Almanya’daki Aleviler

Aleviler, 1960’lı yıllarda göçmen işçi olarak Almanya’ya ilk geldiklerinde, onlar hakkında Almanya’da hiç bir şey bilinmiyordu. Takip eden yirmi yılda da bu durum değişmedi. Uzun tarihsel dışlanma deneyiminden dolayı, Aleviler geldikleri ülke Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da kamusal olarak Alevi olarak tanınmaktan, bilinmekten çekindiler. Kendi aidiyetlerini reddeden takiye uyguladılar. Alevilerin Alevi olarak örgütlenmeleri ilk olarak 80’li yılların sonunda oldu. Takiye’nin bitişi, 1989 yılında Hamburg’da gerçekleşen, etkinliğin isminde doğrudan Alevi ifadesine ilk defa yer verilen Alevi Kültür Haftası ile oldu.

Bu etkinlik etrafında oluşan Alevi hareketi geçtiğimiz yirmi yılda Almanya’daki Alevilerin durumunu radikal bir şekilde değiştirdi. Bugün çok sayıda eyalette Alevilere yönelik özel din dersi veriliyor. Aleviler Alman İslam Konferansında temsil ediliyor. İyi entegre olmuş bir göçmen grubu olarak, Alman toplumunun doğrudan bir parçası olarak görülüyor ve toplumun, siyasetin içinde kendilerine yer edinmiş durumdalar. Bu çalışmada ele alınan Almanya’daki Alevi hareketinin tarihi bir başarı tarihidir.

Tanınma Talebi

Alevi hareketinin temel motifi, Türkiye’de tanınmamış, kabul edilmemiş olmaktan kaynaklanan tanınma talebidir. Yakın geçmişteki bazı değişikliklere rağmen, bugüne kadar Alevilik, hukuki, resmi tanınmadan yoksundur. Almanya’da Alevilerin kendi örgütlenmelerini kurmaları ve Alevi hareketinin oluşmasının arka planında Türkiye’deki Alevilere yönelik şiddet eylemleri yer almaktadır. 1978 yılında Bülent Ecevit başbakanlığındaki CHP hükümeti döneminde yaşanan Maraş Katliamına, başbakanın yeterli tepki göstermemesi, Almanya’daki Alevilerin CHP’nin Almanya organizasyonundan ayrılmaları sonucunu doğurdu. Ayrılan Aleviler, Alevilik üzerinden örgütlendikleri ama kendi isimlerini anmadan faaliyet yürüttükleri Yurtseverler Birliklerini kurdular. Benzer bir şekilde Temmuz 1993’te Sivas Katliamı, Avrupa ve Türkiye’deki Alevilerin hareketlenmesinde büyük rol oynadı.

1980’li yıllarda Yurtsever Birlikleri altında örgütlenen Almanya’daki Aleviler, kültürel, dinsel etkinlikler düzenlemeye ve böylece yavaş yavaş kamusal alanda aktif olmaya başladılar. Sunumlar, konserler, tiyatro oyunları ve cem ritüelleri bu hareketliliğin parçasıydı. Her ne kadar etkinliklere katılanlar açısından bu etkinliklerin Alevi özellikleri taşıdığı kesin olsa da, “Alevi” sözcüğü kullanılmadı. Onun yerine Türkiye’de de kullandıkları, Pir Sultan Abdal ya da Hacı Bektaş Veli isimleri kullanıldı.

Alevilerin kamusal olarak ilk kez “Alevi” sözcüğünü de kullanarak düzenledikleri etkinlik, Ekim 1989’da Hamburg Üniversitesi’nde, bir yıl önce kurulan Alevi Kültür Grubu’nun düzenlediği Alevi Kültür Haftası oldu. Alevi Kültür Haftasının temel talebi, Takiyeyi kırmak, Aleviliği kamusal bağlamda görünür kılmak ve tanınmasını sağlamaktı. Alevi Kültür Grubu’nun kurucularından, o zamandan bugüne Alevi hareketinin başat aktörlerinden olan İsmail Kaplan açılış konuşmasında, “Ben dile getirmek isteyen herkesin “ben aleviyim” diyebilmesini sağlamak istiyorum.” ifadesine yer verdi. Alevi Haftası’nda, tanınma talebini içeren Alevi Bildirgesi açıklandı. İlerleyen zamanlarda Hamburg ve başka pek çok şehirde Alevi Kültür Merkezleri kuruldu.

