Hükümet ile Cemaat kadroları arasında yaşanan savaşta AKP’nin verdiği ilk refleks anayasayı ve hukuku fiilen askıya almak ve olağanüstü hal önlemlerini devreye sokmak oldu. Geleneksel medya ortamlarının “Alo FATİH” örneği ile somutlaşan zapturapt altına alınması zaten uzun zamandır yeni medya ortamlarının önemini ve yeni medya ortamlarına duyulan ihtiyacı ortaya koymaktadır. AKP’nin olağanüstü hal uygulamalarının önemli sacayaklarından birini de İnterneti “düzenlemeyi” amaçlayan 5651 sayılı kanundaki değişiklikler oldu. Konunun farklı boyutlarını ayrıntılı bir şekilde ele alabilmek için Alternatif Bilişim Derneği üyeleri ile çevrimiçi bir yuvarlak masa toplantısı düzenledik. Dernek üyelerinden Mutlu Binark soruları hazırladı ve üyelere yöneltti, Burak Özçetin tartışmaları derledi.
Mutlu Binark: 2007 yılından bu yana yürürlükte olan 5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ne getirmişti yaşamımıza ve bu son yapılan değişiklikler nelerdir?
Yelda Gizem Ünal: 5651’in mevcut hali ile gerekçesi “Anayasanın hükümleri uyarınca, aileyi, çocukları ve gençleri İnternet dahil elektronik iletişim araçlarının suistimal edilmesi suretiyle uyuşturucu ve uyarısı madde alışkanlığı, intihara yönlendirme, cinsel istismar, kumar vb. kötü alışkanlıkları teşvik eden yayınların içeriklerinden korumak için gerekli önleyici tedbirlerin alınması amaçlanmakta; elektronik ortamda çocuğa, gençliğe ve aileye yönelik ağır ve vahim nitelikteki saldırıların önlenmesini teminen gereken yasal düzenlemenin yapılması sağlanmış olmaktadır.“ şeklinde düzenlenmişti.
Şu an ise mevcut değişikliklerle birlikte kanun teklifi içeriğe ilişkin konulara düzenleme getiriyor süsü verilerek, içeriğin erişiminin engellenmesi sıradanlaştırılmak isteniyor. Bu nedenle uygulama açısından durum “sansür” olarak algılanıyor.
İnternet ortamında her saniye çoğalan ve yenilenen sayısız içerik varken, içeriğin “düzenlenmesi” amacı ile sansür girişimi pratikte çözüm olamayacağı gibi gelişen bir alt yapının baltalanmasıyla birlikte ekonomik ve sosyal sorunlara da yol açacaktır.
Kişisel Verilerin Korunması Yasası’nın yasama organında yıllarca bekletildiği ülkemizde velhasıl yasa gerekçesinde belirtildiği gibi bir koruma amacı var diyelim ki;
- Zarar gördüğünü iddia eden kişiler hangi idari iş ya da işlemden dolayı Mahkeme’ye değil de idari amire(!) başvuracaklar? Zira teklif hukuka aykırı içeriğin yayından kaldırılması kararını TİB başkanının inisiyatifine bırakmıştır.
- TİB başkanı olmak için hukuk disiplini zorunlu kılınmış olmadığından da bahisle “hukuka aykırı” bulma kararını neye, hangi kriterlere göre verecektir?
- Yasal kriterleri ve hatta kriterlerin de sınır/ alt- üst limitleri belirtilmeden, kişinin genel ahlak ve hayata bakışına göre karar vermesi ne şekilde kabul edilebilirdir?
- Yine varsayalım ki TİB başkanı içeriğin yayından kaldırılması kararı vermedi; itiraz mercii neresidir? Hukuken TİB başkanının kararı “kesin karar(değiştirilemez karar)” niteliğinde mi olacaktır? Yine anayasaya göre gerekçesiz olması mümkün olmayan kararlar statüsünde bu karar hangi hukuki bilgi ile gerekçelendirilecektir?
- Zarar gören kişi ya da kurumun, itiraz mercii gösterilmemiş bu karar karşısındaki kuvvetle muhtemel kişilik hakkı zararının karşılığını kim nasıl ödeyecektir?
- 4 saat uygulamasının kötüye kullanımının önüne nasıl geçilecektir? Ya da önüne geçilmek istenecek midir?
- İçeriğin yayından kaldırılması kararı bile bu hali ile gayet sakıncalı iken, “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” erişimin engellenmesi kararının da TİB başkanına bağlanması demek “Erişilmemesinde sakınca bulunan hallere” yol açacak denli sansürcü ve ilkel bir uygulama demek değil midir?
- Z nesli olarak tabir edilen bilgi iletişim kuşağının yeni nesil gençleri, İnternet erişiminin gözetim altında tutulması nedeniyle uluslar arası trendlerde uzak tutulacak, uygulama geliştiriciler sizce de köreltilmeyecek midir?
- Hukuki olarak değerlendirildiğinde gerek AİHS ve gerekse anayasa ile taban tabana zıtlık barındıran bu teklifin yasalaşması beraberinde İnternetten beslenen bu nesil ve devam eden nesiller için ifade özgürlüğünden daha fazlasını, bilgi edinme ve bilgiye erişme hakkını da yok etmeyecek midir?
Tüm bu kafa karıştıran sorunlarla birlikte, değişmesini elbette desteklediğimiz ancak, ileri götürülmesi gerektiğini düşündüğümüz bu yasanın daha da geriye götürülmesi 2010 yılında yapılan İnternet Geliştirme Kurul toplantıları ile belirlenen ilkelerle de örtüşmemektedir. Bunlardan birkaçı aşağıdaki gibidir:
- İnternette fikir ve düşüncelerin yayılmasında büyük rol oynayan Web 2.0 siteleri çok sesliliğin ve demokrasinin bir parçası olarak anlaşılmalıdır. Buradan çok sesliliğin önemsendiği sonucu çıkıyor ki bu bana ve eminim pek çoğunuza uzakta kalmış bir kavram, ütopik! Ya tek ses, ya da sessizlik politikası izleniyor ülkede…
- Erişim engelleme kararları, ön inceleme raporu ve hukuki gerekçeleriyle birlikte sadece yargıç kararıyla mümkün olmalı, bu kararlara itiraz prosedürü. Böyle bir prosedürden bahsedilmiyor bile.Oysa itiraz hızlı ve etkin olarak yapılandırılmalıdır.
- Erişim engelleme kararları, orantılılık ve ölçülülük ilkeleri gözetilerek, ancak ve ancak son çare olarak bir koruma tedbiri olarak görülmelidir. 4 saatlik süreçte son çarenin ne olduğu 3:59. Dakikada mı karara bağlanacak?
- Erişim engelleme kararlarında ve engellenen sitelerin girişinde, engelleme sebebi, gerekçesi, tedbirin süresi ve itiraz prosedürü açıkça belirtilmelidir. 4 saatte, hem de TİB Başkanınca!?…
Mutlu Binark: Aralık 2013 tarihinde Meclis’e sunulan torba yasa içerisinde “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif” neden kamu yararı gözeten bir yasa değildir?
Yelda Gizem Ünal: Kamu yararı hukuksal ve teknik olarak dar anlamda, siyasal ve felsefik olarak geniş anlamda tanımlanır. Mevcut iktidarın belirli bir kesimin yararına yürüttüğü politik duruşun devamı olarak, genel anlamda bir kamu yararı gözetmediği tartışmasız. Neden gözetmediğine gelince;
Toplumun tamamının yararını kollamaya yönelik bir duruşun bireysel çıkarlardan üstün tutulmadığı yönetimde, yönetilenin bilgi teknolojileri gibi büyük bir potansiyel gücü kinetiğe dönüştürme iradesinin de elbette kamu yararı gözetilerek korunması beklenemezdi. Pratikte yasanın uygulanması ile Erişim Sağlayıcılar Birliği’nin hayata geçmesi, servis sağlayıcılar arasında rekabeti baltalayarak, tekel oluşturacaktır. Bu nedenle, İnternet hizmeti almanın bedeli yükselecek, daha yavaş ama daha pahalı İnternet kullanılacak. Oysaki kamu yararı gözetilse halktan beklentilerini gerçekleştirmede kriter İnternet hizmetinin kaliteli, hızlı ve ucuz erişilir olması olurdu.
