“Fernand Braudel talihi (fortuna) yakalayan bir insandı, bir kere değil, fakat karşısına çıkarıldığı her seferinde. Bir kişi şans eseri dünya sosyal biliminin önde gelen bir şahsiyeti haline gelmez. Ancak talihi yakalamak yalnızca yakalama istencini değil, [aynı zamanda] yakalanacak talihi de gerekli kılar. Yakalanacak talih, konjonktürde yer alır ve konjonktürü değerlendirmek için, bizim onu yapı içine yerleştirmemiz gerekir.” Immanuel Wallerstein
19. yüzyıldan bu yana Tarih, önceki dönemlerden farklı olarak, beşerî bilimler içinde örgütlenmiş akademik bir disiplin. Bugün üniversitelerde tarih bölümleri var, periyodik ya da önemli tarihlerin yıldönümlerinde uzmanların katıldığı tarih kongreleri düzenleniyor, örgün eğitimin neredeyse her kademesinde tarih dersleri yer alıyor, akademik ve popüler tarih dergileri çıkarılıyor; ayrıca son yıllarda geçmişte yaşamış kişiler ya da yaşanmış olaylar hakkında tarih belgeselleri ya da tarihsel diziler yapılıyor. Tarih disiplini bu konumunu iki olguya borçludur: 1789’dan itibaren billurlaşan ulus-devlet yapıları ve bunu izleyen yıllarda örgütlenen bilim dünyası.
19. yüzyıl başında modern üniversiteler doğarken önceden var olan tıp, ilahiyat ve hukuk alanları ayrı fakülteler olarak örgütlenmiş, doğa ve toplum ayrımı yapılarak bu alanları araştırmak üzere Fen ve Beşerî Bilimler fakülteleri oluşturulmuştu. Bu süreçte, Tarih disiplini de yeniden biçimlenmiş, Leopold von Ranke’nin belgelere dayanan ve gerçekte ne olduysa onu açığa çıkarmaya çalışan olaycı ve kronolojik tarih anlayışı benimsenmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Beşerî Bilimler ile Doğa Bilimleri arasına Sosyal Bilimler yerleşecek ve böylece günümüzde de geçerli olan akademik tablo tamamlanacaktı. Her ikisi de toplumun bilgisiyle uğraşan Beşerî Bilimler ve Sosyal Bilimler, bu bilgiye erişmek için farklı ve birbirine rakip anlayışlar benimsemişti: Beşerî Bilimler biricik olanın bilgisini tasvir ederken, Sosyal Bilimler genel olanın yasalarını araştıracaktı.
Bilgiyi biricik ve genellenemez gören tasviri bilim anlayışı ile bilgiyi tarih dışı gören yapısal bilim anlayışı birlikte akademik alana hâkim olurken üniversite içinden ve dışından direnişle karşılaştı. Bu direniş odaklarından biri de 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan Annales Okulu’ydu. Lucien Febvre ve March Bloch tarafından 1929’da yayınlanan Annales d’Histoire Économique et Sociale (Ekonomik ve Sosyal Tarih Yıllıkları) dergisi ile kurumsallaşan Annales Okulu, yalnızca siyasal olayların kronolojik sıralamasına dayanan akademik tarih anlayışını eleştiriyor ve iktisat, antropoloji, coğrafya, nüfus bilim ve iklim bilimden de beslenen ve yapısal unsurları da araştıran yeni bir tarih anlayışı öneriyordu. Türkiye’de Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık gibi tarihçileri de etkileyen Annales Okulu, Altın Çağı’nı Fernand Braudel’in de katılmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadı.
