2019 Joker yılı oldu, Oscar’ları liberal antikomünist “parazit” almış olsa da! Joaquin Phoenix’in tanrısal ışıkla aydınlanmış, olağanüstü performansı sinema tarihinin en mükemmel “oyunculuklarından” biri olarak şimdiden yerini aldı. Acıtan gülüş, acıdan gülüş ne demek hepimize yaşattı. Film, senaryo, müzik, görüntü, kurgu, akış ve çekim açılarıyla bir sanat eseri. Neredeyse her sahnesi ya bir filme ya da tarihsel bir sembole gönderme ile tıka basa dolu. Öyle ki internette filmin göndermeleri üzerine onlarca çözümleme yazısı var. Joker hem tarihsel toplumsal gerçeklikten hem de o gerçeklikten üretilen sanatsal yaratımlardan kendine özgü yeni bir kurgusal gerçek inşa etmiş. Gerçekle, kurgusal olanı harmanlayarak bir kurgu olan Batman evreninde yeni ama daha kapsayıcı bir kurgusal gerçeklik yaratmış: Gotham evreni. Callinicos’un dediği gibi post modern, modernin ta kendisi oldu. Joker ironi, pastiş, parodi ve metafor kaosu içinde eni konu bir modern sinema klasiği oldu, şimdiden.
Geçici bir yan karakter olarak dahil olduğu Batman için inşa edilen dünyayı parçalayan bir film Joker. Özellikle Christopher Nolan’ın Batman Begins, The Dark Knight ve The Dark Knight Rises üçlemesiyle kurduğu neo faşist Batman evrenini ters yüz ederek o gerçekliğin ipliğini pazara çıkarıyor. Batman’in gözleriyle bakılan evreni, Batman’in baktığı yerde duranların gözlerinden gösteriyor. Paranoya, (para-noia) “başka zihin” anlamına gelir. “Olağan” zihnin ötesinde bir zihni imler. Paranoidler, herkesin baktığı ve yorumladıklarını bir anlamda başka bir açıdan, görüp değerlendirirler. Joker, Batman evreninin neden paranoid bir evren olduğunu da gösteriyor. Michel Tournier’in “Cuma ya da Pasifik Arafı” romanında Robinson Crusoe’nun gördüğü dünyayı, Cuma’nın gözünden anlatarak “medeni Avrupalı” mitini paramparça etmesi gibi.
Ama yine de bir Hollywood filmi olduğunu unutmayarak (ya da bu zorunlulukla) Joker’i bir “akıl hastası” olarak etiketlemekten de kendisini alamıyor. Todd Phillips’in Joker’i, kahramanı Arthur Fleck’in öyküsünü psikiyatrik bir hastalık zeminine oturtmayı seçmek zorunda kalmasıyla bile psikiyatrik bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Joker olacak olan Arthur’un psikiyatrik tedavi altında, annesinin de sanrısal bozukluk (paranoya) tanılı hastalar olmaları ve film boyunca ikide bir insanların çılgınlaşmalarından söz edilmesi, senarist/yönetmenin anlatmak istediğini, ancak “ruh hastalığı” metaforu üzerinden anlatmaya cesaret edebildiğinin de işareti değil mi? Sanki Phillips ve diğer senarist Scott Silver, Joker’i sevmekten ve ona hak vermekten kendileri bile korkmuşlar da kendilerine ve seyirciye “ama bakın sonuçta deli” diyerek bir çıkış yolu bırakmaya çalışmışlar gibi. Gerçeklikte olan biteni anlayan, onu dile getirmeye dair karşı konulmaz bir arzuya kapılır ya, onlar da hem anlatmak istemiş ve fakat aynı anda anlatmak istediklerinin yaratacağı etkiden de korkmuşlar da gerçeği (kapitalizmin sefilliğini) Joker’in hastalığına (semptom) çevirmişler gibi. Joker madem akıl hastası, o zaman nasıl bir akıl hastası olduğunu çözümlemek de mümkün ve hak.