Kimlik Paradigması

Alevi hareketi neden o tarihte başladı? Neden Hamburg’da başladı? İkisi Türkiye’den, biri Almanya’dan kaynaklanan kimlik fikrine dayanan, Alevi kimliğini vurgulama zorunluluğu ya da ihtiyacını yaratmış üç gelişme bu olguyu yarattı. Türkiye’de 1980 askeri darbesi sonrasında Türk-İslam sentezi fikri önemli bir rol oynadı, Türk-İslam sentezi yeni bir ulusal ideoloji olarak benimsendi ve İslam ulusun birleştirici unsuru olarak vurgulandı. Çok sayıda Alevi kendisini bu tablodan dışlanmış hissetti. Eş zamanlı olarak, Kürtler devlete karşı tanınma mücadelesi vermeye başladılar. Alevilerin büyük bir kısmı Kürt kökenliydi, bir kısmı Kürt hareketinin fikirlerine yakın hissediyordu ve daha büyük bir kısmı da devletin gerilemesinin kendileri için iyi olacağı kanısındaydılar.

Bu dönemde Almanya’da ise, temelinde kültürel farklılıkların tanınması düşüncesi yatan çok kültürlü toplum fikri gelişiyordu. Göçmenlerin kültürü “ciddiye alınmak” zorundaydı. Almanya’da İngiltere’den farklı olarak, çok kültürlülük hiçbir zaman politik pratiğin bir parçası olmasa da toplumun çeşitli kesimlerinde etkili bir söylem haline geldi. Göçmenler farklılıklarının tanınmasını talep ederken, eş zamanlı olarak göçmenler içindeki farklılıklar da açığa çıktı. Kürtler Almanya’da Türk olarak görülmek istemiyordu ve Aleviler de basitçe Türkler altında sıralanma düşüncesine uzak duruyorlardı.

Bugünkü perspektiften bakıldığında, “kimlik” her daim politik olarak güçlü bir kategori olarak görünüyor. Aslında kimlik tarihsel açıdan genç bir kavram. 1980’li yıllar paylaşım paradigması, tanınma paradigmasına ya da sınıf odaklı bakış açısının kimlik odaklı bakış açısına dönüştüğü yıllardı. [1]  Bu nedenle Alevi hareketinin ya da Kürt hareketinin kökenlerinde sosyalist bakış açısı ile şekillenen ama daha sonra tanınma mücadelesine dönüşen sol bir hareketin yer alması şaşırtıcı değildir.

Türkiye’de yaşanan bu iki gelişme “çok kültürlü Almanya’da” uygulamaya konabilir kimlik tanınması talebini gündeme getirdi. Hamburg’da çok kültürlülük fikri, içinde Alevilerin yoğun bir şekilde aktif oldukları ve bu kişilerin gelecekteki Alevi hareketinin merkezi figürleri oldukları “deutsch-ausländischer Begegnungsstätten” (Alman, yabancı buluşma noktaları) altında kurumsallaştı. Burada Aleviliğin tanınması talebi oluşmaya başladı ve aynı zamanda bu talebi destekleyecek, bu talebi besleyecek araştırmalar da gerçekleştirildi.

Almanya ve Avrupa’daki Alevi Örgütleri

2 Temmuz Sivas katliamı, sadece Almanya’daki Alevi hareketi için değil, tüm Avrupa’daki Alevi hareketleri açısından bir dönüm noktasıydı. Katliamdan bir hafta sonra Köln’de, tüm Avrupa’dan on binlerce Alevinin katılımıyla büyük bir miting gerçekleştirildi. Çok sayıda Alevi Derneği Almanya’da kurulduğundan, Avrupa’daki Alevi hareketinin öncülüğünü Almanya’daki Aleviler üstlendi. Alevi hareketi, başlangıcından itibaren, sadece Avrupa’daki gelişmeleri değil, Türkiye’deki gelişmeleri de takip eden niteliğiyle ulus ötesi bir karaktere sahipti. Avrupa ve Türkiye’deki Alevi aktivistler arasındaki etkileşim yoğundu. Örneğin Arif Sağ, Alevi Kültür Grubunun ilk etkinliğine katılmıştı ve daha sonra da Türk Alevi aktivistler, entelektüeller, sanatçılar Avrupa’daki etkinliklere davet edildiler. Bu etkileşim tek taraflı değildi. Hamburg’da yayınlanan Alevi Bildirgesi, kısa bir süre sonra Türkiye’de de yayınlanarak Alevi ve Alevi olmayan çok sayıda entelektüelin ortak açıklaması olarak kamuoyuna duyuruldu.

