Evrensel bir çocukluk tarihinden ziyade, çocukluğun toplumsal, siyasal ve kültürel olarak nasıl yapılandırıldığını, devrim öncesinde (11. Yüzyıl ile 17. Yüzyıl arasında) Fransa’da resmedilen çocukluk imgelerinin arkeolojisi[1] üzerinden serimleyen Philippe Ariès (Onur, 2005: 29), çocuk ölümlerinin son derece yüksek olduğu ve çocuklara yönelik genel bir ilgisizliğin hüküm sürdüğü Ortaçağ’da, dini bağlamda ele alınan çocukların, küçük yetişkinler olarak resmedildiğine; duygusal olarak yetişkinlerle bir tutulduklarına; çocukluğun ise “yetişkinliğe geçiş dönemi” olarak tanımlandığına işaret eder (1988: 93). 17. yüzyıla gelindiğinde ise, çocuklara dair yeni bir duygusal kültürün oluşmaya başladığına; çocukların, aile resimlerinin merkezinde yer almaya başladığına; resim sanatında çocuk bedenine yönelik ilginin arttığına; çocukların masumiyetin sembolüne ve ruhun temizliğinin metaforuna dönüştüğüne dikkat çeker (1988: 108). Ariès, tespit ettiği bu dönüşümü, 16.Yüzyıl’dan itibaren yetişkinlerinkinden farklılaştığı görülen çocuk kıyafetlerine ve oyunlarına ilişkin yürüttüğü inceleme ile de ayrıntılandırır, belirginleştirir. 18. Yüzyıldan itibaren ise, askeri kurumları örnek alan, erkekliğin, sertliğin ve dayanıklılığın vurgulandığı okul sisteminin oluşturulmasının beraberinde getirdiği düzen ve hiyerarşi kategorilerine ışık tutar (1988: 378).
Ariés’in zihin-açıcı çalışmasından ilham alan ve Kıta Avrupa’sı toplumlarında çocukluk kurgusunun belirmesinde rol oynayan düşünürleri mercek altına alan Hugh Cunningham da, bugün anladığımız anlamda çocukluk kavrayışının oluşmasında sekülerleşmenin (dünyevileşen bir özel yaşamın ortaya çıkışının) önemli rol oynadığını anlatır. Çocukların, 18. Yüzyıldan itibaren, ardında bir tanrı fikrinden ziyade doğa idesinin yer aldığı, gelişme ve büyüme yeteneklerine istinaden değerlendirilmeye başlandığını vurgular (2006: 95). Cuningham, Locke’un tabula rasa (boş levha) kavramsallaştırmasının, birbirinden farklı ve eşitsiz potansiyellere sahip çocuk zihinlerinin, eğitimcinin iktidar ve sorumluluğunda doldurulması gereken boş birer levha olarak kavranmasına zemin hazırladığını; böylelikle çocuk odaklı topluma giden yolda çocuk bireyselliğinin tanınması açısından önemli bir ilk adım attığını ileri sürer (2006: 98). Cuningham’a göre, çocuğu, henüz toplumsallaşmamış; içine doğduğu dünyanın deneyimlerinden, toplumsal, siyasal ve kültürel belirlenimlerinden azade bir varlık olarak; insanın doğal haline en yakın varlık olarak değerlendiren Rousseau ise, çocuk olma hakkını tanımak ve bu düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamak suretiyle bu yönde bir diğer kuvvetli adım atar (2006: 102). Rousseau’nun, doğa ve çocukluk arasında kurduğu bağ, günümüz çocukluk algısının oluşmasında rol oynayan düşünce akımlarından bir diğeri olan romantik düşünce üzerinde etkili olur: romantik yazarların duyarlı dili, çocuk yetiştirme kitaplarından çocukluk üzerine ortaya konan edebi eserlere uzanan geniş bir yelpazede yankı bulur (2006: 116).
