İspanya’da Taşlar Yerine Oturmuyor: İspanya’da İki Partili Sistem Yıkıldı, 4 Yılda 3 Seçim Yapıldı

28 Nisan 2019 tarihinde İspanya’da yapılan genel seçimler, 2007-2008 ekonomik krizinin ardından dönüşmeye başlayan İspanya siyasetinin izlerini taşımaktadır. Bilindiği üzere, kriz öncesinde konut piyasasına dayalı hızlı ekonomik büyüme gerçekleştiren İspanya’da, 2007-2008 krizi, işsizlik oranını artırmış, mortgage sistemini çökertmiş ve 400 binin üzerindeki hane sahibini kredi borçlarını ödeyemez hale getirmiştir. Borçlarını ödeyemedikleri için evlerine haciz gelen ya da gelme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve AB’nin uygulamaya zorladığı kemer sıkma politikaları nedeniyle de giderek yoksullaşan halk, 15 Mayıs 2011 tarihinde kent meydanlarını işgal etmiştir. Aynı yılın Temmuz ayında yapılan seçimlerde ise, krizin faturası 2004 yılından beri iktidarda olan PSOE’ye (İspanya Sosyalist İşçi Partisi) kesilmiş, meclis çoğunluğu PP’ye (Halk Partisi) geçmiştir. Ancak ekonomik krizin sokağa yansıyan etkisi iktidardaki partinin değiştirilmesi ile sınırlı kalmamış, alternatif siyasal partilerin de doğmasına veya güç kazanmasına zemin hazırlamıştır.

2014 yılının Ocak ayında kurulan ve kendisini 15 Mayıs 2011’de başlayan sokak hareketlerinin temsilcisi olarak örgütleyen Podemos (Yapabiliriz) siyasi yelpazenin solundan siyaset sahnesine çıkarken, daha önce 2008 seçimlerine girip, yalnızca %0,2 oy alabilen C’s (Yurttaşlar) ise yelpazenin sağında etkisini artırmaya başlamıştır. Oysa Franco sonrası İspanya’da siyasetin merkezde toplanmasına yönelik bir seçim sistem oluşturulmuştu. 350 sandalyeli parlamentoya 52 seçim bölgesinden temsilci seçilmekte, ancak sadece Madrid ve Barcelona’dan parlamentoya giden temsilci sayısının 69 olduğu düşünüldüğünde, İspanya’da dar bölge seçim sistemi olmasa dahi iki partili sistemin oluşmasına zemin hazırlayacak bir çeşit daraltılmış bölge seçim sistemi uygulandığı görülmektedir. Bu seçim sistemi sonucunda Franco sonrasından 2015 seçimlerine kadar geçen sürede, İspanya’da bölgesel küçük partileri saymazsak iki partili sistemin hâkim olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Podemos’un siyaset sahnesine girdiği ve C’s’un güçlendiği 2015 seçimlerinde bu düzen değişmiştir. Bu tarihten itibaren koalisyon arayışlarının ve azınlık hükümetlerinin konuşulmaya başlandığı İspanya’da, son 4 yılda 3 genel seçim yapılmıştır.

2015 yılının Aralık ayında yapılan seçimlerde, Franco sonrası İspanya tarihinde bir ilk yaşanmış ve hiçbir parti tek başına meclis çoğunluğunu alamamıştır. Ne seçimden birinci parti olarak çıkan Rajoy liderliğindeki PP ne de ikinci parti olan Sanchez liderliğindeki PSOE, yürüttükleri koalisyon görüşmelerini başarıyla sonuçlandırabilmiştir. Her iki liderin de İspanya Kralı VI. Felipe’den aldığı hükümet kurma yetkisini kullanamamasının ardından, 2016 yılının Haziran ayında seçimler yenilenmiş, ancak meclis aritmetiğinde kayda değer bir değişiklik olmamış ve bir kez daha hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa ulaşamamıştır.