Aleviliğin Alevi Hareketince Yeniden İnşa Edilmesi

1980’li yıllara kadar Almanya’da Alevi göçmenlerin neredeyse hiç dinsel/ritüel pratikleri yoktu. Alevi hareketi ve onun öncesinde bu bağlamda mücadele edenler, Aleviliğin ritüel pratiklerini yeniden deneyimleyip, ciddi bir şekilde değiştirdiler. Cem, Alevi Kültür Merkezlerince seküler ve kamusal bir kültürel performans olarak yeniden yaşatıldı. Cem’in doğru formu, mekânsal düzenlemeler üzerine; ya da kadın ve erkeklerin ayrı ayrı mı oturacakları, sandalyelere mi yere mi oturulacağı soruları, ritüelleri organize eden Alevi dernekleri ile, ritüelleri yürüten Dedeler arasında sürekli bir tartışma konusu oluşturuyordu. “Kutsal” dans Semah ritüeli, çok sayıda kültür etkinliğinde folklor olarak sahnelendi. Bu tartışmalar, Aleviliğin organizasyon yapısındaki temel bir çatışma alanı olarak anlamlandırılabilir: Aleviliğin yapı ve pratikleri demokratik olarak seçilmiş dernek yönetim kurullarınca mı belirlenecek? Yoksa soya dayalı bir meşruluğa sahip, ama seçilmemiş Dedeler tarafından mı? [2]

Cem’in yeniden yapılandırılmasında ya da Dedeler ile yürütülen tartışmalarda, dernek yönetim kurullarının dine karşı şüpheci yaklaşımları açığa çıkıyordu. Elbette Almanya’da aynı zamanda “dini odaklı” Aleviler ve onların kendi örgütlenmeleri, dernekleri vardı. Ama onlar azınlıktaydı. “Kültür” ile  “din” arasındaki çatışmayla bağlantılı olarak, ama sadece bu bağlantıdan kaynaklanmayan, Aleviliğin İslam’ın bir parçası olup olmadığı, Aleviliğin tek başına ayrı bir din olarak görülmesi gerekip gerekmediği sorusu ortaya çıktı.[3]

2000’li yılların başında Alevi Kültür Merkezleri büyük ölçüde dine yönelik eleştirel bakışlarından ve söylemlerinden uzaklaştılar. Bu durumu yaratan iki neden vardı. Öncelikle çok sayıda Alevi, özellikle genç olanlar dini yeniden keşfettiler. İkinci neden Almanya’da Aleviliğin hukuksal olarak tanınmasının tek yolunun bir dinsel cemaat olarak tanınması olacağının açığa çıkmasıydı. Kültürel çoğulculuk Almanya’da politik olarak kurumsallaşmamıştı ve halen de kurumsallaşmadı; “kültürel bir topluluk” olarak tanınma mümkün değilken “dinsel bir topluluk” olarak kabul edilmek mümkündü. Almanya’nın pek çok bölgesinde kültürel heterojenlik sorun olarak görülürken, dinsel çoğulculuk normal olarak kabul ediliyor. Evanjelik kilise ile Katolik kilisesinden oluşan minimal çoğulculuk kabul edilmişti, bu iki dinsel topluluğun yanına yeni dinsel toplulukların eklenmesi hukuksal çerçevede temel bir değişiklik yapılmadan mümkün.