Ayrıca TİB Başkanı’nın içerik engeli için karar vermesi gereken 4 saatlik süre de yine kamu yararı var mı yok mu ayrımına varmak için yeter süre değildir. Buradaki kısa süre, kişilik hakları ihlal edilenlerin korunmasına hizmet ediyor süsü verilen bir madde olup esasen alo fatih ile belki de yazılı bile olmayan talebe binaen erişimi ivedilikle engele yol açan bir uygulama olup yine kamu yararı yerine kişisel menfaat gözeten bir maddedir.
Yasanın bir anda gündeme gelmesi ve hızlıca onaylanması süreçlerindeki bireysel menfaatler, 25 Şubat tarihli iktidar basın açıklamasında da “…Biz yeni İnternet yasasını bu şantajın önüne geçmek için yaptık…” beyanı açıkça yasanın kimin menfaati için yapıldığının ikrarını içeriyor…
Mutlu Binark: URL temelli içerik engelleme ne anlama gelmektedir?
Işık Mater: URL temelli içerik engelleme ne anlama gelir anlayabilmemiz için öncelikle URL’in ne olduğunu kavramamız gerekiyor. URL’in açılımı Uniform Resource Locator yani Tekdüzen Kaynak Bulucudur. Peki URL ne yapar? Bir web sitesindeki resim, belge, müzik vs.ye (bunlar kaynak oluyor) ulaşabilmemiz için kullanılan karakter dizgisidir. Yani bir nevi web adresidir. Örneğin; http://www.ayrintidergi.com/sayilar/sayi_18/ bir URL’dir. www.ayrintidergi.com bağlanacağı sunucunun adını/işaretinden sonraki kısım da (sayilar/sayi_18/) hangi sayfa, belge, resme ulaşmak istediğini gösterir. Çok kabaca anlatacak olursak URL temelli içerik engellemede az evvel bahsettiğimiz / işaretinden sonraki kısım engellenir. Bunu en güzel anlatacak örnek sanırım bir Youtube URL’si olacaktır.
Kanunu hazırlayanlar ve savunanlar bu engellemeyi şöyle anlatıyorlar: “Hatırlar mısınız zamanında Atatürk’e hakaret içeren bir video yüzünden Youtube neredeyse 1 yıl kapalı kalmıştı. İşte biz bunu değiştiriyoruz. Artık 1 video için komple bütün Youtube kapanmayacak!!! Sadece problem teşkil eden videonun URL adresi engellenerek o videonun içeriğine erişim durdurulmuş olacak. Asıl bu yöntem sansürü azaltacak bir yöntem çünkü artık bütün 1 sayfa için bütün sitenin kapanmasına gerek kalmayacak.”
Şimdi böyle bir anlatım karşısında elbette ki ortalama bir İnternet kullanıcı bu açıklamayı gayet mantıklı bulacaktır ki, dışardan baktığımız zaman gerçekten de öyle gözüküyor. Ama maalesef işin gerçeği o değil. İşini özünü anlamak için URL tabanlı içerik engellemenin nasıl çalıştığını bir parça daha teknik şekilde anlatalım.
Örneğin URL’miz bu ——> http://www.youtube.com/watch?v=a_48C1JiIgo
Biz adres çubuğuna bu adresi yazdığımız zaman arka planda 2 işlem gerçekleşir. Birincisi router (ağlar arası iletişimi inceleyen cihaz) bizim talebimizi Youtube’un sunucusuna yollar. (örnek adres Youtube’e ait olduğu için.) Routerın 2. yaptığı işlem ise sunucuya talebi gönderirken aynı anda da bizim erişim sağlayıcımızın omurgasına yerleştirilmiş olan içerik filtreleme sunucusuna da bu talebi göndermektir. (bu işlemler milisaniyede gerçekleşiyor) genelde bizim talebimiz Youtube’un sunucusuna ulaşmadan önce içerik filtreme sunucusuna ulaşır ve bu sunucu bizim talebimizin engellenip engellenmediğini kontrol eder. Eğer talebimiz engellenmemişse router’a bu bilgiyi verir, router da o sırada bizim Youtube sunucusuna ulaşmış ve bize istediğimiz video olarak dönmeyi bekleyen talebimizi bize gönderir ve videomuzun bulunduğu sayfa önümüze gelir. Eğer içerik filtreleme sunucusu bizim talebimizin engellenmiş bir talep olduğunu tespit ederse yine bunu routera bildirir, router da bizim Youtube sunucusunda bekleyen talebimizi bize göndermek yerine, içerik filtreleme sunucusuna yönlendirir ve biz de karşımızda talep ettiğimiz videoyu değil, “bu içeriğe ulaşamazsınız” tarzı bir uyarı sayfasını görürüz.
URL temelli içerik engelleme özetle böyle işliyor. Şimdi asıl önemli kısma geldik. Bu sistemin sakıncaları neler?
İşte burada devreye DPI (Derin Veri Analizi) dediğimiz filtreleme sistemi giriyor. Filtreleme sistemlerinin en kapsamlısı ve en verimlisi DPI’dır. Yukarıda bahsettiğimiz içerik filtreleme sunucusu DPI oluyor bu durumda. DPI, adı üstünde derin veri analizi yapar. Yani sizin gönderdiğiniz herhangi bir veriyi (bu veriler paketlerden oluşur) en ince ayrıntısına kadar okur ve analiz eder. Postacının gönderdiğiniz kargoyu açıp, içini karıştırması gibi bir şey).
Router bizim Youtube videosu talebimizi içerik filtreme sunucusuna yani DPI’a ilettiği zaman DPI şöyle bir işlem yapmaya başlar; aynı anda bizim bütün veri trafiğimizi inceler. (belki aynı anda mail kontrol ediyor, Facebook ve Twitter’da zaman geçiriyor olabilirsiniz). Bütün taleplerimiz onun önünden geçmeye devam ederken bizim asıl talebimiz olan watch?v=a_48C1JiIgo adresini yakaladığı an, routera, “yasaklanmış sayfa buldum” uyarısını verir ve router da bizi bu “içeriğe ulaşamazsınız”lı uyarı sayfasına gönderir. Yani özetle sadece 1 sayfa yasaklı diye sizin bütün bilgileriniz DPI veritabanında toplanır.
URL temelli içerik engelleme ile ilgili 2. sıkıntı ise İnternet trafiğini yavaşlatmasıdır. Tekrar yukarıda anlattıklarımıza dönelim. Biz adres talebimizi gönderdiğimizde router talebimizi aynı anda hem Youtube sunucusuna hem de içerik filtreme sunucusuna (DPI) gönderir. Normalde talep önce DPI’a ulaşır, analiz edilir ve ona göre ya Youtube sunucusundan bize video sayfası olarak geri gönderilir ya da “içeriğe ulaşamazsınız” uyarısı çıkan sayfaya yönlendirilir. Bazı durumlarda bazen talebimiz DPI’a varmadan önce Yotube sunucusuna ulaşır, normal olarak eğer bir filtreleme durumu söz konusu olmasaydı, talep Youtube sunucusuna ulaştığı an bize istediğimiz video olarak geri gönderilecekti. Ama talebin her şekilde önce DPI’dan geçmesi gerektiği için burda router devreye girer ve bizim Youtube sunucusuna varmış olan talebimizi o anda beklemeye alır. DPI’dan “tamam sayfa yasaklı değil” onayını alana kadar da talebimizi bekletmeye devam eder. Arkada bunlar olurken bu sırada biz de ekrana bakıp sayfanın açılmasını bekleriz.(buffering var ya işte o) Evet istediğimiz sayfa açılır ama gecikmeli olarak açılır. Ve daha da kötüsü Youtube’deki yasaklı video sayısı arttıkça, DPI’ın analiz etme süresi de uzar. Bu süre uzadıkça bizim videonun açılmasını bekleme süremiz de uzar. Bu, DPI analizi arttıkça İnternetin gözle görülür bir şekilde yavaşlaması anlamına gelmektedir. 2011’de güvenli İnternet kapsamında gelen aile filtresinin 2 senede 1 milyon siteyi engellediğini göz önüne alırsak, çok yakında 56k modem hızında bir İnternet hızına sahip olacağımız gayet aşikardır.
