Kışa Girerken: Aşırılaşan Siyaset, Seçimler ve Front National

Hava puslu soğuk
Kırlar koyu kırmızı
Saman sarısı ölü yeşil
Kış gelmek üzere oysaki gönül
Kışa girmeye hazır değil
Nazım Hikmet (1957)

Dünyanın her yerinde güç dengeleri sağ siyaset lehine değişirken güvenlikçi, otoriter, dışlayıcı söylemler kamusal alanı domine etmektedir. Kendini daha solda tanımlayan partilerin yarattığı kısa süreli dalga güçlü bir ters dalgayla adeta geri püskürtüldü. Özellikle Yunanistan’da Syriza’nın radikal kimliğinden kısmen feragat etmesi, ertesinde Latin Amerika’da yaşanan gelişmeler sol siyaset için umut kırıcı görünmektedir. Ancak biliyoruz ki her kuvvet karşı kuvvetini de yaratmaktadır. Bu anlamda yeni bir tür aşırılıklar çağına giren dünya kendini daha soldan tanımlayan partiler için yeni fırsatlar doğurabilir.

Sol açısından önümüzde iki seçenek görünmektedir. Birincisi mevcut haliyle merkeze yerleşen sol partilerin yarattıkları umutsuzluğu yurttaş odaklı daha eşitlikçi ve ilerici politikalara (sosyalist kökenlere) geri dönerek aşmalarıdır. Nitekim tam da Britanya’da Jeremy Corbyn’nin Labour Party’nin başına geçmesini sağlayan sosyalist değerlere vurgu yaparak partiyi buraya evirecek potansiyeli kendinde taşımasıdır. Merkez sol partilerin buna evirilemedikleri ikinci seçenekte ise ya daha soldan hareketlerin yeniden tarih sahnesine çıkmaları ya da aşırı sağın güçlenmesi söz konusu olacaktır. Bu yazı yazılırken İspanya’daki seçimlerde iki partili sistemi yıkarak önemli bir başarı elde eden Iglesias’ın Podemos’u bu umuda dair güçlü bir iyimserlik vermektedir. Şimdilik bu örneğin olumsuz tarafını ise Fransa’daki gelişmeler göstermektedir. Geçtiğimiz hafta ülkede bölgesel seçimler yapıldı. Bu, ülkenin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında bölgesel seçim olma vasfından daha fazla bir anlam taşıyordu. Önce 7 Ocak’ta Fransızca yayın yapan Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan saldırılarda 11 kişinin hayatını kaybetmesi, ardından bunun etkisi henüz atlatılamamışken 13 Kasım’da başta Bataclan konser salonu olmak üzere Paris’in göbeğinde IŞİD’in gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla 130 kişinin hayatını kaybetmesi şok etkisi yarattı. Özellikle Paris saldırılarının ülkeyi bir olağanüstü hal pozisyonuna ittiğini, ülke siyasetinde büyük bir kırılma