Kadın cinayetleri, toplumda öfkeli bir adalet arayışını beraberinde getirirken erkek şiddetine karşı öldürerek hayatta kalan kadınlar için adalet arayışının aynı kamusallığa ulaştığını söylemek güçtür. Kendisine şiddet uygulayan erkeği öldüren kadınlar, kurbanların ardından aranan bir adalet ile hayatta kalanlar için adalet arasındaki farkı tartışmaya açar. Bu durum, şiddetin araçsal niteliğini ortaya koyarken aynı zamanda kadınların, şiddetin mağdurları değil, şiddete karşı direnen özneler olabildiğini de doğrular. Bu yazıda canına tak eden kadınların[1] davalarının, adalet ve şiddet üzerine düşündürdüklerinden yola çıkılarak adalet arayışının erkek şiddetine son verecek bir siyasal mücadeleyle bağlantısı tartışılacaktır.
Adalet ve Meşru Müdafaa
Erkek şiddeti nedeniyle hayatını yitiren kadınlar, tüm toplumda bir adalet arayışı uyandırır. Bu arayış, çoğunlukla bir kurbanın ardından kamusal özellik kazandığı için adalet, hep sonradan gelecek, sonradan yerini bulacak bir ceza olarak tasarlanır. Kadının şiddetin kurbanı, erkeğin ise şiddetin cezalanmayı hak eden faili olduğu bu durum terine döndüğünde, o geçmiş eyleme dönük adalet arayışı, ahlaki temellerinden yoksun kalıverir. Canına tak eden kadınların hikayeleri, erkek şiddetini, hayatta kalarak ortaya koymakla kurban üzerine kurulu adalet anlayışını sert bir duvara vurur.
Canına tak eden kadınların davalarında adalet, yargılanan eylemin meşru müdafaa olup olmadığı noktasında düğümlenir. Meşru müdafaa, birçokları için tartışma götürmez bir olgudur. Hannah Arendt (2014, s. 63), “Kimse meşru müdafaa amacıyla gerçekleştirildiğinde şiddeti sorgulamaz. Çünkü şiddet yalnızca açık değil, aynı zamanda mevcuttur ve aracı haklı kılan amaç hemen orada durmaktadır” demektedir. Hukuken bir eylemin meşru müdafaa sayılmasının koşulları oldukça ayrıntılı bir şekilde tanımlıdır. Devam eden ya da tekrarı kesin olan saldırı karşısında kişinin kendini veya bir başkasını korumak için verdiği karşılık, meşru müdafaa kapsamındadır. Ne var ki olaylar, her zaman tanımlardan daha karmaşıktır. O nedenle hukukçular, bir eylemde meşru müdafaa koşullarının oluşup oluşmadığı, “aracı haklı kılan amacın” orada durup durmadığı konusunda her zaman uzlaşamazlar. Tanımların berraklığı ile olayların karmaşıklığı arasındaki bu uyuşmazlık koca, eski koca, sevgili, eski sevgili ya da tecavüzcünün şiddetine karşı koyan kadınların davalarında, özgürlüğün ya da tutsaklığın kıstası olagelmektedir. Saldırı ve savunmanın eş zamanlı olmadığı gerekçesiyle meşru müdafaa olarak değerlendirilmeyen birçok hukuki karar bulunmaktadır. Erkek şiddetine maruz kalan kadının eylemi öyle bir anda gerçekleşmelidir ki yakın bir tehdide karşı kendini savunma durumu olsun! Aracı haklı kılan amaç açık ve mevcut olsun!
Meşru müdafaa koşullarındaki “yakın tehdit” vurgusu, temelde savunma ile intikamı birbirinden ayırmaya yönelik bir noktayı işaret eder. Hayatını savunan kadın için geçmişte gördüğü şiddet nedeniyle bir intikam değil, şimdide bir savunma söz konusu olması, hukuken önemsenen noktadır. Tam da bu ayrımda hukuk, erkekleri (bazen) yaptıklarıyla, kadınları ise yapmadıklarıyla yargılar hale gelir. Erkek şiddetine karşı önlem niteliğindeki düzenlemeler; karakola gitme, polis çağırma, sığınma evi, sosyal destek hattı vd., hayatını savunan kadının karşısına atlamaması gerekli önlemler olarak dikilir. Yakın tehdit, “[s]anki dayak molasında kadın bir koşu karakola gidip canını kurtarabilirmiş, hazır adam uyumaktayken boşanma davası açıp yeni bir hayata başlayabilirmiş” (Bora, 2014) gibi hayattaki karşılığından uzaklaşır. Arendt’in sorgulamaya gerek olmayan meşru müdafaası, bu durumda baş aşağı görünür: Erkek şiddetine karşı meşru müdafaa amacıyla gerçekleştiğinde şiddet, tüm açıklığına, aracı haklı kılan amacın oradaki varlığına rağmen sorgulanır hale gelir.