Özetlersek; Evet Youtube komple kapanmıyor ama bu sefer de bütün özel hayatımız ifşa oluyor. Zira DPI demin de dediğimiz gibi çok derin ve ayrıntılı bir analiz yapar (sadece IP’leri kaydedeceğiz diyenlere kanmayınız). Ve yeni kanunla beraber Erişim sağlayıcılar bu verileri 1-2 sene tutmak mecburiyetindeler. Evet Youtube komple kapanmıyor ama İnternet hızımız muazzam bir şekilde yavaşlıyor. Hangisi engelleme sistemi daha kötü varın siz düşünün…
Mutlu Binark: İçeriklerin engellenmesinde yürütmenin bir uygulayıcı olan TİB Başkanının yetkili olması ne anlama gelmektedir?
Yelda Gizem Ünal: En çok tartışılan maddelerden bir tanesi de TİB Başkanının içeriğin yayından kaldırılması konusundaki uygulayıcı rolü. Yasa içeriğin yayından kaldırılması talebi hakkını kişi ve kurumlara vermiş, bunu da özel hayatın gizliliğini ihlal gerekçesine bağlamıştır. Kurumların özel hayatı olmayacağından, gizliliğini ihlal de söz konusu olmayacaktır. Gerekçe ile değinilmemiş de olsa hak kayıplarının engellenmesi amaçlanmış olsa mesela;
Büyük bir kurumun logosu ya da markasından kaynaklı fikri hakkı tecavüze uğrasa; bu konuya ilişkin kriterler özel hayatın gizliliği ile açıklanamayacak spesifik bir kanun ile düzenlenmiş haktan kaynaklı olacaktır. Bu duruma ilişkin hak kaybının tespiti ve karar verilmesi için TİB Başkanına ayrılan 4 saatlik süre kesinlikle yetersizdir ve TİB Başkanı’nın bilgisi dahilinde olmayan pek çok hukuki zorunluluk İnternet gündeme gelince es geçilecektir. Zira, yasayı savunanlarca itibar/ haysiyet / sanal yol ile cinsel tehdit ve taciz vs gibi kişiye yönelik suçlar bakımından belki(!) hızlı bir çözüm işe yarar gibi görülse de esasen büyük resme bakıldığında Dünya ekonomisini etkiler nitelikteki ekonomik ve sosyal tabanlı içeriklerin erişiminin engellenmesi hem ciddi kayıplara yol açacak hem de aslında teknik olarak kesin bir çözüm olmayacak.
Bu nedenle kanunun esasen en büyük çıkmazı bir İhtisas Mahkemesi öngörmek yerine yetkiyi Genel Mahkemelerden de alarak TİB Başkanına vermesidir.
Ayrıca başvuru “Başkanlığa doğrudan” olarak gösterilmiştir. Başkanlığın Ankara’da olduğu da açıktır. Bu durumda “4 saat içinde karar verme” zarureti hangi andan itibaren başlayacaktır? Bireysel olarak Ankara’daki Başkanlığa fiilen mi başvurmak gerekecektir?
Böyle bir iş temposu içinde TİB Başkanlığına eş başkanlık getirilmesi gerekir zira TİB’in kötü niyetli kişilerce asılsız iddia edilen taleplerle gerçekten hukuka aykırılık içeren talepler arasında bir ayrıma varması gerekecektir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süreci ile AİHM’ne başvuru sürecinin geciktirilmesi sonucunda olduğu gibi burada da hukuki yolun çevresi dolanılmaktadır. Örneğin bir siteye reklam verdiniz, belirli süre ile yayınlanmasını istiyorsunuz. Banner koyduğunuz url adresinin ertesi sabah erişimine engel koyulmuş olabilir. Mevcut hali ile “telafisi imkansız sonuçlar doğurması” olarak hukuk literatürüne geçmiş, hukuki işlem ya da tedbirin olası sonuçlarını tarif mümkün değildir.
Gelelim eldeki TİB’in Görev Ve Yetkilerini düzenleyen yönetmeliğe, buna göre TİB Başkanı’nın görevleri aşağıdaki gibi listelenmiştir.
Başkanın görevleri
MADDE 19- Başkanın görevleri şunlardır:
a) Başkanlığı temsil etmek; Başkanlığın, Kurum ve diğer kamu kurum ve kuruluşları, kamu hizmeti veren kuruluşlar ve işletmeciler ile ilişkilerini düzenlemek ve yürütmek
b) Başkanlığın etkin ve verimli çalışmasını sağlamak,
c) Başkanlıkta görevli bulunan ilgili kurum temsilcilerinin çalışmaları hakkında ilgili kuruma yılda en az bir defa yazılı olarak bilgi vermek, ilgili kurum temsilcilerinin, Başkanlığın etkin ve verimli çalışmasını aksatacak tutum ve davranışlarını tespit ettiğinde, ilgili kuruma bilgi vererek değiştirilmesini sağlamak,
d) (Değişik:RG-7/8/2009-27312) Daire başkanlıkları ile ilgili kurum temsilcileri arasında çıkabilecek görev ve yetki sorunlarını çözmek,
e) Diğer kurumlarla koordinasyonu sağlamak,
f) Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
şeklindedir. Bu durumda TİB Başkanı’na ironik olarak bol şans dilemekten başka çare kalmıyor…
Mutlu Binark: Bu yasayla “özel hayatı koruma” bahanesiyle kişisel verilerin ve mahremiyet ihlali ne şekilde meşru kılınmaktadır?
Yelda Gizem Ünal: Bu yasa ile günlük hayatımıza dahil edilen DPI nedir? Kelime anlamı ile Derin Veri Analizi karşılığındadır. İnternette servis sağlayan şirketlerin adres bilgileri tutulmasının üzerine, içeriğin de kayıt altına alınmasını katan bir teknolojidir. Henüz alıcısına ulaşmayan bir mektup zarfının posta kutusundan alınıp komşularca okunması anlamına gelir! İnternet ortamında kişisel mahremiyeti ihlal eden Phorm gibi şirketlerin DPI teknolojisi kullanması nedeniyle oluşturduğu rahatsızlık üzerine çokça yazılıp çizildi.
Gmail gibi servislerle ücretsiz olarak verdikleri hizmeti kullanmamız karşılığında kişisel verilere ulaşmak da hedeflenirken, DPI kullanan Phorm gibi şirketlerden kullanmamayı tercih ederek kaçmak da mümkün değildir. Yani kişisel mahremiyet, kişisel olarak korunabilen bir olgudan uzaklaştırılmış, devlet eli ile “koruma” altına alınmak istenmiştir.
Bilgi teknolojileri dünyasında adından çok da iyi bahsedilmeyen İngiltere bile bu DPI teknolojisini sınırlarından uzaklaştırdı. Ancak mahremiyet konusundaki duyarlılığın sınırlarını devletin çizdiği ülkelerde teknoloji devam etmekte.
Dile koruma olarak işlense de esasen kişisel verilerin korunmasına ilişkin yasa çalışması on yılı aşkın süredir meclis komisyonlarında bekletiliyor. Buradan da esasen amacın kişisel mahremiyet olmadığı açık.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, yasanın bu haliyle değerlendirildiğinde, Türkiye’nin özellikle ifade özgürlüğü hakkı ve özel hayat hakkı ile ilgili uluslararası insan hakları yükümlülükleriyle uyuşmadığı izlenimi yarattığına dikkat çekmiş, şunlara yer vermişti;
“Yasanın bu hali Türkiye’nin özellikle ifade özgürlüğü hakkı ve özel hayat hakkı ile ilgili uluslararası insan hakları yükümlülükleriyle uyuşmadığı izlenimini veriyor. “
2010 yılında İnsan Hakları Konseyi nezdinde gerçekleştirilen Evrensel Periyodik Gözden Geçirme sonrasında Türkiye “Ceza Kanunu ve diğer kanunların başta ifade özgürlüğü olmak üzere uluslararası standartlarla eşitlenmesi” yönündeki tavsiyeyi kabul etmişti.
Yetkili makamları, 5651 ve 6518 sayılı kanunları, başta ifade ve düşünce ve özel hayat hakkı özgürlüğünü uluslararası insan hakları standartları ile eşit seviyeye getirmek üzere gözden geçirmeye çağırıyoruz.”
Otoriter zorlama yöntemlerle İnternet gerek mahremiyet gerekse diğer konularda sansüre yol açacak anlayıştan kurtarılmalıdır.
