Grotesk, Ortadoğu Siyaseti ve Oryantalizm

Orta Doğu siyaseti üzerine söylemlerin birçok özelliği arasında eleştirel bir bakış açısından belki de en az dikkat çekmiş olanı bu söylemlerin siyasal olanı tanımlarken belirli bir zevk yargısına başvurmalarıdır. Batılı bir bakış açısından üretilen bir söylemsel alanda konumlandırılabilecek irili ufaklı her güncel müdahale şu veya bu şekilde liberal, temsili demokratik ve rasyonel-teknokratik bir biçemin ötesine taşan her siyasal üslubu duyarlı bir şekilde, doğrudan ya da zımni olarak, hızla teşhis eden bir yön içermekte. Bu teşhisin önemli bir aracı ise düzenli, rasyonel, sınır duygusu gelişkin ve uyumu odak alan bir siyasal estetiğin karşısında bu zevk yargısına ne tam anlamıyla yabancı ama ne de içinde olabilecek kadar tanıdık “grotesk” bir siyasal üslup ve evren tanımlamaktır. Bu yazıda yukarıda muğlak bir şekilde tanımladığım bu sorunsalı, yani bu imajlar ve söylemsel çerçeveler içinden Orta Doğu siyasetini düşünmenin sorunlarını, bir kaç somut örnek üzerinden tartışmak istiyorum.[1]

Yukarıda belirlenen malzemeyi tartışmadan önce grotesk ile ilgili daha kuramsal bir düzeyde bir kaç not düşmek faydalı olacaktır. Her ne kadar gündelik dile girmiş olsa da, groteskin tanımı üzerine birçok tartışmanın varolduğunu ve kavramın temel olarak sanat ve estetik alanına ait olduğunu vurgulamak gerekiyor. Steig’ın kavram üzerine en kapsamlı çalışmalardan biri olan Wolfgang Kayser’in Sanat ve Edebiyatta Grotesk kitabını psikanalizle diyaloğa sokarak belirlediği tanım şöyle: “Grotesk acayip olanın gülünç yoluyla idaresidir. … Çocuksu malzeme öncelikli olarak tehdit edici olduğunda karikatür de dahil bir çok güldürü tekniği tehdidi aşağılama ve alaya alma yoluyla ortadan kaldırmaya yönelir, fakat aynı zamanda saldırgan imalar ve tehditkar figüre kazandırılan tuhaflık yoluyla kaygı da güçlendirilir”.[2] Gerçek grotesk, yabancı dünya ile bizimkinin bağlantısının her zaman için altının çizildiği bir biçemdir.[3] Steig’a göre grotesk her zaman korkunç ve gülünç olanın bir bileşimidir ve maruz kalanlar üzerinde “teçhisatsızlandırıcı” bir etki yaratır.[4] Benzer bir şekilde Fingesten de groteski aynı anda karşıt ögelerin çatışan bir birlikteliğinin yarattığı görsel-psikolojik şaşırma etkisiyle tanımlar.[5] Kavram üzerine kapsamlı ve öğretici diğer bir çalışma ise groteski bir “yabancılaştırma” yapısı olarak tanımlar.[6] Groteskin en temel etkisi sıradan dünyanın tam olarak ortadan yok olmadığı ancak aradan çıkacağına dair bir belirti sergilemesidir.[7] İdeal olarak grotesk, gülme ve hayretin yanında korku da uyandırmalıdır. [8]

