“’68’in öğrettiklerinden birisi de, işçi sınıfının asli aktör olmadığı hareketlerin kapitalizmi yıkmasının olanaksızlığıdır.” (Ahmet TONAK ile Söyleşi)

Demet SAYINTA: İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle iki süper gücün başını çektiği çift kutuplu bir uluslararası siyasal iktisadi sistem ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin önderliğindeki Birinci Dünya Keynesçilik, Refah Devleti, Fordist üretim kompleksinin oluşturduğu bir Altın Çağ yaşamıştır. Hem bu kutbun unsurlarından Almanya ve Japonya’nın Amerikan hegemonyasını aşındırır duruma gelmesi hem istikrarlı büyümenin neden olduğu sermaye birikiminin yarattığı değersizleşme sorunu hem de ABD’nin uluslararası hegemonyasını korumak için karşı karşıya kaldığı maliyetler 1970’lere doğru sistemik bir krize neden olmuştur. Özellikle Amerika ve Fransa’da başlayıp bütün dünyaya yayılan gençlik hareketi ile söz konusu sistemik sıkışmayı ilişkilendirmek mümkün müdür?

E. Ahmet TONAK: Bence mümkün değil. “Sistemik sıkışma” ile kapitalizmin yapısal iktisadi krizleri kastediliyor ise, ABD’de ve diğer ileri kapitalist ülkelerde bu tür krizler 1970’lerin başından itibaren yaşanmıştır, yani 1968 öncesinde değil, sonrasında.

Öte yandan, krizlerin ne zaman başladığının yanı sıra, niteliği de tartışmalıdır. Sizin de söz ettiğiniz üzere, bu krizlerin nedenini “sermaye birikiminin yarattığı değersizleşme”ye bağlayanlar olduğu gibi, şahsen daha yakın olduğum kârlılık azalması ile açıklayanlar da var. “Kârlılık azalması” teorisine yeri gelmişken kısaca değineyim: Bu tez, bir anda ortaya çıkan ve krizi tetikleyen bir olgu imasında bulunmuyor; aksine, kastedilen, yapısal nedenler yüzünden azalan uzun dönem kârlılık eğilimi (ABD’deki 1947-85 dönemi kârlılık azalması %53). Bu eğilimi doğuran temel neden de kapitalist rekabetin ve emek-sermaye çelişkisinin giderek hızlandırdığı sermaye yoğun teknoloji tercihi (nitekim, aynı dönem boyunca sermayenin değer kompozisyonu da %103 artıyor). Krizin hissedilir hale gelmesi kârlılıkta yaşanan azalmanın, bir süre sonra bizatihi kârın kendisinin (oranının değil, kitlesinin) duraksamasına ve düşmesine yol açması ile oluyor–ki, ABD özelinde bu düşme 1968 sonrası, kâr miktarı en yüksek seviyesine eriştikten sonra başlamıştır.[1]

Ayrıca, ileri kapitalist ülkelerde yaşanan bu krizler eş anlı değildir. Sermayesi nispeten daha az güçlü olan İngiltere krizi ilk yaşayanlardandır; ardından, ABD ve Almanya gelir. Japonya ise, bilindiği gibi, krizden daha sonra etkilenir. Kısacası, 1968 hareketinin Altın Çağ sürerken, duraksama eğilimleri henüz ortaya çıkmadan başladığını söylemek yanlış olmaz.

Dinçer DEMİRKENT: Benzer biçimde kapitalizmin Altın Çağı’nın sistemik krizine çare olması için önerilip uygulanan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla da ivmelenen neoliberalizmin nihai olarak çözdüğünden fazla sorun yaratır duruma gelmesi yeni bir sistemik krize kapı aralamış görünüyor. Söz konusu yeni sistemik krizin başlangıcı olarak görülebilecek 2008 finansal krizine dünyanın çok farklı bölgelerinde gerçekleşen çok sayıda protesto, isyan, direniş eşlik etmiştir. Bu çerçevede 21. Yüzyılın Tunus, Mısır, Yemen, ABD, İspanya, İtalya, Ukrayna, Yunanistan, Ermenistan, Fransa, İran, Türkiye ve daha birçok ülkesinde yaşanan sokak isyanlarını tetikleyen olaylarla ‘68 hareketlerini tetikleyen olaylar arasında ekonomik ve siyasal açıdan benzerlikler olduğunu düşünür müsünüz?

E. Ahmet TONAK: Açıkçası, 2008 sonrası yaşananlarla ‘68 arasında, sokak hareketliliği dışında pek benzerlik görmüyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi ‘68 hareketi bir iktisadi kriz tarafından doğrudan tetiklenmedi. Siyasi sayılabilecek faktörlerde de pek bir benzerlik yok.