Annales Okulu’nun akademi içindeki ve dışındaki etkisi 1970’lere gelindiğinde büyük ölçüde aşındı ve Tarih disiplini dışından, özellikle de Andre Gunder Frank, Immanuel Wallerstein, Giovanni Arrighi gibi iktisat ve sosyoloji alanlarından gelen kimi isimlerin geçmiş değerlendirmeleri yeni bir dönem başlattı. Daha sonra Wallerstein tarafından Dünya-Sistemleri Analizi olarak adlandırılacak olan bu yaklaşım, 19. yüzyılda kurumsallaşan bilgi yapılarını tamamen reddederek, bilginin bütünselliğini savunan; olaylara değil, dönemsel (konjonktürel) ve yapısal olana odaklanan bir geçmiş inşasını amaçlıyordu. Annales Okulu’nun en parlak ve verimli ismi nasıl Fernad Braudel ise, Dünya-Sistemleri Analizi’nin en parlak ve verimli ismi de Immanuel Wallerstein idi. Bu yazıda, Braudel ve Wallerstein’in büyük entelektüel merak ve açıklıkları sayesinde, geleneksel Tarih yazımının dışına çıkarak, gerçekleştirdikleri geçmişi inşa yöntemlerinin benzerlikleri ve farklılıkları üzerinde durulacaktır.
FERNAND BRAUDEL: BİR ÖNCÜ
Braudel, 1923’te Sorbonne Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra, 1924-1932 arasında o zamanlar Fransız sömürgesi olan Cezayir’de; 1932-1935 arasında da Paris’te liselerde Tarih öğretmenliği yapmıştı. 1935’te Brezilya’ya giderek San Paulo Üniversitesi’nde çalışan Braudel, 1937’de Fransa’ya dönerken gemide Lucien Febvre ile tanışmış ve dost olmuştu. Bu dostluk Braudel’in Annales Okulu’na katılmasıyla sonuçlandı ve bu ilişki doktora tezinin temel bakış açısını değiştirdi: Febvre, tez konusunu öğrendikten sonra, Braudel’e “II. Felipe ve Akdeniz güzel bir konu. Ancak neden Akdeniz ve II. Felipe değil? Bu da başka bir mükemmel konu. Çünkü iki başkahraman Felipe ile İçdeniz arasındaki benzerlik aynı düzeydeki bir benzerlik değil” demişti.[1] 1940’ta, Almanya Fransa’yı işgal edince, o sırada asker olan Braudel esir düştü ve savaşın sonuna kadar bir Alman askeri hapishanesinde kaldı; bu sırada da Febvre’nin gönderdiği birkaç kitap dışında, hiçbir kaynağa başvuramadan II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı tezini yazdı. Onu dünya çapında üne kavuşturacak -ve izleyen yıllarda genişletilerek defalarca basılacak- olan bu tezle 1947’de Sorbonne Üniversitesi’nden doktora derecesini alan Braudel, Sorbonne tarafından öğretim üyeliğine kabul edilmedi, ancak 1949’da Collège de France’a üye seçildi. Braudel, burada Lucien Febvre ile birlikte École Pratique des Hautes Études’ün (İleri Araştırmalar Uygulama Okulu) ‘6. Bölümü’nde, üniversite dışında örgütsel bir yapıda çalışmalarını sürdürdüler. 1956’da hocası Febvre’in yerine bu kurumun başına geçen Braudel, 1963’te yürütülen çalışmaların çok uluslu boyutunu da göz önüne alarak Maison des Sciences de l’Homme’u (İnsani Bilimler Evi) kurdu. 1968 Mayıs’ında yaşanan büyük ayaklanma sırasında Braudel, biraz da şaşkınlıkla, öğrenciler tarafından yerleşik bir kurum ve düzenin bir parçası olarak algılandıklarını ve sorgulandıkları fark etti. 1969’da Annales dergisinin yayın yönetmenliğini, 1970’te de bir süre sonra üniversiteye dönüştürülecek olan ‘6. Bölüm’ başkanlığını bıraktı. 1979’da ikinci büyük eseri Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm’i üç cilt halinde yayınladı ve 1985’te öldü.