Yukarıda sıralanan bu tanımlar tekrar gözden geçirildiğinde ve seçici – sentetik bir bakış açısıyla tekrar yorumlandığında özellikle bir kaç nokta önplana çıkmakta. Bu tanımların ima ettiği özelliklerin başında gelen korkunç ve gülüncün groteskte birlikteliği, groteskin hem tanıdık ama hem de yabancı bir dünyayı tanımlamak için kullanılışı, öncelikli olarak sınırlarla ilgili, muhatabını eşikte bırakan bir etkiyi gündeme getirmektedir. Grotesk, fantezide ya da gerçeküstü biçemlerde olduğu gibi bir aşmanın değil ancak daha çok bir “taşma” halinin gösterenidir. Bu açıdan bakıldığında grotesk ile tanımlanan üslup rasyonel, sınırları gözeten, uyumlu ve uzlaşmacı olanın karşıtı olmayan, ancak bu sınırları rahatsız edici bir şekilde geçen bir taşma haline gönderme yapmakta. Grotesk ve ilintili bir kavramlar ve imajlar dağarcığı, aşağıda yürütülecek tartışma açısından ise en son tahlilde ulus devlet biçiminde varolan ancak onun liberal-demokratik çerçevesinden hafifçe taşan bir siyasal gerçekliği tanımlamak için kullanılmaktadır. Diğer bir deyişle grotesk, Batılı bir bakışla ve onun ölçülerince belirlenmiş uyum, uzlaşma ve sağduyu öngören bir biçemden taşıldığı her siyasal bağlamın hiyerarşik olarak tanımlanması esnasında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sınırlarla ve rasyonalite ile ilgili ölçüler groteskin tanımlanmasında belirleyici ögeler niteliği kazanmaktadır. Siyasal bir bağlama tercüme edildiğinde ise temel olarak liberal hukukun üstünlüğü ilkesinin ve rasyonel-teknokratik siyasa araçlarının ve yaklaşımlarının terkedildiği her siyasal üslup Batılı bakışın ürettiği grotesk imajlar alanının içerisine düşmektedir. Grotesk ve ilintili siyasal imajlar diğer yandan da bu iki meşrulaştırıcı özelliğin zorunlu bir bir aradalığını ima etmektedir. Diğer bir deyişle grotesk, Batı’nın liberal-temsili demokratik, rasyonel-teknokratik “siyasal zevkinin” dışındaki alanları tanımlayan bir sözcük ve imaj dağarcığının önemli bir parçası olarak ortaya çıkmakta ve bunu yaparken de ikili karşıtlıklar üzerinden bir düşünme yöntemini kullanmaktadır.

Türkiye’de ise İbn Haldunculuğun sosyal bilimlere “bedevilik” ve “hadarilik” ayrımı üzerinden miras bıraktığı ikili karşıtlıklar üzerinden düşünme yatkınlığını merkez-çevre karşıtlığıyla ilişkiye sokan geniş zeminde, zımni de olsa, bu “siyasal zevk” çerçevesinde düşünmenin yaygın bir alışkanlık olduğu ortada. Ancak özellikle merkez sağ siyasal özneler açısından etkili bir ters çevirme işleminin yaygınlığını da gözden kaçırmamak gerekiyor. Liberal-demokratik ve rasyonel-teknokratik siyasal zevkin kendi perspektifinden grotesk olarak tanımladığı her siyasal fenomen, “groteskleştirilen” özneler açısından belirli siyasal anlam dünyalarının ve belirli toplumsal şebekelerin işlemesinde vazgeçilmez bileşenler olarak ortaya çıkmakta. Diğer taraftan özellikle Orta Doğu toplumları açısından groteskin bedenselliği, bedenin görmezden gelinerek, gözden kaçırılarak vurgulandığı bir ifade de kazanmaktadır. Bu düşünsel yatkınlıklarla birlikte siyasetin yukarıda işaret edilen ikili karşıtlıklar üzerinden algılanmasının yetersizliklerini belki de en iyi ortaya koyan örnek Türkiye. Acaba gerçekten de grotesk hem rasyonel-teknokratik, hem de liberal-demokratik eğilimlerin aynı anda dışlandığı siyasal biçimleri mi ifade etmekte? Groteskle tanımlanan siyasal üslup, daha açık bir deyişle, yerelin, partiküler olanın, sıkı sıkıya topluluk ruhuyla ilişkili olan, yer yer kültler ve şişirilmiş zengin bir görsellikle de işleyen muhafazakar ve/veya gösterişçi dil, doğrudan temsile, patronaj ve klientalizme, simgelere, belagate ve gösterişe dayanan bu tarz, rasyonel-teknokratik ehliyet ile bağdaşabilir mi? Bu soruya daha tatmin edici bir yanıtı yukarıda tanımladığım çerçeveyi de gözeterek aşağıda tartışacağım bir kaç örnek üzerinden araştırmaya çalışacağım.