1970’lerin iktisadi krizi, ileri kapitalist ülkeleri II. Dünya Savaşı sonrası dönemde krizleri aşmak için uyguladıkları iktisat politikalarını değiştirmek zorunda bıraktı. Keynesçi politikalar, yerlerini daha sonra neoliberalizm denilecek Reagancılığa, Thatchercılığa, hatta Özalcılığa bıraktı. Giderek bol küreselleşme soslu Washington Uzlaşması her sofrada bulunur oldu.

Neoliberal iktisat politikalarının özü, artı-değer oranını artırarak kârlılığı yeniden tesis etmeye dayanır. Önceki dönemlerde nispeten kontrollü olan finans sektörüne getirilen kuralsızlık, üretken olmayan faaliyetleri aşırı çekici hale getirdi. Küreselleşme kod adlı sermayenin aşırı ve hızlı uluslararasılaşması, nam-ı diğer emperyalizm ise, yeni kırılganlıklara yol açtı, sistemin iç çelişkilerini derinleştirdi. 2007-8’de riskli borçların tetiklediği, finansal olduğu iddia edilen krizin gerisinde işte bu bahsettiğim yapısal faktörler vardır.

‘68 dönemine göre çok daha entegre bir dünyanın farklı aktörlerinin 2008’de patlak veren krizden farklı şekillerde etkilenmeleri normaldi. Nitekim, öyle de oldu. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşanan ayaklanmalar kısmen bu farklılıklardan kısmen o ülkelerin siyasi rejimlerinin niteliğinden ve sınıflar arası dengelerden etkilenmiş, farklı sonuçlar üretmiştir.

2008 sonrası gözlemlediğimiz isyanların ‘68 döneminden bir başka farklılığı da katılımın gençlikle sınırlı olmayışı, toplumun genelini daha çok temsil eden yanıdır. Sovyetler Birliği yıkılmış, sosyalizm itibar kaybetmiş olmasına rağmen kapitalizmin daha derinden sorgulandığı, başka bir dünya özleminin daha çok dillendirildiği bir başkaldırı söz konusu artık.

Demet SAYINTA: 1968, tüm dünyada işçilerin, öğrencilerin, savaş karşıtlarının, siyahlar (Kara Panter Partisi), kadınlar, LGBTİ bireylerin (Stonewall İsyanı) başka bir dünyayı mümkün kılmak adına başlattıkları hareketlerin yılı olmuştur. Şimdiden geriye bakıldığında o günlerin içinden geçmiş biri olarak 1968’in bu olaylarını nasıl görüyorsunuz: Dönemin siyasal, toplumsal, kültürel sıkışmasına verilen birer tepki mi, sistemik krizin olabildiğince zararsız bir biçimde aşılması için gençliğin manipülasyonu mu, isyan mı devrim mi, dünya-tarihsel bir kırılma anı mı, vb.? Bu çerçevede sizce 1968’in en önemli sonuçları neler olmuştur ve bugün için anlamı nedir?

E. Ahmet TONAK: “Başka bir dünya mümkündür” daha taze bir slogan; TINA’ya, (“Alternatif Yoktur”a) alternatif. ‘68 hareketinin iktisadi kriz anlamında “sistemik sıkışma” ile doğrudan ilişkisinin kurulmasının zor olduğunu daha önce belirtmiştim. O zaman özü ne idi ‘68’in?

ABD çıkışlı olmakla birlikte hızla uluslararasılaşan Vietnam savaşı karşıtlığının 1968’i yaratan en önemli faktör olduğunu düşünüyorum. ABD dışında, mesela Türkiye’de emperyalizm karşıtlığının, bağımsızlık özleminin güçlenmesinde de Vietnam savaşının rolü azımsanamaz. ABD özelinde Vietnam savaşı öncesi başlamış olan siyahların vatandaşlık hakları mücadelesi de 1968’i hazırlayan önemli bir faktördür.

Fakat 1968 hareketinin çıkış noktası üniversite öğrencilerinin eğitimin muhtevasına ve üniversite yönetim şekline olan itirazlarıdır. Hem üniversite eğitimi ile vaad edilen gelecekten hem de eğitimle ilgili kararların, üniversite yönetiminin dışında bırakılmış olmaktan duyulan rahatsızlık ‘68’in tanımlayıcı özelliğidir.

