Gece Ayakta Hareketi, Fransa’da François Hollande hükümetinin geçen Mayıs ortası itibariyle geçirdiği loi travail yani yeni İş Yasasıyla alakalı olarak, Mart ayı itibariyle hükümet karşıtı gösteriye dönüştü. Son iki ay içinde işçi, öğrenci ve işsizlerin son olarak göçmenlerin de dahil olduğu, açık alanda seyir eden bir direniş dinamiği olarak var oldu. Fransız Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin sunduğu El Khomri Yasası olarak da bilinen iş yasası, güvencesizliği ve taşeron çalışma koşullarını tetikleyebileceği için kitlesel bir direnişle karşı konulmasına neden oldu. Yasanın geçmesinin ardından sendikalar ve kitle örgütleri genel grev çağrısı yaparak kitlesel eylemselliğe katkı sundular. İşgal ve protestoların Paris’in en önemli meydanlarından Fransız Devrimi’nin sembollerinden olan Place de la République’de (Cumhuriyet Meydanı) yapılması ve direnişin karnaval şeklinde bir meydan örgütlemesi üzerinden ilerlemesi, sanırım günümüz direniş biçimlerinin en önemli özelliklerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Eylemlerin bütün Fransa’ya yayılması ve özellikle polis şiddetinin Rennes gibi bazı bölgelerde üst boyuta varması sonucu, gençliğin özellikle etkin olduğu, güvencesiz emeğin durumuna karşı başkaldıran yeni toplumsal aktörlerle Avrupa’da bir mücadele geleneği doğuyor diyebiliriz.
Avrupa’nın her yanındaki işsizler, göçmenler ve öğrenciler güvencesizlik getiren ve geleceklerini risk altına atan pratiklerle karşı karşıyalar. Bu durum, değişen toplumsal dilin yeni grameri olarak, ezilen alt-sınıfların çığlıklarıyla buluşarak, hükümetlerin sermaye politikalarını düzenleyen tahakkümüne, kimlikleri yaşam alanlarının yasası haline getirmeyi hedefleyen siyasetin eril diline karşı hayatı öne çıkaran bir direnişi görselliyor.
Polis şiddetine ve uzatılmış Olağanüstü Hal’e rağmen, direnişin sürdüğü meydanın aynı zamanda bir foruma dönüştürülerek farklı kimliklerin burada kendini ifade etmesine şahit olmaktayız. Bu anlamıyla tam olarak sosyopolitik belirli isyan biçimleriyle buluşan ve işgal hareketine dönen Gezi Direnişi’ne benzemese de, belirli direniş ve eylem kodlarıyla klasik sosyal hareket okumalarından ayrı olduğunu, işçi hareketi yerine daha çok öğrenci hareketinin etkin olduğunu söyleyebiliriz. Gece Ayakta Direnişi aslında küresel bir sistem karşıtı ekonomik ve politik çerçevesi olan bir hareket olarak, hem İspanya’da Öfkeliler hareketine benzerken, diğer yandan sadece Fransa’yı ilgilendirmeyen kapitalizmin kriziyle sıçrayan yeni bir başkaldırı biçimi olarak okunabilir.
