Çev. S. Erdem Türközü
Bir zamanlar, bir partide, biri bana geldi ve “Merhaba, ben John Smith, ben vulgar Marxistim” dedi. Hâlâ birinin öne çıkıp kendilerini aşırılıkçı olarak tanıtmasını bekliyorum. Elbette insanlar bunu, kendilerini Şişko ya da Serseri Surat olarak adlandırmaktan daha fazla yapmaz. Aşırılıkçılar her zaman başka insanlardır. Ben merkezde duruyorum, ılımlı, mantıklı bir yargı örneğiyim; görüş alanımın kıyılarında ise ortalığı kasıp kavurmaya hazır bir dizi ucube ve fanatiği algılayabiliyorum.
Sorun şu ki, onlar da bunu yapabilir. Onlar beyaz üstünlükçülüğün sağduyulu olduğunu düşünüyorlar; öte yandan diğer tarafta, beyaz ırkı yok etmek için komplo kuran bir grup yozlaşmış mankafa vardır. Bundan daha aşırılıkçı ne olabilir? Bazılarının apaçık olarak gördüğünü, bazıları rezalet olarak görür. Meta üretmek, bir ekonomiyi yönetmenin bariz bir yolu gibi görünebilir ama Aristoteles’e öyle gelmiyordu. Hane için gerekli olan malları biriktirmeyi onayladı ama ticareti ve değişimi insan doğasına aykırı olarak kınadı. Daha fazla kâr elde etmek için kâr arayışı, bazı Ortaçağ düşünürlerine sapkın ve doğaya aykırı göründü. Bu, insan doğasına aykırıydı ve asla kavranılamazdı. Alpha Centauri’den modern dünyanın zihinleri çarpıtan eşitsizliklerine göz atan bir gözlemci, bu sıradışı bir biçimde arkaik görüş için söylenecek bir şey olduğunu hissedebilir.
Yani hakikat, nerede durduğuna bağlı mı? Zorunlu olarak değil. Nerede olursanız olun, dünya akıllara durgunluk veren eşitsizliklerle dolu. Bunların dengelenebileceğini ya da başka herhangi bir sistemin daha da kötü olacağını iddia edebilirsiniz ama diğerleri yiyecek bulmak için çöp kutularını karıştırırken, bir zamanlar, Bono’nun, en sevdiği şapkalarından biri için, New York’tan Londra’ya birinci sınıf bir uçak koltuğu satın aldığını inkâr edemezsiniz. Dışarıda bir sürü ucube ve kafadan çatlak olduğunu da inkâr edemezsiniz. Sadece onları aşırılıkçılar olarak tanımlamak yardımcı olmuyor çünkü aşırı uçları kınamak, mutedil merkezi konumun her zaman durmak için doğru yer olduğunu ima eder.
Bunun saçma olduğu aşikârdır. Irkçılık ve ırkçılık karşıtlığı ya da kölelik ve özgürlük arasındaki merkezi konum nedir? Mutedil Yahudi karşıtlığı hoş görülebilir midir? Belki de kendimize, yol ayrımına geldiğinde yolu seçtiğini söylenen Bill Clinton’ı örnek almalıyız. Bu, aşırı merkez olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Irkçıların ve faşistlerin sorunu orta zeminden çok uzakta olmaları değil -Suffragette’ler de öyleydi – fikirlerinin doğasıdır. “Uzak”, “aşırı” anlamına gelmesi gerekmez. En solda olan bizler, görüşlerimizi tamamen makul buluyoruz. Bu yüzden onlara bağlı kalıyoruz. Bir Oxford atama komitesi tarafından aşırı siyasi görüşlere sahip olup olmadığı sorulduğunda, öyle olduğunu ama bunlara mutedil bir şekilde bağlı olduğunu söyleyen, tarihçi A.J.P. Taylor gibiler de var.
Orta yolun cazibesinin, İngiliz uzlaşma ve mutedillik geleneğinin bir parçası olduğuna hiç şüphe yok. Birleşik Krallık vatandaşları bir gün sağdan sürmeye geçerlerse, bunu kademeli olarak yapacakları söyleniyor. Bu uzlaşma ruhunun kökenleri, Britanya halkının doğasında bulunan nezaket ve hoşgörüde değil, uzun zaman önce İngiliz orta sınıfının barikatlar üzerinden aristokrasiye karşı koymamaya karar vermesi gerçeğinde bulunabilir. Karşı koymak yerine, kendi gündemlerini ilerletmek ve alt tabakaların saygısını korumak için o sınıfın prestijini ve otoritesini kullandılar. Geçenlerde Westminster Abbey’in[1] dışında bu saygının bir örneğine tanık olduk. Bununla beraber aynı zamanda, başbakanın yuhâlânmasına tanık olduk, bu da küçük bir yaşlı hanıma bayılanların, bir düzenbazı görür görmez tanıyabileceğini gösteriyor.