Alevilerin tanınma mücadelesi içindeki temel hedeflerinden biri Alevilere yönelik din derslerinin okulların ders programlarında yer almasıydı. Bu konuda ilk çabalar 1991 yılında Hamburg’da başladı. Hansestadt’da Aleviler, evanjelikler tarafından yürütülen, diğer dinsel toplulukların da bir parçası olduğu, öğrencilerin mezheplerine göre ayrılmadığı “Herkes için din dersi” başlıklı Hamburg modelinin bir parçası oldu. 1998’de Alevilik müfredatın bir parçası oldu. Bu durum Aleviliğin ilk resmi tanınması olarak kutlandı. Diğer eyaletlerde de kendine özgü din dersi modeli takip edildi. Almanya’nın eğitim sistemi federal olarak düzenlendiğinden, din dersinin tek bir müfredatı mevcut değil. Alevilere yönelik özel din dersi uygulaması ilk olarak Berlin’de hayata geçirildi. Kuzey Ren – Vestfalya, Baden-Vurtemberg, Hessen ve Bavyera eyaletleri, Alevi din derslerinin verilmesi konusunda birlikte hareket ettiler. Alevi dernekleri için Aleviliğin genel “İslam derslerinin” bir parçası olarak görülemeyeceği çok netti. Bu doğrultuda, Hamburg’da olduğu gibi dinler arası bir çözümün üretilemediği her yerde ayrı Alevi din dersi talep ettiler. Ayrıca din derslerine girişte Aleviliğin İslam’ın bir parçası olarak anlatılmasından vazgeçilmesi talebi gündeme geldi. Bu pozisyon Almanya’daki eleştirel İslam tartışmaları içinde, Aleviliğin İslam’ın bir parçası olduğu ve genel İslamdan hangi noktalarda ayrıldığını açıklamaya nazaran daha kolay bir seçenekti. Aleviliğin bağımsız olarak ele alınması, kısa sürede Almanya’daki çok sayıda Alevi topluluğunu ve dernek yönetim kurullarının üzerinde ortaklaştıkları bir konu olmasına rağmen, bazı derneklerde hâlâ tartışılan bir konudur.

Alevilere yönelik din derslerinin kabul edilmesi, Almanya’da dinsel bir topluluk olarak Aleviliğin tanınması hedefine ulaşıldığına dair hukuki bir alamettir.

Kurumsal Entegrasyon

Alevilere yönelik din derslerinin verilmesi için gösterilen çabalar, benim Aleviliğin Kurumsal Entegrasyonu olarak tanımladığım sürecin temel parçasıydı. Bu kavramla Alman toplumunun büyük bir kısmının kurumları ile olumlu ilişkiler kurma gayretini kastediyorum. Bu gayret farklı düzlemlerde kendisini gösterdi: yerel ve ulusal düzlemde, idari düzlemde ve siyasal partilerde, iş yerlerinde sendikalarda ve hem her bir cemaat ile hem de onun ötesinde genel olarak deneyimlenen dinler arası diyalogda. Bunun bir parçası olarak Alman vatandaşlığına geçmek de sayılabilir. 2000 yılında yürürlüğe giren yeni Vatandaşlık yasasından sonra, Almanya’daki Alevi topluluklarının çatı örgütü AGD, Alman İçişleri Bakanlığı’nın da desteği ile vatandaşlığa geçişi kolaylaştıran çok sayıda “entegrasyon kursu” düzenledi. Aslında Alevilerin büyük bir kısmı yıllar önce Alman vatandaşlığına geçmişti. 2002 yılında yaptığım, Hamburg’daki Alevi derneklerini kapsayan bir araştırmada, sorularımı yanıtlayan Alevilerin yaklaşık %56’sı Alman vatandaşıydı (Sökefeld 2008: 199). Bunların çoğunluğu vatandaşlık yasasının değişmesinden yıllar önce Alman vatandaşlığına geçmişlerdi.

Aleviler, Almanya’da süren göç tartışmalarından oldukça sık dile getirilen, göçmenlerin geldikleri ülkelere olan bağlılıklarının Almanya’ya uyum göstermeleri konusunda sıkıntıları beraberinde getirdiğine dair argümanını olumsuzlayan bir örnek oluşturuyorlar. 1990’lı yıllarda Alevi cemaatinin bakışı hep Türkiye’ye yönelikti ve oluşturduğu tanınma talebi büyük ölçüde Türkiye’den kaynaklanmaktaydı. Almanya’daki Alevi etkinliklerinin söylemi genelde Türkiye’deki Aleviler üzerine kuruluydu. Bu durum geçtiğimiz on yılda radikal bir şekilde değişti. Artık Alevi örgütlerinin çalışmalarının odak noktasında Almanya’daki durum yer alıyor, tabii ki bunun anlamı Türkiye’deki Alevilerin unutulmuş olduğu değil.