Braudel, 1902’de Fransa’nın Almanya sınırındaki bir kasabada doğmuş ve klasik bir eğitim almıştı; ancak daha sonra sekiz yıl Cezayir’de öğretmenlik yaptı; ardından Brezilya’da iki yıl ve Almanya’da askeri hapishanede yaklaşık beş yıl geçirdi. Kendisi bu yaşamın Akdeniz ile ilgilenmesinde ve yapıtlarında önemli olduğunu söyler. Rankeci klasik Tarih anlayışının sorgulandığı bir dönemde Febvre ve Annales ile tanışmasının ve hapishanedeki kaynak kıtlığının, Braudel’i olaylar yerine yapılara bakmaya yönelttiği genel kabul görmektedir. Bu durum, Immanuel Wallerstein’in de belirttiği gibi Braudel’in talihi yakalama iradesiyle, daha açık bir deyişle ondaki entelektüel merak ve yeniye açıklık ile yakından ilgilidir: Başyapıtının ilk baskısında yazdığı gibi, “her eser kendini devrimci olarak hisseder, kendisi için bir şeyler fethetmek ister ve böyle olmaya gayret sarf eder”.[2] Ama aynı zamanda, Wallerstein’in vurguladığı gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu bir görünüm arz eden dünyada, Fransa’nın, ABD ile SSCB dışında -özellikle de kendini kültür düşünce alanında öne çıkaran- üçüncü bir güç arayışına yol açan milliyetçi yönelimle de ilgilidir. Annales’in 1968’den sonra etkinliğini kaybetmesi ise geleneksel solun SSCB zincirinden kurtulması, yeni sol hareketlerin ortaya çıkması ve Marksizm’in üniversitelerde artık saklanmaya gerek duymamasının bir sonucudur.
IMMANUEL WALLERSTEIN: BİR DEVRİMCİ
1976’da, Braudel ve Annales’in popülerliğini yitirdiği dönemde, ABD’de Binghamton Üniversitesi’nde (SUNY-New York Eyalet Üniversitesi) Fernand Braudel Ekonomiler, Tarihsel Sistemler ve Uygarlıklar Araştırmaları Merkezi kuruldu. Merkezin kuruluşunda başrolü oynayanlardan birisi de Immanuel Wallerstein idi. Wallerstein, Braudel’in aksine, sınır boyundaki küçük bir kasabada değil, 1930’da dünyanın merkezi olma yolunda ilerleyen New York’un Manhattan adasında doğmuştu; temel eğitimini New York’ta yaptı ve oradaki Columbia Üniversitesi’ni bitirdi. Lisans eğitimini tamamladıktan hemen sonra Columbia Üniversitesi’nde öğretim elemanı olan Wallerstein yüksek lisans tezini McCarthyizm, doktora tezini ise Gana ve Fildişi Sahili’ndeki bağımsızlık süreci üzerine yazdı. Akademik yaşamının ilk yıllarında Afrika ile ilgilenen Wallerstein, -Braudel’in sistemin parçası olarak algılandığı- 1968 ayaklanması sırasında öğrencilerle birlikte tavır aldı ve bu yüzden Columbia Üniversitesi’nden kibarca kovuldu. 1971-1976 yılları arasında Kanada’daki McGill Üniversitesi’nde çalışan ve burada kendini dünya çapında üne kavuşturacak olan Modern Dünya-Sistemi adlı eserinin ilk cildini yazan Wallerstein, 1976’da Binghamton Üniversitesi’ne (SUNY) geçti ve Fernand Braudel Ekonomiler, Tarihsel Sistemler ve Uygarlıklar Araştırma Merkezi’nin kuruluşuna katılarak ilk yöneticisi oldu. 2005 yılına kadar Fernand Braudel Merkezi’nin yöneticiliğini sürdüren Immanuel Wallerstein, son yıllarında Yale Üniversitesi’nde kıdemli araştırmacı olarak çalıştı. Modern Dünya-Sistemi adlı eserinin dördüncü cildine kadar gelen Wallerstein, çok sayıda kitap ve makale kaleme aldığı akademik yaşamının yanı sıra, gündelik siyasal gelişmeleri Dünya-Sistemleri Analizi perspektifinden değerlendirdiği yorumlar da yazdı ve başta Dünya Sosyal Forumu olmak üzere sistem karşıtı hareketleri aktif olarak destekledi.
