İktidar Felaketten Nasıl Kâr Eder?

Bir krizden sonra, özel müteahhitler devreye girer ve kötü yapılan işlere karşılık milyarlarca dolar devlet bütçesinden kesilir. Grenfell Kulesi gibi Katrina Kasırgası da yoksulların hor görüldüğünü ortaya koymuştur. – Naomi Klein

Felaket bölgelerinde habercilik yaparken, yalnızca şimdi ve buradaki bir krize değil de gelecekten bir işarete, bir şekilde direksiyonu başka yöne kırmadıkça hepimizin yöneldiği yolun bir ön izlemesine tanık olduğumuza dair sarsıcı bir hisse sahip olduğum zamanlar olmuştur. Donald Trump’ın[1] kaos ve istikrarsızlaştırma atmosferi yaratmaktan aldığı apaçık zevkle konuşmasını dinlerken çoğu kez bunu, kolektif geleceğimize kapılar açar görünen tuhaf anlarda, daha önce gördüğümü düşünürüm.

Bu anlardan biri Katrina Kasırgasından[2] sonra New Orleans’ta, su basan şehre, sakinler hükümetleri tarafından yüz üstü bırakılıp sırf hayatta kalmaya çabaladığı için tehlikeli suçlu muamelesi görürken bile felaketten kâr etme yolları bulmak için üşüşen özel askerî müteahhit kalabalığını izlediğim esnada yaşandı.

Aynı taktikleri tüm dünyadaki felaket bölgelerinde fark etmeye başladım. Savaşlar, darbeler, terör saldırıları, piyasa çökmesi veya doğal felaketler gibi kolektif bir şoku takiben toplumun çözülmesini, çoğunlukla “şok terapisi” denen şirket destekçisi radikal tedbirler aracılığıyla zorlamak için kullanma yönündeki acımasız taktiği tanımlamak için “şok doktrini”[3] terimini kullanmaya başladım. Bir bakıma ezber bozmasına rağmen Trump’ın şok taktikleri gerçekte kriz kılıfı altında hızlı değişimlerin yaşandığı başka ülkelerden aşina olduğumuz bir senaryoyu izler.

Bu strateji kırk yıldan fazladır dayatılan neoliberalizmin gizli ortağıdır. Şok taktikleri belirgin bir örüntü izler: bir krizi bekle (hatta Şili ve Rusya’da olduğu gibi kimi durumlarda teşvik et), “olağanüstü politika” olarak da adlandırılan durumlar ilan et, demokratik normların hepsini veya bazılarını askıya al ve sonra şirket talep listesini hızlıca yürürlüğe sok. Araştırmalar politik liderler tarafından uygun histeri ile şekillendirilirse her çalkantılı durumun bu yıpratma işlevine yarayabileceğini gösterdi. Askerî darbe gibi radikal bir olay kadar piyasanın ekonomik bunalımı veya bir bütçe krizi de iş görecektir. Meselâ çok defa yüksek enflasyon veya bankacılık işlemlerinin çökmesi esnasında ülkenin yönetici elitleri sosyal tedbirlere saldırıların veya finansal özel sektör için muazzam destek paketlerinin gerekliliğini paniğe kapılmış topluma kabul ettirebilmişti, çünkü onların iddiasına göre diğer seçenek kesin ekonomik kıyametti.

Donald Trump idaresindeki Cumhuriyetçiler, rağbet görmeyen, şirket destekçisi pek çok politikayı kabul ettirmek için bu başkanlığı çevreleyen daimî kriz atmosferini benimsiyor. Ayrıca daha büyük bir dış sarsıntı halinde daha ileri ve hızlı hamle yapacaklarını biliyoruz. Bunu biliyoruz çünkü Trump ekibinin kıdemli mensupları son zamanlardaki en berbat şok doktrin örneklerinin bazılarının merkezinde yer almıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson[4] kariyerini büyük ölçüde savaş ve istikrarsızlığın kârlılığından faydalanarak inşa etmiştir. ExxonMobil 2003 yılındaki Irak işgali[5] neticesinde petrol fiyatlarının yükselmesinden, bütün büyük petrol şirketlerinden daha fazla kâr etti. Şirket aynı zamanda Dışişleri Bakanlığını Irak Kürdistanı’nda bir petrol arama anlaşması[6] önermeye ve yapmaya kışkırtmak için Irak savaşından doğrudan yararlandı. Bu manevra Irak merkezî hükümetini gözden düşürdüğünden tam bir iç savaşı adamakıllı ateşleyebildi ve kesinlikle iç çatışmaya katkıda bulundu.