Tarihin ne sonu ne de başlangıcı: Kriz halinde bir kapitalizmin küresel yıkımı
Küreselleşme pratikleri dahilinde dünyalaşan kapitalizmin politik duruşu kendini çevre felaketleri, açlık, işsizlik, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve bölgesel savaşlar üzerinden şekillendirirken; yüzyılın tanıyacağı en büyük tehdit olan yaşam alanlarının betonlaştırılmasıyla, hayatın toplumsal makinenin dahilinde okunan bir teknik aygıta dönüştürülmesini sağlamıştır. Bununla birlikte şunu ekleyebiliriz ki, Paris’te geçen toplumsal ayaklanmayı anlayabilmemiz için şu an aktüel olarak dünyada belirli coğrafyalarda oluşan siyasal-tarihsel dirilişleri ve olayları da dikkate almak, bu direnişin kodlarının onlardan bağımsız olmadığını görebilmemiz gerekiyor. Ayrıca bu siyasal-toplumsal ayaklanmanın yerel olmadığını, haddinden fazla küresel bir aktör-ağ geçişliliği üzerinden cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Gece Ayakta eylemleri sivil itaatsizlik repertuarına sahip olarak uzun zamandır eklemlenen ‘yeter artık’ diyen öfkelilerin buluştuğu bir yatay direniş modelidir. Söyleyebiliriz ki bu eylemler partiler ve sendikalar düzeyinde etkisini göstermedi. Virtüel alanda daha çok yoğunlaşan eylemlerin, sendikalar tarafından çok da etkili olarak desteklenmemesi ya da bu eylemlere katılış biçimlerindeki seyreklik, Liberation ve Le Monde gibi sol eğilimli gazetelerin bu eylemlere Le Figaro gibi sağcı gazeteye göre daha az yer vermesi, sanırız iktidardaki Sosyalist Partiden kaynaklı olsa gerek. Keza 2005 CPE eylemlerinin kitlesel boyutu (Sarkozy dönemi), 1995 Genel Grevlerinin (Chirac dönemi) kuşaklar arası kitlesel boyutunu burada görememekteyiz. Eylemlerin en çok da güvencesiz olan gençlik, öğrenci kesimi ve göçmenler tarafından sahiplenilmesi ise önemli gibi duruyor. Keza yasanın kendisi sadece Fransa’ya ait olmayan, Türkiye’de ya da başka ülkelerde tanıdığımız taşeronluğu ve risk altında güvencesiz çalışmayı körükleyen bir bagaja sahip.
1990’ların neoliberal hikayeleriyle büyüyenler tarihin sonunun geldiğini Sovyetlerin düşüşünden sonra sıklıkla okumuşlardır. Özellikle TV kültürünün bütün bir hayatımızı hapsettiğini varsaydığımız zamanlarda, kendi güvenlikli odalarından yüksek güvenlikli sitelerinden yazan serbest piyasanın aktörleri, uzun bir zaman kapitalizmin maddi emeğe yönelik saldırısını, post-fordist üretim mekanizmalarının yarattığı ilüzyonu görmek istemediler. Oysa küreselleşen kapitalizm devletin bütün aygıtlarını sadece kendi kurumsal çıkarları gereğince kullanmaya başladığında, ne bir sondan ne de tarihten bahsedebilir olduk. Oysa bu küresel sahnede devletlerin yeni soykırım, savaş, tefecilik, yolsuzlukla birlikte biyopolitik bir teşhirciliği ve kurumsal iktidarı tebliğ etmekten öte bir şey yapmadığını ise krizle birlikte fark ettik. Bugün artık aristokrat dönemin ya da çağın eski imparatorluk sahnesinin, üzerimize giydiğimiz neoliberal hayali özgürlüklerin patladığını, kapitalizmin şiddet, lüks ve tahakküm parametreleriyle yeniden görüyoruz. Böyle bir alanda despotik bir makine olan devletin sadece kendi güç ilişkilerini değil sermayenin düzeneklerini de koruyan, kollayan ritmine yeniden şahit olmaktayız. Türkiye gibi Selefist okumaların şiddet ve lüks kültürüyle buluştuğu İslami-Neoliberal kapitalist ülkelerde bile Türkiye’nin eski proleterleri Kürtlere savaş açması nasıl şaşırtıcı değilse, Türk ulusal Sünni egemenliğinin göçmenler karşısında felaket üreten rejim sahnesine dair muhafazakar çıkışı tesadüfi değil. Keza Avrupa ile yapılan göçmen kampları ve göçmenleri geri alma anlaşması, 2. Dünya Savaşı görüntülerinden Nazi Almanyası’ndan ve küresel yeni tahakkümün saldırganlığından öte bir şey ifade etmiyor. Kürdistan’da geliştirilen savaş siyasetiyle, Sur’daki rantla İstanbul sokakları ve Paris’in banliyölerinde ki ya da merkezi mahallerinde yapılan rant kültürünün, değersizleştirme siyasetinin ve yükselen fiyat hareketlerinin hiç biri bu küresel devlet ağının tahakkümünden öte bir şey ifade etmiyor. Bu anlamıyla diyebiliriz ki bütün farklılıklarına rağmen artan eril savaş sahnesi içinde Rojava Devrimi ne kadar önemliyse, ağaç ve yaşam için direnen Gezi de o kadar önemli, güvencesizliğe karşı ayaklanan zombilerin şafağı Gece Ayakta İsyanı da bir o kadar önemli, müşterek ve yaşamsal duruyor. Devletler hukuk egemenliğinden yeniden despotik egemenliğe evrilerek eski kodları yeni küresel sahnede prekarya, taşeronluk ve tahakküm olarak kendi yurttaslarına sunuyorlar.