2019’da hayatını kaybeden Wallerstein gerek eğitim gerekse akademik yaşamı boyunca saygın üniversitelerde çalışmış, 1975-1995 arasında fasılalarla Paris’teki École des Hautes Études en Sciences Sociales’in (Sosyal Bilimler İleri Araştırmalar Okulu) yöneticiliğini, 1995-1988 arası Uluslararası Sosyoloji Derneği’nin başkanlığını ve 1990’larda Gulbenkian Komisyonu’nun üyeliğini yapmıştı. Wallerstein sosyal bilimler ve beşerî bilimler arasındaki ayrıma ve bilginin olanın bilgisi/iyi ve doğrunun bilgisi biçiminde parçalanmasına karşı çıkarak, bütün bilginin geçmişe ait olduğu bilinciyle, yeni bir Tarih değil Tarihsel bir Sosyal Bilim inşa etmeğe çalıştı. Bunu yaparken de Marx, Weber ve Freud’un yanı sıra Wright Mills, Georg Simmel, Lewis Coser, Max Gluckman, Joseph Schumpeter, Karl Polanyi, Frantz Fanon, Fernand Braudel ve Ilya Progine gibi düşünür, bilim insanı ve yazarlardan, Gandhi ve Nehru gibi politikacılardan, Afrika bağımsızlık hareketinden ve Quebec’teki etnik çatışmalardan etkilendi ve öğrendi. Wallerstein’i geleneksel bilim anlayışından koparan temel olgu ise geleneksel sistem karşıtı hareketlerin tarihsel başarı ve başarısızlığının ürünü olan ve nihayetinde de çöküşüne yol açan 1968 Ayaklanması idi. O, bu ayaklanmadan itibaren farklı görüşlerden ve alanlardan geniş bir yelpaze oluşturan düşünürlerle entelektüel olarak hesaplaştı. Ancak unutulmamalı ki, 1968 yalnızca geleneksel sistem karşıtı hareketlerin değil aynı zamanda ilerleme ve insan aklının mutlak üstünlüğüne dayanan ve amaç için araçları görmezden gelen kapitalizmin jeokültürünü de yerle bir eden bir süreci başlatmıştı, dolayısıyla konjonktür ve yapı kapitalizmin tarihsel ve bütünlüklü bir çözümlemesine olanak veriyordu.
YENİ BİR ANALİZ BİRİMİ
1789’dan itibaren yapılanan beşeri bilimler ve sosyal bilimler, inceleme ve analizlerini ya bir ‘büyük kişi’, ya bir ‘ulus’ ya da bir ‘ülke’ temelli yapıyorlardı: Amerika Bağımsızlık Savaşı yürütüyor, Fransız Devrimi oluyor, Almanya ve İtalya ulusal birliğini kuruyor, Türkiye modernleşiyor, Hindistan bağımsızlığını kazanıyordu… Geleneksel bilim anlayışına rakip olan Marksizm de, her ne kadar ‘üretim tarzı’ kategorisini kullansa da, bu açıdan çok farklı değildi: Marx, Kapital’de verdiği örneklerin İngiltere’den olması hakkında “anlatılan senin de hikâyendir”[3] derken Almanya’nın da benzer bir süreci yaşayacağını kastediyor; Lenin Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’ni yazıyordu. Çünkü Marksizm’e göre, bir üretim tarzı ancak belli bir ülkedeki tarihsellik bağlamında, yani bir Toplumsal Formasyon olarak incelenmeye müsaitti.