Mutlu Binark: AB Direktifine iktidar sürekli referans vermektedir. Oysa AB Direktifi kendi içinde ne tür uygulamalar barındırmaktadır?
Osman Çoşkunoğlu: Evet, İngiltere –yani en berbat– emsal alınıyor. Oysa, kıyas noktası en iyiye göre yapılır. “En iyi pratikler” yerine “kötü pratikleri kıyas almak” bizim hükümete özgü bir yaklaşım ve maalesef kamuoyu da buna yatkın veya aksi görüştekiler yeterince etkin değil. Bu sadece İnternet düzenlemesi için değil, diğer konular için de geçerli.
Özgür Uçkan: İngiltere örneğinin kötü bir referans olduğunu kaydederken bir yanlış anlamaya da yol açmamak gerekir. İngiltere’de olmayıp da bizim kanunda olan başka bir dolu berbatlık da var çünkü. Bu benzerliğin sadece veri saklama ile ilgili olduğunun altı çizilmeli.
Melih Kırlıdoğ: Phorm’u tüm dünyanın olmasa bile Türkiye’nin başına bela eden memleket İngiltere’dir. Çok istemesine rağmen kendi ülkesinde barındıramadı, ama dolaylı olarak Türkiye’ye yerleşmesine neden oldu. AB içinde olmasına rağmen AB’den farklı bir ülke İngiltere. İngiltere hakkında söylenecek söz şu: Sui misal emsal olamaz.
Özgür Uçkan: İngiltere gerçekten de tuhaf bir ülke. Kolonyalizme dayana çok ciddi bir istihbarat gelenekleri var. ABD ile fazla sıkı fıkılar. Kolonyalizm bitince, küçücük ülkelerinin her santimetrakaresini gözetlemeye başlamaları (dünyada birim alan başına en çok CCTV düşen ülke) yetmezmiş gibi, kolonyal heveslerle ABD’nin kuyruğuna takılıp dünyayı gözetlemekten de vaz geçmediler. Belli bir zamana kadar IRA gibi bir meşruiyet kaynakları da vardı, ama o da bitti. Bu arada gözetimin başarısı da tartışılır, ne şiddet olaylarında kayda değer bir düşüş oldu, ne de ikide bir patlayan bombaları engelleyebildiler. Snowden belgelerinden, bu alandaki en agresif kuruluşun GHCQ (Government Communications Headquarters) olduğunu anlıyoruz. İzlemekle yetinmeyip saldırıyorlar da. Yaptıkları işin büyük kısmı hukuksuz. Vatandaş tepkisi de giderek artıyor. Bildiğim kadarıyla İngiltere’nin veri saklama düzenlemesi AB’den de resmi bir tepki almıştı.
Mutlu Binark: National Security Agency’nin dünyadaki Amerika lehine dinleme-izleme ve fişleme faaliyetleri eleştirilirken Türkiye’de ESB üzerinden DPA meşru mu kılınmaktadır?
Ahmet A. Sabancı: Kesinlikle evet. Bu yasa, NSA’in ve GCHQ’nun kısmen legal bir şekilde yaptığı ve bütün dünyada tepki toplayan gözetim ve fişleme yöntemlerinin tamamının Türkiye’de TİB, ESB ve yeni gelen düzenlemeyle MİT tarafından tamamen özgür bir şekilde yapılabilmesine imkan sağlamaktadır. Tüm dünyada insan haklarına karşı olduğu açık bir şekilde dile getirilen ve ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği gibi temel hakları ihlal ettiği belirtilen NSA ve GCHQ eylemlerinin tamamının Türkiye’deki devlet kurumları tarafından özgür bir şekilde gerçekleştirilmesi artık mümkün hâle gelmiştir.
Elbette bu aslında dünyadaki birçok devletin yapmak istediği ama yapamadığı bir şey. Çünkü Türkiye’deki (ya da Çin, K. Kore, İran’daki) politik rahatlık diğer birçok ülkede mevcut değil. Böyle bir yasanın çıkartılması bir yana, herhangi bir şekilde parlamentolarda sözünün geçmesi bile halk tarafından büyük bir tepkiyle karşılaşmalarına neden olmaktadır. 2013 yazından bu yana yayınlanan Edward Snowden belgeleri, bu tepkiden korkan ABD’nin bunları gizlice yapmaya çalıştığını ve büyük bir anlamda da yaptığını bizlere gösteriyor. Bunu yasal bir şekilde yapma şansı olmayan devletler ABD’nin ya da İngiltere’nin başvurduğu yolu tercih ederken, Türkiye gibi ülkeler kendilerine yeterli imkanı verecek yasalarla bunu gerçekleştiriyorlar.
Şu anda bu yasa ABD’de geçmiş olsaydı, NSA’in hiç başı ağrımayacak ve istediğini yapmaya devam edebilecekti. Metadata toplama, DPI kullanımı, verilerin analizi ve istihbarat amaçlı kullanımı ve tüm İnternet trafiğinin gözetlenerek bunların fişleme amaçlı kullanımı aslında NSA’in yaptıklarının bir özeti sayılır. Şimdi Türkiye’de bu yasayla ve yeni MİT düzenlemesiyle gerekli yetkiyi alan kurumlar NSA’i kıskandıracak bir güce sahipler.
Mutlu Binark: Erişim Sağlayıcıları Birliğinin kurulması endüstrinin mülkiyet yapısı/sahiplik yapısı açısından ne anlama gelmektedir?
Işık Mater: Erişim Sağlayıcıları Birliği, erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını sağlamak üzere kurulacak bir birliktir. Türkiye’de bulunan tüm erişim sağlayıcılar (ISS’ler) bu birliğe üye olmak zorundadır. Birliğin geliri üye olan ISS’lerin üyelik aidatından oluşacaktır. Birliğe üye olmayan ISS’ler ise artık faaliyet gösteremeyeceklerdir. Eğer Birlik 3 ay içinde kurulmazsa üye olmayan ISS’lere idari ceza kesilecek, Birliğe üye olmuş olsa bile birlik zamanında kurulmadığı için üye olan ISS’lere de ayrıca ceza kesilecektir.
Gördüğümüz üzere Erişim Sağlayıcıları Birliği’nin kurulması,ISS’lere büyük bir mali yük bindirmekte. ISS’ler yasadaki yeni değişikliklerle zaten büyük bir mali yük altına giriyorlar. Söz gelimi, URL tabanlı engelleme sisteminin uygulanabilmesi için ayrı bir alt yapı kurulması gerekiyor. Bunun dışında kanun, kullanıcıların yasakları farklı teknolojileri kullanarak delmesini engelleme işini de ISS’lere yüklüyor. ISSı eğer bu engellemeleri yapmakta tam başarılı olamazsa onun için de ayrıca bir para cezası ödüyor.
2014 itibariyle Türkiye’de mevcut olan ISS sayısı 255 adettir. (Bana daha evvel sormuş olsanız 4 bilemedin hadi 5 derdim) Maalesef bu 255 adet ISS’in belki de 250 tanesi ufak bütçelerle kurulmuş küçük erişim sağlayıcılardan oluşuyor. Pazar payına baktığımız zaman, 2013, 2. çeyrek itibariyle Türk Telekom’a ait olan TTnet’in neredeyse bir tekel gibi %71,5 payla pazarı domine ettiğini görüyoruz. Onu %10,7’yle Fiber bağlantı ve %6,1’le Uydunet takip ediyor. Son %10,8’lik pazar payını ise geri kalan yaklaşık 250 ISS oluşturuyor. Bu oranlara baktığımız zaman durumun vahameti daha iyi ortaya çıkıyor sanırım. Türk Telekom, kurulduğundan beri TTnet dışında hiçbir ISS’e yatırım yapmıyor, destek vermiyor. Örnek verecek olursak, Türk Telekom fiber altyapıyı kurduğunu her yerde öve öve duyururken, aynı altyapıyı Avrupa’nın 30-40 katı fazla ücretle kiraya veriyor. Hal böyle olunca da TTnet pazardaki dominasyonunu sürdürmeye devam ediyor.