yarattığını söylemek mümkün. Nitekim bir anlamda Amerika’nın 11 Eylül sonrası girdiği güzergâha paralel bir yola girdiği de iddia edilebilir. O günden bu yana ülkedeki güvenlikçi politikalar dozunu arttırarak devam ettirdi. Dolayısıyla yapılacak seçimler her şeyden önce saldırıların yarattığı etkinin ve alınan önlemlerin de test edilmesi, yurttaşlardaki karşılığının görülmesi anlamına geliyordu. Bu atmosfer altında gidilen seçimlerin ilk turunda (6 Aralık) öngörüldüğü üzere Fransız aşırı sağ partisi Front National (Ulusal Cephe) on üç bölgenin altısında ipi ilk sırada göğüsledi. FN, Marine Le Pen’in aday olduğu bölgede (Nord-Pas-de-Calais – Picardie) % 40,64 oy, geleceğin potansiyel lideri yeğeni Marion Maréchal Le Pen’in aday olduğu bölgede ise (Provence-Alpes-Côte d’Azur) % 40,55 oy alarak tüm ülkede şok etkisi yarattı[1]. Bu bölgelerde oy kullanan seçmenlerin neredeyse yarısının aşırı sağ lehine karar vermesi partinin tarihinde ilk kez bir yönetimi ele geçireceği endişesini yarattı. Fransa’nın köklü partileri de öyle düşünmüş olacak ki büyük bir seferberlik başlattılar. Uzun zamandır işlemekte olan refleks yine devreye girdi ve aşırı sağa ikinci turda (13 Aralık) bir kez daha geçit verilmedi. Böylece birçoklarınca bizatihi Cumhuriyetin varlık sebebine yönelen bir tehdit önlenmiş oldu. Sosyalist Parti 5 bölgeyi merkez sağ Sarkozy’nin partisi Cumhuriyetçiler ise 7 bölgeyi kazandı. Ancak her iki kurumsal parti açısından bir zaferden bahsetmenin imkânı olmadığı gibi özellikle aldığı oy miktarı ve geçmişteki performansı dikkate alındığında FN için de bir yenilgiden bahsetmek zor gözüküyor. İşte bu sebepten ne Sarkozy ne de başbakan Manuel Valls muzaffer komutan edasıyla açıklama yapamayıp mücadele çağrısında bulunurlarken Marine Le Pen ağzı kulaklarında açıklamalar yapabildi. Le Pen’in partisi hiçbir bölgeyi kazanamamasına rağmen 2012 başkanlık yarışı dâhil tarihinin en yüksek oy oranına (6,8 milyon seçmenle %27.10 oy) ulaştı. Nitekim bunun verdiği motivasyonla Marine Le Pen kendilerini hiçbir gücün durduramayacağı minvalinde açıklamalarda bulunarak meydan okuyabildi. Tüm bunlar, Fransa siyasetinin önemli bir eşikte olduğunu göstermekte, 2017’de yapılacak başkanlık seçimlerinde ülkedeki ve bölgedeki gelişmelerin de itici etkisiyle büyük bir kırılmanın yaşanabileceğini söylemektedir.