Bazı liberallerin, bir tarafın kazanması ve diğerinin kaybetmesi gereken çatışmalar olduğunu kabul etmesi zordur. Liberaller bu tür konuşmayı uzlaşmaz bulurken, Postmodernistler bunu “ikili” ve bu yüzden de modası geçmiş diyerek reddeder. Postmodernizm ilk olarak ikili düşünüşün derin bir biçimde kemiklerine kazındığı ve diğer şeylerin yanı sıra buna bir tepkiyi temsil ettiği Amerika Birleşik Devletleri’nde başladı. Püriten kurucularının, diğer herkes lanetlenirken küçük bir grup bireyin kurtulduğuna inandıkları hatırlandığında, ABD hakkında pek çok şey anlam kazanmaya başlar. “İyi adamlar ve kötü adamlar” yaygın bir Amerikan deyimidir. Kovboy filmi bu tür bir Puritanizm üzerine kuruluyken, ikicilik Soğuk Savaş’tan IŞİD’e kadar ABD dış siyasasını yönetmiştir. Seçilmişler, günahkârın dilini saf olmayan şeyler için gayretle incelediğinden, siyaseten doğruculuk kültü bile bunun bir örneğidir.
Oydaşma her zaman çatışmaya tercih edilmemelidir. İnsanları bir araya getirmenin, ortak noktalarımızı keşfetmenin, eski yaraları sarmanın ve kadim kavgaları çözmenin şöleninden çok söz edildi. Tek sorun, bunun Prens Charles için, ailelerini beslemek için savaşmak zorunda kalacak olan demiryolu işçileri için olduğundan çok daha kabul edilebilir olmasıdır. Siyasetin amacı, toplumdaki çatlakların üzerini örtmek değil, onların onarılabilmesi için toplumun bölünmelerini ifşa etmektir.
Liberal şüpheye düştüğünde bir denge düşünür ama dengeyi rüzgara bırakmamız gereken pek çok konu vardır. Gezegeni ve petrol üreticilerini aynı anda destekleyemezsiniz. Tecavüzcülerle tecavüz karşıtları arasında orta yol yoktur. Sorun neo-faşistlere uyum sağlamak değil, ellerini iktidarın manivelalarından uzak tutmaktır. Liberalin dengeye olan bağımlılığının arkasında, çatışmanın başlı başına kötü olduğu önyargısı yatar. Ama bu da kesinlikle saçmadır. İnsanların savaşmak zorunda oldukları bir duruma getirilmemesi gerektiği doğrudur. Batı, diğer uluslara sömürge yönetimini dayatmasaydı, bu ulusların sömürge karşıtı devrimler başlatmasına gerek kalmayacaktı. Atalarımız Afrikalıları köleleştirmemiş olsaydı, köle ayaklanmalarına çağrı olmazdı. Bununla beraber koşullar göz önünde bulundurulduğunda, bu mücadeleler tamamen haklıydı. Onlar olmadan, apartheid Güney Afrika’da hâlâ hüküm sürecek ve Dublin Kalesi, yerli halk hakkında düşünmeden atıp tutması için hâlâ bir Britanya Viceroy’una[2] ev sahipliği yapacaktı. Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.
Bununla birlikte, orta yolun aniden teslim edildiği durumlar vardır. Britanya’nın son zamanlardaki kendini beğenmişlik cümbüşü sırasında, cumhuriyetçi seslerin neredeyse tamamen dışlanması buna bir örnektir. Ülkenin her yerinde çok sayıda kraliyet karşıtı var, dünyanın en iyi iradesine sahip erkekler ve kadınlar Prens Andrew hakkında en ufak bir gizem aurasını tespit edemezken, denge onların konuşmasına izin vermiyor. Bunun yerine, Oprah Winfrey’in aktarıldığı gibi, kraliyetin toparlanması hakkındaki görüşlerle yetinmek zorundayız.