Erişim Sağlayıcıları Birliği kurulduğu zaman oluşacak maliyetler karşısında bu 255 ISS’in çok büyük bir kısmı ya iflas edecek ya da iflas etmese bile büyük zarara gireceklerdir. Bu hem ekonomiyi kötü etkileyecek hem de ISS’lerin zararlarını azaltabilmeleri için maliyetlerinin bir kısmını İnternet kullanıcılarına yansıtmalarına ve aylık abonelik ücretlerine zam yapmalarına sebep olacaktır. Yani özetle, Erişim Sağlayıcıları Birliği’nin kurulması ne Erişim Sağlayıcıları için ne de İnternet kullanıcıları için olumlu bir gelişme değildir.
Mutlu Binark: Bu yasa neden son kertede “ağ tarafsızlığını” ortadan kaldırmaktadır? Yeni medya endüstrisi bu yasadan ne şekilde etkilenecektir?
Ahmet A. Sabancı: Bu yasa, en temelde tüm İnternet servisini ve bu konuda çalışan kurumları ve şirketleri devlet kontrolüne bağlamakta ve bu anlamda zaten ağın özgür yapısına büyük bir zarar vermektedir. ESB ile devletin kontrolüne giren servis sağlayıcıların ise bu noktadan sonra tarafsızlık gibi bir şeyi sağlamaları mümkün olmayacaktır. Tüm erişim sağlayıcılar devletin emrine bağlanacakları için, devletin istediği şekilde hizmet vermek ya da dükkanı kapatıp gitmek arasında bırakılacak ve bu durumda kaçınılmaz olarak ağın özgür ve tarafsız yapısını yerle bir edecek şeyleri yapmak zorunda kalacaklar.
Bunun yanı sıra hosting sağlayıcıları da denetim altına almaya ve devletin emirlerine göre çalışmaya mecbur bırakan düzenlemeler söz konusudur. Bu düzenleme hem sunucu sağlayıcının kapsamına insanların dilediklerini paylaşabildikleri ortamları katmakta hem de bu kapsama giren herkesin devlet emriyle hareket etme zorunluluğuna sokmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak insanların istediklerini paylaşabilecekleri özgür ortamları baskı altına almaya ve bu ortamları kuranların/yönetenlerin korkutularak bir tür otosansürün doğmasına neden olacaktır.
Tüm bunlar kaçınılmaz olarak ağ tarafsızlığının Türkiye’de sona ermesi anlamına gelmektedir. Servis sağlayıcıların devlet eliyle sansür uygulamak ve trafiği izlemek zorunda kalması, kimi zaman kasıtlı olarak İnternetin yavaşlatılması ya da belli yerlere erişimin zorlaştırılması gibi şeylerle karşılaşmamız; hosting şirketlerinin her siteye sunucu vermek istememesi ve insanların özgürce haber/bilgi paylaşabildiği yerlerin baskıdan dolayı sıkı denetime başlaması gibi şeylerle yakın zamanda karşılaşacağımızı söylemek pek de abartı olmayacaktır.
Doğal olarak böyle bir atmosferde yeni medya endüstrisi hiçbir şey yapamaz hâle gelecek ve Türkiye’de bu konuda az da olsa var olan hareketlilik tamamen ölme noktasına gelecektir. Bu kadar sıkı denetimin ve baskının olduğu bir ortamda yeni bir şeyler yapmak veya bir şeyler geliştirmek asla söz konusu olmayacaktır. Ayrıca endüstrinin ihtiyacı olan güvenli ve özgür İnternet servisi, herkesin yaptıklarına ulaşabilmeleri garantisi de Türkiye’de bir hayal olacaktır. Devletin her adımlarını kaydettiğini ve her an yaptıklarının filtrelenebileceği/sansürlenebileceği bir atmosferde hiçbir şey yapmak istemeyecekler ve her türlü plan ve projelerini Türkiye dışına çıkartmaya bakacaklardır. Ağ tarafsızlığını ve yeni medya endüstrisini öldürecek bir yasayla nasıl Türkiye’yi İnternetin başkentlerinden birisi yapmayı düşünüyorlar çok merak ediyorum.
Mutlu Binark: Yasaya karşı çıkanların “porno lobisi” veya “edepsiz” olarak etiketlenmesi iktidarın/AKP’nin nasıl bir taktiği olagelmiştir?
Tuğrul Çomu: AKP, yaptığı düzenlemelere yönelik her türlü muhalefeti “ayıp”lar üzerinden bastırmaya ya da daha doğru bir ifadeyle “susturmaya” çalışıyor. Bunun örnekleri sigara yasakları ve alkol satışına saat sınırlaması getiren düzenlemelerde de görülebilmektedir. Benzer bircimde konu İnternet olduğunda da yapılan her türlü düzenleme, ilgili olsun ya da olmasın pornoya bağlanmakta, İnternet’e yönelik yapılan kısıtlamalar ya da gözetime, sadece porno izleyenlerin karşı çıktığı gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
2011 yılında, başta kullanıcılar ve sivil toplum örgütleri olmak üzere pek çok çevrenin muhalefet ettiği sözüm ona “güvenli İnternet hizmeti” de yine pornodan çocukları korumak adı altında yapılmış, karşı çıkanlar ve hatta kent meydanlarında düzenlemeyi protesto edenler de “pornocu” olarak etiketlenmişti. 2012 yılında yapılan düzenleme, sürekli “çocuk pornosu”na yönelik bir önlem gibi gösterilmişse de, aslında çocuk pornosuyla pek alakası yoktu. Ya da daha doğru bir ifadeyle, çocukları, çocuk pornosundan koruma iddiası zaten baştan çarpıktı-ne de olsa çocuk pornosunun tüketicisi, çocuklar değil yetişkinler. İşin ikinci boyutuna bakacak olursak, o dönem gelen tepkilerle, daha önce “standart profil” olarak isimlendirilmiş profilin kaldırıldığı, GİH kullanmayacak kişinin herhangi bir profilde yer almayacağı söylenmişti. Ama hatırlarsak, İnternet abonesinin istediği an (saniyeler içinde) profil değiştirmesine olanak tanıyacak bir altyapı kurulduğu belirtilmişti. Saniyeler içinde profil değiştirilmesine ve içinde bulunulan profile uygun içeriklere erişime izin verip, uygun olmayan içeriklere erişimi engelleyen bir sistemin kurulmasından 2 yıl sonra “4 saat içinde erişimin engellenmesi”ni içeren bir yasayla karşı karşıya olduğumuzu göz önünde bulunduralım.
Türkiye’de porno izlemek suç değildir. İnternet’e yönelik yapılan yasal düzenlemeler de “porno” ile ilgili yapılmamıştır. Ancak, baskıcı/gözetlemeci bir İnternet altyapısının kurulması, “porno” üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle, iktidarın sorduğu soru “gizleyecek bir şeyin yoksa, seni dinlememden neden endişe ediyorsun”dur. İnternet iletişiminin gözetlenmesini pornoya indirgemek, başta muhafazakar çevrelere karşı bir meşrulaştırma gibi algılansa da, aslında Türkiye’de kimlerin ne kadar porno izlediğini de bilemiyoruz. Porno izleyicileri arasında muhafazakar kişiler var mıdır, yok mudur, varsa ne kadardır? Bu bilgilere sahip değiliz. Konu sadece porno olsa, doğrudan porno ile ilgili bir düzenleme yapılabilir. Ama bakıldığında, pornografik görsel işitsel materyallerin satışına yönelik bir yeni düzenleme de yok, pornografik içerik gösteren sinema salonlarına yönelik yeni bir düzenleme de yok. Yani porno izlemek suç değil. Konu dönüyor, dolaşıyor sadece İnternet’e geliyor. Bu İnternet’teki porno neymiş böyle, 2007 yılındaki ilk düzenlemeyle halledilemedi; merkezi filtreler yapıldı önüne geçilemedi, hala yeni bir takım ek önlemler aranıyor insanlar porno izlemesin diye…
İnternet’te “porno” konusuyla haberler arandığında, “en iyisi hiç izlememek” şeklinde öğütler içeren metinlerden, izleyenlere belirli miktarlarda para cezası verileceği iddiasındaki yalan haberlere kadar çeşitli bilgilere de ulaşmak mümkün. Buradaki konu, porno değil, İnternet hattına dayanan kulağın ta kendisidir.