Ülke Elden Gidiyor Çaresine Bak Baba de Gaulle

Seçimlerde elde edilen bu sonuçlar, özellikle de FN’nin yenilgisi hiçbir şekilde şaşırtıcı değil, tam tersi beklenen, öngörülen bir sonuçtu[2]. FN, sadece aşırı sağı değil tehlikeli görülen solu da devre dışı bırakmak niyetiyle oluşturulmuş de Gaulle Cumhuriyet’inin (V. Cumhuriyet) seçim sistemine takıldı. Ortak düşmana karşı iki partiyi –belki de tüm diğer partileri- ittifaka sokan bu seçim sisteminin yarattığı manevra alanıydı: Radikal bir parti karşısında hemen devreye giren ulusal çıkarlar! İşte o yüzdendir ki birinci tur sonrası adeta olağanüstü hal ilan edildi ve seçim sonrası büyük bir coşkuyla zafer kutlamaları yapıldı. Bu yüzden kurumsal partiler oluşturdukları ittifakın ideolojik konumlanışlarına aykırı olmadığını düşündüler. Bu yüzden başbakan Valls aksi durumun iç savaşa yol açacağını söyleyerek Sosyalist Parti’nin (PS) FN’nin güçlü olduğu bölgelerdeki adaylarını geri çekip merkez sağ parti Sarkozy’nin Cumhuriyetçilerini destekleme kararı aldı. Ancak bunun seçmenleri mobilize edecek nihai bir potansiyeli barındırdığı kuşkulu. Hatta Fransız siyaseti için olumsuz birçok sonuca yol açabilecek bir sıkışmışlığa yol açtığı da söylenebilir. Bu, merkez sol ile merkez sağ arasındaki makasın giderek kapanması anlamına geliyor. Gerçi bunun dışında her iki partinin (PS ve Republicains) yürüttükleri politikalar açısından da benzeşmeleri söz konusu. Hollande, 1980’lerle başlayan sağa kayma eğilimini olabildiğince hızlandırdı. Üstelik bunu yaparken de vadettiği reformların önemli bir kısmını gerçekleştiremeyerek V. Cumhuriyetin en düşük popülaritesine sahip başkanı oldu[3]. Sarkozy ise tüm yenilenme çabalarına rağmen halkta bir umut yaratmaktan uzak. Dolayısıyla ülkenin siyasi iklimi kaçınılmaz şekilde FN’nin yükselişine hizmet ediyor. Yine de görünen o ki hala –ve şimdilik- Fransa’da seçmenler ilk turda kalpleriyle, ikinci turda beyinleriyle oy kullanmaya devam etmekteler[4]. Ancak bu Cumhuriyetçi refleksi bütünüyle değersizleştirmek haksızlık olacaktır. Ülke gerçekten de faşist bir tehlikeyi paradoksal şekilde her defasında bu tehlikeyi büyüterek de olsa[5] şimdilik önlemiş görünüyor. Anlaşılan ülke yaşadığı faşist Vichy deneyiminden dersler çıkarmış, tehlikenin büyüklüğünü görmüştür. Özellikle küçük sol partiler sorumluluk alıp FN’nin hiçbir bölgeyi kazanmamasının mimarı oldular. Üstelik bunu yaparlarken de ittifak kurmak zorunda kaldıkları hem sağa hem de sola muhalefet etmeyi sürdürdüler[6]. Ancak birçok seçmenin gönülsüz şekilde sırf faşizme geçit vermemek için bir tür savaş durumundaymış motivasyonuyla oy kullandığı da aşikâr. Marine Le Pen’in bunu kırmaya dair performansı dikkate alındığında bunun sürdürülebilirliği kuşkulu. Le Pen babası Jean Marie Le Pen’den 2011 yılında devraldığı partiyi radikal unsurlardan arındırmak için ciddi bir çaba sarf etmekte.[7] Ancak henüz kamuoyunu ikna edebilmiş değil. Ki şimdilik edemeyecek düzeyde dışlayıcı, ırkçı güçlü bir kimliğe sahip. Tam da bu niteliğinden dolayıdır ki seçim sonrası kolaylıkla IŞİD’le özdeşleştirilebildi. Birçok köşe yazısında ironik şekilde IŞİD’in ilk büyük seçim zaferi olarak lanse edilebildi[8]. Tüm bu güçlü karşıtlığa rağmen FN’in gücünü arttırmaya devam etmesi şaşırtıcı olmaz. Elbette bunun en önemli nedeni ülkenin yaşadığı terör tehdidi/saldırıları ve bununla kolaylıkla ilişkilendirilebilen göçmen meselesidir. Bunlarla birlikte ülkenin ekonomik anlamda kötü bir performans göstermesi ve mevcut partilere olan güvenin azalması da etkili görünüyor. Tüm bu faktörlerde herhangi bir değişkenlik olmadığı takdirde Fransa 2017’de daha kötü bir tabloyla karşılaşabilir. Ancak aşırı sağ faşist parti FN’yi güçlendiren dinamikleri tamamen dışsal ya da konjonktürel görmek de hatalı olacaktır. FN’nin ideolojik konumlanışına ve politikayı yürütme biçimine odaklanmak bunun tam da böyle olmadığını bize rahatlıkla gösterecektir.