ExxonMobil’in CEO’su olarak Tillerson başka yollarla da felaketten kâr etti. Bir fosil yakıt devinin yöneticisi olarak kariyerini, insan kaynaklı iklim değişikliği realitesi hakkında kendi bilim insanlarının araştırmalarına rağmen yanlış bilgilendirme ve döküntü iklim bilimini fonlama ve yaymaya karar veren bir şirket için çalışarak geçirdi. LA Times’ın bir araştırmasına[7] göre ExxonMobil (Exxon ve Mobil’in birleşmesinden önce ve sonra) kuşku uyandıran büyük krizden nasıl daha fazla kâr edip kendini koruyacağını hesaplamak için her zaman gayretle çalıştı. İklim değişikliği nedeniyle eriyen Kuzey Kutbunda sondaj araştırması yaparak, yükselen deniz seviyesine ve güçlü fırtınalara uyum sağlamak için Kuzey Denizindeki doğal bir petrol boru hattını yeniden düzenleyerek ve aynısını Nova Scotia açıklarında yeni bir donanım için yaparak bunu gerçekleştirdi.

Tillerson 2012 yılında kamuya açık bir etkinlikte iklim değişikliğinin gerçekleştiğini kabul etti ancak sonrasında söyledikleri açıklayıcıydı[8]: “Bir tür olarak” insanlar daima uyum sağlamıştır. “Dolayısıyla buna da uyum sağlayacağız. Mahsul üretim alanlarını saran hava modeli değişimlerine uyum sağlayacağız.”

Tillerson elbette haklı, toprak yiyecek vermeyi bıraktığında gerçekten insanlar uyum sağlar. İnsanların uyum sağlama yolu yer değiştirmektir. Evlerini terk eder, kendilerini ve ailelerini besleyebilecekleri yeni yaşam alanları bulmaya çalışırlar. Ancak Tillerson’ın da iyi bildiği gibi ülkelerin sınırlarını aç ve çaresiz insanlara memnuniyetle açtığı bir çağda yaşamıyoruz. Esasında Tillerson -kıtlığın sivil savaşa yol açan gerilimleri hızlandırdığı bir ülke olan[9]– Suriyeli mültecileri terörizmin Truva atları olarak betimlemiş bir başkan için çalışıyor. Suriyeli göçmenlerin Birleşik Devletlere girmesinin kısıtlanmasına katkıda bulunan bir seyahat yasağı uygulayan bir başkan.

Sığınma isteyen Suriyeli çocuklar hakkında “Onların yüzüne bakarak ‘gelemezsiniz’ diyebilirim” şeklinde konuşan bir başkan. Sözüm ona kimyasal silah saldırısının Suriyeli çocuk ve “güzel bebekler” üzerindeki korkunç sonuçlarının etkisiyle Suriye’ye füze saldırısı emri verdikten sonra bile pozisyonunu değiştirmeyen bir başkan. (Ama onları ve ebeveynlerini bağrına basacak kadar etkilenmedi.) Göçmenleri takip etme, gözetim, tutuklama ve sınır dışı etme[10] planlarının yönetiminin tanımlayıcı özelliklerinden birine dönüştüğünü ilan etmiş bir başkan.

Bütün bunlardan kâr etmeye yönelik engin becerileriyle Trump ekibinin diğer çoğu üyesi tetikte bekliyor ve fırsat kolluyor.

Seçim günü ile Trump’ın makamındaki ilk ayı arasında Birleşik Devletlerdeki en büyük iki özel cezaevi şirketi olan CoreCivic (eski adıyla Amerika Islah Kurumu) ve Geo Group sermayeleri, sırasıyla yüzde 140 ve yüzde 98 artarak ikiye katlandı. Neden olmasın? Tıpkı Exxon’ın iklim değişikliğinden kâr etmeyi öğrenmesi gibi bu şirketler de – her ikisi de çoğunlukla iklim gerilimleri ile bağlantılı olan – savaş ve göçü heyecan verici ve genişleyen piyasa fırsatları olarak gören ve büyüyen özel cezaevi, özel güvenlik ve özel gözetim endüstrisinin bir parçasıdır. Amerika Göç ve Gümrük Muhafaza Birimi (ICE) Birleşik Devletlerde herhangi bir günde yasadışı bir biçimde bulunduğu düşünülen 34.000 kadar göçmeni hapseder ve bunların yüzde 73’ü özel cezaevlerinde tutulur. Dolayısıyla bu şirketlerin sermayesinin Trump’ın seçilmesi üzerinde yükselmesi şaşırtıcı değildir. Kısa bir süre içinde sözü geçen şirketlerin kutlayacağı daha da fazla neden ortaya çıktı: Trump’ın yeni başsavcısı Jeff Sessions’ın ilk icraatlarından biri[11] Obama yönetiminin genel cezaevi nüfusu için kâr amacı güden hapishaneleri kaldırma kararını ilga etmesiydi.