Özetle, düzenleme pornoyla yakından uzaktan alakalı değil, ama “pornocu bunlar” demek, pek çok kişiyi susturma/sindirme gücüne sahip. İnternet’le pornonun ilişkisi zaten anonimlik üzerinden kuruluyor. Yani bireyler/kullanıcılar porno izlemek için en çok İnternet’i kullanıyorsa, bunun nedeni şüphesiz başta anonimlik. Dolayısıyla, pornoyla ilişkilendirilmiş bir düzenlemeye karşı söz söylemek pek çok kişi için kaçınılabilecek bir şey. Tekrar edelim, buradaki konu porno değil.
AKP’nin düzenlemelerine veya faaliyetlerine karşı çıkanlar hep birşeyci: Konu İnternet’se “pornocu”, ağaç kesip bulvar yapmaksa “ateist”, orantısız şiddete karşı durmaksa “çapulcu”. Herkesi kapsadığını iddia eden bir partinin, farklı örneklerde rahatlıkla görülebildiği gibi kendisine yönelik en ufak eleştiriyi bile sürekli ötekileştirmesi, kapsayıcılık iddiasının doğru olmadığının en açık göstergesi. Kendi sözü dışındaki tüm sözleri bastırmaya çalışmak “ileri demokrasi” olmasa gerek…
Mutlu Binark: Bireyin gündelik kullanımını somut olarak nasıl etkileyecek bu yasa?
Ali Rıza Keleş: URL/Nesne temelli engelleme ile neyin sansürlendiğinin farkında olmadığımız durumlar sıkça yaşanabilecek. Erişim Sağlayıcıları Birliği tarafından uygulanacak mahkeme kararları birçok durumda site sahiplerine bildirilmeyecek ve ancak kullanıcılar o sayfalara erişmeye çalıştığında durumun farkına varılacak. O da ancak kullanıcının bildirme zahmeti göstermesiyle mümkün olacak. Eğer engellenen bir sayfa değil de tek bir video/görsel ise, biz sayfayı görebiliyorken orada olması gereken video veya görselleri göremiyor olabileceğiz. Bu durumlar sansürün belirsizleşmesi demektir. Daha önce neyin bizlerden gizlendiğini biliyorduk, şimdi ise gizlenen belirsizleşecek.
URL temelli engelleme için kurulacak alt yapılar toptan gözetimin yanı sıra kullanıcılar için zaman ve para kaybı demek. Engelli içeriklerin sayısı birkaç sene içerisinde yüzbinler, milyonlarla ifade edildiğinde sistemlerin hissedilir ölçüde yavaşlaması kaçınılmaz. Ayrıca kurulacak olan milyonlarca dolar değerindeki alt yapıların bedeli de faturalarımıza yansıyacak. Yani paramızla bizi hem gözetleyecekler, hem de bize ayıplı hizmet verecekler.
Mutlu Binark: Pekiyi, İnternet’te hiç mi düzenleme olmasın? Peki ne olsun?
Yelda Gizem Ünal: İnternetin de elbette benzer bilgi iletişim teknolojilerinde ve hatta basın ve medya düzeninde olduğu gibi revizyona ihtiyacı vardır. Nitekim kullanıcıların beklentisi de bu yöndedir. Ancak bu başta Sivil Toplum Kuruluşları olmak üzere, alanında profesyonel olarak çalışan ve toplum menfaatini tarafsızca gözeten kişi ve kurumların da müdahil olduğu ayrıntılı bir çalışmanın neticesinde yapılmalıdır.
Popüler kültür etkisi altında kalmadan, güncel meselelere geçici çare bulmaya çalışarak değil, uluslararası platformlardaki hareketleri de takip ederek, gelişen ve uzun vadeli çözüm üreten bir yasama sürecine ihtiyaç vardır.
Türkiye’de bilişim hukuku anlamında yerleşik içtihatlar oluşmamışken, yasanın sürekli değiştirip dönüştürülmesi yargı mensuplarının, karar mercilerinin ve hak savunucularının da hareket alanını daraltmaktadır. Bunun için yargılamaya konu olan ve temyiz aşamasına gelen dava süreçleri analiz edilmeli, hangi konuya ilişkin mahkumiyet kararı olduğu, ne kadar yayının ne gerekçe ile içerikten kaldırıldığı ve erişimin ne durumlarda (somut olarak) engellendiği istatistiki veriler ile göz önüne koyularak somutlaştırılmış şekilde işlemlerin takibi sağlanmalıdır.
Sosyal medyayı sallayacak derecede sükse yapan eleştirel bakış açısı var yasaya ilişkin, bir kişi de çıkıp “durup bi düşünelim” demedi. Bu kadar insanın tepki verip görüş beyan ettiği bir mecrada yasama sürecinin uzatılması ve eleştirilerin de cevaplanarak kamuoyunun hukuka güven ilkesi yel ile yeksan edildi. Kamuoyunu tatmine elverişli bir açıklama hala getirilemedi ve hala tezlerimize hiçbir bilimsel yaklaşımla antitez üretilemedi.
Kişi hak ve özgürlüklerini koruma yolu olarak kısıtlama bir çare görülmemelidir. AİHS ile belirtilen ifade özgürlüğü kapsam ve kriterlerine uyumluluk esas alınmış olmalıdır.
Buna ilişkin olarak Alternatif Bilişim Derneğinin “Türkiye’de İnternet’in 2013 Durum Raporu”nda da daha önce belirtilen noktalara dikkat çekmekte fayda var:
* Erişim engelleme suçla mücadele etmenin etkin bir yolu değildir. Mahkemeler tarafından verilen koruma tedbiri kararları süresiz olduğu için cezaya ve nihayetinde kalıcı sansüre dönüşmektedir.
* Türkiye’de yaşayan herkes telefon konuşmalarının dinlendiğinden ve kaydedildiğinden emindir. Vatandaşların arzusu Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) hafiyelik misyonunu bırakması ve asli görevi olan “düzenleyici kuruluş” durumuna geri dönmesidir.
* Türkiye’de genellikle hedef alınan gruplara yönelik anahtar sözcüklerin belirlenerek buna göre İnternet ortamları izlenmeli ve bu konuda bilimsel araştırmalar yapılmalı.
* Nefret söylemi içeren içeriğin yayınlandığı siteye/şirkete/servis sağlayıcıya vb. şikayet bildirilmeli ancak bu şikayetler ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeli.
* Yeni medya okuryazarlığı konusunda eğitimler verilmeli ve toplumsal farkındalığı arttırıcı kampanyalar yürütülmeli.
* Nefret söylemi/suçu mağdurları ile dayanışmalı ve destek olunmalı, bu konuyla ilgili uluslararası işbirliği sağlanmalı.
* Akademik çevrelerin, STK’ların ve mağdurların taleplerinin dikkate alındığı yasal düzenlemeler yapılmalı.
Mutlu Binark: Dijital gözetim araçları olarak yeni medya ortamları siyasi ve ekonomik iktidarların elinde önemli bir güç kaynağı hiç kuşkusuz. Siz bu olguya karşı yurttaşı nasıl güçlendirmeyi öneriyorsunuz? Kemgözlereşiş projeniz hakkında bilgi verir misiniz?
Ali Rıza Keleş: Toptan gözetim altyapılarından geçen trafiğin oluşturacağı veriler hem ticari hem de istihbarat açısından çok değerli. Yurttaşın birkaç temel noktada bilinçlenmesi ve güçlenmesi direniş için zorunluluk. Öncelikle kendi kişisel verilerimizin ve mahremiyetimizin ne kadar kıymetli olduğunun farkına varmalıyız. Bunu öncelikle kendimiz ve çevremiz için kabul etmeliyiz. Bu konu Türkiye’de önemli bir farkındalık sorunu. İnsanların büyük bölümü için mahremiyet maalesef evimizin içi hatta yatak odaları ile sınırlı. Bu algının çapı çok genişlemeli. Bu farkındalık sayesinde ancak İnternet ve kullandığımız yeni medya mecralarının nasıl ciddi tehditler oluşturduğunu görebiliriz. Bu da peki o halde nasıl korunabiliriz /neler yapabiliriz sorularını beraberinde getiriyor.