Front National’in İdeolojik Konumlanışı

Front National’i ülke tarihindeki benzer hareketlerden (Boulangisme, Poujadizm vb.) ve Avrupa aşırı sağ partilerden ayıran en önemli unsur istikrarlı bir şekilde 1980’lerden beri yükselişini sürdürüyor olması ve daha kurumsallaşmış bir parti olmasıdır. FN, 5 Ekim 1972 yılında o zamanlar plak şirketi yöneticisi olan Jean Marie Le Pen tarafından adındaki cephe vurgusundan da anlaşılacağı üzere daha çok radikal sağ unsurları (kralcı, monarşist, Cumhuriyet karşıtları, Cezayir’in bağımsızlığından rahatsız olan gerici çevreler…) bünyesinde toplamak amacıyla kuruldu. Aslında bir anlamda 1880’lerle birlikte bölünmeye başlayan iki Fransa’dan ikincisinin temsilcisi olmak amacıyla kuruldu[9]. İlk on yılda Le Pen’in ve de partisinin çizgisinin daha radikal ve ideolojik olduğu ve böyle olduğu ölçüde seçimsel anlamda da marjinal kaldığı söylenebilir. FN’nin 1980’lerle birlikte aşırı sağ ideolojisini popülizmle eklemlemeye başladığı ve böyle yaparak bir anlamda hem sistem karşıtı aşırı sağ bagajdan kısmen kurtulduğu hem de giderek kitleselleştiği görülür. Böylece adım adım popülerliğini arttırmış, anti-kurumsalcı, anti-elitisit ve anti-sistem kimliğiyle kitlelerden önemli bir destek kazanmıştır[10]. İlk olarak 1893 yerel seçimlerinde %16.7 oy alan parti bu başarının konjonktürel olmadığını sonraki her seçimde oylarını arttırarak göstermiştir. Üstelik bu eğilim, partinin kurucusu baba Le Pen’in 16 Ocak 2011 tarihinde beklenmedik şekilde koltuğu kızı Marine Le Pen’e devretmesiyle ivme kazanmıştır.

Front National’in ideolojisinden bahsetmek aslında onun niteliklerinin sadece bir yönünü ele almak anlamına gelmektedir. Çünkü parti birçokları tarafından hem radikal hem sağ hem de popülist olarak adlandırılmaktadır. Örneğin Avrupa’da aşırı sağı ilk defa popülist olarak tanımlayan Betz’e göre bu partiler yerleşik sosyokültürel ve sosyopolitik sistemi reddettikleri için radikal; bireysel başarı, yabancı düşmanlığı, serbest pazar, devletin rolünün azaltılmasını savunup bireysel ve toplumsal eşitliği reddettikleri için sağ kanat; endişe ve düş kırıklıklarını araçsallaştırmalarından ve sıradan insana seslenmelerinden ötürü de popülist partilerdir (Betz, 1993). Jérôme Jamin ise bu ve benzeri adlandırmaların aslında belli bir kimlik/parti altında eklemlenmiş olmalarına rağmen farklı unsurlar olduğunu hatırlatmaktadır. Bu doğrultuda aşırı sağ ve popülizmin birbirinden farklı iki olgu olduğunu kanıtlamaya girişmektedir. Ona göre popülizm çürümüş elitlere karşı dürüst halk vurgusu üzerinden inşa edilen bir söylemken, aşırı sağ, milliyetçilik, eşitlik karşıtlığı ve aşırılık/radikalizm unsurlarını bünyesinde barındıran bir olgudur (Jamin, 2013). Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilir.[11] FN’in siyaseti kurma biçimi özsel olarak antagonistiktir ve böyle olmaklığıyla popülist adlandırmasını hak etmektedir. Ama bu antagonizmasının nasıl şekilleneceğini belirleyen şey ideolojisidir. Nitekim bu (aşırı sağ) ideoloji antagonistik ötekinin göçmenler olmasına neden olmaktadır. Aşırı sağ ideolojisinin en görünür tarafı sahip olduğu (etnik) milliyetçi kimliktir. FN için millet (Fransız halkı) etnik, kültürel, dilsel, dinsel (Katolik) ve tarihsel bir birliktir[12]. Bu birlik hem içerde (doğum oranlarının düşmesi, kürtaj, doğum kontrolü, evlilik dışı ilişkiler, homoseksüellik, bekârlık…) hem de dışarda (göç, yabancı nüfusun büyümesi, melezleşme, ırkın bozulması, çok kültürlülük) tehdit altındadır. Bunun doğal uzantısı da partinin farklılık hakkı savunusu üzerinden eşitlikçilik karşıtı bir söylem geliştirmesidir. Parti için ulusal farklılığı korumanın tek yolu farklı olan insanları/unsurları (sosyalistler, komünistler, yabancılar…) ayrı tutmak, toplumun dışına atmaktır. Böylece her ne kadar açıkça ırkçı olduğunu dillendirmese de[13] etnik, kültürel grupları asimile edilemez görüp dışlayıcı tavır almaktadır (Taguieff, 1997, s. 27). Ekonomik olarak bakıldığında ise partinin refah devletini hedef tahtasına oturtarak neoliberal ekonomik politikalarını savunduğu görülmektedir. Ancak özellikle 1980’lerden sonra ulusal, küçük ve orta ölçekli işletmeleri öne çıkaran korumacı bir anlayışı da liberal bakış açısına eklemlemiştir. Bu ikisi arasındaki dengeyi ise halkçı bir kapitalizm yaratacağını söyleyerek sağlamaya çalışmaktadır.