Ulus-devletlerden oluşan bir dünyada başka türlü düşünen ve farklı bir analiz birimini kullanarak geçmişe bakan ilk kişi Fernand Braudel oldu. Braudel, başyapıtında analiz birimi olarak bir kişi, bir ulus ya da bir ülkeyi değil bir denizi seçmişti: Akdeniz. Kitabının ilk bölümünde bütün coğrafi özellikleri, hayvan ve bitki türleri ve iklimiyle Akdeniz’in beş bin yıllık geçmişi ele alınıyor, ikinci bölümde yaklaşık yüz elli yıllık bir dönemde Akdeniz çevresindeki iktisadi ilişkiler inceleniyor ve son bölümde, bütün bu koşullarda yaşayan II. Felipe’nin siyasal kararları ele alınıyordu. Wallerstein ise yepyeni bir analiz birimi önerdi: Tarihsel Sistem. O, Tarihsel Sistem derken, ayırt edici bir özelliğe uygun davranışları ödüllendiren yapısal bir iş bölümünün doğuşunu, hayatını ve kendi iç çelişkileri sonucu kaçınılmaz olarak yaşanacak olan ölümünü kastediyordu. Diğer bir deyişle yapılar, bu analiz birimini Sistem yaparken, bu yapıların bir başı ve sonu olması onu Tarihsel kılıyordu. İnsanlık, tarihi boyunca üç farklı tarihsel sistem tipiyle karşılaşmıştı: Dünya-İmparatorluk, Dünya-Ekonomi ve Mini Sistemler. Eğer geçmişe bakacaksak bir kişi, bir ulus ya da bir ülkeye değil bir tarihsel sisteme bakmalı, önce onun tipini ve ayırt edici özelliğini saptamalı; sonra da yapısal iş bölümünün doğuşunu, gelişimini ve ölümünü izlemeliydik.
TOPLUMSAL ZAMANLAR
Başlangıçta İktisat, Sosyoloji ve Siyaset Bilimi’nden, (sonradan da Antropoloji’den) oluşan sosyal bilimler genellikle zamandan kaçıyor, zaman ötesi yasaların ve adeta zamansız yapıların peşinde koşuyordu. Geleneksel Tarih yazımı (ve yalnızca toplumsal değişme sürecine eğildiği sıralarda sosyal bilimler) ise kronolojik bir zaman anlayışına yaslanıyordu. Ancak, her bakış açısı da zamanın toplumsal olarak kurulabileceği ve farklı zaman türleri olabileceğini aklına bile getirmiyordu. Sosyal bilimler alanında Zaman hakkında düşünen ve farklı toplumsal zamanlar olabileceğini ileri süren ilk kişi gene Braudel oldu. Akdeniz ve Akdeniz Dünyası’nın önsözünde, Braudel üç farklı zamandan söz ediyordu: Akdeniz’in çok yavaş akan beş bin yıllık Coğrafi Zamanı, Akdeniz’deki yüz elli yıllık Toplumsal Zaman ve II. Felipe dönemindeki Bireysel Zaman ve kitabını buna göre bölümlere ayırıyordu. Braudel, daha sonra, 1958’de yayınlanan “Tarih ve Toplumsal Bilimler-Uzun Süre” başlıklı makalesinde bu zaman türlerini yeniden düzenleyecektir: Kronikçinin ya da habercinin Olay Zamanı; iktisatçının Konjonktürel Zamanı ve yapıların Uzun Süresi (Longue Duree) ve son olarak Levi-Strauss’un yapısalcılığını tanımlamak için kullandığı Çok Uzun Zaman.