Bir başka örnek de Ukrayna’daki savaş. Bu, kuşkusuz, doğru bir şekilde önyargılı olunması gereken bir konudur. Putin’in ahlaken müstehcen macerası, dünya çapında hak ettiği nefreti kazandı. Yine de, Rusya’nın bombalanan ve işkence gören kurbanlarına verilen destekte bazı konular sessizce gömülüyor. Örneğin, Putin’in saldırdığı söylenen Avrupa değerleriyle ne demek istiyoruz? Bu, Batı’ya karşı radikal İslam’da olduğu gibi, bir başka uygarlığa karşı barbarlık durumu mu ve karşıtlık, hangi noktada kibar bir ırkçılık biçiminde birleşmeye başlayabilir?
Avrupa değerleri, hangi hesapta olursa olsun değerli metalar olan özgürlük ve demokrasiyi içerir. Yunanistan ve Türkiye’de olduğu gibi, NATO şemsiyesi altında varlığını rahatça sürdürmeyi başaran geçmiş diktatörlüklerden bahsetmesek bile, bugün Avrupa’nın kalbinde, özgürlük ve demokrasinin kayda değer bir arz sıkıntısını çeken ülkeler var. Irak’ın yasadışı işgali Batı değerlerinin bir örneği miydi? Avrupa Birliği’nin birkaç yıl önce iflas etmiş bir Yunanistan’a yönelik iğrenç muamelesi, uygarlığının zarafetine dair pek fazla inanç esinlendirmiyor. Aynı şey mültecileri Afrika’ya göndermek için de söylenebilir. Avrupa nüfusunun endişe verici derecede büyük bir bölümü aşırı sağcı siyaseti ya da düpedüz faşizmi destekliyor. Bunlar arasında, Die Zeit tarafından yürütülen büyük bir araştırmada, küresel aşırı sağcı ağların merkezinde yer aldığı belirlenen Azak hareketi gibi silahlı Ukraynalı gruplar sayılabilir. Bazı aşırı sağcı paramiliter gruplar, eski İçişleri Bakanı tarafından Ukrayna’nın devlet güvenlik aygıtıyla bütünleştirildi. Newsnight’da[3] bununla ilgili pek bir şey duymayacaksınız.
Bunların hiçbiri Putin’in küçük çocukları öldürmesini ya da şovenist Büyük Rusya fantezilerini haklı çıkarmaz. Sadece biraz yerel renk katar. Rusya’nın NATO konusundaki tedirginliğine gelince, ittifakın hiçbir şekilde yayılmacı olmadığına eminiz. Sadece genişlemeye devam ediyor. Topsy[4] gibi, sadece büyüdü. Büyükannenin adımları oyununda[5] olduğu gibi, Rusya hareket halindeyken onu yakalamaya çalışana kadar Rusya’ya doğru gizlice sürünür ama onu hâlâ yaralı bir masumiyet görünümüyle ayakta dururken yakalanır. Rusya’nın savaşçı milliyetçiliğini, NATO’nun sınırlarına yönelik artan işgali bağlamında görmek mümkün değil. Amerika Birleşik Devletleri, komünizmin Küba’ya yayılmasıyla tehdit edildiğini hissettiğinde, adayı işgal etti. Elbette ABD’nin giriştiği tek macera değil. Barbarlığın sadece bir tarafta olduğundan emin olabilir miyiz?
NATO kendisini eşitlerin birliği olarak sunar ama aslında Avrupa’da Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri koludur. Bu yüzden eski bir CIA müdürü, Ukrayna’daki savaşı Rusya’yla vekâlet savaşı olarak betimledi. Bu, Ukraynalıları desteklemememiz gerektiği anlamına gelmez. Bu, küresel açıdan bakıldığında, bunun mutlak iyilikler ve katıksız kötüler arasında bir çatışma olmadığı ve böyle olduğunu düşünenlerin propagandanın kurbanları olduğu anlamına gelir. O halde bu, merkezde durma sorunu mu? Hiç de bile. Söz konusu olan orta yolculuk değil, nükleer silahlı süper güçlerin varlığının sona ereceği alternatif bir dünyadır.
Kaynak metin: https://unherd.com/2022/06/are-you-an-extremist/?=refinnar
[1] Londra’nın merkezindeki kraliyet kilisesi –ç.n.
[2] “Genel Vali” olarak çevrilen bir unvan –ç.n.
[3] BBC 2’nin haber programı –ç.n.
[4] Topsy: Harriet Beecher Stowe’un Tom Amca’nın Kulübesi (1851-52) adlı romanında yer alan küçük bir Afrika kökenli ABD’li kız karakteri –ç.n.
[5] A game of grandmother’s footsteps: Türkiye’de daha önceleri “Davul, Zurna, Bir, İki, Üç” olarak bilinen, günümüzde “Yeşil Işık, Kırmızı Işık” adıyla oynanan çocuk oyunu –ç.n.