Aşırı Sağın Yükselme Nedenleri ve Le Penci Siyaset

Uluslararası konjonktüre ya da ulusal koşullara bağlı olarak birçok neden bu başlık altında uzun uzadıya sıralanabilir. Örneğin akademide hemen hemen herkes tarafından dillendirilen ve radikal sağın yükselişine gerekçe olarak sunulan, neoliberal tahakküm ilişkilerinin yarattığı kıskaç ya da modernitenin sonuçları veya ekonomik krizlerden bahsetmek mümkündür. Nitekim FN’nin başarısı tam da bu analizleri haklı çıkaracak şekilde mevcut partilere güvensizliğin azaldığı, politik skandalların ve yolsuzlukların yaygın olduğu bununla birlikte politik yabancılaşmanın hâkim olduğu bir konjonktürle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bir anlamda umutların yitirildiği bir dönemde doğru ya da yanlış alternatifsizliğin olduğu yerde alternatif olduğunu ve iktidarı halka vereceğini söyleyip gelecek odaklı bir programla halkı mobilize etmeyi başarmıştır. Ancak ihmal edilmemesi gereken asıl neden tam da mevcut partilerin aksine bu partinin siyaseti kurma biçiminde aranmalıdır. Gelinen noktada birçok sosyal demokrat parti dahi Üçüncü Yol’a savrulmuş, siyaset artık bir iyi yönetme/idare etme biçimi olarak anlaşılmıştır. Mouffe’un da belirttiği gibi bu anlamda sağ popülizm post-politik konsensusun (hem sağda hem solda) sonucudur (Mouffe, 2005, s. 51). Hem geleneksel partiler bu partileri politik birer muarız görmeyip ahlaken yok edilmesi gereken unsurlar olarak görmektedirler hem de böyle yaptıkları ölçüde sağ ve sol kimliklerinden azade birbirine benzer şekilde hareket ederek yakınsamakta ve mevcut düzenden/kurumlardan memnuniyetsizliği vurgulayan bu partilerin politik duruşunu, muhalif imajlarını güçlendirmektedirler. Örneğin Front National’in (Ulusal Cephe) yükselişinin, Mitterand’ın[14] zaferinden sonra Sosyalist Parti’nin mevcut hegemonik düzene karşı bir alternatif sunmaktan tamamıyla vazgeçip siyasal merkeze doğru hareket etmesiyle birlikte, 1980’lerde başlaması dikkate değerdir; bu durum, Jean-Marie Le Pen’e hâkim mutabakata meydan okuyan tek kişi olduğunu iddia etme şansını vermiştir (Mouffe, 2013, s. 82). Ulusal Cephe mevcut siyasi partilerin aksine siyasetin doğasına uygun olarak uzlaşıdan ziyade antagonizmayı merkeze almakta ve bu antagonizmanın en nihayetinde kendi ‘halk’ını kurmaya imkân tanımaktadır. Nitekim geleneksel partilerin yarattığı bu boşluğu dolduracak şekilde aşırı sağ (popülist) politikanın kimliklerin yaratılmasında her zaman bir onlara karşı biz üretmek olduğunun çok iyi farkında olmuştur (Mouffe, 2005, s. 55). Neticede özellikle Fransız aşırı sağı, antagonistik siyaseti yükselişinin basamağı haline getirmeyi büyük oranda başarabilmiştir. Bu antagonistik siyaseti belli başlı temalarla sağlamaktadır.