Tıpta hastanın dile getirdiği/şikayet ettiği ya da doktorun gözlemlediği “normallik dışı” şeyler “belirti/semptom” olarak adlandırılır. Doktor hastayı muayene ederek, çeşitli laboratuvar araçları kullanarak belirti ya da belirtiler kümesini zihnindeki tıbbi paradigma üzerinden yorumlar. Belirtiler normallik sınırları içinde olabilir ya da “x hastalığını” işaret eder.
Başım ağrıyor diyen hastanın, öyküsünü dinleyip, muayene, tetkik vb. yöntemleri kullandıktan sonra, “ağrınız olağan, geçici bir durum, bir hastalık nedeniyle ortaya çıkmamış, zaman zaman herkesin başı ağrıyabilir, dayanılmaz olursa bir ağrı kesici içebilirsiniz” diyebilir. Ağrı anormaldir ama normallik sınırları içinde bir anormalliktir. Bazen de ağrının stres nedeniyle ortaya çıkabildiğini ya da örneğin beyin tümörü nedeniye oluştuğu sonucuna varabilir.
Psikiyatride süreç biraz farklı işler. Psikiyatride hastanın yaşantıladığı ve yakındığı sorun (semptom) çoğu zaman yaşadığı çatışmalara karşı bulabildiği “çözüm”dür. Demem o ki hastanın yaşadığı ve ilettiği ya da çevresindekilerde rahatsızlık yaratan “sorun” aslında bir çözme çabasıdır. Örneğin bayılma semptomu, katlanılmaz bilinçdışı çatışmaların baskısı ve acısına karşı ya da dile getirilemeyen bir arzunun neden olduğu gerginliğin üzerini örtmek için, bilincin geçici olarak bilmemeyi seçmesi (bayılma) olabilir. Semptom, çözümdür, en azından çözme çabasıdır.
Bir filmi seyrederken senarist/yönetmenin anlatmak istediğini nasıl anlattığını çözümlemek de gerekir. Her film bir hikaye üzerinden bir dünya tasarlar. İçinde yaşadığımız gerçek dünyayı temel alan yeni bir dünya. “Yaşadığın dünya aslında bak şöyle bir dünya” demeye getirir. Bu yüzden büyüleyicidir. Aynı nedenle de filmde tasarlanan dünya üzerinden tasarlayan yaratıcının varolan gerçekliği nasıl gördüğünü anlamak da mümkündür. Ve yine psikiyatriye dönersek, hastanın gerçekliğine ulaşmanın yolu, çoğu zaman anlattıklarından değil anlatmadıklarından ilerlemekle mümkün olur. Sürekli annesiyle çatışmalarından bahseden birinin asıl çatışma yaşadığı kişinin babası olması gibi. Bize sunulan/dayatılan gerçeği, gerçekten görmemizi sağlayan kimi zaman gösterilmeyendir.
Bu haliyle bile filmin, sermaye sahiplerine yakın gelecekte başlarına gelebilecek felaketlere karşı bir uyarı niteliği taşıdığını söylemek mümkün. Sanılanın aksine film ezilenlere seslenmiyor, ezenlere şimdi gelmesinden korktukları isyanın ortaya çıkmasındaki rollerini hatırlatıyor. Tam da seksenlerle başlayan neoliberalizmin, şimdi tıkanıp sefalet, yoksulluk, savaşlar, çatışmalar, göç ve iklim krizinden başka hiçbir şey üretemediği açık seçik ortaya çıkmışken, Arthur Fleck’ten Joker’in “doğumunu” seksenlere denk getirmesi çok anlamlı.
Hikayenin seksenlerde geçtiğini mutlaka anlayalım diye filmin başında Warner Bross’un o dönem kullandığı logo kullanılmış. Kurgusal Gotham’ın seksenlerin sıçanlarıyla ünlü New York’unu temsil ettiği daha ilk görüntülerde anlaşılıyor. Phillips fimde özellikle Taxi Driver (Taksi Şöförü) ve King of Comedy (Komedi Kralı) filmlerine o kadar çok gönderme yapar ki, bize ben o hikayeleri kendi gözümden anlatıyorum der gibidir. Robert De Niro’yu komedyen talk şovcu Murray Franklin rolü için seçmesi bile bu yüzden olabilir. Seksenlerin sonlarında suç oranı olağanüstü artan ve çöp grevleriyle ünlenen New York’a Cumhuriyetçi Rudy Giuliani Belediye Başkanı olarak seçilmişti. Hem “suç örgütleri” hem de çöp grevleriye mücadele ederek iki binlerin tertemiz turistik (!) New York’unu yaratmıştı. Bugün o dönem kentin bir meta haline dönüşmesi ve soylulaştırma (gentrification) dönemi olarak biliniyor.