Kadın kurbanlar söz konusu olduğunda adalet arayışı çoğu zaman öfkelidir. Ne var ki öfke, canileştirilmiş bir erkeğe yönelirken erkek şiddeti, aynı “sıradanlığıyla” apaçık ve orada mevcuttur. İdam ve kimyasal hadım önerileri, bu öfkeye en kolay yoldan ulaşırken adalet arayışı, şimdiden kopmakta ve sonradanlaşmaktadır. Öfke, kendiliğinden adalet getirmez; özellikle de gösteriye dönüşmüşse. Adalet arayışı, kimi zaman oldukça naif görünen bir genelleştirmeye de yönelebilir. Bir kadın cinayetinin ardından “mesele erkeklik değil, insan olmak” diyenler, bir kere daha orada apaçık duran erkek şiddetini çıplak gözleriyle seçememiş olurlar. Meşru müdafaa koşullarının tanımında gösterilen özen, erkek şiddeti söz konusu olduğunda günlük haberler, istatistikler, araştırma ve rapora rağmen kendi adıyla anılmakta güçlük çekilen bir olgu olur. Ancak kavramlar olguları anlatır ve onlardan kaçınmak, olguyu ortadan kaldırmaz. Öyleyse ortadan kalksın istediğimiz için adalet arayışımızı gerekli ve acil kılan olguyu adıyla anmamız gerekir: Mesele tüm ayrıcalıkları ve konforuyla erkeklik, mesele ataerkil iktidara dayanan şiddettir.
Şiddeti Olduğu Gibi Kavramak
Canına tak eden kadınların hikayeleri sadece adalet anlayışını değil, toplumda egemen olan şiddet anlayışını da sorgulatır. Şiddet olaylarını şiddet ekseninden kaydırarak tartışmak oldukça yaygındır. Polis şiddetinin orantılı, eylemcilerin barışçıl, sokakta kadını hırpalayanın kocası olup olmadığına bakılarak şiddetin meşruiyetine ya da haklılığına karar verilir. Hayatını savunan kadınların durumlarında bu eksen kayması, meşru müdafaa tartışması olarak açığa çıkar. Dava süreçlerinde meşru müdafaanın hukuken tanımlı koşullarının yanına tikler ya da çarpılar konurken sorgulanan, apaçık şekilde orada duran şiddet değildir. Baskı, tehdit ve fiziksel şiddet altında çoğu zaman uzun yıllara yayılan süreç değil, hayatta kalanın hayatta kalmak için hukuken doğru koşulları bir araya getirip getirmediğidir. Öyleyse şiddet, failinden ya da mağdurundan ve bunların temsil ettiği değer yargılarından bağımsız, olduğu gibi nasıl kavranabilir?
Şiddet Üzerine’de Arendt’in benimsediği ilke, şiddete yönelik olumlu ya da olumsuz bir peşin hükme dayanmamak ve böylece şiddet olgusunu olduğu gibi anlamaktır. O, şiddeti ne iktidarın temeli ne siyasetin başka araçlarla devamı ne de her koşulda reddedilmesi gereken bir olgu olarak kavrar.
Modern düşüncede de şiddet, başlı başına şiddeti anlamaktan çok, iktidarı anlamak için sorgulanmıştır. Siyaset kuramında şiddetle iktidarı eşitleyen bu uzlaşı, Arendt için iki temel soruna işaret eder: Birincisi iktidarın, insanın insan üzerinde şiddet aracılığıyla tahakküm kurması olarak anlaşılmasıdır (Arendt, 2014, s. 45). Böylesi bir iktidar anlayışının, ezen ezilen ilişkisini mutlaklaştırarak siyasetin kolektif ve dönüştürücü niteliğini heba ettiği açıktır. İkincisi ise şiddetin, araçsal niteliği unutularak iktidarın özü, temeli olarak kavranmasıdır. Oysa kendisi araç olan bir şey, bir başka şeyin özünü oluşturamaz (Arendt, 2014, s. 62). Öyleyse şiddeti hangi durumlarda savunacağımızı ya da tümüyle reddedip reddetmeyeceğimizi belirlemek amacıyla değil de başlı başına bu olguyu anlamak amacıyla yola çıktığımızda, şiddetin araçsal niteliğiyle karşılaşırız. Şiddet, öz savunma durumunda hayatta kalmanın aracıyken erkek şiddeti söz konusu olduğunda sınıf, statü ya da herhangi bir toplumsal farklılaşma derecesi ayırt etmeksizin erkeklik ayrıcalıklarını sürdürmenin aracıdır.