Wallerstein ise, Braudel’den yola çıkarak, yalnızca zamanın değil uzayın da toplumsal olarak kurulduğunu öne sürecek ve beş ayrı toplumsal uzay-zaman tanımlayacaktır: İlk olarak, Braudel’in ‘toz’ olarak tanımladığı geleneksel tarihçilerin kullandığı olayların uzay-zamanı ya da Episodik Uzay-Zaman. İkinci olarak Kondratiyef’in iktisadi döngülerinden hareketle tanımladığı Çevrimsel Uzay-Zaman. Bu uzay zaman, genellikle elli/altmış yıllık dalgalar halinde yaşanan ve kendi içinde bir genişleme, bir de daralma dönemlerinden oluşan bir uzay-zamandır. Üçüncü olarak tarihsel sistemlerin ömrüyle ilişkili olan ve yapısal iş bölümünün oluşum ve gelişimini ele alan Yapısal Uzay-Zaman. Dördüncü olarak yasaların peşinde koşan sosyal bilimcilerin kullandığı ve Braudel’in ‘eğer varsa ancak bilgelerin zamanı olabilir’ dediği Ebedi Uzay-Zaman. Son olarak da fırsatların ya da talihin zamanı olarak tanımladığı, bir tarihsel sistem çökerken ve yeni bir tarihsel sistem ya da tarihsel sistemler doğarken yaşanan Kaosun zamanı olan Kairos.
KAPİTALİZM
Kapitalizm, hem savunucularının hem de başta Marksizm olmak üzere muarızlarının gözünde serbest ve rekabetçi bir piyasa (pazar) olarak doğmuş; devlet, ekonomi ve toplumun birbirinden özerkleşmesine olanak vermişti. Genel kabule göre, tarihsel gelişmenin ileri bir aşamasını temsil eden kapitalizm, her bir ülkede belli bir güce ulaşan burjuvaların feodal düzeni tasfiye ederek piyasanın ulusal ölçekte bütünleşmesinin ve özgürce gelişmesinin önünü açmasıyla ortaya çıkıyordu. Ayrıca, burjuvalar ticaret, sanayi ve malî alanlardan birinde faaliyet göstererek uzmanlaşmaktaydılar. (Lenin, bu açıdan Marksizm’de bir yenileme yapacak ve kapitalizmde ikinci bir aşama, sanayi sermayesi ile mali sermayenin bütünleştiği emperyalizm aşamasını tasvir edecek; Troçki ise kapitalizmin dünya ölçeğinde işlediğinden hareketle tek bir ülkede sosyalizmin gerçekleşmesinin imkânsızlığına değinecektir, ancak kapitalizmin kökenine atfedilen piyasa olgusu Marksistler arasında popülerliğini sürdürmeye devam edecektir.)
Braudel, bu kapitalizm anlayışına kapitalizmin üç katlı bir eve benzediğini söyleyerek karşı çıkar: Bu evin giriş katında gündelik maddi hayat yer alır; birinci kat pazarda gerçekleşen ekonominin alanıdır, ikinci ve en üst kat ise gerçek kapitalizmin. Braudel’e göre pazar arz ve talebin fiyatı oluşturduğu, küçük kârların gerçekleştiği özgür ve saydam bir alandır; gerçek kapitalizm ise olağanüstü kârların gerçekleştiği, pazar karşıtı, tekelci ve mat bir alan. Gerçek kapitalizm, ancak egemen bir gücün (devletin) kamusal denetimi ve rekabeti (pazarı/piyasayı) ortadan kaldırmasıyla mümkün olabilir. Bu bakış açısına göre pazar temelli ekonomik hayat sıradan insanların alanıdır, gerçek kapitalizm ise hegemonik güç tarafından güvenceye alınılır ve onda ifadesini bulur. Braudel, gerçek kapitalistlerin ticaret, sanayi, tarım, finans gibi alanlarda uzmanlaşmış olduğu görüşüne de karşı çıkar: Gerçek kapitalistler azami kar neredeyse orada faaliyet gösterecek, bunun için durmadan alan değiştirecek kadar esnektirler. Braudel, böylece toprak beylerinin serfleri sömürdüğü feodal dönemde özgür kentlerde gelişen burjuvazinin kapitalizmi egemen kıldığı mitini yerle bir eder. Onun gerçek kapitalistleri, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, bir gün köle tüccarı, ertesi gün kölelerin çalıştığı bir şeker kamışı plantasyonunun efendisi, bir sonraki gün bankacıdır. Fırsatı gördüğü anda demiryollarına yatırım yapar, büyük fabrikalar kurmaya girişip köleliğe karşı çıkar; işine geldiği gün süpermarket zinciri açar.