Açılış sahnesinde radyodaki spiker Gotham’da süren çöp grevlerinin “şehrin en güzel yerlerini bile varoşa” çevirdiğini söylüyor. Çöp grevlerini sendikaların sürdürdüğünü ve neoliberalizmin en çok da sendikaları çökerterek iş güvencesini ortadan kaldırdığını hatırlayalım. Sonra o varoşlar soylulaştırılacaktır. Fleck’in bezgin, yabancılaşmış, onu aslında hiç dinlemeyip, her görüşmede aynı soruları soran belediye sosyal çalışmacı terapisti zaten son görüşmelerinde belediyenin servisi kapattığını artık görüşme yapamayacaklarını ve Fleck’in de ilaçlarını ücretsiz alamayacağını söyleyecektir. Kamu hizmetleri sonlandırılmakta neoliberalizmin egemenliği başlamaktadır.
Fleck, psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi görmüş, sağlık hizmetini belediyeden ücretsiz karşılayan ve geçimini palyaçoluk yaparak sağlamaya çalışan biridir. Evden dışarı çıkmayan ve gerçekliği televizyondan öğrenen annesiyle şehrin merkezinin dışında yaşamaya çalışmaktadır. Phillips’in de kendi kurduğu gerçekliği başka kurgu gerçekliklerden almasına ne çok benzer bir hal. Pulp Fiction’ı yaptığı zamanlarda Quentin Tarantino da haberleri takip etmediğini, bildiği her şeyi televizyon ve sinema filmlerinden öğrendiğini söylemişti. Fleck, hala Amerikan Rüyası’na inanmaktadır. Stand up komedyeni olmayı hayal etmektedir. Örnek aldığı özdeşim figürü ve rol modeli, annesinin de çok sevdiği talkşovcu Murray Franklin’dir. Annesi Gotham’ın en zengini Thomas Wayne’e düzenli olarak mektup göndermekte ve Fleck’e eve her gelişinde kendisine Wayne’den mektup gelip gelmediğini sormaktadır.
Batmakta olduğundan “dükkanı boşaltıyoruz” kampanyası yürüten bir işyerinin sokak reklamını yaparken beceriksizce kullandığı panosunu “sokağın serseri adayı” çocuklar kaparlar ve koşturmaca sonunda ıssız bir sokakta aynı çocuklardan kötü bir dayak yer. Döven çocuklar “bu herif zayıf bir şey yapamaz” derler. Tam da zayıf olanın daha zayıfı gördüğünde zalimleşmesi öyküsüdür. Bu sahne ile yönetmen/senaristin yoksulları nasıl insanlar olarak gördüğünü de anlarız. Bakın der seyirciye vahşet bunların genlerine işlemiş. Fleck, ise karşı koymaya bile çalışmaz. Daha sonra o piçlere haddini bildirmeliydin diyen Randal’a, ama onlar daha çocuk der. Film boyunca Fleck sadece çocuklarla iletişim kurduğunda “son derece sağlıklıdır”. Otobüste siyahi küçük çocuğu güldürmeye çalışırken “gülüşü yumuşacık ve sevgi doludur”. Ama çocuğun annesi çocuğumu “rahatsız etme” diye tersler. O sahnede filmin başında terapistin karşısındaki gülüşünün nedenini anlarız: gülüşü hastalıktandır!