Ariés ve Cuningham’ın, Kıta Avrupası deneyiminin çocukluk kavrayışındaki dönüşüme ilişkin işaret ettiği düşün, söylem ve pratikler, yetişkinlerin çocukluğa yönelen bakışının toplumsal ve kültürel belirlenimlerine dair önemli ipuçları taşır. Bahsi geçen dönüşümün, Foucault’nun işaret ettiği Kıta Avrupası toplumlarının iktidar teknolojisindeki dönüşüm minvalinde gerçekleşmesi bir tesadüf değildir. Foucault’ya göre, 17.Yüzyıldan itibaren, yaşam üzerinde konumlanan iktidar ilişkileri iki temel biçimde gelişir: “bir makine olarak ele alınan bedenin terbiyesi, yeteneklerinin arttırılması, güçlerinin zorla alınması, yararlılığıyla itaatkârlığının…gelişmesi, etkili ve iktisadi denetim sistemleriyle bütünleşmesi, yani insan bedeninin anatomik-siyasal disiplinleri”; diğer yanda, “tür-beden’i merkeze alan…doğumlar ve ölüm oranı, sağlık düzeyi…ve bunların sorumluluğunun yüklenilmesiyle, bir dizi müdahale ve düzenleyici denetim yoluyla gerçekleştirilen biyo-siyaset” yer alır (Foucault, 1993: 143). Bu iki hattın bir arada yürütülmesi kuşkusuz kapitalizmin gelişmesinin vazgeçilmez zeminini sunar. “İnsan birikiminin sermaye birikimine göre ayarlanması, insan gruplarının büyümesinin, üretim güçlerinin yayılmasıyla kârın diferansiyel bölüşümüne eklemlenmesi, büyük çapta biyo-iktidarın çeşitli biçimleri ve yöntemleriyle işlemesi sayesinde mümkün olmuştur” (Foucault, 1993: 145). Bu bağlamda, çocukluk kavrayışındaki dönüşüm, çocukların, bir yandan beden disiplinlerine (eğitim sistemi vs), diğer yandan da nüfus düzenlemelerine bağlı olmalarıyla siyasal bir amacın nesnesi konumuna yerleştirilmesi ile yakından ilgili görünmektedir (Foucault, 1993: 149-151). Çocukluk, “bir toplumun özel bir yaş grubunun yaşam döneminin kurumsallaşmasının sosyo-kültürel fenomeni” olarak kavranır (Neumann-Braun, 2001: 93). Bir başka deyişle, “sanayileşme öncesi Avrupa toplumlarında büyümekte olanlar, durum ve statü arasında basit bir olumsallıktan ibaretken, 19. Yüzyıl’ın kapitalist toplumlarında devlet tarafından kontrol edilen eğitim sisteminin yaygınlaşmasının nesnesi ve sosyal bir tabakadan ibaret” olarak görülürler (Neumann-Braun, 2001: 93).
20. Yüzyılın başı, Kıta Avrupası’nda alt sınıflardan çocukların zorunlu eğitim sisteminin yaygınlaşmasıyla[2] üretici olan ekonomik rollerinin dışına çıkarıldıkları, ekonomik rollerinin tüketici olarak gelişmeye başladığı yıllardır. Çocuklara özgü mobilyalar, çocuklara özgü bir tıp bilimi olan pediatrinin gelişmesi,[3] nasıl çocuk yetiştirilmesi gerektiğine dair rehber kitaplar eşliğinde, dönemin tüketim alışkanlıklarında belirgin bir değişiklik açığa çıkar. Ebeveynlerin çocuklar için para ayırmaya başladığı bu yıllarda, çocukluk kültürünün ticari tatmin ile bütünleşmesi, modern eğitim projesinin eleğinden geçmesiyle, yetişkinler dolayımıyla gerçekleşir. Bu dönemde çocukluk ve piyasa arasındaki ilişki, çocuğun sadece geleceğin müşterisi olarak konumlandırılması ile sınırlıdır (Neumann-Braun, 2001: 106).
Savaş sonrasının tüketim toplumu, aile ilişkilerinin, emir komuta zinciri yerine daha dayanışmacı pratikler geliştirmesine ve çocukluk kurgusunun bu bağlamda değişmesine tanıklık eder. Piyasa da, geleneksel gelişim ve eğitim projesinin kabulleri ile arasına mesafe koymaya başlar. Bu dönemde öne çıkan bir başka gelişme ise, televizyonlar aracılığıyla, aile dolayımının ortadan kalkması, böylelikle, piyasanın doğrudan çocuklara ulaşmaya başlamasıdır (Neumann-Braun, 2001: 106). Piyasa ve çocukluk arasındaki ilişki, yetişkinlerin dolayımının ortadan kalkması ile çocukların da arzuları ile belirleyici oldukları bir nitelik kazanır (Neumann-Braun, 2001: 107).