FN, sürekli şekilde siyaseti karşıtlık oluşturacak şekilde kurarak söylem üretmektedir. Bu durumu açıklamak için, partinin daima kendini parti olmayan parti olarak sunduğunu belirten Rydgren, partinin stratejilerinden biri bütün siyasi parti ve kurumları tek homojen politik bir sınıf olarak göstermek olduğunu söylemektedir (Rydgren, 2008, s. 174). Kendisinin karşısında bütün siyasi partileri/kurumları aynı kategoriye indiren FN, sağ ve sol arasında bir ayrımın olmadığını sadece dürüst/temiz olanlarla kirlenmiş olanlar arasında bir ayrım yapılabileceğini söyleyerek kendini eşsizleştirmeye çabalamakta, anti-kurumsalcı, anti-oligarşik[15] bir duruş sergilemektedir. Mevcut kurumsal yapıyı ve rejimi olumsuz tasvir ettikten sonra kurtuluşun VI. Cumhuriyeti kuracak ikinci bir Fransız Devrimiyle sağlanacağını söyleyerek son derece radikal bir tutum sergilemektedir (Vardar, 2004). FN, erken aşırı sağ hareketlerin aksine demokrasiyi kabul etmesine rağmen temsili demokrasiyi görünürde demokrasi olarak eleştirerek gerçek demokrasiyi (temsili demokrasiye karşı doğrudan demokrasi) kuracağını dile getirmektedir. Bugün için en kritik olan nokta ise FN’nin AB’yi vatansız (stateless), Bürükseli ve Washington’u kontrol eden avare bürokratlar topluluğu olarak tanımlaması ve bu bürokratların/teknokratların dünyayı halksız, ruhsuz, ulussuz ve kültürsüz bırakarak geniş bir pazara dönüştürmek istediklerini iddia etmesidir (AB karşıtlığı) (Jamin, 2009).[16] Partiye göre AB, mevcut haliyle mültecilerin yolgeçen hanı olmakta, işsizliğin, piyasa diktatörlüğünün, kamu hizmetlerinin yok olmasının, güvensizliğin, yoksulluğun, kitlesel göçün biricik sebebi konumuna çıkmakta ve böyle olmaklığıyla en çok Fransa’ya zarar vermektedir.[17] Popülist siyasetinin en görünür olduğu nokta ise halk ve elitler arasında kurduğu karşıtlıktır (elitlere karşı Fransız halkı). Buna göre toplum iki homojen ve antagonistik grup arasında ayrılmış durumdadır: Bozulmamış, homojen, çalışkan, üretken, dürüst, iyi, erdemli halk ve karşısında onları sömüren yozlaşmış elitler (Rydgren, 2008, s. 176). Kurulan bu otantik halk antagonize ettiği unsurları şeytanlaştırmayla öne çıkarılmaktadır. Yaslanılan bu antagonizmanın doğal bir sonucu ise göçmenlere –özellikle Kuzey Afrikalı Müslümanlar-yönelen düşmanlıktı (içerdeki düşman göçmenler[18]). Göçmenler Fransa’yı işgal etmeye gelen niteliksiz, tehlikeli, şüpheli terörist unsurlar olarak ele alınmaktadır. FN’ye göre göçmenlerin sınır dışı edilmelerini gerektiren birçok neden bulunmaktadır: Liste uzatılabilmekle birlikte onlar etnik kimliği melezleştirmektedirler, sağlık açısından Fransızlara tehdittirler, ülkedeki işsizliğin nedenidirler (göçmen sayısı kadar işsiz vardır söylemi), suçun ve güvensizliğin sebebidirler, Fransa’nın refah devletinin cömertliğini istismar etmektedirler[19]. İşgal altında olduklarını savunan Le Pen’e göre artık entegrasyon imkansızdır, ya teslim olunacak ya da direniş, savaş başlatılacaktır.