Wallerstein’e göreyse, kapitalizm sonsuz sermaye birikimini önceleyen dünya-ekonomi tipinde bir tarihsel sistemdir. Bu tarihsel sistem, yani Kapitalist Dünya-Ekonomi, 1500’lerde Batı Avrupa’da doğmuş, Atlantik Okyanusu’nun Avrupa, Afrika ve Güney ve Kuzey Amerika kıtaları arasında bir ticaret üçgeni kurarak yayılmış ve yeryüzündeki diğer tarihsel sistemleri yutarak, tarihte ilk defa bütün yeryüzünü tek bir tarihsel sistem altında birleştirmiştir. Kapitalist Dünya-Ekonomi tarihi boyunca Hollanda, Birleşik Krallık ve ABD hegemonyalarını yaşamış ve bugünlerde içsel çelişkileri sonucunda çökmekte olan bir tarihsel sistemdir. Bu sistemin yapısal öğeleri uzun meta zincirleri, modern devletlerden oluşan bir devletlerarası sistem, modern sınıfların türediği hane halkları ve sistemin yakın zamana kadar sorunsuz bir biçimde işlemesini sağlayan bir jeokültürden oluşmaktadır. Kapitalizmin çöküşünden sonra yerine neyin ya da nelerin geçeceği bugünden belirsizdir, gelecek ancak onu gerçekleştirmek için mücadele eden güçlerin (ki, bu güçler en geniş anlamıyla sınıflardır) mücadelesi sonucunda belirlenecektir. Bir tarihsel sistemin normal döngülerini yaşadığı dönemde büyük girişimler ancak küçük sonuçlar doğurabilir, ancak tarihsem sistemlerin çöküş anları (Kairos) küçük girişimlerin büyük sonuçlar doğurmasına imkân verir.
SONUÇ
Fernand Braudel, akademideki yerleşik Tarih anlayışına karşı çıkan, yeni bir Tarih disiplini için çabalayan ve kapitalizmin Altın Çağı olarak tanımlanan 1945-1968 arasında etkili olmuş bir tarihçiydi. Ona göre bu yeni “tarih, olası bütün tarihlerin toplamıdır. […] Bana göre tek hata, bu tarihlerden birini diğerlerini dışta bırakacak şekilde tercih etmektir.”[4] Braudel yaşamı boyunca mesleğinin başındaki iki yıllık Brezilya deneyimi hariç, üniversite kurumundan ve aynı ölçüde siyasal tartışmalardan uzak kalmış ve varlığını akademik tartışmalar üzerine kurmuştu. Buna karşın Immanuel Wallerstein, asıl olarak, kapitalist jeokültürün çöküşüne işaret eden 1968’den itibaren etkili olmuş, bütün bilginin geçmişin bilgisi olduğunu bilen; bilginin doğrunun ya da iyinin bilgisi veya biricik olanın ya da yasaların bilgisi biçimlerinde ayrılmasına karşı çıkan ve yeni bir Tarihsel Sosyal Bilim kurmaya çalışan bir akademisyendi. Yaşamı boyunca saygın üniversitelerde çalışmış, siyasal gelişmelerle hep ilgilenmiş ve sistem karşıtı hareketlerle yakın ilişkiler kurmuştu. Bu nedenle, ölmeden önceki son yazısında bizlere şöyle sesleniyordu: “Dünya yan yollardan birine saparak yoluna gidebilir. Ya da gitmeyebilir. Sınıfı çok geniş bir anlamda kullanırsak, asıl mücadelenin sınıf mücadelesi olduğunu geçmişte belirtmiştim. Gelecekte hayatta olanların yapabilecekleri şey kendileri ile mücadele etmektir ki, bu değişim gerçek bir değişim olabilsin. Hâlâ böyle düşünüyorum ve sanırım dönüşüm sağlayan gerçek bir değişimi başarmak için yarı yarıya şansımız var, ama sadece yarı yarıya.”[5]
DİPNOTLAR
[1] Lucien Febvre’den aktaran Wallerstein, “Fernand Braudel, Tarihçi”, Sosyal Bilimleri Düşünmemek içinde, s.: 266.