Göçmenler bu dönemin yeni damgalanmış “zombileri”; psikanalitik boşluğun korkulanı olarak diğer korkulan sosyal alt sınıflarla, itelenenlerle, dışarda bırakılan, geceye hapsedilen cadılarla, Kurt adamlarla, yarasalarla buluşuyorlar. Gece sahneye çıkıyor ve özgürleşiyor. Kapitalizmin korktuğu gotik benzetmelerin karakteri olan bu ötekiler sıradan toplumsal alanın sapkınları olarak bir hayalet olmaktan çıkıp uzun bir süredir isyan formlarının anti-kapitalist temel dinamiklerini oluşturuyorlar. Ölüler geri dönüyor! Gece Ayakta olan bütün aktörlerin sırtında büyük bir deneyim ve isyan kodları var ve bu kodlar şu an gece sergileniyor, dayanışma büyüyor, eğimleniyor ve yeni mücadele formlarına akıyor dersek yanılmış olmayız.
Sosyolojik olarak başkaldırı biçimlerinin değişmesi ve küreselleşmesiyle ortaya çıkan bu tür eylem dinamikleri birbirine yakın olmakla beraber farklılıklarıyla okumak da gerek. Örneğin bir çok eylem repertuarına baktığımızda farklılıklarına rağmen yatay çizgilere sahip yeni bir özgürleşme alanlarının etkinliğini görmekteyiz. Gezi Direnişi sosyo-politik olarak totaliter bir hükümetin hayatı işgal eden mekanizmalarına karşı kendini gösteren, polis şiddetiyle barikat arasında kendini tarif eden bir isyan modeliyken; Gece Ayakta buna yakın durmasına, kodların benzeşimlerine rağmen 1990’lar da Alternatif Küreselleşme Hareketlerine (Occupy Wall Streeet), 2005 Fransa’da ki CPE Prekerya (eğretilik) eylemlerine, Madrid’deki “İndignados” hareketlerine yakınlaşan ekonomik ve politik eylem repertuarıyla anti-hegemonik mücadale dinamiğidir. Gece Ayakta kolektifleri 7 ve 8 Mayıs’ta Global Debout (Küresel Ayakta) çağrısıyla bütün dünyaya seslenerek, eylemselliğin boyutunu da değiştirmiş oldu. Keza ne parti ne sözcü ne de herhangi bir temsili sendika mekanizması eylemleri örgütlemiyor, büyük ve kitlesel olmasa da eylemlerin güç ilişkilerinin yerinden ve anında forumdaki tartışmalarla ilerlediğini görmekteyiz.
Ölülerin şafağı gece!
Yeni bir isyan dalgasının yayıldığı kesin ve bu isyanın boyutlarını yeniden konuşmak da gerek. Ama asıl sorunumuz burada bir isyanı anlayabilmek için onu idealize etmekten çıkarmak gerektiğidir. Bu isyanın boyutlarının her yerel alanda farklılaşsa bile belirli ortak özellikleriyle yatay ve birbirine bağlanan çizgilerle müşterek oldugu ise kaçınılmaz gibi duruyor. Bu küresel isyan sahnesinde dikkatimizi cezbeden iki önemli şey var: birincisi isyanların açık meydan üzerinden oluşması, diğeri ise bütün bir hayatın yeniden ele alınmasını sağlayan bir duruşun ortaya çıkmasıdır. Bu yeni isyan dalgası anti-kapitalist olduğu gibi, sosyal ekolojiyi de öne çıkaran, demokratik bir gelecek tahayyülü üzerinden ilerleyen ortak zenginliğe vurgu yapmaktadır. Bu haliyle klasik sosyal hareket okumalarının bir çok özelliğini taşımayan (kimlik, örgütlü kitle, sivil toplum, stratejiler, kolektif davranış modelleri, aktörler, vs.), ama bütün o özgürleşme alanına dair daha çok konuşmamıza fırsat veren, ne partici ne de ideolojik bagajı sırtlamayan ama alternatif yaşam alanlarını arzulayan, örgütleyen, onunla dayanışan yeni bir küresel mücadelenin aralıksız elementlerinden bahsediyoruz. 