Trump Birleşik Devletler ordusuna Apache ve Chinook helikopterler gibi pahalı donanımlar satmaktan sorumlu Boeing’in üst düzey yöneticisi Patrick Shanahan’ı savunma bakan yardımcısı olarak atadı. Shanahan ayrıca, Trump idaresinde uluslararası gerilimlerin tırmanmayı sürdürmesi halinde Boeing’in yüksek kâr etmesine dayanan operasyonun bir parçası olan, balistik füze savunma programını yönetti.

Bu, daha büyük bir eğilimin parçasıydı. The Intercept’ten Lee Fang’ın haberine[12] göre “Başkan Donald Trump askerî bütçeyi ve iç güvenlik programlarını hızla büyütmek için savunma müteahhit ve lobicilerini hükümetteki kilit pozisyonlara atayarak döner kapıyı[13] silahlandırmıştır … Şimdiye kadar müteahhitleri koruyan finansal ilişkisi bulunan en az 15 yetkili atanmış veya görevlendirilmiştir.”

Döner kapı elbette yeni değildir. Yüksek rütbeli emekli subaylar silah şirketleri ile sağlam iş ve sözleşmeler yapar. Yeni olan Trump’ın – Pentagon, İç Güvenlik Bakanlığı ve ordu harcamalarını bir yılda 80 milyar dolardan fazla artırma planından kaynaklananlar da dahil – ödenek ayırma yetkisine sahip kabine görevlerine atadığı, askerî müteahhitlerle kazançlı ilişkileri bulunan generallerin sayısıdır.

Değişen bir başka şey de İç Güvenlik ve gözetim endüstrisinin boyutudur. Bu sektör Bush yönetiminin ebedî “terörle mücadele”ye giriştiğini ve dış kaynaklardan temin edilebilecek her şeyin temin edileceğini ilan ettiği 11 Eylül saldırılarından sonra katlanarak büyümüştür. Washington DC dışında, Virginia banliyö çevresinde zehirli mantarlar gibi renkli camlı firmalar türedi ve Booz Allen Hamilton gibi mevcut firmalar yeni bölgelere yayıldı. 2005’te Slate’de yayımlanan bir yazısında[14] Daniel Gross çoğu insan tarafından güvenlik balonu denen ruh halini yansıttı: “İç güvenlik, internet yatırımının 1997’de ulaştığı aşamaya gelmiş olabilir. O zamanlar tek yapmanız gereken şirket isminin önüne bir “e” koymaktı, sonrasında ilk halka arz (IPO) büyüklüğü birden artardı. Şimdi aynısını ‘kale’ ile yapabilirsiniz.”

Demek ki Trump tarafından atananların çoğu, kısa süre öncesine kadar dışarıdan temin edilmesi düşünülemeyen işlerde uzmanlaşmış firmalardan geliyor. Meselâ Trump’ın Ulusal Güvenlik Konseyi personel şefi, emekli Korgeneral Keith Kellogg’dur. Kellogg’un özel sektöre geçtikten sonra güvenlik müteahhitleriyle yaptığı pek çok işten biri Cubic Defense ile yaptığıdır.

Şirkete göre Kellogg “şirketin temeli olan savaş eğitimi işine sebep oldu ve şirketin dünya çapındaki müşteri tabanının genişlemesine odaklan[dı]”. “Savaş eğitimi”nin eskiden orduların tek başına yaptığı bir şey olduğunu düşünüyorsanız haklısınız.

Trump tarafından atanan müteahhitler hakkında göze çarpan, çoğunun 9/11 öncesi mevcut bile olmayan firmalardan gelmesidir: Biyometri alanında uzmanlaşmış L-1 Identity Solutions, George W. Bush’un iç güvenlik bakanı Michael Chertoff tarafından kurulmuş Chertoff Group, PayPal milyarderi ve Trump destekçisi Peter Thiel’ın[15] kurucu ortak olduğu gözetim/big data firması Palantir Technologies[16] ve daha birçokları. Güvenlik firmaları işe alımlarda hükümetin ordu ve istihbarat birimlerinden çokça yararlanır.

Trump yönetiminde, sözü geçen firmaların lobicileri ve personeli, Trump’ın “kötü adamlar” demekten hoşlandığı insanları arama işini paraya çevirmeye ilişkin daha da çok fırsatı yüksek ihtimalle teşvik edecekleri hükümete tekrar geçiyorlar.

