2014 sadece Türkiye değil Fransa için de yerel seçim yılı. Hatta Fransızlar 2014 yılında hem yerel seçimler için hem de Avrupa Parlamentosu seçimleri için sandık başına gidecek.
Türkiye’ye göre adem-i merkeziyetçi, Avrupa Birliği’ne göre merkeziyetçi sayılabilecek Fransa’nın önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimleri heyecanlı geçecek gibi. Aslına bakarsanız, Fransa’nın yerel idari yapısı o kadar karmaşık ki, bu nevi şahsına münhasır yapıyı tamamen anlayabilmek sadece küçük bir azınlığın nail olduğu bir şeref haline dönmüş durumda. Fransa’nın merkeziyetçi yapıdan uzaklaşmaya başladığı 1980’lerden itibaren iktidara gelen her hükümet yerel yapılanma reformuna kendi imzasını bırakmak adına o kadar fazla müdahalede bulundu ki, sistemin bugün geldiği hali takip etmek adeta bir uzmanlık konusu haline geldi.
Hükümetin yerel idarelere devrettiği erk 1982’den beri artmakla beraber, Fransa’nın yerel bağımsızlığı İspanya, Almanya hatta İtalya ile karşılaştırılamayacak kadar düşük. Fransız yerel idarecilerin yetkileri sayılan Avrupalı meslektaşları kadar geniş olmasa da, yerel menfaatlerin gerektirdiği durumda başvurabilecekleri “genel yetki klozu” gibi bir kozları var. Daha doğrusu vardı. 2010 yılında Sarkozy iktidarı bir reformla bu imkânı kaldırdı. Ancak, şu anda iktidarda olan Sosyalist parti kendi reformlarında bu imkânı tekrar kullanılır hale getirebileceğinin sinyallerini veriyor.
Şu sıralarda Fransız siyasetinde faal bulunan çok sayıda partiden çeşitli adaylar yarışa girdiklerini açıklarken, çekişmeler hafiften başladı bile. Erken gündemin çarpıcı gelişmelerinden biri, Ulusal Cephe Ardenne adayının, siyahi adalet bakanı Christiane Taubira’yı maymuna benzetmesi ve “yerinin kabine değil bir ağaç” olduğunu söylemesi oldu. Gelen tepkiler üzerine özür dileyen Anne-Sophie Leclere kendisinin de ‘siyah arkadaşları olduğunu’ ve yanlış anlaşıldığını söylediyse de, Fransa’da aşırı sağda bile politika yapmak bizdekine göre daha nitelikli bir faaliyet olduğundan, adaylığı partisi tarafından geri çekildi.
Başkanlık seçimlerinde aday olan Jean-Luc Mélenchon’un sözcüsü Clémentine Autain ise Sol Cephe adına Sevran kentinden belediye başkanı adayı olacağını açıkladı. Hatırlarsınız, geçtiğimiz yıl Kasım ayında Sevran’ın şimdiki belediye başkanı çevreci Stéphan Gatignon, hükümetin yerel yardımları kesme kararı üzerine, zaten fakir olan şehri için meclisin önünde açlık grevi yapmıştı.
Bu arada, yakın zamanda seçim ortamının hararetini yükseltecek bir gelişme yaşandı. Ekim ayının ortalarında önümüzdeki baharda yapılacak seçimlerin olası atmosferini önceden analiz edebilmek açısından önemli olan küçük bir kantonal yerel seçim yapıldı. Ve korkulanın başa gelmekte olduğu görüldü. Seçim, iktidardaki Sosyalist Parti için tam bir hezimetle sonuçlandı. Aslında, Marsilya’nın yaklaşık 90 km kadar doğusunda yer alan Brignol’de yapılan seçim sonucunun sadece iktidardaki Sosyalist Partiye çarpan bir tokat olduğunu söylemek haksızlık olur. Sonuçlara bakılırsa 2014 siyaset sahnesi Fransa’da daha çok bir arena havasında geçecek. Arenadan çıkacak galibin aşırı sağcı, göçmen düşmanı, Avrupa Birliği karşıtı Pan-Avrupacı Marine Le Pen olup olmayacağını hep birlikte izleyeceğiz.
Brignol seçimlerinde Marine Le Pen’in partisi FN (Ulusal Cephe) adayı, %46 oy alan merkez sağ partisi UMP (Halk Hareketi Birliği) adayının karşısında oyların %54’ünü alarak gerçek bir zafer kazandı. Bu zaferin acı tarafı ise, aşırı sağ bir partinin aldığı oy oranının büyüklüğünden öte uzun yıllar Fransız Stalinist Komünist Parti (PCF) tarafından yönetilen bir şehirde kazanılmış olması.