1968 sonrası yeni toplumsal hareketler olarak aktör ve özne üzerinden yapılan bir çok okuma da bu anlamıyla eksik duruyor bu yeni “sociopolitik” elementleri okuyabilmemiz için. Keza bu ne bir küreselleşme karşıtı hareket (zaten küreselleşmiş kodları içinde olan bir dinamik), ne klasik feminist hareket, ne de başlı başına bir ekoloji hareketi. Bu her şeyden önce bunların hepsinin müşterek çıkışı, ortaklaşması itibariyle dip prekeryanın, güvencesiz, geleceksiz ve risk altında olanların özgürleşme özelliklerini taşımaktadır. Burada sadece eşitlikten, ücret artışlarından, zamlardan ya da kadın haklarından bahsedilmiyor. Pedagojik olarak anti-kapitalist olan bütün öznelliklerin, çoklukların, toplumsal eğilimlerin, grupların, kolektiflerin, ezilen sınıfların, yoksulların yani belki de yeni proleterlerin oluşturduğu sistem karşıtı yeni muhalefet zeminleridir karşımıza çıkan. İşte Gece Ayakta dinamiği bu anlamıyla öncelinde ve sonralındaki bütün yerleşik olmayan isyanların ortak hafızasına yakın durmaktadır. Sistemin içinden sistem karşıtı alternatif yaşam ve yaşama koşullarını sorgularken, burada gündelik hayat içinde oluşturulmuş mikro-ekonomik dayanışma modellerinin iktidara sahip olmayan ekolojik deneyimlerin aynen Gezi Direnişi’nde olan, Hevsel Direnişi’nde görülen gibi ya da Rojava Devrimi sonrası konfederal alanlarda ortaya çıkan tartışmalara, eylemselliklere ve tepki kültürüne benzemektedir. Burada en çok, “artık yeter” diyen, kapitalizmin krizinin sol iktidarlarda da (Sovyetlerde, Çin’deki versiyonu, Fransa Sosyalist partisinin içinde olduğu Hollande hükümetindeki revizyonist durumu, vs.) sosyal demokraside de ortaya çıktığını görebilen, 20. yy sınıf devrimlerinin tarihinin evrildiği iktidar mübadelesini, particiligi, hiyerarşik kutuplaşmayı, hegemonik yapıyı iyi tanıyan, bu ortodoks merkezi determinist sınıf bagajından kopan dinamiklerin etkinliği öne çıkıyor dersek yanılmış olmayız. Yeni bir sınıf dinamiğinin bilişsel proleteryanın, sürekli bir biçimde kesişen ortaklığına işaret edebiliriz. Maddi olmayan emeğin belirsizliği, hizmet sektöründe tıkanan üretimin halihazırda işlevsiz kıldığı prekerler, taşeronlaşma, güvencesiz emek, maddi emek üretiminin küresel sahnede en yoksul ülkelerde yeniden tasarlanması, haddinden fazla materyalist çağda virtüel duygulanımsal emeğin köleleştirilmesi, bedenlerin, arzuların hapsedilmesi belki de bütün bunların toplamı Gece Ayakta dinamiğiyle yeniden okunabilmelidir. Bu küresel kodlara sahip yerel alanda (Fransa’da) olsa bile toplumsal alanda karşılığı olan yerelde kalmayan, yeni siyasal duruşlara oluşumlara katkıda bulunan Gece Ayakta dinamiği bir karşı-iktidar muhalafeti olarak da okunmalıdır.