Sonuç Yerine

Yukarıda kısaca ideolojisi ve politika üretme biçimleri ele alınan FN için Göçmenler-Terör-Basiretsiz sol üçgeninin verimli bir alan yarattığı kuşkusuz. Bununla birlikte tüm dünyada konjonktüre bağlı olarak aşırılık siyasetinin değer kazanmasının da etkisi küçümsenemez. Ancak özellikle Avrupa’da neden bu merkezden kaymaların sola değil de sağa olduğunu sorgularken sanırım bu sefer liberalleşmiş sol ile birlikte daha radikal pozisyondaki sol partileri de eleştirmek gerekiyor. FN, birçoklarının yapamadığı kadar siyasetin aktif, pozitif (olumlu değil) anlamını harekete geçirmektedir. Siyasetin biz ve ötekiler olduğunu çok iyi bilerek bu silahı gerici dışlayıcı ırkçı faşist projesi için kullanmaktadır. Son birkaç seçimle ivme kazanan parti terör saldırısıyla birlikte dışlayıcı duyguları harekete geçiren söylemlerini sertleştirme fırsatı buldu. Üstelik bu dışlayıcı sert dile karşı hem sol hem merkez sağ kifayetsiz görünmekte, hatta bu söylemi yeniden üretmektedir. Kamuoyunun sola bakışı ülke siyasetinin evirildiği yönü göstermesi açısından özellikle septomatik. Uzun zamandır kamuoyu desteği çok gerilerde olan Hollande son birkaç ankette popülaritesini arttırarak Sarkozy’nin önüne geçti[20]. Ürkütücü ve üzücü olan ise özellikle Paris saldırılarından sonra güvenlikçi otoriter politikaları öne çıkarmasıyla bunun mümkün olmasıdır. Parlamenterler ve senatörlerin toplandığı saldırı sonrası güvenlik konseptinin öne çıktığı radikal kararlar alındı. Bir savaş halinin[21] söz konusu olduğunu dile getiren Hollande bu önlemleri şu şekilde açıklıyordu: Polis ve jandarmalar için 5000, adalet için 2500, gümrük için 1000 ek kadro, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne toplanma çağrısı, Putin ve Obama’yla konuyla ilgili görüşmeler, olağanüstü halin 3 ay uzatılması, kolluk güçlerine ve hükümete olağanüstü yetkiler için Anayasal reform, vatandaşlıktan çıkarma imkânının Fransa’da doğanları da içerecek şekilde düzenlenmesi, bölgesel seçimleri belirlenen tarihte yapılması[22]. Gelinen noktada özellikle Suriye’deki savaşa aktif olarak daha müdahaleci bir tutum sergilediği görülen Fransa’nın ülke içinde de daha kısıtlayıcı aşırı sağ siyasetin yıllardır istediği önlemlere benzer önlemler aldığı söylenebilir. Dolayısıyla ülke siyaseti aşırı sağı besleyecek bir yola girmiş durumda. Hapistekilerin %70’inin göçmen ve Müslüman olduğu, dışarıdakilerin ise şehirlerin banliyölerinde yaşadığı ve güvensizlikle özdeşleştirildiği bir ortamda sol değerler üzerinden kapsayıcı bir yurttaşlık politikası yürütmek son derece zorlaşmaktadır. Üstüne üstlük IŞİD, Charlie Hebdo ve Paris saldırılarının (130 ölü) yaşandığı bir atmosferde bu daha da zorlaşmaktadır. Gelecek dönemlerde herhangi bir seçimde FN’nin başarı elde etmesi hayal değil. Bu durumda seçim sistemi büyük bir krize girebilir. Başkanlık ya da başbakanlıktan birini alması dahi bir kriz hali yaratabilir. Daha önce merkez sağ ve sol arasında kısmen sorunsuz atlatılan cohabitasyonlar bu kez başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa’ya yayılacak bir gerici dalga yaratabilir. Bu ihtimal gerçekleşmese dahi görünen o ki 2017’de sol iyi bir aday çıkaramazsa Fransa’yı en iyi ihtimalle aşırı olmasa da sağcı bir başkan beklemektedir.