Bu tartışmaya ilişkin önemli bir başlangıç noktasını ise Türkiye ile yakından ilgili bir haber oluşturmakta. MİT müsteşarı Hakan Fidan üzerine yakın bir zaman önce Batı basınında çıkan haberler Türkiye’de, özellikle belli bir mecrada süren, kapsamlı tartışmalara neden oldu. Göbeğinde MİT müsteşarının ve uluslararası stratejik meselelerin bir arada olduğu bu haber, Türkiye’de komplo kuramları ve ulusal çıkarlarla ilgili anlatıların erbabı olan çevrelerin ilgisini fazlasıyla çekti. Burada Fidan ile ilgili Batı basınının epey muteber bazı organlarında çıkan haberler yoluyla tartışmaya açmak istediğim nokta ise yukarıda altı çizilen mecranın ilgi duyduğu büyük stratejik meselelerden daha “hafif” bir boyuta odaklanacak. Ancak yine de bu hafif tartışmanın yukarıda işaret edilen siyaset kavrayışının sınırları ve özelliklerini anlamak açısından küçük de olsa bir katkı sunacağını umuyorum. Bu katkıyı sunmak için Fidan ile ilgili Wall Street Journal’da Adam Entous ve Joe Parkinson tarafından kaleme alınan yazıyı[9] başka gerekçelerle okuyup tesadüf ettiğim bir kaç diğer örnekle de desteklemeye çalışacağım. Bu tarz örneklere bu kadar sık rastlanmasının ise ayrıntılandırmaya çalıştığım zihniyet dünyasının yaygınlığını ve köklülüğünü göstermesi açısından bir veri olarak alınabileceğini düşünüyorum.

Dış basında Orta Doğu siyasetini takip eden hemen herkesin aklına muhakkak yukarıda tanımladığım “siyasal zevki” ve Batılı bakışı yansıtan örnekler gelecektir ve biraz araştırma mutlaka bu örneklerin sayısını misliyle çoğaltacaktır. Burada mevzuyu yalnızca son dönemde gözüme ilişen ve hemen aklıma gelen birkaç örnekle netleştirmek istiyorum. Bunlardan ilki yine yakın zamanlarda Tarık Ali ve Asef Bayat arasında Arap Baharı üzerine yürüyen bir tartışmada Kaddafi üzerine Ali’nin yazdıkları. Ali’ye göre Kaddafi’yi ve rejimini Arap Baharı sırasında Batı’nın gözünde ilk gözden çıkarılacaklar listesine sokan durumlardan biri Kaddafi’nin “öngörülemezliği” idi:

Kaddafi bir ay şiddet dolu ve müdafaacı davranırken gelecek ay bu yanlışları yaptığı kimselere tavizler sunabildi. Kaddafi’nin hayatı büyük oranda kesintisiz bir poza bürünme ihtiyacı ile belirlendi – ve yerinden edildi. En uç kendini aldatmalara ve fantezilere kendisini hiç bir zaman olmadığı bir ahlaki ve ideolojik seviyeye yükseltmek için kapılmaya meyilliydi. [10]

Bu analizi takiben Ali, diğer Orta Doğu rejimlerinin daha rasyonel ve uzlaşmacı olmasının Libya ile karşılaştırıldıklarında göreli uzun ömürlerini açıklayan bir etken olduğunu da belirtmekte ve bu konuda özellikle Suriye rejiminin farkını vurgulamaktadır. Ali’ye göre seçenekleri sınırlı olmasına rağmen Suriye rejimi Kaddafi’ninkine kıyasla çok daha “rasyonel” bir rejimdir.[11] Meselenin stratejik boyutlarını yine teğet geçerek ana odağa dönmek gerekirse tekrar bir örneğe başvurmak yerinde olur. Mısır devrimini yakından takip eden İngiltere’de yetişmiş ve eğitim almış aslen Mısırlı profesyonel bir aktörle Observer’da yapılan röportaj[12] devrim öncesi rejimi şöyle tanımlamakta: “kemikleşmiş, yolsuz ve yaygın bir şekilde sevilmeyen bir rejim”. Röportajcının rejim üzerine tanımlamasını ise kendisiyle röportaj yapılan Mısır asıllı aktör Khalid Abdalla’nın Batı’nın Mısır rejimiyle olan uzun süreli işbirliğini sorgulayan şu sorusu tamamlamakta: “Neden onun ‘grotesk bir diktatör’ olduğunu bilmesine rağmen Britanya ve Batı 30 yıl boyunca Mübarek’i destekledi?” Abdalla’nın Batı’nın dış siyaset konusundaki sinizmini teşhir eden sorusunu bir kenara bırakıp meselenin biraz daha karmaşık olduğu Türkiye’den örneklere dönmek yukarıda belirlediğim çerçeve açıklamak açısından daha faydalı olacaktır.