Dip proleteryanın başkaldırısı
Diğer yandan Gece Ayakta dinamiği klasik sosyal hareket sözlüğüne sahip olmasa da söylemek gerekirse eski dinamiklerle yeni alansallıklar arasında kolektif bir alış verişin başladığını, 15 Mayıs itibariyle de genel grevlerin oluştuğunu, Paris Güzel Sanatlar gibi önemli okulların öğrenciler tarafından işgal edildiği görmekteyiz. Bu etkinlik takviminin yeni eylem dalgalarını ortaya çıkaracağı kesin gibi. Onun için diyebiliriz ki Gece Ayakta hareketini dünyada gelişen moleküler yeni mikropolitik eylem repertuarlarından farklı ele alamayız. Brezilya’daki gösterilerden, Tahrir Meydanı’na, Gezi Direnişi’nden Rojava Devrimine, Sur ve Cizre direnişine kadar yayılan küresel isyan ve sistem karşıtı bu zincirleme toplumsal ayaklanmalar bize farklı bir toplumsal dönüşüm noktasına evrildiğimizi işaret ediyor. Gece Ayakta hareketi, Cumhuriyet Meydanı’nda Olağanüstü Hal koşullarına, Paris saldırılarının etkisindeki psikolojiye, göçmenler krizine ve yükselen ırkçılık siyasetine rağmen izinli olarak kullanılan bu alanı açık bir forum, örgütlenme ve tartışma mekanına çoktan çevirdi bile. Özelikle en çok risk altında olan ırkçıkla karşı karşıya kalan göçmenlerin çok rağbet ettiği, örneğin Ortadoğu’da ki şiddet ve katliamları potesto eden Filistinlilerin, Kürtlerin kendi eylem repertuarlarıyla alanda tartışmalara forumlara dahil olduğunu da görmekteyiz. Bu anlamıyla Gece Ayakta sadece yerel kalmıyor, küresel bir isyan çağrısı gibi kendini görünür kılıyor. Mesela üniversitelerin özgür üniversite ve alternatif eğitimi tartıştığı Gece Ayakta eylemlerinde, Barış için Akademisyenler’in de yer aldığını, tartışmalara dahil olduğunu, meydanda örneğin Cizre ve Sur katliamlarının da konuşulduğuna şahit olmaktayız.
Buna örnek olarak, Gece Ayakta deneyiminin ortaya çıkardığı heterojen dinamik bizi ortodoks sosyal hareketler ve klasik işçi sınıfı okumalarından çok farklı olan yeni bir toplumsal tahayyülün, parçalanmış tekilliğin geçici özgürlük alanlarını belirleyen yatay direniş ağlarına yönlendirmekte. Bu eylemde yönetenin olmaması, eylemin avantgarde bir aktöre ihtiyaç duymaması ve kolektif bir dayanışma ve paylaşma etkinliğinin olması, kapitalizmin cenderesini gören yeni bir tekilliği gösteriyor. Bu anlamıyla Gezi’ye ve bir çok meydan direnişine de çok benzeyen etkinlikler içinde, kütüphaneden, bakkala, yeşil alandan, temizlenen meydana, ekolojik etkinliklerden, ortak mutfağa kadar farklı bir dinamikten bahsediyoruz. Burada yeni kolektif tekilliğin tamamıyla karizmatik lider kültünden, parti ideolojisinden, kurumsallaşmadan, kimlik politikalarından feragat etmiş; yeni post-materyalist değerlerin toplamından ileri geldiğini söylemekte yarar var. Küresel alanda yönetimler totaliterleşirken, kapitalizmin kriziyle kendini daha da belli eden kontrol mekanizmaları yaşam hakkına müdahale ederken, geleceğimiz hakkında konuşurken, aslında bunların hepsinin toplamında bu yeni isyan formlarının ortaya çıktığını, karşı-şiddet dinamiklerini görselleştirdiğini de eklemek gerek.