Asansörde karşılaştığı yalnız anne ve çocuğu ile konuşamaz bile. Kadın asansör takılınca binanın kötülüğünden söz eder ve intihar hareketi yapar. Fleck, tam kadın evine girecekken hareketi yineleyerek onaylar. Onlar için kurtuluş seçeneklerinden biri canlarına kıymak olabilir. Ama Fleck’in hala umudu vardır, komedyen olacak ve yırtacak, annesine çok iyi bakacaktır. Ama anne, Fleck onu yıkarken “dünyaya neşe ve kahkaha getirmek için geldin” dediği ve adı yerine “mutlu” lakabıyla seslendiği oğlunu iğdiş eder. “Ama”, der “komedyen olmak için komik olman gerekmiyor mu?”
O gülüşün gülme mi, ağlama mı, haykırış mı, acı dolu feryat mı olduğunu anlayamayız. Fleck de anlayamamaktadır, duygularını. Eğri büğrü bedeni, hastalıklı gülüşü ile bir “ucube”dir. İş yerindeki diğer palyaçolar için de alay edilecek biridir. Patronu herkes senin kaçık (kafadan kontak) olduğunu söylüyor ama ben sana yardım etmek istiyorum der. İş arkadaşı Randall ona kendini bununla koruyabilirsin diye bir silah verir. Kısa sürede nedenini anlarız. Hastanede çocukları eğlendirirken silahını düşürür ve işten kovulur. Randall, bir potansiyel rakipten kurtulmuş ve iş olanaklarını artırmıştır. Yoksullar böyledir işte, birbirlerine tuzak kurarlar.
İşsiz güçsüz, yıkık Fleck’ten Joker’in ortaya çıkışı da bu noktadan, en dibe vurmasından itibaren başlar. İşten atılmış ve belediyeden aldığı sağlık hizmeti de kesilmiştir. Tam bir kaybeden eziktir. Ardından filmin “en güzel” bölümlerinden biri gelir. Gece metrosunda üç Wall Street borsacısı yuppie erkek, barda yaptıkları çapkınlık avlarını tartışırlarken, “yakaladıkları” yalnız kadını şımarıkça taciz etmeye başlarlar. Aslında üç yuppie, genç kadın ve Fleck aynı yönde merkezden varoşa doğru dönmektedirler. Üç genç yükselmiş, yırtmış ve şımarmışlardır. Kadından sonra da Fleck’le dalga geçmek isterler ama onun zayıflığı, ucubeliği bir de gülüşüyle sinirlerini bozması nedeniyle hınçlarını ondan çıkarmaya kalkışırlar. Bu kez çocuklardan dayak yerken olduğu gibi karşı koymazlık etmez. Önce tepkisel olarak ikisini, sonra takip ederek üçüncüsünü öldürür. Cinayetlerden sonra amaçsızca kaçar ve kendisini bir parktaki genel tuvalete kitler. Orada önce paniği yatışır ardından dans etmeye başlar. Tuvalet bir tür koza, rahim gibidir, Fleck’ten Joker doğmaktadır. Zaten annesini öldürdükten sonra da evin buzdolabına girecektir. Koza-rahim ve yeniden doğuş filmin finalinde şahikasına ulaşacaktır. Kovulduğu işyerinden eşyalarını toplarken işe geliş saatlerinin denetlendiği kart basma makinesini kırması (ham, örgütsüz antikapitalizm, makine kırıcılar) ile patronun işçilere gülümsemeyi unutma uyarısının “-ma”sını silmesi bize Joker’in neyi seçeceğine dair bir işaret verir. O artık yıkıcı olacaktır.
Öldürme onu görünür kılmaya başlar. Bütün gazeteler ondan söz etmektedir. Terapistine bugüne kadar kimse beni görmüyordu, o kadar ki var olup olmadığımı kendim bile bilmiyordum, diyecektir. Gel de Fanon’u hatırlama, ezilenin ezene uyguladığı şiddet üzerinden kendi kimliğini kurması. Ama Fleck olarak değil zengin katili palyaço olarak tanınmaya başlamıştır. Gerçek haliyle değil de maskesiyle. İngilizce kişilik anlamına gelen personality, persona sözcüğünden türemiştir. Persona, antik Yunan’da tiyatro oyuncularının taktıkları maskenin adıdır. Maske oyundaki karakterin özelliklerini abartılı olarak yansıtır. Film boyunca Fleck, bir türlü Fleck olarak kabul göremez, ama zaten sonradan kendisinin olduğunu sandığı Fleck de olmadığını anlayacaktır. Yabancılaşmanın yabancılaşması gibi.
