Türkiye hiç de aksamayan adımlarla bir utanç coğrafyasının siyasal merkezi haline geliyor. Cizre’de, Sur’da, Dargeçit’te, Silopi’de, Yüksekova’da, Nusaybin’de duvarlara Türk’ün gücünü, Okul tahtalarına Türk’ün eğitimini yazan özel kuvvetlerin; İstanbul’da Dilek Doğan’ın evindeki vahşetin; Tahir Elçi’nin hepimizin gözlerinin önünde katlinin; Can Dündar ve Erdem Gül’ün savaş suçlarını duyurdukları için cezaevinde olmalarının; bütün dünyada öttürülen sömürgeci savaş borazanlarının seslerinin eşliğinde utanca gömülüyoruz.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği adına yaptığı acil yardım çağrısında Gülten Kışanak, 7 Haziran’ın ardından başlayan çatışmalarda 186 sivilin yaşamını yitirdiğini, 17 belediye başkanının tutuklandığını, 25 başkanın görevden alındığını ve 6’sının hakkında yakalama kararı çıkarıldığını duyurmakta, çatışmaların sonucunda 200.000 insanın yerinden edildiğini, on altıncı yüzyıldan kalma tarihsel mirasların yıkıldığını haykırmaktadır. Bir milletvekili siyasal iktidarın savaş suçu işlediğini haykırdığı için hain ilan edilmiş ve siyasal linçin eşiğinde bırakılmıştır. Sadece halkların değil, onların burjuva düzeni içindeki ‘vekillerinin’ sesi de sonuna kadar sıkılmıştır. Diktatörlük döngüsü daha önce gördüklerimizden farklı işlememektedir ve bu döngünün katliamların, soykırımların, savaşların içinden geçtiğini bilmek için yeni bir analize ihtiyacımız yok.
Marx, utancın devrimci bir duygu olduğunu söylemişti 1843’te yazdığı bir mektupta -Almanya’da ulusal gururun ulusal utanca hâlâ baskın geldiğini kabul ederek. Türkiye’de ulusal gurur ve ulusal utancın nesnesi aynı olduğu için -Kürdistan sokaklarına boya ve kanla yazılan ırkçılığı, okullarda ağır silahlarla verilen eğitim fotoğraflarını, Hacı Birlik’in bedeninin sürüklenme görüntüsünü aynı gözler gördüğü için- Kürtler batının utanca gömülmesini istiyorlar. Çağrıları devrimci bir çağrıdır. Çünkü utanç öfkeye, öfke barışa dönüşecek. İktidar ve servetleriyle gurur ve kibirlerini besleyenler ancak böyle yok olup gidecekler.
Dergimizin gündeme ilişkin ilk yazısı şiddeti gün geçtikçe artan savaşı ve daha genel olarak Kürt Özgürlük Hareketini konu ediniyor. Soner Torlak tarafından kaleme alınan yazıda Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin farklı dönemleri ele alınarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu çerçevedeki özgün konumu irdeleniyor. Değerlendirmenin bağlamını zenginleştirebilmek için Rojava’daki özerk yönetime ilişkin Thomas Benedikter’in bir incelemesine de dikkatlerinize sunuyoruz. Gündemin bir diğer yazısı ise Türkiye’de ve dünyada yaşanan son gelişmelerin yarattığı toplumsal ruh haline ilişkin: Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Koordinatörü Burhanettin Kaya ile gerçekleştirdiğimiz röportaj.
Bu sayımızda Politika-Dünya bölümümüzde iki yazı var: İlki Fransa’da yaşanan seçimlerde büyük bir başarı kazanan aşığı sağcı Front National (Ulusal Cephe) hakkında Selman Saç’ın gözlemlerini içeriyor. Diğeri ise Şerif Onur Bahçecik’in son dönemde Suriye’de yaşanan gelişmeler üzerine Türkiye ve Rusya arasında yaşanan gerilimlere ilişkin değerlendirmeleri.