Hatırlayalım, her şey nasıl başladı? Tam da bu bahsettiğim taleplerle bezeli Nanterre Üniversitesi öğrencilerinin ayaklanması ile. 1960’ların başından 1968’e Fransa’da üniversite öğrenci sayısı ikiye katlanmış, şehir dışına itilmiş üniversite binalarında, kısıtlı imkânlarla fabrikasyon eğitim uygulamasına geçilmişti. İlginçtir, aynı sıralarda Paris’te Vietnam ile barış müzakereleri sürdürülmektedir.

Türkiye’de de üniversite boykotları, işgalleri benzer taleplerle başlamıştır. O sıralarda oturduğum evin karşısında olduğu için Maçka’daki Tekniker okulunun öğrencilerinin günlerce süren açlık grevini unutamam. 1971 darbesi sonrasında, sıkıyönetim atında çıkarmaya çalıştığımız bir derginin kapağında da Vietnam’ın zaferini kutluyorduk.

Tabii, başlangıcı itibariyle öğrenci ve gençlik hareketi olan 1968’in giderek kendine toplumu dönüşterecek bir misyon atfetmesi de bir gerçek. Öte yandan, bu hareketlerin neredeyse tamamının yenilmesi, ezilenleri mobilize edememesi de bir başka gerçek. Dolayısı ile ‘68’den çıkartılacak en önemli sonuçlardan biri işçi sınıfının asli aktör olmadığı hareketlerin kapitalizmi yıkması ve sahici bir alternatif yaratmasının olanaksızlığıdır.

Dinçer DEMİRKENT: Merak uyandırıcı bir durum da Fransa’da aynı tarihlerde neredeyse 10 milyona yakın işçi greve çıkmışken ‘68’in bir öğrenci hareketi olarak bilinmesidir. Bunu neye yorarsınız?

E. Ahmet TONAK: Önceki soruda da bahsettiğim gibi hareket üniversitelerden başlamıştır. Ayrıca, işçilerin Fransa’da genel greve gidişini genelleştirmemek gerekir. Birçok ülkede işçilerin benzer katılımı olmadığı gibi, ‘68 sonrası, gençlik hareketi içinden işçilerin katılımını sağlamaya dönük, o sınıf adına davranan farklı gerilla hareketleri, öncü savaş girişimleri olmuş, ama çoğu amacına erişememiştir. Dolayısıyla, ‘68’in öğrenci hareketi olarak bilinmesi bana çok yanlış gelmiyor.

Demet SAYINTA: ‘68 hareketlerine getirilen eleştirilerden en çok tekrar edileni bu hareketlerin saman alevi gibi yanıp söndüğü, etkisinin kısa sürdüğü, daha büyük siyasal-toplumsal gelişmelere evrilemediği ve dikkate değer bir mirasa sahip olmadığı yönündedir. Bununla birlikte yakın zamanda yitirdiğimiz düşünür Ursula K. Le Guin’in hayatlarımızı icat etmeyi, hayal etmeyi öğrenmemiz gerektiğini, bu becerilerin öğretilmesi gerektiğini, bunun nasıl yapılacağını gösterecek rehberlere ihtiyacımız olduğunu, bunu yapmazsak, başkalarının, hayatlarımızı bizim için yapacağı uyarısını akılda tutarak ‘68’in mirasını tam da başka bir dünyanın icat edilebileceğini gösteren bir rehber olarak düşünebilir miyiz?

E. Ahmet TONAK: ‘68’in nispeten az vurgulanan, ama kalıcı olan etkilerinden biri Stalinci sosyalizm anlayışının itibar kaybetmesinde, hatta giderek Sovyet sisteminin çökmesinde oynadığı roldür. Prag Baharı’nı hatırlayalım. Stalinci anlayışa isyandır ve o sistemin yıkılmasına kadar varacak bir dönemin kıvılcımı olmuştur.

Özellikle Batı ülkelerinde maalesef ‘68’in izini sürdüğü iddiası ile ortaya çıkan, hatta bazıları genişleme imkânı bulan hareketler ya kimlikçi siyasetlere saplanıp kalmış ya da kapitalizm karşıtlığını hayat tarzı değişikliğine indirgemişlerdir. Bizatihi bu hareketlerin ‘68’in mirası üzerinden popülerleşebilmiş olması ‘68 hareketinin her derde deva (rehber) bir deneyim olmadığını gösterir. Rehber hayatın gerçekliğinde potansiyel olarak zaten vardır; mutlaka tarihten bir rehber gerekiyor ise Paris Komünü’nü San Francisco’daki komünlere tercih ederim.

DİPNOTLAR

[1] Bu yaklaşımın daha kapsamlı sunumu ve istatistikler için Anwar Shaikh’in 1987 tarihli “The Falling Rate of Profit  and the Ekonomic Crisis in the U.S.” makalesini öneririm (http://bit.ly/2jyWuNc).