2016 yılında yapılan seçimin ardından krizi aşmak için PSOE, seçimin birinci partisi olan PP’nin azınlık hükümetini kurabilmesine çekimser oyları ile kerhen destek vermiştir. 2018 yılının Haziran ayına gelindiğinde ise Rajoy’a yakın bürokratların karıştığı yolsuzluk olaylarının açığa çıkmasının ardından bu desteği çekip, PP’nin azınlık hükümetinin düşmesine ve Rajoy’un istifa etmesine giden sürecin taşlarını döşemiştir.  Sanchez, PP’nin mecliste güven oyu alamamasının ardından Podemos ile Bask ve Katalan ayrılıkçı partilerinin dışarıdan desteklerini almış ve PP’nin eski lideri Rajoy tarafından “Frankenstein koalisyonu” olarak adlandırılan azınlık hükümetini kurmuştur. Ancak 2019 yılının Şubat ayında yapılan bütçe görüşmelerinde ayrılıkçı partilerin taleplerini kabul etmeyen PSOE’nin azınlık hükümeti, bütçe oylamasında bu partilerin desteğini alamamış ve bütçesini kabul ettiremediği için meclis bir kez daha erken seçim kararı almak zorunda kalmıştır. 28 Nisan 2019 günü yapılan seçimlerde de İspanya siyasetinde hükümet düğümü çözülememiş, üstelik aşırı sağ parti Vox’un da denkleme dahil olmasıyla birlikte daha karmaşık bir hal almıştır. Dolayısıyla 2007-2008 ekonomik krizinin, İspanya siyasetine en büyük etkisinin iki partili sistemi yıkmış olduğu söylenebilir. 4 yılda yapılan 3 genel seçim yapılmasından da anlaşılacağı üzere İspanya siyaseti koalisyonlara ve azınlık hükümetlerine alışma sürecindedir.

28 Nisan 2019 Seçimlerinin Sonuçları

2016 yılında yapılan seçimlere oranla katılımın %69,8’den %75,7’ye çıktığı 28 Nisan seçiminde geçerli oy sayısı yaklaşık 2,2 milyon artarak 26,3 milyonu aşmıştır. Seçimden birinci parti olarak çıkan ve oyların %28,7’sini alan PSOE, seçimin kazananı olmuştur. Her ne kadar tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa erişememişse de oy oranını %6,1, oy sayısını ise 2,1 milyon artırarak birinci parti olması, PSOE’yi seçimin kazananı olarak görmeyi olanaklı kılmaktadır. Seçimin bir diğer kazananı olarak, bir önceki seçimde 46,7 bin olan oy sayısını 2,7 milyona çıkararak 24 sandalye elde eden Vox’u görmek mümkündür. 28 Nisan seçiminden gücünü artırarak çıkan diğer parti ise C’s olmuştur. 40 olan sandalye sayısını 57’ye çıkaran C’s oy oranını da %2,9 artırarak, Podemos’un önüne geçmiş ve parlamento içerisindeki üçüncü büyük parti konumuna gelmiştir.

Bu seçimlerle birlikte, merkez sol siyaset ile aşırı sağ siyasetin yükselişe geçtiğini görebildiğimiz İspanya’da güç kaybeden partiler PP ve Podemos olmuştur. Bir önceki seçime göre 3,6 milyon eksik oy alarak, oy oranı %16,3 düşen ve 71 sandalye kaybeden PP, bu seçimin kaybedeni olmuştur. Seçimden oy kaybederek çıkan bir diğer parti ise oy oranı %21,1’den 14,3’e düşen Podemos’tur. PSOE’nin koalisyon ortağı olması en muhtemel parti olan Podemos’un sandalye sayısının 71’den 42’ye düşmesi, PSOE’nin koalisyon planlarını da zora sokmuştur. 123 sandalyesi olan PSOE ile 42 sandalyesi olan Podemos’un koalisyon kurabilmesi 11 vekilin daha desteğine ihtiyacı vardır. Yeni meclis aritmetiğinde ne sol partiler PSOE ile Podemos’un ne de sağ partiler PP, C’s ve Vox’un toplam sandalye sayıları koalisyon kurmaya yetebilmektedir. Dolayısıyla İspanya siyasetindeki partiler hükümet kurabilmek için ya karşı mahallenin partilerinden ya da ayrılıkçı bölgesel partilerden destek almak durumda kalmışlardır.