Bu eylemlerin aslında yeni başladığını, Gece Ayakta hareketinin başka bir forma girebilme kapasitesinin olduğunu, son zamanlardaki çatışma ve etkinliklere bakarak anlıyoruz. Genel grev ne kadar başarılı olur bilemiyoruz, keza sendikalar hükümetle anlaşmalı ilerliyor ve işçi ücretlerini sistemin rezerveleri içine hapsediyor. Korkulacak, hayatı felç edecek, şalteri indirecek, maddi üretimin aktörleri işçi sınıfının büyük grevlerinin artık kapıda olmadığı kesin. O zaman neler oluyor, risk altında olanlar nasıl örgütleniyor ya da dayanışıyor? Bu yeni özgürleşme alanları hükümetlerin baskı ve ekonomi politikalarını zorlayarak, krizle birlikte sivil bir direniş modeliyle sistemi zorlayarak, belirli sosyal hareket kuramsal okumalarının dışına taşarak, denetimli, tutarlı ve rasyonel aktörler ya da ideolojik bagajlar yerine, kent alanında kentsel ve bir o kadar da ekolojik duyarganlığı olan sosyo politik alanda önemli değişiklikleri ortaya çıkaran anti-kapitalist bir tartışmayı körüklüyor. Gece Ayakta forumlarına baktığımızda bu forumlardaki tartışmaların tam da yeni küresel sahnedeki hegemonik ilişkileri teşhir eden alt-sınıfların dayanışmasıyla ilerleyen bir bagaja sahip olduğunu gözlemliyoruz. Ekolojiden, kadın meclislerine, göçmenlerden Kürtlere, Filistinlilerden dans edenlere, Latin Amerikalılardan Afrikalılara, işçilerden işsizlere, eşcinsellerden punkçılara, öğrencilerden evsizlere vs. farklı elementlerin buluştuğu gece sahnesinde, müzik ve eğlence şenliklerle Mayıs ayı sonuna kadar devam etti. Olağanüstü Hal Parisinde, Gece Ayakta tam da zombilerin şafağı gibi bütün Paris saldırılarına, polislik tekniklerine, güvencesizliğe ve şiddete rağmen herkesin burdayız ve yaşamı kendi elimize almaya kararlıyız diyenlerin sahnesine dönüşüyor. Post-fordist üretim alanlarında teknokratlar yerine bütünleşmiş küresel kapitalizmin aktörlerinin hükümetleri talepleriyle yönlendirdiği, post-materyal maddi olmayan üretim değerlerinin dayatıldığı, yaşam kalitesinin GDO’lara teslim edildiği, sosyal ihtiyacların, güvencenin, sağlığın piyasaya bağlandığı, eğitimin ve akademinin şirketleştiği, işsizliğin bir sermaye arttışına evrildiği, prekeryanın dayatıldığı, çalışma yasasının şirketlere göre biçimlendiği çatışma ve çelişkileriyle büyüyen modeller dünyasında moleküler bir başkaldırının formları günden güne yükseliyor.
Dolayısıyla bu yeni durum demokrasi içinde sivil toplumu öne çıkaran belirli hiyerarşik aktörler okumasının ötesinde, inişli çıkışlı, çatışmalı ve iletişime dayanan bir alan, ağlar sistemi içinde sadece işçiler, kadın grupları, LGBT’liler, öğrenciler, işçiler, emekliler, gençlik ve entelektüeller değil farklı dinamiklerden göçmenlerin ya da esamesi okunmayan işsizlerin, evsizlerin (SDF), ekolojistlerin, güvencesiz emeğe sahip olanların, prekerlerin yani geleceği her anlamda elinden alınan güvencesiz sınıf olan gençliğin etkin olduğu yeni tekillikleri, yatay dayanışmayı, örgütlenmeyi ve kolektif sözcelemi anlatan repertuarı gösteriyor. Gece Ayakta direnişi aksiyondan eyleme, hareketten yatay örgütlenmeye, belirleyici olan aktörden dayanışmaya kadar siyasal ve sosyal talepleri, küresel şikayetleri olan dönüştürücü bir eylem potansiyelliğini öne çıkarıyor. République meydanında hiç bir partinin, sendikanın, örgütün olmadığı ya da olamadığı bir çok forumlarda güvencesizler geleceklerini tartıştı, konuştu ve küresel direncin biçimlerini ifade ettiler. Bu “yeni özgürlük alanları” bilindik anlamda kurumsal siyaseti redderek kendi öznelliğini eyleme dahil eden, yaşamsal alana dair konuşmayı sağlayan, bulunduğu her alanın emeğini sorunsallaştıran, tam da bu anlamda antagonist olmayan ilişki ağlarını görünür kılıyor. Bu anlamıyla da söyleyebiliriz ki meydan tartışmaları, işgalleri ve direniş biçimleri deneyimleri sunarken anti-hiyerarşik bir elbiseyi giymemizi, şenlikli süreksiz mücadele potansiyelini taşıyor dersek yanılmış olmayız. Burada Negri ve Hardt’ın “Ortak Zenginlik” kitaplarında özellikle üzerinde durdukları sürekli eylemsellik ve çokluklar içinde oluşan “kurucu karşılaşmalara” şahit olmaktayız. •