[2] Braudel, “Birinci Yayınlanışın Önsözü”, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, s.: XVII.
[3] Karl Marx, (çev.: Alaattin Bilgi), “Almanca Birinci Baskıya Önsöz”, Kapital, Birinci Cilt, 3. Baskı, (İstanbul: Sol Yayınları, 1986), s.:17.
[4] Braudel, “Tarih ve Toplumsal Bilimler-Uzun Süre”, Tarih Üzerine Yazılar içinde s.:64-65.
[5] Immanuel Wallerstein, “This is the end; this is the beginning”, https://iwallerstein.com/this-is-the-end-this-is-the-beginning/ (erişim: 09.12.2019).
Kaynakça
Andre Gunder Frank, “Immanuel and Me With-out Hyphen”, Journal of World-Systems Research, c: 6, s.2, 2000 içinde, https://jwsr.pitt.edu/ojs/index.php/jwsr/article/view/224/236 (erişim: 09.12.2019).
Fernand Braudel, (çev.: Mehmet Ali Kılıçbay) Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, iki cilt, (İstanbul: Eren Yayıncılık, 1989 ve 1990).
Fernand Braudel, (çev.: Mehmet Ali Kılıçbay), Tarih Üzerine Yazılar, (Ankara: İmge Kitabevi, 1992).
Fernand Braudel, (çev.: Mehmet Ali Kılıçbay), Maddi Uygarlık- Ekonomi ve Kapitalizm, Üç Cilt, 3. Baskı (Ankara: İmge Kitapevi, 2017).
Walter L. GoldFrank, “Paradigm Regained? The Rules of Wallerstein World-System Method”, Journal of World-Systems Research, c: 6, s.2, 2000 içinde, https://jwsr.pitt.edu/ojs/index.php/jwsr/article/view/223/235 (erişim: 09.12.2019).
Gulbenkian Komisyonu, (çev.: Şirin Tekeli), Sosyal Bilimleri Açın, (İstanbul: Metis Yayınları, 1996)
Immanuel Wallerstein. (çev.: Taylan Doğan), Sosyal Bilimleri Düşünmemek 19. Yüzyıl Paradigmasının Sınırları, (İstanbul: Avesta Yayınları, 1997).
Immanuel Wallerstein, (çev.: Tuncay Birkan), Bildiğimiz Dünyanın Sonu Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim, (İstanbul: Metis Yayınları, 2000).
Immanuel Wallerstein, (çev.: Ender Abadoğlu), Yeni Bir Sosyal Bilim İçin, (İstanbul: Aram Yayıncılık, 2003).
Immanuel Wallerstein, “The Development of an Intellectual Position”, https://iwallerstein.com/intellectual-itinerary/ (erişim: 09.12.2017).
Immanuel Wallerstein, “Training and Academic Career”, https://iwallerstein.com/about/ (erişim: 09.12.2017).
Immanuel Wallerstein, “This is the end; this is the beginning”, https://iwallerstein.com/this-is-the-end-this-is-the-beginning/ (erişim: 09.12.2019).
Mehmet Ali Kılıçbay, Fernand Braudel, https://islamansiklopedisi.org.tr/braudel-fernand (erişim: 09.12.2017).