Hakan Fidan üzerine Wall Street Journal’da çıkan yazıyı yukarıda tanımladığım çerçeveden önemli kılan iki kısmı var. Ancak bu iki ögeye geçmeden önce yazının bağlamını da vermekte fayda var. Metnin giriş kısmında yer alan fotoğrafta Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan Beyaz Saray’da Barrack Obama ile geçen mayıs ayında yaptıkları kritik görüşmede birlikte gösterilmekte. Bu fonda Fidan “Türkiye’nin güçlü istihbarat şefi” olarak tanıtılmakta ve “Arap Baharı öncesinde Orta Doğu dışında pek de tanınmayan bir figür olduğu” ancak yakın zamanda “Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejisinin anahtar mimarı” haline geldiği kaydedilmekte. Yazının ilerleyen kısımlarında Fidan’ın Türkiye’de kazandığı yeni ve artan rolün Washington’da şüphe, telaş ve fakat “gönülsüz bir saygıyla” da karşılandığı belirtilmekte. Bu saptamayı da Fidan’ın kariyerine ilişkin “kaydadeğer” olduğu belirtilen kısa bir biyografik kısım takip etmekte ve yazının Türkiye’nin dış siyasetinin yeni istikametine dair eleştirel tonu yerini Fidan’ın eğitim açısından liyakatına yönelik “gönülsüz bir saygıya” bırakmakta. Fidan ile ilgili tüm bu değerlendirmeleri tamamlayan ve yazının başta belirtilen odağı açısından en kayda değer kısmı ise Fidan’ın özellikle Suudi Arabistan’ın istihbarat şefi olan Prens Bandar ile adları belirtilmeyen Amerikan yetkilileri tarafından karşılaştırıldığı, uzunca alıntılanmaya değer kısım:

Yine de mütevazı bir imaj çiziyor. Şimdiki ve eski Türk yetkililer onu mutedil ve sade olarak tanımlıyorlar. Kendisini defalarca görmüş olup onu kabadayı Suudi istihbarat şefi Prens Bandar ile karşılaştıran Amerikan yetkilileri ise Fidan’ın bunun tam tersine, Amerika’daki görüşmelerde koyu takımlar giyen ve yumuşak üsluplu biri olduğunu söylüyorlar. Bir Amerikan yetkilisine göre ise Fidan ‘Bandar’a benzemiyor; büyük purolar yok, gösterişli takım elbiseler yok, kara gözlükler yok. Gösterişçi değil’.

Herşeyden önce Fidan’ın merkezinde olduğu bu yeni güvenlik stratejisinin yer yer Amerikan çıkarları ile çeliştiğinin altı çizilmesine rağmen Fidan’ın kişiliği üzerinden gelişen yukarıda işaret etmeye çalıştığım bu diğer alt anlatının Batılı bakışa içkin bir takım güçlü siyasal zevk yargılarını yansıttığını ileri süreceğim. Bu varsayımların en temel çerçevesi ise siyasal meşruiyetin belirli bir rasyonellik, uzlaşma, orantı duygusu ve medeni davranışla belirlenmekte oluşu. Karşıtıyla tanımlamak gerekirse eğer, Batılı bakışın liberal meşruiyet ölçüsünün sıkısıkıya bir “grotesk” karşıtlığı olduğunu vurgulamak gerekecektir.

Batı medyasında Türkiye üzerine yayınlanan yakın zamanlı yazıların hepsinin bu kadar hayırhah olmadığını söylemek ise heralde şaşırtıcı olmayacaktır. Özellikle Gezi eylemlerinin sıcaklığı içerisinde yayımlanan bir yazı burada ele aldığım konuyla yakından ilgili. Maximilian Pope tarafından Der Spiegel için kaleme alınmış yazı Amerika’nın Wikileaks skandalıyla ortalığa saçılan diplomatik yazışmalarının Türkiye üzerine olanlarını içermesi açısından uygun bir malzeme sunuyor. Bu yazışmalara dayanılarak yapılan en dikkate değer saptama ise AKP hükümetinin “teknokratik bir derinlikten tamamıyla yoksun” olduğuna ilişkin Amerikan algısı.[13] Bununla birlikte, hem yukarıda Fidan üzerine yazılanlar ve hem de genel olarak AKP’nin hizmet söylemi ile de destekleyerek varolan partiler karşısında altını ısrarla çizmeye çalıştığı “işletme ehliyeti” sahibi olma iddiasının seçim başarılarında ne kadar etkili olduğuna yönelik literatürdeki vurgular[14] meselenin daha karmaşık olduğunu göstermekte. Burada, yukarıda tanımlanmaya çalışılan siyasal zevk yargıları açısından yanıltıcı hale gelen varsayım, belirli bir siyasal tarzın, bu zevk açısından grotesk olarak nitelenen,belirli partikülarist ve informel ağlara, belirli yerel ve muhafazakar imgeler ve söz dağarcıklarına yaslanan bir siyasal estetiğin ciddi bir rasyonel-teknokratik beceriksizliği de beraberinde getireceği varsayımı. Oysa Türkiye örneğinin ortaya koyduğu manzara daha karmaşık. Bu karışık manzara yerelin, partiküler olanın, sıkı sıkıya topluluk ruhuyla ilişkili olan, yer yer kültler ve şişirilmiş zengin bir görsellikle de işleyen muhafazakar dilin, doğrudan temsile, patronaj ve klientalizme, simgelere, belagate ve gösterişe dayanan bu tarzın, kısacası ulusal düzeyde yürütülen bir “vernaküler siyasetin”[15] teknokratik bir boyut içerebileceğine yönelik bazı ipuçları sunuyor.