Bu durum feci bir kokteyl yaratıyor. Süregiden savaştan kâr eden bir grup insanı alıp hükümetin kalbine koyuyorsunuz. Peki barışı kim savunacak? Esasında bir savaşın kesin bir biçimde sona erebileceği fikri, Bush zamanında “11 Eylül öncesi düşünüş” olarak reddedilen şeyin tuhaf bir kalıntısı gibi görünür.

Bir de çoğu insan tarafından Trump’ın dağınık odasındaki yetişkin olarak görülen Mike Pence[17] var. Fakat gerçekte İndiana eski valisi Pence’in insan acısının zalimce istismarı konusunda çok rahatsız edici bir geçmişi vardır.

Mike Pence’in Donal Trump’ın sağ kolu olduğu ilan edildiğinde kendi kendime şöyle düşündüm: Bu ismi biliyorum, bir yerlerde görmüştüm. Sonra hatırladım. O güne kadar yazdığım en sarsıcı hikâyelerden birinin, Katrina ve New Orleans’ı suların basmasını[18] takip eden felaket kapitalizmi meydan savaşının göbeğinde yer alıyordu. Michael Pence’in insan acısı fırsatçısı olarak yaptıkları öylesine dehşet vericiydi ki biraz daha derinlemesine araştırılmaya değer, zira yükseltilen kriz zamanları boyunca bu yönetimden bekleyebileceklerimiz konusunda çok şey söylüyor.

Pence’in rolünün detayına girmeden önce, genellikle “doğal felaket” olarak tanımlanmasına rağmen Katrina kasırgasının New Orleans şehrini etkileme biçimi hakkında hiçbir şeyin doğal olmadığını hatırlamak önemli. Ağustos 2005’te Katrina Mississippi kıyılarını vurduğunda 5. kategoriden durgun-yıkıcı 3. kategoriye düşürülmüştü. Ama New Orleans’a ilerlediğinde gücünü büyük ölçüde kaybetmiş ve “tropik fırtına” kategorisine indirilmişti.

Bu durum konumuzla ilgili zira tropik bir fırtına hiçbir zaman New Orleans’ın sel korumasını aşmamıştır. Ancak şehri koruyan setler dayanmadığı için Katrina aştı. Neden? Bugün biliyoruz ki risk hakkında mükerrer uyarılara rağmen ordu mühendisler birliği setlerin harap olmasına yol açmıştı. Bu başarısızlık iki temel etkenin sonucuydu.

Bu etkenlerden ilki setlerin tamirinden kaçınılması sonucu savunmasız bırakılan Lower Ninth Ward[19] semtinde yaşayan yoksul siyahların hayatlarının özellikle umursanmamasıydı. Bu durum on yıllarca süren neoliberal polikanın doğrudan sonucu olan kamusal altyapının yaygın ihmalinin bir parçasıydı. Çünkü kamusal alan ve kamu yararı fikrine sistematik savaş açtığınızda elbette yollar, köprüler, setler ve su şebekesi gibi toplumun kamuya ait yapıları ufak bir zorlamayla yıkılacak kadar harap duruma düşer. Vergileri polis teşkilatı ve ordu dışında hiçbir şeye paranız kalmayacak kadar düşürürseniz böyle olur.

Şehri zayıflatan yalnızca fiziksel altyapı ve özellikle ABD’nin çoğu şehrinde olduğu gibi ezici bir çoğunlukla Afrika kökenli Amerikalı olan şehrin en yoksul sakinleri değildi. İkinci büyük kırılma, afete müdahaleye ilişkin insan yapısı sistemlerin de başarısız olmasıydı. Federal hükümetin bu gibi ulusal kriz anlarında müdahale etmekle görevli kolu, tahliye planlaması ve müdahalesinde eyalet ve belediye yönetimlerinin kilit rol oynadığı Federal Acil Durum Yönetim Kurumudur (Fema). Hükümetin her kademesi başarısız oldu.

Fema’nın Superdome’da acil barınma peşinde koşan arayan New Orleans’taki insanlara su ve yiyecek götürmesi beş gün sürdü. O zamanlardan en üzücü görüntü “İMDAT” yazılı işaretleri gösteren ve geçip giden helikopterleri seyreden, ev ve hastane çatılarında mahsur kalmış insanlarınkiydi.[20] İnsanlar ellerinden geldiğince birbirine yardım etti, birbirlerini kano ve kayıklarla kurtardı, birbirlerini besledi, sıklıkla kriz anlarının pekiştirdiği, insanın harika dayanışma kapasitesini gösterdi. Ancak resmi düzeyde durum tam tersiydi. Kıdemli New Orleans insan hakları örgütçüsü Curtis Muhammed’in bu tecrübe “yöneticilerimiz olmadığına bizleri ikna etti” sözlerini daima hatırlayacağım.

