda bilgi sahibi olmaması nedeniyle hak kazanma koşullarına sahip olmasına rağmen yardımlara başvuramamasıdır. Sonuncusu ise yardım departmanlarının küçük düşürücü tavır ve uygulamaları nedeniyle yoksulların başvurudan uzak durmasıdır.

Türkiye’de refah departmanlarının yardımlara ilişkin kamusal bilgilendirme faaliyetlerinin yetersizliği; küçük düşürücü tavır ve uygulamalarında cisimleşen değersizleştirme ritüelleri ile başvuruların keyfi bir biçimde “uygunsuz” bulunarak reddedilmesi nedeniyle sosyal yardımlara erişemeyen geniş bir emekçi kitlesi vardır. Bunlar farklı etnik kökenlerden, farklı cinsiyetlerden, farklı siyasal eğilimlerden yoksullardır. Tam da bu nokta, sosyal yardımların hak temelli olarak örgütlenmesini talep eden ve sosyal yardım sorununu bir hak meselesi olarak siyasallaştırmayı amaçlayan toplumsal hareketler için hareket noktası olabilir. Esasında derinleşen iktisadi kriz, AKP’nin yerel düzeyde minnet ekonomisi örgütleyen aktörlerinin hareket alanını sınırlandırmaktadır. Daha şimdiden krizin neden olduğu kaynak sorunu nedeniyle sosyal yardımlara ayrılan payların düşürüldüğüne ilişkin haberler basında yer almaya başlamıştır. Kaynak kısıntısının yereldeki vakıfların/yardım ofislerinin üzerindeki baskının artacağının açıktır. Bu durumda yardım büroları, kendilerine yönelik eleştirileri/saldırıları önlemek ya da baskıları azaltmak için, yardım başvurularını önleyecek çeşitli pratikler geliştirirler (Piven ve Cloward, 1971: 150). Bilgilendirme kampanyalarını iyice sınırlandırırlar, yardımlara erişimi zorlaştırırlar, yardım başvurularını keyfi biçimde reddederler. Sonuç en fazla ihtiyaç duydukları dönemde yardımlardan yararlanamayan emekçilerin sayı ve oranında artıştır. Bu kapsamda kriz koşullarında yardımlara ilişkin etkili bilgilendirme kampanyaları, yardım başvurularının kolektif olarak örgütlenmesi ve takip edilmesi refah hizmetlerine hak temelli erişimi talep eden toplumsal hareketler, siyasal özneler için iyi bir başlangıç noktası oluşturduğu gibi, AKP’nin minnet ekonomisini örgütleyen ağını kırmak için de iyi bir fırsat yaratmaktadır.

DİPNOTLAR

[1] SRAP’ın uygulaması için bkz. Zapcı, 2009.

[2] İllerde mütevelli heyeti doğal üyeler olan vali, belediye başkanı, defterdar, müftü, milli eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il müdürünün yanı sıra seçilmiş üyeler köy muhtarı, mahalle muhtarı, STK temsilcisi ve 2 hayırsever vatandaştan oluşur. İlçelerde de buna paralel bir yapılanmaya gidilmiştir. Mütevelli heyeti ilçelerde doğal üyeler olan kaymakam, belediye başkanı, mal müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, sağlık grup başkanı ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsünün yanı sıra seçilmiş üyeler köy muhtarı, mahalle muhtarı, STK temsilcisi ve iki hayırsever vatandaştan oluşmaktadır.

[3] Hıdırlıktepe’de görüşme yaptığı 15 haneden 5’inin vakıflara yaptığı başvuruların reddedilmesinde, başvuru sahibinin ya da aile mensuplarının hırsızlıktan mahkum olmuş olmalarının etkili olduğunu tespit etmiştir.

KAYNAKÇA

Abramovitz, M. (2012), “Hala Bombardıman Altında: Kadınlar ve Sosyal Yardım Reformu”, Sosyalist Feminist Proje, C.2, (Ed. N. Holmstorm),İstanbul: Kalkedon.

Frazer, H., Marlier, E. (2009), “Minimum Income Schemes across EU Member States”, Synthesis ReportEU Network of National Independent Experts on Social Inclusion.

Frazer, H., Marlier, E. (2016), Minimum Income Schemes in Europe, Brussels: European Commission

İkizoğlu, M. (2000), Yoksulluk ve Sosyal Yardım İlişkisi: Ankara Mamk İlçesi’nde Ampirik Bir Araştırma, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.

Kök, S. (2011), Kent Yoksulluğu ve Siyaset: Ankara Örneği, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi.

Kutlu, D. (2015), Türkiye’de Sosyal Yardım Rejiminin Oluşumu, NotaBene: Ankara.

Neocleous, M. (2006), Toplumsal Düzenin İnşası, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Piven, F. F., Cloward, R. A., (1971), Regulating the Poor: The Functions of Social Welfare, New York: Vintage.

Şener, Ü. (2010), Yoksullukla Mücadelede Sosyal Güvenlik, Sosyal Yardım Mekanizmaları ve İş Gücü Politikaları, İstanbul: TEPAV.

YDK (1991-2005), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Raporları.

Yılmaz, S. (2006), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Yoksullukla Savaşım Politikaları İçindeki Yeri (Eskişehir Örneği),Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüYayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir.

Yılmaz, Z. (2013) “AKP ve Devlet hayırseverliği: Minnet Ekonomisi, Borç Toplumu ve Siyasal Sermaye Birikimi”, Toplum ve Bilim, 128: 32-70.

Zabcı, F. (2009), Dünya Bankası: Yanılsamalar ve Gerçekler, İstanbul: Yordam.