Ayrıntı Dergi’nin bu sayısındaki dosyamızda ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında baskıya ve zulme karşı direnen kentlere, kentlerin kendini aşan direnişlerine yer veriyoruz. Dosyamızın ilk yazısı Alper Çevik’e ait. Çevik yazısında, iktidarın güç gösterisinin merkezleri haline getirilen kentlerin kentin asıl sahipleri tarafından geri alınmalarının uzun tarihine yer veriyor. Antik çağlardan günümüzün kent isyanlarına uzanan mücadelenin sürekliliğine işaret ediyor. Aynı zamanda dosyamızın editörlüğünü de üstlenen Duygu Tanış Zaferoğlu ise kent isyanlarının öznelerine, yani kenti yeniden kuracak ve kentle beraber kendi tarihini de baştan yazacak orduya yani “asi yurttaşlara” odaklanıyor. Onur Kapdan’ın yazısı ise 2011 yılından itibaren tüm dünyayı soluksuz biçimde dolaşan “isyan dalgasını” ele alıyor. Kapdan yazısında, küresel kapitalizmin dünya çapındaki neoliberal uygulamalarına karşı birden farklı merkezde, birden farklı gerekçelerle yükselen hoşnutsuzlukların ortaklıklarını ve farklılıklarını irdeliyor. Batılı ülkelerde punk kültürünün yükselişe geçtiği dönemde yaygınlaşan ülkemizde ise Gezi Direnişi sonrasında ortaya çıkan “İşgal Evleri” hakkında Helga Rittersberger Tılıç’ın değerlendirmesi dosyamızda yer alan bir diğer yazı. Feyzan Tuzkaya ve Furkan Devran Sarıbaş tarafından Türkçe’ye çevrilen yazısında Tılıç, “kamusal alanların müştereklere dönüşümü deneyimi” olarak nitelediği işgal evlerini, farklı yaşam mekânlarının mümkün olduğunu gösteren öğretici tecrübeler olarak yorumluyor. Dosyadaki bir diğer yazı ise Bettina Köhler ve Markus Wissen’e ait. Ekin Emek Berber’in çevirdiği yazıda Köhler ve Wissen kent isyanları ile 2000’li yılların başında gelişen küreselleşme karşıtı hareket arasında bağlantı kurarak, Küyerelleşme (Glocalization) kavramının ekonomik ve sosyolojik içeriklerini ele alıyorlar. AKP’nin en önemli ekonomik ve sosyal politika araçlarından biri haline gelen Kentsel Dönüşüm uygulamaları kapsamında Mersin’in Özgürlük, Çay ve Çilek Mahallelerinde yürütülmek istenen projeye karşı, mahalle sakinlerinin yürüttüğü örnek mücadele, Bediz Yılmaz’ın özenli çalışmasıyla dergimiz sayfalarında yerini alıyor. Dosya kapsamındaki son yazı ise Süreyya Karacabey’in kent sanatına ilişkin değerlendirme. Karacabey yazısında, kentsel mekânları sanatın bir parçası olarak ele alan katılımcı yaklaşımların son dönemde içine girdiği yönelimi eleştiriyor.
Dergimizin eleştiri bölümünün ilk yazısı, Özcan Alper’in dikkat çekici filmi “Rüzgârın Hatıraları” üzerine Oylum Yılmaz’ın değerlendirmesi. Yılmaz, edebiyatımızdaki “sürgün” figürü ile film arasında analoji kurarak, Özcan’ın filmine farklı bir anlayış kapısı aralıyor. Bu sayımızda bir ilki gerçekleştirerek, sayfalarımızda bir öyküye yer veriyoruz. Büşra Özcan’ın içinden geçtiğimiz karanlık günlerin sisi ardındaki umuda odaklanan öyküsü “Ad” yeni yıl için daha güzel bir dünyanın tohumlarını yüreklerinize yerleştirmesi dileğiyle.
Bir sonraki sayımızda “Kadın ve Savaş” dosyası ile karşınızda olacağız, iyi okumalar…