PSOE, Aşırı Sağ Korkusundan Beslendi

PSOE’nin seçim kampanyasını aşırılık siyaseti karşıtlığı üzerine kurduğunu söylemek mümkündür. Bu sebeple seçimde en çok eleştiriyi aşırı sağcı Vox partisine yöneltmiştir. PSOE’nin seçim kampanyasının başarısı hem aşırılığı hem de sağ siyasetin yükselişini bir korku öğesi olarak sunabilmesi olmuştur. Bu stratejinin özellikle sol seçmen üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkün. 2018 yılının Aralık ayında yapılan Endülüs bölgesel seçimi sonucunda, sol partilerin 36 yıl sonra ilk defa bölgesel parlamentodaki iktidarlarını kaybetmesi ve Vox’un güçlenmesi bu korkunun oluşmasında önemli yer tutmaktadır. Ancak PSOE, Vox eleştirisi ve aşırı sağ korkusu ile şekillenen bir politika sunarken, Katalan meselesindeki konumunu da korumuş, ayrılıkçı taleplere yönelik bir vaadi olmamıştır. Bunun yerine PSOE’nin geçmişte özerklik haklarının genişletilmesi yönünde attığı adımları hatırlatmakla yetinmiştir. Nitekim PSOE lideri Sanchez, seçim sonrasında Vox ve ayrılıkçı partilerle koalisyon görüşmeleri yapmayacağını duyurmuş, siyasetinde aşırılıklara yer olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Seçimden açık ara birinci parti olarak çıkan PSOE’nin koalisyon için öncelikli tercihi hem ideolojik olarak hem de konjonktürel olarak Podemos’tur. Podemos ile PSOE arasındaki yakınlaşma, Sanchez’in 2016 yılında PSOE liderliğinden istifa ettikten sonra, daha solda pozisyon alarak liderliğe dönmesi ile başlamıştır. Ancak beklenenin aksine bu sola kayma Podemos’un değil, PSOE’nin işine yaramış görünmekte. Bunun temel nedenlerinden biri olarak Sanchez’in asgari ücret, emeklilerin sorunları, hayvan hakları vs. gibi konularda Podemos ile hareket edebilirken, Katalan milliyetçiliği söz konusu olduğunda C’s ve PP ile birlikte durabilmesi gösterilebilir. İzlediği bu siyaset sayesinde PSOE yönetimi kendisine, siyasi yelpazenin her iki tarafına da hitap edecek alanı açabilmiştir. PSOE’nin seçim sonrasında C’s ile koalisyon yapacağına dair çıkan dedikodular da PSOE’nin bu tavrı ile açıklanabilecektir. Ancak gerek seçim gecesi PSOE taraftarlarının “C’s’a hayır” sloganları gerekse C’s’un bu düşünceye sıcak bakmadığını açıklaması nedeniyle şimdilik bir koalisyon ihtimali görünmemektedir.

Podemos, PSOE’nin Gölgesinde Kaldı

Podemos, Rajoy’un azınlık hükümetinin düşürülmesinde PSOE ile birlikte hareket etmiş ve sonrasında Sanchez’in azınlık hükümetini kurma sürecinde de dışarından destekçisi olmuştu. Bu süreçte gayrı resmi koalisyon ortağı olan Podemos, bütçenin hazırlanma sürecinde, asgari ücrete İspanya tarihindeki en büyük zamlarından birini vermekten, emeklilerin durumlarının iyileştirilmesine kadar birçok önemli sosyo-ekonomik iyileştirmenin gerçekleştirilmesi konusunda PSOE ile protokol imzalamıştır. Ancak sokak hareketlerinden gücünü alan Podemos, PSOE hükümeti döneminde iktidarı etkileyebilecek güce erişebilmesine rağmen, sokaktaki gücünü kaybetmeye başlamıştır. Bu sebeple, halktan koptuğu yönünde eleştiriler de alan Podemos lideri Iglesias’ın, sokak hareketlerini yeniden canlandırabilmek için fırsat kolladığı söylenebilir. Örneğin 2018 yılının Kasım ayında yüksek mahkemenin mortgage ödemeleri ile ipotek vergilerinin bankalar tarafından değil de müşteriler tarafından ödenmesine yönelik bir karar verdiğinde Podemos hızla sokağa çıkma çağrısı yapmıştı. Ancak Sanchez’in çıkardığı yönetmelikle bu kararı geçersiz kılması ile Podemos’un eylem çağrısı boşa düşmüş ve Podemos’un güç kaybı sürmüştür.