Söz konusu ihmalin gerçekleşme biçimi son derece eşitsizdi, ırk ve sınıf ekseninde ayrım yapıldı. Pek çok insan şehri kendi imkânlarıyla terk edebildi; kendi arabalarına binip su basmayan otellere gitti ve sigorta komisyoncularına telefon açtı. Bazı insanlar fırtına korumalarının dayanacağına inandığından şehirde kaldı. Ancak insanların diğer birçoğu başka seçenekleri olmadığından kaldı; arabaları yoktu veya kullanmaya elverişli değildi ya da ne yapacaklarını bilemediler. Bu insanlar, işleyen bir tahliye ve destek sistemine muhtaçtı ve talihsizdi.

Şehirde su ve yiyeceksiz bırakılan yoksullar, o koşullarda herkesin yapacağını yaptı ve yerel dükkanlardan erzak aldı. Fox News ve diğer medya kanalları bu durumu, New Orleans’ın siyah sakinlerini, şehrin su basmayan, beyaz bölgeleri ile çevre banliyö ve kasabaları pek yakında işgal edecek tehlikeli “çapulcular” olarak tasvir etmek için değerlendirdi. Binalara sprey boyayla “çapulcular vurulacak” yazılmıştı.

Şehrin su basan bölgelerindeki insanları tuzağa düşürmek için kontrol noktaları kuruldu. Danziger köprüsü üstünde polis siyah sakinleri görür görmez vurdu.[21] (memurlardan beşi nihayetinde suçu kabul etti, bu ve Katrina sonrası benzer iki davada şehir yönetimi ailelerle 13,3 milyon Dolarlık anlaşmaya vardı.) Bu sırada, sakinlerden birinin araştırmacı gazeteci AC Thompson’ın bir makalesinde[22] dile getirdiği üzere, beyaz yasadışı silahlı örgüt mensupları sokaklarda “siyah insanları avlama fırsatı” kollayarak dolaştı.

Su baskını sırasında New Orleans’taydım ve polis ile ordunun, dahası Blackwater gibi şirketlerin Irak’tan yeni gelen özel güvenlik muhafızlarının nasıl güçlendirildiğini kendi gözlerimle gördüm. Tek suçu sağ kalmaya çalışmak olan yoksul ve siyah insanların okların hedefinde bulunmasıyla bir savaş bölgesine çok benziyordu. Ulusal Muhafızlar şehrin tamamen tahliyesini düzenlemek için gelinceye kadar işler idrak edilmesi zor bir düzeyde saldırganlık ve zalimlikle yürüdü. Askerler otobüslere binen sakinlere, nereye götürüldüklerine dair bilgi vermeksizin makineli tüfek doğrulttu. Çoğu kez çocuklar ebeveynlerinden ayrı tutuldu.

Su baskını sırasında gördüklerim beni dehşete düşürdü. Ama Katrina sonrasında gördüklerim daha bile sarsıcıydı. Bozguna uğramış şehir ve ülkenin dört bir yanına dağılmış, kendi çıkarlarını koruma imkânı olmayan sakinlerine rağmen şirket destekçisi talep listesini son hız yürürlüğe sokma planı ortaya çıktı. O zamanlar 93 yaşında olan ünlü serbest piyasa ekonomisti Milton Friedman, Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan bir makalesinde şunları yazdı: “New Orleans’taki okulların çoğu ve bu okullara giden çocukların evleri harap durumda. Bu çocuklar ülkenin dört bir yanına dağıldı. Bu bir trajedi ve aynı zamanda eğitim sisteminin radikal reformu için bir fırsat.”

Benzer bir biçimde o zamanlar Lousiana’nın Cumhuriyetçi kongre üyesi olan Richard Baker da “Nihayet New Orleans’taki sosyal konutları temizledik. Biz yapamazdık ama Tanrı yaptı.” şeklinde bir demeç verdi. Baker bu açıklamayı yaptığında Baton Rouge yakınlarındaki bir barınaktaydım. Konuştuğum insanlar bu ifade yüzünden tam anlamıyla afallamıştı. Evinizi terk etmeye zorlandığınızı, kocaman bir kongre merkezinde kamp yatağında uyumak zorunda kaldığınızı ve sözde sizi temsil eden insanların bunun bir tür ilahî müdahale olduğunu iddia ettiğini öğrendiğinizi düşünün – görünen o ki Tanrı mülk edinilmesinden çok hoşlanır.

Baker sosyal konut “temizliğini/vurgununu”[23] yaptı. Fırtınadan sonraki aylarda, çoğu yüksek zeminde olduğundan pek az zararla kurtulan binlerce sosyal konut, New Orleans sakinlerine – ve bütün münasebetsiz görüşleri, zengin kültür ve derin bağlılıklarına – rağmen yıkıldı. Yerlerine orada yaşamış olanların çoğu için uçuk fiyatları olan apartman dairesi ve sıraevler dikildi.