Fleck, kimse onu görmediğinden, kim olduğunu bilmez haldeyken annesi “Wayne’in şehri kurtaracağını” söyler. “Nerden biliyorsun” diye sorduğunda “herkes öyle söylüyor” der. Fleck, “anne kimseyle konuşmuyorsun ki, kimden duydun” dediğinde ise “televizyondan, haberlerden” der! Yönetmen hala ikirciklidir, olup biteni toplumun kime nasıl oy verdiğini, liderlerin nasıl seçildiğini bilmektedir ama bir türlü bildiğini açık seçik dile getirememekte ve gerçeği söyleyen kadını da hasta olarak damgalamadan duramamaktadır. O gece Wayne, yoksulların korkak olduğunu bu yüzden yüzlerini gizleyen palyaçolardan öte olmadıklarını ve kendisi gibi şanslı olanları kıskandıklarını, gerçi tanımasa da kendi şirketinde çalıştıkları için aileden olarak gördüğü üç çalışanını da kıskandıkları için korkakça öldürdüklerini söyler. Fleck, biraz da annesinin kendisini aşağılayan Wayne’a hayran olmasına duyduğu kızgınlıkla annesinin mektubunu açıp okur…
Bir kez daha kim olduğunu bilmezken sandığı kişi bile olmadığını anlar! Wayne’in oğludur! En zenginin, en güçlünün, en tepedekinin oğlu! Ne hissedeceğini bile bilemez. Ama, babasızlık sandığının terk edilmişlik olduğunu, olmaya çalıştığı ün ve zenginliğin aslında başlangıçta sahip olduğu ama ondan çalınan bir özelliği olduğunu anlar. Hikayenin en dramatik aşamalarından biridir. Senarist/yönetmenin de kendisini en çok açmaza soktuğu bölüm budur. Fleck’in Wayne’in ortada bıraktığı oğlu olması, bir kapitalistin sömürüp, yoksullaştırıp, piçleştirdiği toplum metaforu olabilecektir. Ama işte ya cesaret edemez, ya da içindeki yoksul nefreti onu engeller ve anneyi hasta olarak damgalar. Hem de Fleck’i evlatlık alıp, sonra da sevgilisinin ona işkence etmesine göz yuman ve çocuğun patrondan olduğu hezeyanını geliştiren bir akıl hastası kötü anne! Oysa evde, işte patronunun tacizine uğrayan, vaatlerine kanarak birlikte olan ve gebe kalıp sokağa atılan ne çok kadın vardır. Yine de ucunu açık bırakır. Finalde Fleck, televizyon şovuna hazırlanırken aynada takılı annesinin fotoğrafının ardında “gülüşüne bayılıyorum tw” yazısını görürüz. TW, Thomas Wayne. Pekala, Wayne, Fleck’e hamile kalan kadını zorla hastaneye yatırıp, deli damgası vurdurabilecek güçtedir. Phillips, seyirciye bırakır; hangi hikayenin doğru olduğunu bilemeyiz. Bu bölümde en sahte mitlerden birinin de haberi verilir. İlerde Joker olarak şiddet uygulayacak olan Fleck, çocukluğunda hem de annesinin tanıklığında şiddete maruz kalmıştır. Bugünün, zaliminin zulmünde geçmişte zulme uğramış olmasının yattığı önermesi, en yanlış “bilimsel bilgilerden” biridir. Zaten yönetmenin zihni sürçer, Thomas Wayne, Fleck sakince onunla konuşurken yüzüne yumruk atmaktan çekinmez. Zenginin şiddeti de çocuklukta şiddete maruz kalmış olmasından mıdır?
Fleck, gerçeği öğrenmek için Thomas Wayne’in katıldığı bir yardım etkinliğine sızar. Gotham’ın kapitalistleri lüks salonda Charlie Chaplin, Şarlo’sunun kapitalizmi eleştirdiği Modern Zamanlar’ı (Modern Times) kahkahalarla seyretmektedirler! Kapitalizm öyle güçlüdür ki, kendisine isyan edeni, kendisini eleştireni bile nesneleştirir, komikleştirir ve dalga geçebilir! Hicvedilmek sömüreni çok güldürmektedir.