1980’lerden itibaren, Avrupa toplumlarında hızla yeniden dönüştüğü gözlemlenen çocukluğa ilişkin kurgunun, toplumsal, siyasal ve kültürel bağlamlardaki dönüşümlerle ilişkili olduğu, bu çerçevede netlik kazanır. Bugünün toplumlarında çocukluk kurgusunu belirleyen ve yukarıda özetlenen dönüşümlerin birikimlerine dayanan üç merkezi kategori tespit etmek mümkün görünmektedir: Aile, eğitim sistemi ve piyasa (Hengst’ten aktaran Neumann-Braun, 2001: 105). Bu kategorilerin işbirliğinin günümüzdeki etkisi çocukluğun ticarileşmesidir (Neumann-Braun, 2001: 91). Çocuklar, piyasanın sunduklarına daha çok yönelirken, piyasa da, çocukları kâr getiren bir hedef grup olarak değerlendirerek, reklamlar, görsel iletişim araçları üzerinden piyasanın yapı ve dinamiklerine uyumlu kılmaya çaba gösterir (Neumann-Braun, 2001: 94). Çocukluk, artık piyasanın ürünleri, hizmetleri, satış stratejileri ile büyümek anlamına gelmektedir (Neumann-Braun, 2001: 95). Büyümenin bu yeni minvalinin parametreleri ise, bizlere, çocukların yaşamlarının günümüzde nasıl ekonomikleştirilmekte olduğuna ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır.
DİPNOTLAR
[1] Ariés’in, orijinal adı L’enfant et la familiale sous l’ancien régime olan kitabının Türkçe karşılığı, Eski Rejimde Çocukluk’tur. Kitabın İngilizce çevirisinde, The Century of Chilhood (Çocukluk Yüzyılı); Almanca çevirisinde ise, Geschichte der Kindheit (Çocukluğun Tarihi) başlığı tercih edilmiştir. Almanca çeviriye önsöz yazan Hermut von Hentig, Michel Foucault’nun Deliliğin Tarihi isimli kitabına göndermede bulunmak için özellikle bu şekilde çevrildiğini aktarmaktadır (Hentig, 1988: 9).
[2] Zorunlu eğitim sistemi, çocukların yetişkinlerin dünyasından çıkarılmaları, böylelikle özne olarak görülmekten uzaklaşmaları, özgürlüklerine ve bağımsız düşüncelerine ket vurulması gibi sonuçlar doğurması dolayısıyla sıkça eleştirilmiştir. Ne var ki, okullar, özellikle 20. yüzyılın ilk yıllarında, çocukların ağır çalışma koşullarından uzaklaşmalarının da sembolüdür. Çocukların fabrika ve madenlerden çıkarılmalarını da sağlamıştır (Ntemiris, 2011: 27).
[3] Çocuk sağlığı alanında eğitim veren kürsüler, 1879 yılında, Paris’te; 1894’de Berlin’de ve 1888’de Amerika’da kurulur (Cunningham, 2006: 47). 20. Yüzyılın başında, 19. Yüzyıl ile kıyaslandığında çocuk ölümlerinde ciddi bir azalma gözlemlenir.
KAYNAKÇA
Ariés, Philipe (1980), Geschichte der Kindheit (Münih: DTV) (Çev. Caroline Neubaur ve Karin Kersten)
Cuningham, Hugh (2006), Die Geschichte des Kindes in der Neuzeit, (Düsseldorf: Patmos)
Foucault, Michel (1993), “Ölüm Üzerinde Hak ve Yaşam Üzerinde İktidar,” Cinselliğin Tarihi 1, (çev.) Hülya Tufan, (İstanbul : Afa)
Neumann-Braun, Klaus (2001) “Sozialer Wandel und die Kommerzialisierung der Kindheit”, Scholz, Gerhard (Der.), Perspektiven auf Kindheit und Kinder (Leske + Budrich: Opladen) 91-113.
Ntemiris, Nektarios (2011), Gouvernementalität und Kindheit, (Wiesbaden: VS).
Onur, Bekir (2005), Türkiye’de Çocukluğun Tarihi, (İmge Kitabevi: İstanbul)