Mike Pence hikâyeye burada dahil oldu. Katrina New Orleans’ı vurduğunda Pence – muhafazakâr meclis üyelerinden oluşan bir parti grubu olan – güçlü ve büyük ölçüde ideolojik Cumhuriyetçi Araştırma Komitesi (RSC) başkanıydı. 13 Eylül 2005’te, setlerin yıkılmasından yalnızca 15 gün sonra, henüz New Orleans’ın bir kısmı sular altındayken RSC Washington DC’deki Heritage Vakfının ofisinde önemli bir toplantı düzenledi. Topluluk Pence yönetiminde, her biri açıkça felaket kapitalizmi senaryosu olan 32 sözde yardım politikası içeren bir “Katrina Kasırgası ve Yüksek Petrol Fiyatlarına Müdahale için Serbest Piyasa Destekçisi Fikirler”[24] listesi ortaya attı.

Burada göze çarpan şey kamusal alan ve işgücü standartlarına (labour standards) açılan topyekûn savaşa bağlılıktır. Bu bağlılık acı bir biçimde ironiktir çünkü Katrina kasırgasını insanî bir faciaya çeviren kamu altyapısının başarısızlığıdır. Yakıt ve gaz endüstrisinin elini güçlendirme kararlılığı da dikkate değer. Sözü geçen liste federal girişimcilerin geçinme ücreti ödeme sorumluluğunu askıya almaları için tavsiyeler içerir, etkilenen bütün alanı bir serbest girişim bölgesi kılar ve “yeniden inşayı aksatan … kısıtlayıcı çevre düzenlemelerinden feragat eder veya onları yürürlükten kaldırır”. Diğer bir deyişle liste, toplulukların zarardan korunması için tasarlanmış bürokrasiye karşı bir savaştır.

Başkan Bush söz konusu tavsiyelerin çoğunu bir hafta içinde hayata geçirdi, baskı altında da olsa nihayetinde işgücü standartlarını tekrar yürürlüğe sokmak durumunda kaldı. Diğer bir tavsiye özel veya (vergilerle finanse edilen kâr amaçlı) imtiyazlı okullarda kullanılması için ailelere senet verilmesini gerektiriyordu. Bu hamle Trump’ın eğitim bakanlığına seçtiği Betsy DeVos’un[25] vizyonuyla mükemmelen uyumluydu. Yıl sonunda New Orleans’ın okul sistemi ABD’de en çok özelleştirilen sistem oldu.

Dahası da vardı. İklim bilimcilerin artan kasırga yoğunluğunu yükselen okyanus sıcaklıkları ile doğrudan ilişkilendirmesi, Pence ve komitesini Kongreyi Körfez kıyılarındaki çevre düzenlemelerinin yürürlükten kaldırılması, ABD’de yeni petrol rafinerilerine müsaade edilmesi ve “Kuzey Kutbu Ulusal Yaban Hayatı Sığınağında[26] yeşil-ışık sondajı” için çağrıda bulunmaktan vazgeçirmedi.

Bu bir tür çılgınlıktı. Sonuç olarak bütün bu önlemler, şiddetli fırtınalara yol açan sera gazı emisyonları ve iklim değişikliğindeki büyük insan katkısına kesin bir gidişattır. Yine de önlemler Pence tarafından desteklenmiş ve sonrasında yıkıcı bir kasırga bahanesiyle Bush tarafından kabul edilmiştir.

Bütün bu gelişmelerin imâlarını açıklığa kavuşturmak için bir ara vermenin faydası var. Katrina kasırgası – muhtemelen iklim değişikliği ile bağlantılı – aşırı ağır hava koşulları ile zayıf ve bakımsız kamu altyapısının bir kombinasyonu neticesinde bir faciaya dönüştü. O zaman Pence idaresindeki topluluk tarafından sunulan sözde çözümler tam da iklim değişikliğini kaçınılmaz bir biçimde kötüleştirecek ve kamu altyapısını daha bile zayıflatacak şeylerdi. Görünen o ki Pence ve “serbest piyasa” temsilcisi ortakları gelecekte daha fazla Katrina kasırgasına yol açacağı kesin işler yapmaya azimliydi.

Mike Pence[27] şimdi bu vizyona bütün bir ABD’yi ikna edebileceği bir pozisyondadır.