Alman Alevilerin Türkiye’ye Bakışları

Almanya’daki Aleviler ve onların dernekleri, Türkiye’deki Alevilerin hukuksal ve siyasal düzlemde tanınmaları talebini her daim desteklediler ve her zaman Türkiye’deki Alevilerin dışlanmalarını, güvensizlik ortamını gündemde tuttular. [4]  Türkiye’de AKP ve Tayyip Erdoğan iktidarı, Alman Alevilerin şüphelerini daha da arttırdı. Aleviler AKP’yi Necmettin Erbakan’ın liderlik ettiği, Sivas Katliamın sorumlusu olarak gördükleri Refah Partisi’nin devamı olarak görüyorlar. Dönemin başbakanı Erdoğan Alevi Açılımından bahsettiğinde de bu güvensizlik büyüktü. Açılımın aracı olarak Türkiye’deki Alevilerin durumunun tartışıldığı 2009 ve 2010 yıllarında 7 çalıştay düzenlendi. Türkiye’de az sayıda Alevi aktör bu süreci destekledi. AGD sert bir dille bu çalıştayları eleştirdi ve Türkiye’deki Alevilerin durumunun düzeltmeye yetmeyeceğini vurguladı. Gerçekten de çalıştaylarda, Türkiye ve Almanya’daki Alevi örgütlerinin temel talepleri yerine, ilk elden Aleviliğin İslam ile ilişkisi üzerine teolojik sorunlar gündeme alındı. Alevi örgütlerinin temel talepleri, Cem evlerinin camilerle eş konuma getirilmeleri ve Türkiye’deki Alevilik gibi diğer inançlara eşit bir şekilde yer vermeyen Sünni İslam’a dayalı, zorunlu din dersi konusunda reformdan oluşur. Bir diğer önemli talep ise, Sivas katliamının gerçekleştiği eski Madımak Oteli’nin 1993 olaylarının anısına bir müze olması. Her ne kadar bu arada otel kapanmış bina bilim merkezi olarak kullanılıyor olsa da, bu bina halen Sivas katliamına dair bir anıt görevi görmemektedir. Alman Aleviler için Sivas katliamı, Türkiye’deki hükümetin Aleviliğe bakışına dair bir turnusol kâğıdı işlevi görüyor. Mart 2012’de başbakan Erdoğan’ın, Sivas davasının zaman aşımına uğraması üzerine “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun.” açıklaması, Almanya’da çok şiddetli protestolara yol açtı. AGD’nin perspektifinden Türkiye’deki Alevi politikası eskiden olduğu gibi asimilasyon üzerine kuruludur. 2003 yılında Erdoğan’ın Berlin gezisi kapsamında gerçekleşen bir buluşmada AGD temsilcileri cem evlerinin eşit olarak tanınmalarını talep ettiler. Erdoğan o zaman verdiği yanıtta cem evlerinin camilerle eşit olamayacaklarını, Aleviliğin bir din değil bir kültür olduğunu söyledi. Ona göre camiiler ibadet merkezleri iken, cem evleri kültür merkeziydi. Ve Aleviler de Müslümandı, ibadet etmek için camiye gitmeliydiler. Alman Aleviler için bu ifadeler Aleviliğin Türkiye’de tanınmadığını açık ediyordu. Bu bakış açısını, hükümetin güncel politikalarının da desteklediğine dair bir işaret olarak görüyorlardı. Türkiye’deki hükümetin Alevi politikalarına dair eleştiriye, özellikle Gezi Parkı eylemlerinden sonra genel olarak giderek artan, toplumsal gerilemeye yol açan otoriterliğin eleştirisi eklendi. Gerçekten de Gezi eylemlerine düzenlendiği yerde bir Alevi örgütlenmesi olmasa bile çok sayıda Alevi aktif olarak katıldı. İstanbul’dan bir polis raporuna göre bu süreçte gözaltına alınan kişilerin %78’i Aleviydi. Ayrıca polis şiddeti sonucu hayatını kaybeden neredeyse herkes Aleviydi (Karakaya-Stump 2014). AGD İstanbul ve tüm Türkiye’de protestolara katılanlarla dayanışma içinde olduklarını açıkladı ve Haziran 2013’te bir destek mitingi düzenledi. Mayıs 2014’te Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde destek aramak için yaptığı Köln ziyaretini protesto etmek için diğer göçmen organizasyonları ile birlikte büyük bir miting düzenledi. Erdoğan’ın kendi etkinliği için topladığından çok daha fazla sayıda, on binlerce insan bu eyleme katıldı.