Bununla birlikte, vernaküler siyasetin rasyonel-teknokratik araçlarla uzlaşı içinde işleyebileceğine yönelik AKP deneyiminin sunduğu örnek bu uzlaşma içinde çoğunlukçu değil ancak çoğulcu demokratik bir ögenin de sorunsuzca varolacağına dair ipuçları sunmaktan uzak. Ancak yukarıda anahatları çizilmeye çalışılan siyasal zevk yargıları üzerinden üretilen her eleştirinin bir takım yetersizlikler ve zayıflıklarla malul olacağı da açık. Bu zevk yargılarının çerçevesinde yöneltilen her eleştiri muhatapları tarafından “oryantalizmin karşı saldırısı” olarak kolayca nitelenmekte, tartışılması, işaret edilmesi ülke için son derece önemli siyasal sorunlar önyargılı yaklaşımların bir ürünü olarak sunulabilmektedir. Son dönemlerde Batı basınında AKP’ye dönük eleştirileri karşılamaya yönelik olarak başbakanlık danışmanlarından Ertan Aydın’ın El Cezire’nin internet sitesinde yayınlanan yazısı bu tarz bir oryantalizm eleştirisinin örneği. [16] Yazının ayrıca önemli yönü hükümete yönelik birçok kayda değer ve önemli eleştirinin “medya oryantalizmi” ve Türkiye’de AKP karşısındaki cari merkez muhalefetin dar siyasal çıkarlarının denk düşmesi yoluyla haksız bir şekilde güçlendiğine yönelik vurgusu. Önemli eleştirilerin etkisinin bu yöntemlerle azaltılmasını engellemek için ise daha çoğulcu, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi siyasetlere düşen görev sunacağı sağlam eleştirileri yukarıda tanımlanmaya çalışılan Batılı siyasal zevk yargılarının dışındaki zeminler üzerine inşa etmeye çalışmak olacaktır.

 

DİPNOTLAR

[1] Onur Yıldız ve Dinçer Demirkent’e yazıya dair yorum ve önerilerinden dolayı teşekkür borçluyum.

[2] Michael Steig, “Defining the Grotesque: An Attempt at Synthesis,” The Journal of Aesthetics and Art Criticism 29, no. 2 (1970): 259.

[3] Steig, “Grotesque,” 253.

[4] Agy., 253-54.

[5] Peter Fingesten, “Delimitating the Concept of the Grotesque,” The Journal of Aesthetics and Art Criticism 42, no. 4 (1984): 420.

[6] Geoffrey Harpham, “The Grotesque: First Principles,” The Journal of Aesthetics and Art Criticism 34, no. 4 (1976): 462.

[7] Harpham, “Grotesque,” 462.

[8] Agy., 463.

[9] Yazıyı şu bağlantıda bulabilirsiniz   http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052702303643304579107373585228330

[10] Tarıq Ali, “Between Past and Future – Reply to Asef Bayat,” New Left Review 80, (2013): 67.

[11] Ali, “Reply,” 69.

[12] Röportaja şu linkten ulaşabilirsiniz http://www.theguardian.com/world/2013/nov/03/khalid-abdalla-movie-star-tahrir-square-united-93

[13] Yazıya şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz http://www.spiegel.de/international/world/the-tribune-of-anatolia-america-s-dark-view-of-turkish-premier-erdogan-a-732084.html.

[14] Çınar, M. “Explainig the popular appeal and durability of the Justice and Development Party in Turkey.” In Negotiating Political Power in Turkey – Breaking up the Party, derleyenler E. Massicard, N. Watts, 37-54. London: Routledge, 2013.

[15] Bu kavramı Jenny White’ın çalışmasından ödünç alıyorum: Islamist Mobilization in Turkey: a Study in Vernacular Politics (Washington: University of Washington Press, 2002).

[16] Yazıya şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2013/12/talking-turkey-orientalism-strikes-back-2013128105529522711.html