Katrina kasırgasından tek kâr eden petrol endüstrisi değildi. Fırtınadan hemen sonra, savaş patladığında Bağdat’a üşüşen – Bechtel, Fluor, Halliburton, Blackwater, CH2M Hill and Parsons ve Irak’taki uyduruk işler yüzünden adı kötüye çıkmış[28] – bütün bir müteahhitler çetesi şimdi New Orleans’a gelmişti. Bu şirketlerin tek bir vizyonu vardı: Irak ve Afganistan’da temin ettikleri türden özelleştirilmiş hizmetlerin iç pazarda alıcı bulduğunu göstermek ve toplam değeri 3,4 milyar dolar olan talepsiz-teklifsiz (no-bid) anlaşmalar yapmak.

İhtilaflar sayısızdı. Konu ile ilgili tecrübeler çoğunlukla anlaşmaların nasıl paylaştırıldığı ile ilgili yapacak bir şey olmadığı izlenimi verdi. Meselâ Fema’nın bir New Orleans banliyösü St. Bernard Parish’te acil durum çalışanları için bir üs inşa etmekte önemli bir rol oynaması için 5,2 milyon dolar ödediği şirketi ele alalım. Üssün inşası programın gerisinde kaldı ve asla tamamlanmadı. Soruşturmada müteahhit Lighthouse Afet Yardımı şirketinin esasında dinî bir topluluk olduğu ortaya çıktı. Lighthouse yöneticisi Papaz Gary Heldreth “buna en yakın yaptığım şey kilisem ile bir gençlik kampı organize etmek” şeklinde bir itirafta bulundu.

Taşeronların paylarını almasından sonra işi yapan insanlar için geriye hiçbir şey kalmadı. Yazar Mike Davis, Fema’nın zarar görmüş çatılara – tenteler hükümet tarafından temin edilmesine rağmen – mavi tenteler kurulması için Shaw’a fitkare başına 175 dolar ödemesinin izini sürdü. Taşeronların hepsi hisselerini aldıktan sonra tenteleri fiilen çakan işçilere fitkare başına 2 Dolar gibi cüzî bir ücret ödenmişti.

Davis “Diğer bir deyişle asıl işi yürüten en alt basamak hariç sözleşme besin zincirinin her seviyesi garip bir şekilde fazla beslenmiş.” yazdı. Trump Organizasyonu gibi bu sözümona “müteahhitler” de kârı emen ve sonrasında ucuz veya var olmayan hizmetlere isimlerini koyuveren kof markalardı.

Sözleşme ve vergi muafiyetleri ile özel şirketlere geçen onlarca milyar doları telafi etmek için Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Kongre Kasım 2005’te federal bütçeden 40 milyar dolar kesinti yapılması gerektiğini duyurdu. Kesinti yapılan programlar arasında öğrenci kredileri, yoksullar için sağlık yardımları ve gıda pulları vardı.

Böylelikle ABD’deki en yoksul insanlar müteahhitlerin refahını iki kez finanse etti: İlki Katrina müdahalesinin düzgün işler ya da işlevsel kamu hizmetleri sağlamaksızın kontrolsüz şirket bağışlarına dönüşmesi, ikincisi ise ülke çapındaki işsiz veya yoksul işçileri destekleyecek birkaç programın bu şişkin faturaları ödemek için tümüyle tükenmiş olmasıydı.

New Orleans -mevcut başkan yardımcısı, Heritage Vakfı ve Trump’ın yönetim planlamasının çoğunu yapan aşırı sağ beyin takımı tarafından tasarlanmış- felaket kapitalizmi prototipidir. Sonuç olarak Katrina müdahalesi George W. Bush’a destek puanlarında serbest düşüşü, sonunda 2008 yılında Cumhuriyetçilerin başkanlığı kaybettiği bir batışı tetikledi. Dokuz yıl sonra bugün Kongre ve Beyaz Saray yeniden Cumhuriyetçilerin kontrolünde ve özelleştirilmiş felaket müdahalesine ilişkin bu örnek olayın ulusal düzeyde benimsendiğini tasavvur etmek zor değil.

New Orleans’ta askerîleştirilmiş polisin ve silahlı özel askerlerin varlığı birçok kişi için şaşırtıcı göründü. O zamandan beri ülke çapında, tank ve drone’lar da dahil, askerî teçhizatlarla donatılmış yerel polis güçleri ve sıklıkla eğitim ve destek sağlayan özel güvenlik şirketleri ile bu olgu katlanarak yayılmıştır. Trump yönetiminde özel askerî ve güvenlik müteahhitlerinin kilit pozisyonlarda yer aldığı dikkate alındığında her bir yeni şokta daha büyük bir yayılma bekleyebiliriz.