Üzerinde çalıştığımız Kem Gözlere Şiş projesi işte bu ihtiyacı duyan insanın faydalanabileceği bir kaynak. Çok klasik belki ama aslında savunduğumuz şey çok basit: Tümüyle yitirmek üzere olduğumuzu düşündüğümüz mahremiyet ve bu amaçla yapageldiğimiz gizlemek kültürünü canlandırmak. Mektupları zarfa koyardık. Postanede açılmasın/postacı ya da başka birileri okumasın diye. Günlüklerimizi çekmecelerimizin gizli yerlerinde tutardık. Aile albümleri ortalıkta durmazdı. Özel bilgilerimizi yüzlerce arkadaşımız içinden sadece istediğimiz birkaçıyla ve mümkünse yüz yüze konuşmaya özen gösterirdik. Aynı şeyleri dijital ortamlarda yapabiliriz. Yapmamız gerekiyor. Bu hem bir hak hem bir sorumluluk. Kendi mahremiyetimizi önemsemiyor olsak bile karşımızdakinin mahremiyetine saygı duymamız gerekiyor. Elektronik postalarımızı elektronik zarflara koyabiliriz. Sohbetlerimizi üçüncü şahısların izlemeyeceği şekilde gerçekleştirebiliriz. Bilgisayarımızda tuttuğumuz belgeleri, bilgisayara fiziken erişebilen herkesin kolayca erişemeyeceği şekilde saklayabiliriz. Daha birçok durum için önlemler almak mümkün. Kem Gözlere Şiş projesinde biz bunların araçlarını ve yöntemlerini anlatıyoruz. Örneğin 25. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde hem bu atölyeyi yapacağız hem de Festival yönetimiyle birlikte gözetlenme konusunu dile getiren diğer etkinlikler yapacağız.
Mutlu Binark: 5651 sayılı bu yasaya karşı, yurttaşa nasıl bir mücadele önerirsiniz?
Ahmet A. Sabancı: Yanlış yaklaşımların ve yanlış bilgilendirmenin önüne geçebilmek çok önemli. Bir konuda yeterince bilgi sahibi olmadan ya da konuyu her açıdan göremeden konuşan ve buna rağmen kendisini uzman olarak gösterek insanların yanlış bilgilenmesine neden olan çok fazla insan var. Bunlara karşı dikkatli olmalı ve gerçekten bu konularla ilgilenen ve bu konulara kendisini vermiş diyebileceğimiz insanları bunlardan ayırıp onları daha dikkatli dinlemek çok önemli. Çünkü konu hakkında yanlış bilgi sahibi olarak ve yanlış bakış açısıyla/yöntemlerle hareket etmek, hiç bilgi sahibi olmadan hareket etmekten çok daha fazla zarar vermekte.
En önemlisiyle elimizdeki teknolojileri bu mücadelede bir silah hâline getirmek için çalışmaya başlamak. Çünkü bu yasa, bir süredir tüm dünyada süregelen büyük bir mücadelenin parçası olarak da görülebilir. O da sahip olduğumuz teknolojinin kontrolü savaşı. Bu yasa, bizim teknolojik aletlerimizin bizlere karşı, bizden habersiz olarak çalışabilmesine ve bizim aletlerimizin bizim kontrolümüzde olmamasına sebep olabilecek bir yasa. Devletlerin ve şirketlerin amacı, teknolojiyi onların kontrol ettiği ve bizim aslında o teknolojiye gerçek anlamda sahip olmadığımız bir dünya yaratmak. Bizi onlar için gözetleyen, onların istediği kadar kullanabilmemize izin veren bir İnternet ve teknoloji yaratmaya ve bizim aletlerimizi bizi gözetim toplumunun içine kapatmak için kullanmaya çalışıyorlar. Günümüzde hemen her aletin bilgisayarlaşmaya ve ağın bir parçası hâline gelmeye başladığını düşünürsek bunun önemi daha da iyi anlaşılacaktır.
Buna karşı yapmamız gereken kullandığımız aletleri özgürleştirmek, gerçekten o aletleri nasıl kullanabileceğimizi öğrenmek, aletlerimizin bizden bir şey saklayamayacak hâle gelmesini sağlamak ve teknolojik hayatımızda mümkün olduğunca her şeyi özel hâle getirmek. Kullandığımız aletleri, uygulamaları, siteleri iyi tanımaya; mümkünse onları özgürleştirmeye yoksa daha özgr ve güvenli alternatiflere taşınmaya ve bu konuda çevremizdeki herkesi teşvik edip eğitmeye çalışmamız gerekiyor. Ne kadar çok insan kullandıkları teknolojinin özgür, İnternetin güvenli ve şifrelenmiş hâle gelmesi için uğraşırsa, çıkardıkları yasalar o kadar çabuk işe yaramaz hâle gelecek.
Alternatif Bilişim Derneği, İnternet ve diğer bilgi ve iletişim teknolojileri ile bu teknolojilerin kullanımı, sosyal, siyasal etkileri ve ortaya çıkardığı sonuçlar hakkında alternatif, sıra dışı, egemen erk karşıtı fikirler ve çözümler üretmeye çalışıyor. Alternatif Bilişim Derneği, hem teknolojilerin kullanımına hem de sosyal ve siyasal anlamına, içeriğine dair araştırmalar yapıyor. Amaçları arasında şunları sayabiliriz:
- İnternet ve diğer tüm bilimsel, teknolojik gelişmelerin insanlığın ortak birikimi olduğunu savunmak,
- İnternete konulan engellemelerin ve sınırlandırmaların, güvenceye alınmış temel hak ve hürriyetlerin kullanımını olumsuz etkilemesine karşı mücadele etmek,
- Hayatımızı hızla saran teknolojilerin temel hak ve özgürlüklerimizi sınırlandırmasına, gözetim / denetim toplumu yaratma çabalarına karşı çıkmak, teknolojinin insanı ve toplumu daha fazla özgürleştirmesi amacıyla kullanılması için mücadele etmek,
- Küresel ve yerel ölçekte, ülkeler, bölgeler, kentler, kent merkezleri ve çevreleri arasında, sosyal sınıflar ve tabakalar arasında bilgi ve iletişim teknolojilerine erişim açısından oluşan uçurumlara karşı mücadele etmek, teknolojik zenginliklerin sadece belirli merkezlerde birikmesine karşı çıkmak,
- Düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünün kullanılmasında İnternet aracının en etkin kullanımını sağlamak için çalışmalar yapmak, çeşitli kişi ve kurumlar tarafından yapılan çalışmalara destek sunmak,
- İnternet üzerinden gerçekleştirilen her türlü iletişimin, paylaşımın ve özel bilgilerin istenmeyen kişiler tarafından izlenmesine, kayıt altına alınmasına karşı güvenli iletişim hakkını savunmak, bunun için çalışmalar yapmak,
- Bilimsel ve teknolojik birikimin, kişisel veya özel mülk olmasına karşı çıkmak.
Web sayfası için bakınız: www.alternatifbilisim.org
“SANSÜR BUNUN NERESİNDE?” DİYENLERE…
Dünya üzerinde bu kadar sık kanun değişikliğine maruz kalan başka bir ülke var mı merak konusu. İnsanların özel hayatları, ekonomik dengeler, siyasi rantlar vb birçok paradoks Türkiye’de yasa koyucuların yasalara müdahalesine neden oluyor. Son zamanlarda bunun bir örneğini de Birleşmiş Milletler’in ifade özgürlüğü çerçevesinde temel haklardan saydığı İnternet kullanımını düzenleyen 5651 sayılı yasada yaşadık. Yürütme organının kaplumbağa terbiyeciliğine soyunduğu ülkemizde yasama organı “erk” liğinden alıkoyulmakta, erk’ler de birlik olmakta…
İnternetle ilişkili pek çok yasa önerisi mecliste beklemede, İnterneti iyileştiren, geliştiren, kullanımını gündelik hayata entegre etmeyi planlayan yasalardan ziyade, İnterneti gözlem altına alan, kontrolcü düzenlemeler yapılmakta. Hukukta pacta sund servanda diye tabir edilen, ama hepimizin hayatında “ahde vefa” olarak bildiğimiz basit ama önemli kural bıçak kesiği gibi açılıp genişletildi. Türkiye’nin altına imza attığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olan bir yasa teklifine onay vermesi elbette hukuka aykırı olup abesle iştigal. Şöyle ki;
Anayasa 20. Madde ile koruma altına alınan Özel Hayatın Gizliliği ilkesinin ihlali söz konusu:
Mevcut hali ile 5651 sayılı yasa bize trafik bilgisinin tanımını; “İnternet ortamında gerçekleştirilen her türlü erişime ilişkin olarak taraflar, zaman, süre, yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı ve bağlantı noktaları gibi değerler.” olarak vermiş. Değiştirilen hali ile URL bazlı engelleme her ne kadar tüm sitenin kapatılmasını önleyici rolü ile iyi yanından gösterilse de esasında URL trafik bilgisinden daha fazlasını ifade eder. URL demek, İnternette trafik bilginizi değil trafiğe konu tüm içerik bilginizi de gözlem altına almak demektir.