PSOE’nin gölgesinde kaldığının farkına varan Podemos, yeni seçim ile birlikte strateji değişikliği yapmıştır. Daha önceki dönemlerde kabinede koalisyon ortağı olarak yer almak istemeyen Podemos, bu sefer dışarıdan bir destek değil, resmi bir sol koalisyonun kurulması gerektiğini ifade etmekte ve PSOE ile görüşmelerini sürdürmektedir. Ancak sosyal demokrat Katalan ayrılıkçılarının da ikna edilmesi gereken bu süreçte, Katalanlar, bağımsızlık referandumu talebini bir şart olarak öne sürmekte. Podemos’un, 1 Ekim 2017’de yapılan ve Madrid hükümeti tarafından resmen kabul edilmeyen bağımsızlık referandumu sürecinde alamadığı inisiyatifi, bu süreçte alıp alamayacağı merak konusu.

PSOE, Katalonya’da da Güçlendi

Katalonya bölgesindeki oy dağılımına bakıldığında da Podemos’un arada kalmışlığının kendi siyasetine olumsuz etkilerinin olduğu görülmektedir. Katalonya’da Podemos ve ittifaklarındaki oy düşüşleri neredeyse Katalan bağımsızlıkçı solunun oy artışı kadardır. Her ne kadar oy geçişliliğinin bire bir yaşandığını söylemek mümkün olamasa da bu sonuçtan hareketle hem “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vardır” diyen hem de “İspanya’nın bölünmemesi gerektiğini” belirten Podemos’un Katalan bağımsızlıkçılarına verdiği desteğin oy kaymalarına neden olduğunu söylemek mümkündür.

Öte yandan Katalonya’da, C’s’un etkisini olduğu gibi koruduğu ve bu seçimde de sahip olduğu 5 sandalyeyi koruduğu görülmektedir. Buna karşılık ayrılık karşıtı merkez siyasetin ekseninin kaydığı görülmektedir. Bölgede PP’nin temsilci sayısı 6’dan 1’e düşerken, PSOE’nin 7’den 12’ye çıkmıştır. Böylece PSOE, Katalonya’nın ikinci büyük partisi konumuna gelmiştir.

Ayrılıkçı Katalan Partileri Arasında Sosyal Demokratlar Yükseldi

1 Ekim referandumunun ardından Katalan siyasetinde de bazı dönüşümler olmuş, Katalan partilerinin kendi aralarında kurdukları ittifaklar değişmiştir. Sürgün Katalan lider Puigdemont’un JxCat (Katalonya İçin Birlik) ittifakı, bir önceki seçimde Katalan sosyal demokratları ERC ile birlikte seçime gitmiş ve yaklaşık 630 bin oy almışlardı. Katılımın arttığı bu seçimde ise bir önceki seçimde 400 bin oy alan liberal CDC (Katalonya Demokratik Uyuşma) ile ittifak yapmış ve toplamda 500 bin oy almışlardır. Bir önceki seçime göre ayrılıkçı Katalan partilerinin toplam oy oranın yaklaşık %50 arttığı bu seçimde, Katalan solu ile ittifak kuran ERC’nin oy sayısı 1 milyonu aşarak Katalonya bölgesinden en fazla sandalye kazanan parti olmuştur.

Katalan Meselesi C’s’u Güçlendirdi, Vox’u Aktör Haline Getirdi, PP’yi Eritti.