Sonuç

Alman Alevilerin sadece bir kısmı Alevi hareketinin bir parçası ve dolayısıyla Alevi hareketi ile daha az ilişkili. Katılımın çok olmamasının nedenleri ise çok yönlü. Çok sayıda Alevi Alevilikle çok ilgili değil, diğerleri ise Alevi hareketini fazla politik ve olması gerektiğinden daha az dinsel buluyor. Alevilerin büyük kısmının Alevi hareketinin ve Alevi derneklerinin üyesi olmamaları gerçeği, Alevi hareketinin Aleviler için önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Tersine Alevi hareketi, Almanya’daki Alevi yaşamının belirleyici bir parametresi. Alevilik kamusal olarak tanındı, kendisini yeniden düzenledi ve hareketin başlangıcında hayal edemeyeceği toplumsal ve hukuksal tanınmaya kavuştu. Alevilik kendi varlığını gizleme ihtiyacı artık hissetmiyor. İlk defa Aleviler olumlu anlamıyla, kendilerini Alevi olarak tanımlamak isteyip istemedikleri sorusunu düşünebiliyorlar ve böyle bir seçeneğe sahipler. 1980’li yılların sonundan itibaren yeni bir nesil, Aleviliğin kamusal olarak tanındığı ve normal kabul edildiği bir ortamda yetişti. 1989 yılında Hamburg’da düzenlenen Alevi Kültür Haftası etkinliğinde İsmail Kaplan’ın dile getirdiği  “Ben dile getirmek isteyen herkesin “ben Aleviyim” diyebilmesini sağlamak istiyorum” dileği gerçekleşti. Almanya’daki Alevi hareketinin hikayesi bir başarı hikayesidir.

Çeviri: Sanem YARDIMCI

Martin SÖKEFELD, Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Etnoloji Enstitüsü Öğretim Üyesidir.

 

DİPNOTLAR

[1] Fraser und Honneth 2003.

[2] Almanya’da Cem ritüeline dair ayrıntılı bilgi için Sökefeld 2004, 2005; Almanya’da Dedeler üzerine ayrıntılı bilgi için Sökefeld 2002.

[3] Tartışmaya dair ayrıntılı bilgi için Sökefeld 2008b, 2008c.

[4] Bkz. AGD’nin 2013 yılında Gündelik Hayatta Alevilerin Maruz Kaldığı Ayrımcılık çalışması

 

KAYNAKÇA:

Alevitische Gemeinde Deutschland (AGD). 2013. Alevitisches Leben in der Türkei: Diskriminierung im Alltag. Köln, AGD.

Fraser, Nancy; Axel Honneth (Hg) (2003). Umverteilung oder Annerkennung? Eine politisch-philosophische Kontroverse. Frankfurt, Suhrkamp.

Karakaya-Stump, Ayfer (2014). Alevizing Gezi. Online verfügbar: http://www.jadaliyya.com/pages/index/17087/alevizing-gezi ((Erişim tarihi: 7. 10. 2014).

Sökefeld, Martin (2002). Alevi Dedes in the German Diaspora: The Transformation of a Religious Institution. In: Zeitschrift für Ethnologie 127: 163-186.

Sökefeld, Martin (2004). Religion or Culture? Concepts of Identity in the Alevi Diaspora. In: Kokot, Waltraud; Khachig Tölölyan; Carolin Alfonso (Eds.): Diaspora, Identity and Religion: New Directions in Theory and Research. London, Routledge: 133-155.

Sökefeld, Martin (2005). Cem in Deutschland: Transformationen eines Rituals im Kontext der alevitischen Bewegung. In: Langer, Robert; Raoul Motika; Michael Ursinus (Eds): Migration und Ritualtransfer. Religiöse Praxis der Aleviten, Jesiden und Nusairier zwischen Vorderem Orient und Westeuropa. Frankfurt, Peter Lang: 203-226.

Sökefeld, Martin (2008a).  Struggling for Recognition: The Alevi Movement in Germany and in Transnational Space. Oxford, New York: Berghahn Books

Sökefeld, Martin (2008b). Sind Aleviten Muslime? Die alevitische Debatte über das Verhältnis von Alevitentum und Islam in Deutschland. In: Sökefeld, Martin (Ed.): Aleviten in Deutschland. Identitätsprozesse in der Diaspora. Bielefeld, transcript: 195-218.

Sökefeld, Martin (2008c). Difficult Identifications: The Debate on Alevism and Islam in Germany. In: Thielmann, Jörn; Al-Harmaneh, Ala  (Eds.): Islam and Muslims in Germany. Leiden, Brill: 267-297.