Bu araçsal nitelik, şiddetin karşıtını tanımlamayı zorlaştıran temel unsurdur. Öz savunmanın karşıtı, erkek şiddetinden gelen kaza ve ölüm riskini sürdürmek demek iken erkek şiddetinin karşıtı, ataerkil tahakkümün sona erdiği bir toplum anlamına gelebilir. Arendt, soyutlama düzleminde şiddetin karşıtının şiddetsizlik olmadığında ısrar eder. Karşıtlığı şiddet-şiddetsizlik arasında görmek, iki açıdan tek boyutlu bir kavrayışa mahkûm kalır: Birincisi bu bakış, şiddeti bir fail ve mağdur ilişkisine hapseder. Oysaki hayatını savunan kadınların gösterdiği gibi şiddet pekâlâ, tahakküm ve direniş karşıtlığında açığa çıkabilir; şiddetin mağdur nesnesi, direnen öznesine dönüşebilir. Elbette bu, adalet anlayışımız üzerinde son derece belirleyicidir. İkincisi bu karşıtlık, şiddeti reddetmenin normatif içeriğini, doğallaşmış şiddeti onaylayan bir indirgemeciliğe boyun eğdirir. “Şiddetin her türlüsüne karşıyım” ifadesinde yankılanan bu onay, şiddete karşı olmanın, şiddete karşı koymak olmadığı bir tutumun şiarına dönüşür. Nitekim erkek şiddeti konusunda olduğu kadar devlet şiddeti konusunda da nice örnekler, şiddetin her türlüsüne karşı olmanın, süregelen şiddete seyirci kalma anlamına geldiğini doğrulamıştır. Şiddetsizlik savunusu, şiddete başvurmaya “hakkı olanlar” ile şiddete başvurursa “haksız” duruma düşenleri birbirinden ayıran bir şiddet onaylamasına ulaşır. Egemen bir failin elinde “güvende” olduğu müddetçe şiddete karşı olmak kolaydır.
Öyleyse farklı amaçlar için başvurulan bu araçsal olgunun karşıtı nedir? Şiddet, tekil olaylarda açığa çıksa da her zaman bir sarmalı temsilen belirir. Apaçık orada durduğu halde erkek şiddetinin ancak bir kadın cinayetinde görünür olması bundandır. Bu sarmaldan çıkışı sağlayacak olan ne daha çok şiddet ne de şiddetsizliktir. Bu nedenle Arendt için şiddetin karşıtı şiddetsizlik değil, siyasettir. Walter Benjamin (2010) bu çıkışı “şiddet sarmalına kısa devre yaptıracak”[2] bir güç olarak düşündüğü saf şiddet kavramında bulmuştur. Her ikisi için de şiddetin döngüsel mantığını kıracak bir müdahale arayışı bulunur. O zaman sorumuz, erkek şiddetinin karşıtının ve bu sarmalı kıracak müdahalenin ne olduğudur.
Şiddet Sarmalından Çıkış ve Siyasal Mücadele
Kadın cinayetlerini önlemek için çeşitli yasal düzenlemeler ve koruyucu önlemlerin, çoğu zaman amacına ulaşamadığı ortadadır. Ayrıca ceza indirimiyle sonradan sağlanan adaletin, bir başka kadının hayatını güvenceye alamadığı da toplumsal bir gerçekliktir. Şüphesiz bu, değiştirilemez bir toplumsal durumla karşı karşıya olmamızdan değil, kadın cinayetlerini önleme ve cezalandırma sisteminin, şiddet sarmalını kırmaktan çok uzakta olması ile ilgilidir. Başka bir deyişle kadın cinayetlerini önleme konusundaki yasal düzenlemelerin doğrudan erkek şiddetini hedef almamasına bağlıdır. Davalarda yargılanan erkek şiddeti değil, erkeklik gururu incinmiş, kıskançlık krizine girmiş, ruh sağlığı bozulmuş tek tek erkeklerdir. Öyleyse erkek şiddetinin hayatlarımızı içine dolayan sarmalını kırmak, öncelikle doğrudan onu hedefleyen bir bakışla mümkündür. Doğrudan erkek şiddetiyle hesaplaşan bir şekilde tasarlanmadıkça sığınma evleri, uzaklaştırma cezaları gibi önlemler, çeşitli tabela adlarından oluşan kurumlar ya da göstermelik davalar, prosedür yumağı olmaktan öteye geçememektedir.