Rajoy’un azınlık hükümetinin, 1 Ekim 2017’de yapılan bağımsızlık referandumu sürecinde ve sonrasında C’s’un da desteği ile İspanya’daki sağ siyaseti radikalleştirdiğini söylemek mümkündür. İspanya tarihinde kullanılmamış olan Anayasa’nın 155. maddesi uygulanarak, Katalan parlamentosunun Madrid hükümeti tarafından feshedilmesi, güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı, Katalan liderin sürgüne gönderilmesi ve bazı Katalan siyasetçilerin tutuklanması bu radikalleşmede önemli rol oynamıştır. Milliyetçi söylemlerini artırdıkça oy oranlarının da arttığını fark eden C’s, sağ siyaseti, İspanya’daki sol siyasetin aksine uçlara taşımıştır. Nitekim C’s vekillinin Katalonya parlamentosunda İspanya bayrağı sallayarak yaptığı ve İspanya’nın bölünmez bütünlüğünü vurguladığı konuşma, 28 Nisan seçiminde C’s’un başarısının bir sembolü olarak yeniden gündeme taşındı. Yükselen bu milliyetçi dalga, bir önceki seçimde 46,7 bin oy alan Vox’un 2,6 milyon oy almasına da zemin hazırlamıştır. Bir diğer ifadeyle yükselen milliyetçi dalga, PP tabanını da radikalleştirerek, tabanın alternatif sağ milliyetçi partilere kaymasına yol açmıştır.

Sağ siyasetin bölünmesinde Katalan meselesindeki radikalleşmenin yanı sıra merkez sağ parti olan PP’nin yolsuzluğa bulaşmış, yoz siyaseti de etkili olmuştur. 2018 yılının Haziran ayında önce mecliste güvenoyu alamadığı için başbakanlığı ardından da PP’nin liderlik koltuğunu bırakmak zorunda kalması, partinin oy kaybını hızlandırmıştır. Rajoy’un yerine gelen 37 yaşındaki Pablo Casado da PP’nin kötü gidişatını durduramamıştır. Seçmen tabanı tercihlerini alternatif sağ partilerden yana kullanmışlardır.

İspanya Siyasetinin Rotası

İspanya’da 28 Nisan günü yapılan seçimlerin sonucundan hareketle sol siyasetin merkezde toplandığı, buna karşılık sağ siyasetin ise uçlara kaydığı yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Bu seçimin karşımıza çıkardığı bir diğer sonuç ise meclis aritmetiğinin neden olduğu hükümet krizinin ayrılıkçı partilerin önemini artırdığıdır. Katalan meselesinin Nisan seçimindeki oy tercihlerine etkilerinin yanı sıra oluşan meclis aritmetiğinin ardından seçim sonrasında da etkilerinin devam etmesi beklenmektedir. Bu etkilerin sonucunda ayrılıkçı partilerin meclis aritmetiği sayesinde elde ettiği kilit rol, Madrid hükümetine karşı elini güçlendirmiştir. Ancak ayrılıkçı partilerin taleplerinin karşısında, birlik yanlılarının eski düzenin partilerinde ve özellikle azınlık hükümeti döneminde uyguladığı sosyal politikalarla ivme kazanan PSOE’de toplanması da bir diğer ihtimal olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer partiler anlaşabilirse, İspanya siyasetinin birbirine uzak kesimlerinin birlikteliğiyle kurulacak olan yeni koalisyonun geriliminin yüksek olacağı görülmektedir. Bir hükümet kurulamaması durumunda ise İspanya siyasetindeki karmaşa daha büyüyecek ve dördüncü yılda dördüncü genel seçimin önü açılacaktır. 26 Mayıs’ta yapılacak kısmi yerel seçimler ve Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında koalisyon görüşmelerinin hız kazanacağı İspanya’da, alınacak kararlar ve kurulacak koalisyonlar İspanya’nın yeni siyasetinin de rotasını belirleyecektir. İspanya siyaseti için açıkça görülen ise 28 Nisan seçimi ile birlikte İspanya siyasetinde 2007-2008 ekonomik krizi ile başlayan bir değişim sürecinin sürdüğü ve Katalan meselesinin önemini artırdığıdır.