Katrina tecrübesi aynı zamanda Trump’ın 1 trilyon dolarlık altyapı harcaması sözüne umut bağlayanlar için de sert bir uyarı niteliğindedir. Sözü geçen harcama bazı yol ve köprüleri düzeltecek ve istihdam yaratacaktır. Trump hayatî bir biçimde bunu mümkün mertebe kamu sektörü aracılığıyla değil, berbat bir yolsuzluk geçmişi olan ve tam kamu projelerinde olduğundan çok daha düşük ücretler verilmesi ile sonuçlanabilecek, kamu-özel ortaklıklarıyla yapacağını işaret etmiştir. Trump’ın işletme geçmişi ve Pence’in yönetimdeki rolü dikkate alındığında, bu çok önemli altyapı harcamalarının Katrina benzeri bir kleptokrasiye, vergi mükelleflerinin muazzam parasıyla kendilerine yarar sağlayan[29] Mar-a-Lago zümresi ile aynı yönde bir hırsızlar yönetimine dönüşmesinden korkmak için pek çok neden vardır.

New Orleans bir sonraki şok geldiğinde umabileceğimiz şeylerin üzücü bir resmini verir. Ama bu resim tamamlanmış değildir. Trump yönetiminin kriz kisvesi altında kabul ettirmeye çalışacakları çok daha fazla şey vardır. Şoka dirençli olmak için bunlara da hazırlıklı olmamız gerekir.

Çeviri: Meriç Seyhan KARACA

Bu makalenin orijinali 6 Temmuz 2017 tarihinde şu adreste yayınlanmıştır: https://www.theguardian.com/us-news/2017/jul/06/naomi-klein-how-power-profits-from-disaster


DİPNOTLAR

[1] https://www.theguardian.com/us-news/donaldtrump

[2] https://www.theguardian.com/us-news/hurricane-katrina

[3] https://www.theguardian.com/books/2007/sep/15/politics

[4] https://www.theguardian.com/us-news/rex-tillerson

[5] https://www.theguardian.com/world/2008/jun/30/iraq.oil

[6] https://www.theguardian.com/business/2011/nov/13/exxon-mobil-kurdistan-exploration

[7] https://www.latimes.com/business/la-fi-exxon-mobil-climate-change-documents-20170112-story.html

[8] https://www.washingtonpost.com/news/energy-environment/wp/2016/12/13/rex-tillersons-view-of-climate-change-its-just-an-engineering-problem/

[9] https://www.theguardian.com/world/2015/mar/02/global-warming-worsened-syria-drought-study

[10] https://www.theguardian.com/us-news/2017/apr/19/trump-immigration-policy-maribel-trujillo

[11] theguardian.com/us-news/2017/feb/23/trump-revives-private-prison-program-doj-obama-administration-end

[12] https://theintercept.com/2017/03/21/revolving-door-military/

[13] Döner kapı deyimi özel şirket yöneticisinin daha önce iş yaptığı devlet kurumunda görevlendirilmesi veya kamu çalışanının daha önce görevli olduğu kurumla ilgili özel bir şirkette çalışmasına atıfta bulunur. Ç.N.

[14]https://slate.com/gdpr?redirect_uri=%2Farticles%2Fbusiness%2Fmoneybox%2F2005%2F06%2Fthe_homeland_security_bubble.html%3Fvia%3Dgdpr-consent&redirect_host=http%3A%2F%2Fwww.slate.com

[15] https://www.theguardian.com/technology/peter-thiel

[16] https://www.theguardian.com/technology/2017/may/07/the-great-british-brexit-robbery-hijacked-democracy

[17] https://www.theguardian.com/us-news/mike-pence

[18] https://www.theguardian.com/us-news/new-orleans

[19] https://www.theguardian.com/commentisfree/2007/aug/29/comment.hurricanekatrina

[20] http://interactives.dallasnews.com/2015/katrina/images/help_2325.jpg

[21] https://www.theguardian.com/world/2012/apr/04/new-orleans-police-officers-katrina

[22] https://www.propublica.org/article/post-katrina-white-vigilantes-shot-african-americans-with-impunity

[23] Yazar temizlik (clean up) ile vurgun (cleanup) eşsesliğinden hareketle kelime oyunu yapıyor. Ç.N.

[24] http://www.naomiklein.org/shock-doctrine/resources/part7/chapter20/pro-market-ideas-katrina

[25] https://www.theguardian.com/commentisfree/2017/may/11/betsy-devos-booed-for-a-reason-us-education

[26] https://www.theguardian.com/news/2015/aug/27/alaska-wildlife-sanctuary-obama-arctic-oil-drilling

[27] https://www.theguardian.com/us-news/mike-pence

[28] https://www.nytimes.com/2008/01/29/world/middleeast/29reconstruction.html

[29] https://www.theguardian.com/commentisfree/2017/jun/10/scam-alert-trumps-1tn-infrastructure-plan