Thomas Wayne, “para istemiyorum baba şefkatine ihtiyacım var” diyen, Fleck’e sadece kendi oğlu olmadığını annesinin bile oğlu olmadığını söyler ve bir yumrukta yere serer. “Oğluma yaklaşırsan seni öldürürüm” der. O kibar Wayne gitmiş, karşısındaki sadece sevgi ve tanınma talep eden yoksula şiddet uygulamaya çekinmeyen “asıl zalim” ortaya çıkıvermiştir. Maske Wayne’de midir, Fleck’te mi? Kim daha şiddet eğilimlidir?
Reddedilen, şiddet gören ve piçin piçi olduğunu öğrenen Fleck, öfkesini önce annesine yöneltir. Onu öldürdüğünde penceren vuran ruhani ışıkla sanki arınır. Penny’e anne değil ismiyle seslenir ve boğarken, “biliyor musun bu güne kadar hayatımın bir trajedi olduğunu düşünüyordum oysa komediymiş” der. Marx’ın 18 Brumaire’i! Niye? Yönetmenin twitter da okuyup beğendiği bir söz mü, yoksa Brumaire’den haberdar mı? Kişisel olarak sormak isterdim. Marx, tarihte olayların ikinci kez yinelenmeyeceğini, yinelense de artık trajedi değil komedi olacağını söylerken Louise Bonaparte’ın Cumhuriyet’ten imparatorluğa geçişini tanımlamak için söyler. Peki Joker mi ikincidir, yoksa Fleck mi? Yoksa Kapitalist Thomas Wayne’in seçimle iş başına gelen Belediye Başkanı olma hayali trajedi, oğul Bruce Wayne, ilerde Batman olarak Gotham’ı kurtarmaya soyunması mı komedi olacaktır? Annesini öldürdükten sonra kendisini öldürmeyi planlar. Doğmak üzere ölmek, Mesih gibi. Evde yine kozasına (buzdolabına) girer, ipek böceği kelebek olacak, Fleck’ten Joker doğacaktır ama henüz kendisi de farkında değildir. Tıpkı kendinde sınıf olmakla kendi için sınıf olmak gibi; yönetmen Marksizme hakim midir, yoksa “doğal Marksist midir, bilinmez. Sonra, Franklin onu programına çağırır. Hep hayal ettiği şey gerçek olmak üzeredir. Sonunda televizyonda espri yapabilecektir. O da büyük bir espri (!) yapmaya canlı yayında kendini öldürmeye karar verir. Tam da buna hazırlanırken Randall, kendi ayağıyla evine gelir. Fleck, Randall’ın kendisini tuzağa düşürerek işten attırdığı silahla ilgili, polisin onu suçlu bulacağından korktuğunu anlar. Belki de Randall’ın, cinayeti Fleck’in işlemiş olabileceğine ihtimal bile vermeyecek denli ezik bulmasına olan kızgınlıkla Randall’ı öldürür. Kendisine iyi davranan tek kişi olan cüceyi öldürmez. Fleck, iyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle yanıt vermeye başlamıştır artık. Nasılsa kendisini öldürmeye karar verdiği için içi rahattır, onu ezik görenleri, ona ihanet edenleri de öldürmüştür, ardından da kendini öldürecektir. En büyük şakasını yapan şakacı (joker) olacaktır.
Film boyunca ezik, yıkık, eğri büğrü bedeniye zorlukla tırmandığı merdivenleri bu kez neşe içinde dans ederek Joker olarak iner. Çok güzel bir sahnedir. Zihnimizde yukarı çıkmak olumlu aşağı inmek olumsuz çağrışım yapar. Filmde ise Fleck yukarı çıkarken ezik, güçsüz ve yıkıktır, aşağı inerken ise neşeli, cesur, güçlü bir Joker olur. Şarlo zenginlerle, diktatörlerle dalga geçmiş ama sonunda zenginler ona gülmüşlerdir. Fleck de güldürmeye çalışmıştır ama Joker kendisi gülmeyi seçecektir.