Canına tak eden kadınların davaları, adaletin sadece kurbanlar için gerekli olmadığını hatırlatırken erkek şiddetine karşı bütünlüklü bir direnişin ve dayanışmanın gerekliliğini ortaya koyar. Hayatını savunan kadınlar, karı-koca arasında, başkaları duyarsa çıkacak rezillikte, ailenin yüzüne bakamama kaygısında, yıkılmasın denen yuvalarda söylenmeye gerek duyulmayacak kadar açık ve mevcut olan erkek şiddetinin dokunulmazlığını kaldırmışlardır. Davaları aslen, meşru müdafaanın kapsamını değil, erkek şiddetini sorgulamaya açar. O yüzden sanık bir kadın olsa da bu davalar erkek şiddetinin yargılandığı davalar olarak kamusallaşmalıdır.[3]
“Kendisini destekleyecek başkaları olmaksızın tek bir insan, asla şiddeti başarıyla kullanacak kadar iktidara sahip değildir” (Arendt, 2014, s. 61). Şiddeti olduğu gibi, araçsal niteliğiyle kavrarsak bu sözün işaret ettiği iki boyutu da görebiliriz: Birincisi erkek şiddetinden kaynaklanan hiçbir cinayet, arkasındaki ataerkil iktidara dayanmadan işlenmemiştir. İkincisi hiçbir kadın, şiddet sarmalını bir başına kırabilecek güçte değildir. O nedenle kendileri adına “yeter” diyen kadınların eylemi, kolektif bir karşı çıkışın sesi olarak daha çok sahiplenilmeyi beklemektedir. Adalet sadece kurbanlar için değil, hayatta kalanlar, hayatta olanlar ve dünyaya gelecekler için hemen şimdi ve burada gereklidir. Erkek şiddetinden korunmak ve hayatta kalmak ne kadar acilse adalet de o kadar acildir. Sarmalı kırmak söz konusu olduğunda erkekler tarafından öldürülen kadınlar için sürdürülen adalet arayışı ile hayatta kalanların direnişi, canına tak eden kadınların hukuk (karşısındaki) mücadelesi ile şiddet ortamından sağlıklı bir kurtuluş çabası iç içedir. Öyleyse şiddet sarmalını kıracak güç, adalet arayışı ile siyaset arayışını birleştirecek bir mücadeledir.
Kurbanlar için sürdürülen adalet arayışı hayatını savunan kadınlarla dayanışmaya dönüşmedikçe yargılanan ve mahkum edilenler tek tek kadınlar ve erkekler olarak kalır. İTÜ Kadın Araştırmaları Kulübü’nden öğrenciler mezuniyet törenlerinde açtıkları “Özgecan katilini öldürmüş olsaydı Nevin gibi müebbet alacaktı” (Siyasi Haber, 2015) yazılı pankart, hayatta kalamayan ile kalan için verilen adalet mücadelesini birbirine bağlayan bu halkaya dikkat çekmekte, adalet arayışını siyaset arayışı ile birleştirmeye davet etmektedir.
Şiddetin karşıtı şiddetsizlik değilse öz savunma eylemleri, şiddet sarmalını kıracak siyasal mücadelenin can suyu olur. Çünkü hayatlarını savunan kadınlar, orada apaçık duran adaletsizliği çarşaf çarşaf ortaya sererler. Kendi özgürlükleri hukuk prosedürlerinin dişlileri arasında sıkışsa da onlar, bizzat o çarkları döndüren ataerkil şiddet düzenini teşhir eder, gerekirse bir köy meydanında ilan ederler. Erkek şiddetinin yıkanınca çıkmayan iz gibi açık seçik orada mevcut olduğunu haykırırlar. Yapayalnız hikâyeleri kamuya mal edip, uğultuyu söze dökerler. Kendileri için “yeter” dedikleri anda, tüm bir erkek şiddet sarmalını kıracak siyasal mücadeleyi etraflarında toplayarak güçlenir ve güçlendirirler. Şiddetin, ardında bir iktidar olmaksızın tek bir kişiyi asla başarıya ulaştırmayacağını bu defa kadınlar adına hatırlatırlar. Özetle kendi hikayelerinde yaşamakla direnişi, adalet arayışı ile siyaset arayışını birbirine bağlarlar.