Seçimin ilk turunu Ulusal Cephe adayı %40.4 gibi yüksek bir oranla kapatırken Sosyalist Partinin de desteği ile seçime girmiş olan Komünist Partinin adayı oyların sadece % 14,6’sını toplayarak büyük bir hezimetle ikinci tura katılma hakkını elde edemedi. Hezimete şaşıran sol ve “burjuvazi” Fransız siyasetinin alışkın olduğu üzere hemen Ulusal Cephe karşısında Cumhuriyetçi Cephe’yi oluşturdu ve aşırı sağ partinin yolunu kesmek için merkez sağdan UMP adayına oy çağrısı yaparak birlik oldu. Mamafih, daha önceleri işe yarayan bu yöntem bu sefer Ulusal Cephe’nin yolunu kesemedi ve %46’ya karşı %54 ile aşırı sağın adayı seçimin galibi olarak çıktı.
Bu küçük seçim eşantiyonu münferit bir sürprizden ziyade aşırı sağın Fransa’da yükselişinin önemli bir göstergesi olarak okunabilir. (Bu arada, Marine Le Pen, her ne kadar böyle yaftalanmak istemediğinden bahisle partisini “aşırı sağ” olarak niteleyenlere dava açmakla tehdit etmişse de, biz de Le nouvel observateur gibi bu partiye başka ne diyebileceğimizi bilemediğimizden, bu ifadeyle devam ettiğimizi belirtelim.)
Fransa siyasetinin iki ana akım partisinin ulusal cephenin gerisinde kalması sarsıcı bir durum. İktidardaki Sosyalist Partinin oy oranının %19’a gerilediği tahmin ediliyor. Merkez sağ partisi UMP’nin oyları %22 civarında, buna karşılık FN ile ilgili tahminler %24 civarında geziniyor. Bu tabloya bakılırsa, Fransız siyaseti önümüzdeki sene üç kutuplu bir siyaset yarışına sahne olacak gibi. Yani daha önceden beklendiği gibi bu seçimlerin muhalefetin iktidar partisi için bir güvenoyu arayışı olması biraz zor görünüyor. Daha ziyade ana akım siyasetin aşırı sağa karşı ayakta kalma direnişini izleyecek gibiyiz.
İktidara geldiğinden bu yana Sosyalist Partinin kendisine verilen desteğin %11’ini kaybetmiş olması ise sol açısından çok düşündürücü. Sol cepheyi oluşturan önemli Partilerden biri olan Sol Parti’nin (PG) karizmatik lideri Jean-Luc Mélenchon bu seçimlerde yaşanan başarısızlığın tamamen Başkan Hollande’ın fakirden alıp zengine verme politikalarının eseri olduğunu ve emekçi sınıfın bu yüzden sola sırtını döndüğünü söyleyerek Hollade’a sert eleştiriler getirdi. Maalesef haklı tarafları olsa da bu başarısızlıklarda Sosyalist Partiye tam desteğini veren PCF ve PG’nin de hiç payının olmadığını söylemek mümkün değil. Hollande’ın sol siyaset dediği tercihlerin çalışan kesimleri kemer sıkma politikaları ile boğmak olduğu ve bu açıdan Yunanistan’daki Papandreou, İspanya’daki Zapatero ve Alman Schröder’den bir farkı olmayacağı da daha baştan görünüyordu. Bunun yanı sıra, hükümetin Suriye karşısındaki savaş çığırtkanı tutumu, Roman göçmenlere karşı aldığı sert tavır, Müslümanlara karşı artan hoşgörüsüzlüğü ile beraber değerlendirildiğinde seçmen açısından Sosyalist Parti’nin nerede bittiği ve Ulusal Cephe’nin nerede başladığına ilişkin sınırların belirsiz hale gelmiş olması anlaşılmaz bir sonuç değil. Global kapitalizm krizinin artan boyutları ile beraber Fransa’da siyasetin tümden neo-faşist bir yapıya doğru evrilmesi ise üzücü ve düşündürücü.
Bu küçük ara seçimlerin gösterdiği başka bir sonuç ise bugüne kadar aşırı sağın güçlenmesine karşı set çeken Cumhuriyetçi cephenin artık bu misyonu yerine getirmesinin zor olduğu. Sol, sosyal demokratlar ve merkez sağ, aşırı sağa karşı birleştiklerinde yanlarında emekçi sınıfı bulamıyorlarsa bu çözümün verimliliğini tartışmak bile yersiz olmakla beraber, bu birliğin önümüzdeki günlerde gittikçe güçlenen aşırı sağ lehine çözülmesi de şaşırtıcı olmayabilir.
Önümüzdeki sene gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu seçimlerine geri dönecek olursak, yükselişteki Ulusal Cephe’nin bu gidişle Avrupa Parlamentosu’ndan en az 20 koltuk sahibi olabileceği söyleniyor. Avrupa Parlamentosu’nda resmi bir grup kurmak için yeterli sayı 25. Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliğinin Sovyetler Birliği ile aynı akıbete uğrayacağı, yakında onun gibi çökeceği kehanetinde bulunan Le Pen’in Avrupa Parlamentosu’nda kendi gibi aşırı sağcı ve Avrupa Birliği karşıtı Avusturyalı arkadaşlarıyla buluştuğunda neler olacağı da başka bir merak konusu. Kısacası, 2014 baharı sadece bizim yurtta değil Fransa’da da sıcak geçecek.