Şöyle söyleyelim, İnternetteki gezintinize konu içerik Ankara-İstanbul arası yolunuz olsun. Mevcut hali ile mobeseler, otoyol giriş çıkışında plaka, araç bilgisi, hgs bilgisi gibi verileri kaydeder. Bu İnternetteki trafik bilginizdir!. Mobeselerin tüm yol boyunca sizinle gelmesi ve aracınızdaki her şeyi kaydetmesi ise İnternet trafik bilginizin URL bazında tutulması demektir… Yani İnternette gezerken gerçekten de biri sizi gözetliyor…
Özel hayatınıza dair bir koruma gerekir, ancak bunun devlet eliyle korunması korumadan çok kısıtlama anlamı içerir ki bunun İnternet alemindeki karşılığı sansürdür. Üstelik de 5651 deki değişikliklerle sansür direkt olarak anayasaya aykırı olduğu gibi, özel hukuka da bütünüyle aykırıdır. Metazori ile İnternete balta vuran otokratik bir zihniyetin ürünü olan değişiklik, sansürü genişleterek keyfiyete keder bir hukuki uygulama halini almıştır. Devlet bu şekilde sizinle ilgili 5N1K’dan çok daha fazlasını biliyor olacak. Neyse ki Birleşmiş Milletler dahil pek çok uluslar arası kuruluş da yasa değişikliğine sert tepkiler verdi. BM’den ifade özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği hususlarından AİHM’ce sınıfta bırakılma işaretleri verildi.
Avrupa’da İnternete sansür getiren ilk ülke, Türkiye…
Yasa değişikliğinin resmi gazetede yayımlanması ile birlikte Türkiye bir “ilk olma” özelliği daha kazandı ve Avrupa’da İnternete sansür getiren ilk ülke oldu (!)
Yasayı savunan kesimler tarafından sansür yasası tabiri manipülatif gelse de cevap ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf’tan geldi ve 5651 değişikliği konusunda “Bu yasa, ciddi bir şekilde ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü ve İnternet üzerinden bilgiye erişimi sınırlandırıcı potansiyele sahip” açıklaması ile diplomatik bir uslüpla yasayı “sansür yasası” olarak nitelemiş oldu.
Gezi olayları ile devam edegelen direniş sürecinde pek çok gazetecinin attığı tweet yüzünden işinden olduğu, İzmir’de birbirini bile tanımayan gençlerin benzer tweetleri yüzünden “örgüt kurmak / üye olmak” suçundan yargılandığı, vs. derken kötü İnternet karnemiz ortada. Hal böyle iken, teknik olarak bakıldığından yer sağlayıcılara ilişkin düzenlemeye de dikkat çekmek gerek:
Yer Sağlayıcılar düzenlemenin neresinde?
Yer sağlayıcı ( hosting) firmalarının kullanıcıların trafik kayıtlarını saklama süresi 2 yıla çıkarılırken Tib başkanının hukuka aykırı içeriğe erişimi 4 saat içinde engellemesi şart koşuldu. Hukukçu olmayan Tib başkanının hukuka aykırılığı tespit edebilme yetisine yorum dahi getirmezken burada önemle belirtmekte fayda görülen nokta; kötü niyetli olarak içerik erişiminin engellenmesi talep edecek olan kişiler. Özel hayat sınırı herkes için fark olacağından özel hayat bahanesi ile erişim engeli de herkes için farklı amaçlara hizmet eder hale gelecektir.
Erişim Sağlayıcılar Birliği kurulması ile kullanıcıların tutulan trafik kayıtları da tek çatı altında toplanacak, istendiği takdirde temin edilmesi mecbur hale getirilecektir. Birlik ile birlikte gelen uygulama, kayıtların devlette muhafaza edilmesine gerek olmadan devletin elinin altında olmasına yol açacaktır.
Dünya’da erişim engelinin istisnasız kabul gördüğü suç çocuk pornografisidir. Bunun yanı sıra fikri sinai hakların korunması ve terörle mücadele yasaları “çoğunluklu” gerekçe kabul edilir. Mevcut yasada katalog suç olarak sıralanan suçlara mahkumiyet neticesinde erişim engellenmekte iken buna bir de “nefret suçları” eklenmiştir.
Bu coğrafyada sınıf, ırk, mezhep kavramları her daim tartışma konusu olmuştur. Ve yazık ki Fazıl Say’ın hapis cezası örneğinden de bildiğimiz üzere (somut örnek için; halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama) dar yorumlanmaktadır. Bu somut olarak sınırı belirlenmemiş yoruma açık yasa maddeleri ile keyfi uygulamalardan mağdur olacak birçok insanın cezai mağduriyetinin yanı sıra web 2.0 uygulamaları da (bloglar, vikipedi, youtube, flickr… vb ) mağdur olacaktır. Büyük katma değer getiren İnternet sektörünün ekonomik olarak da derinden sarsılacağı kuşkusuzdur.
Sansüre ilişkin özet eleştiri böyleyken, Türkiye’de kazanılmış haklarımızın tehlikede olduğunu da hatırlatmalı! Basın özgürlüğü, haber alma hakkı, ifade özgürlüğü, bilgi alma hakkı… Yasa ile tanınan ve korunan hak başlıkları; artık yasa ile engellenen “hak”larımızdan. Değinmeden geçmeyelim, genel kural yasaların ileriye yürümesi değil midir? Yani yasa, yürürlüğe girdikten ( resmi gazetede yayınlandıktan ) sonra uygulamaya konur ve sonrasında olan olaylar için uygulanır? Bu yasanın keyfi uygulaması daha teklif aşamasındaki aksaklıklar içinde kendini göstermişti oysa…
Yelda Gizem Ünal
Kem Gözlere Şiş – İnternete Kişisel Güvenlik Atölyesi
“Bilgiyi şifrelemek, şifresini çözmekten daha kolaydır.“ — Julian Assange
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin şirketler ve devletler tarafından kötüye kullanılması, kullanıcıların bilinçsiz pratikleri kişisel verilerimizin güvenliğini ve mahremiyetimizi tehdit ediyor. Fakat aynı teknoloji çözümleri de beraberinde getiriyor.
Kem Gözlere Şiş projesinin amacı, mahremiyet ihtiyacı duyan kullanıcılara yardım etmek, onlara “kem gözlerden” korunmak için pratik bilgiler vermek ve bu konuda genişleyen bir topluluk oluşturmaktır.
Atölye Hakkında: İnternete Kişisel Güvenlik Atölyesi Kriptolojinin temel prensiplerine kısaca değinilip, bilgisayar okuryazarlığı olan herkesin rahatlıkla kullanabileceği programlar aracılığı ile gündelik iletişimimizin güvenli hale getirilmesi anlatılacak. Güvenli e-posta ve sosyal medya kullanımı, Facebook, Gtalk gibi anlık mesajlaşma sistemlerini güvenli hale getirme, kişisel verilerimizin nasıl korunacağı, sansürleleri nasıl aşacağımız; kısaca İnternette güvenlik ve mahremiyetimizi nasıl sağlayacağımız anlatılacaktır.
Gereklilikler: Katılımcıların kendi bilgisayar, tablet veya akıllı tefonu ile gelmesi zorunludur. Her işletimi sistemini kapsayan bir atölye olacaktır. Atölyenin yapılacağı salonda bir projeksiyon cihazı ve İnternet erişiminin olması zorunludur. Bir yazı tahtasının bulunması teknik konuların çizerek anlatılması için iyi olacaktır.
Süre: 3 saat / Günde 2 farklı oturum yapılabilir.
Konuşmacılar: Ahmet A. Sabancı, Orkut Murat Yılmaz
Organizasyon: Alternatif Bilişim Derneği
E-mail: orkutmuratyilmaz@gmail.com
Etkinlik Kontenjanı: ~25 kişi (Maksimum sayı verilmiştir. Katılımcılar mümkün olan en az sayıda olmalıdır.)
Web sayfası için: www.kemgozleresis.org