Franklin’in şovunda her şeyi anlatıp, intihar etmeyi planlamıştır. Ama sahnede birden aydınlanır. Rol modeli olarak gördüğü, onun gibi olmayı hayal ettiği, hayalinde bir babaya sarılır gibi sarıldığı Franklin, Dr. Sally ile cinsellik üzerine şakalaşmakta, belki ikinci karım ile denerim diye espri yapmaktadır. Kuliste kendisini küfür ve müstehcenlik yok diye uyarmasına karşın. Üstelik onu şova çağırmasının nedeninin de onunla alay etmek, onu küçük düşürmek olduğunu anlar. Sahneye çıkar burjuva ikiyüzlülüğünü tersine çevirerek, Dr. Sally’i uzun uzun öper. Kadının karşı koyamaması, kollarını kuş kanadı gibi çırparak kalakalması ve yüzündeki şaşkın ifade Joker’i neşelendirir. Ardından büyük bir rahatlık ve haklı gerekçelendirmelerle üç yuppie’yi nasıl öldürdüğünü anlatır. Franklin, canlı yayında fırsatı kaçırmaz ve onu ahlaka çağırır. Rating tavan yapacaktır. Fleck, asıl adinin, ahlaksızın Franklin olduğunu, ona ve seyirciye anlatır. Ardından da öldürür. Artık daha da neşelidir. Canlı yayında mesajını vermeye çalışırken yayın kesilir.
Filmin finali Fleck’in İsa Mesih’in yeniden doğuşu sahnesidir. Bu kez koza/rahim polis arabasıdır. İsyancılar onu arabanın camından doğar gibi çıkarır ve kaputun üstüne yatırırlar. Yeni doğmuş bebeğin ağlayarak ilk nefesini alması gibi içine doğduğu, içine dolan kanı kusarak kendine gelir. Kaputun üstünde ayağa kalkar, bir an çarmıha gerili gibi durur ve ardından dansına başlar. Artık kozadan çıkmış, Fleck’i, ezik, zayıf, piçleştirilmiş lümpeni geride bırakmış bir kötülük ve intikam meleği Joker olarak yeniden doğmuştur.
Yönetmen, anlattığından o kadar korkmuştur ki, son sahnede yine de Fleck’i tımarhane/cezaevine sokmaktan kendini alamaz. Seyirci, bir an bütün hikayenin Fleck’in hasta beyninin uydurduğu bir hayal olup olmadığından emin olamaz. Yönetmen o ana kadar seyircinin Joker’i seveceğini ve ona hak vereceğini anlamış da, hayır sandığınız gibi değil adam gerçekten deli demeye çalışmıştır. Ama hikaye kendisini yaratanı da değiştirir, tıpkı yarattığı dünyanın yaratıcısını değiştirmesi gibi. Fleck/Joker görüşme odasında kelepçelidir ve çıkarken terapistini öldürdüğünü düşündüren kanlı ayak izleri koridora çıkmaktadır.
Artık paranoidleşme sırası siz zenginlerde demeye getirir Phillips. Yoksullar, çılgınlaşmakta ve içinde bulundukları şartlardan zenginleri sorumlu tutan paranoidlere dönmektedirler. Ama işte çoğu zaman paranoya, gerçeğin üstünü örten maskeyi kaldıran ve asıl gerçeği göz önüne seren zihin de olabilir. Zenginlerin bir hastalık semptomu olarak görmeye çalıştıkları yoksulların şiddet içeren isyanı, yoksulların çözümü de olabilir. Peki bu devrimci bir çözüm müdür? Abartmamak gerek, sonuçta bir Hollywood filmi…
Phillips, Wayne’in yüzlerini gizleyen palyoçalar aşağılamasına katılır gibi “lümpen isyancıları” vandal, yağmacı bir örnek maskeli palyaçolar olarak gösterir. Yüzlerini kapatarak kapitalistlere, onları insan olarak görmeyebilirsiniz demek istiyor olabilir. Ama, biz biliyoruz: “maskenin ardında etten fazlası var”.