Sonuç Yerine
Şiddet/şiddetsizlik karşıtlığı, erkek şiddeti karşısında seyirci kalmak ve mağdur/kurban olmak dışında seçenekler sunmaktan yoksundur. Oysa adalet, ne kurbanların ardından gelecek şiddetle ne de şiddetsizlikle yerini bulabilir. Adaletin sağlanması, tek tek şiddet olaylarını değil, tekil olayların ardındaki iktidarı yargılamakla mümkündür. Şiddet ve şiddetsizlik arasında sıkışan hayatları, içine girdiği sarmaldan kurtaracak olan, dayanışmaya dönüşen bir siyasal mücadeledir.
Hiçbir kadının erkek şiddetinin kurbanı olmak ya da hayatta kalmak için öldürmek seçenekleri arasında kalmaması dileği ve canına tak eden kadınlarla dayanışma ile…
DİPNOTLAR
[1] Sibel Hürtaş’ın Canına Tak Eden Kadınlar – Kocalarını Neden Öldürdüler? adlı kitabından esinlenerek bu deyime başvurdum. Bkz. (Hürtaş, 2014)
[2] Aykut Çelebi, Benjamin’in ilahi saf şiddetini teolojik boyutunun ötesinde siyaseti, iktidar mücadelesi olmaktan çıkaran ve şiddet sarmalını kırabilecek bir müdahale olarak yorumlar (Çelebi , 2010). Erkek şiddet sorununu tekil olayların ötesinde fakat son verilebilecek bir sarmal olarak nitelerken bu yorumdan esinlendim.
[3] Avukat Meriç Eyüboğlu’nun, Nevin Yıldırım’ın Yargıtay’daki temyiz duruşması öncesindeki açıklamasından (Tahaoğlu, 2017). “Bu saydığım örneklerde [Çilem Doğan, Yasemin Çakal, Nevin Yıldırım] sanık kadın da olsa, bu bir erkek şiddeti davası.”
Kaynakça
Arendt, H. (1970). On Violence. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
Arendt, H. (2014). Şiddet Üzerine. (B. Peker, Çev.) İstanbul: İletişim.
Benjamin, W. (2010). Şiddetin Eleştirisi Üzerine. A. Çelebi (Dü.) içinde, Şiddetin Eleştirisi Üzerine (E. Göztepe, Çev., s. 19-42). İstanbul: Metis.
Bora, A. (2014, Kasım 20). Haksız Tahrik, Meşru Müdafaa. Temmuz 17, 2018 tarihinde Birikim: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/1284/haksiz-tahrik-mesru-mudafaa#_ednref1 adresinden alındı
Çelebi , A. (2010). Şiddete Karşı Siyaset Hakkı. A. Çelebi (Dü.) içinde, Şiddetin Eleştirisi Üzerine (s. 255-312). İstanbul: Metis.
Hürtaş, S. (2014). Canına Tak Eden Kadınlar – Kocalarını Neden Öldürdüler? İstanbul: İletişim.
Siyasi Haber. (2015, Temmuz 9). İTÜ öğrencileri: Özgecan katilini öldürseydi Nevin gibi müebbet alacaktı. Temmuz 14, 2018 tarihinde http://siyasihaber3.org/itu-ogrencileri-ozgecan-katilini-oldurseydi-nevin-gibi-muebbet-alacakti/39899 adresinden alındı
Tahaoğlu, Ç. (2017, Eylül 13). Nevin Yıldırım Davası: “Sanık Kadın da Olsa Bu Bir Erkek Şiddeti Davası”. Temmuz 14, 2018 tarihinde Bianet: https://bianet.org/bianet/kadin/189789-nevin-yildirim-davasi-sanik-kadin-da-olsa-bu-bir-erkek-siddeti-davasi adresinden alındı.