 

DİPNOTLAR

[1]Ayrıntılı bilgi için bkz.: http://elections.interieur.gouv.fr/regionales-2015/32/32.html

[2] http://www.huffingtonpost.com/ronald-tiersky/france-the-national-front_b_8813118.html

[3] Reformlara dair performansı için bkz: http://www.luipresident.fr/

[4] http://www.huffingtonpost.com/ronald-tiersky/france-the-national-front_b_8813118.html

[5] Fransız cumhuriyetçi düşüncesinden beslenen aşırı uçlara karşı güç birliğine dönüşebilen bu karşıtlığın son kertede FN’in işine yaradığı ve partinin kendini kurumsal partilerin dışında yeni, denenmemiş, böyle olmaklığıyla kirlenmemiş yüz olarak sunabilmesine imkân tanıdığını söylemek gerekir.

[6] Sol Parti başkanı Avrupa parlamenteri Jean Luc Melenchon nitekim Valls’u istifaya davet etti: http://www.liberation.fr/video/2015/12/13/melenchon-demande-la-demission-de-valls_1420508

[7] Hatta bu baba katline varacak düzeydedir. Jean Marie Le Pen 2. Dünya Savaşı’ndaki gaz odalarına dair yaptığı skandal çıkıştan sonra partiden ihraç edildi: http://www.lexpress.fr/actualite/politique/fn/jean-marie-le-pen-suspendu-du-fn_1677175.html

[8]https://news.vice.com/article/marine-le-pen-faces-5-years-in-prison-for-tweeting-photos-of-islamic-state-killings

[9] Dreyfus olayı çerçevesinde ortaya çıkan ırkçı, Yahudi düşmanı sağ ile Cumhuriyetçi anti-militarist solun kutuplaşması, “İki Fransa’”nın çatışması diye de adlandırılır (Vardar, 2004, s. 21).

[10] FN’in bir özelliği de, hem güçlü bir üyeler partisi, hem de bir hareket gibi siyaset yapabiliyor olmasıdır. Dernekler ve yayımcı çevrelerden oluşan geniş bir ağa sahip olan FN, Avrupa’daki aşırı sağcı ve neofaşist partilerle işbirliği içerisindedir. (Güzel, 1995)

[11] Örneğin aşırı sağı da popülizmi de birer ideoloji gibi düşünen Werner T. Bauer’e göre: Aşırı sağ derken, insanlar arasında ırksal, etnik bir eşitsizliği varsayar, insan hakları bildirgesinin eşitlikçiliğini reddederiz, birey üzerinde toplumun üstünlüğünün altını çizer, devlet aklına itaati şart koşarı, liberal demokrasinin çoğulcu değerlerini reddeder, çokkültürlülüğe karşı mücadele etmekten bahsederiz. Sağ popülizm ise sıklıkla aşırı sağdan daha az kapalıdır, partizanlarını hem ayartır hem dönüştürür, aşırı sağa göre daha esnek ve daha yumuşaktır, devrimci bir değişime karşıdırlar ve demokratik bir ortama gebedirler (Bauer, 2011, s. 4).

[12] Ulus, dil, çıkar, ırk, anılar ve kültür topluluğundan oluşan insan demetleridir (Rydgren, 2008, s. 169).

[13] Nitekim Le Pen, ırkçılığın ezdiğini söylediği Fransızları korumak için Irkçılıkla Mücadele Kampanyası dahi başlatmıştır.

[14] 21 Mayıs 1981’den – 17 Mayıs 1995 yılına kadar –iki dönem- Fransa’da Cumhurbaşkanı olarak en uzun süre görevde kalmış sosyalist devlet adamı.

[15] Nitekim 1995 seçimleri için kampanyası: Ellerimiz temiz ve başımız dik (Mains propres et tête haute) teması etrafında olmuştur. Kampanyanın tümünü incelemek için bkz.: https://www.duo.uio.no/bitstream/handle/10852/25731/3948.pdf?sequence=1

[16] Parti, Avrupa Birliği’nin başta Fransa olmak üzere 3 ülkenin Avrupa Anayasası’nı reddetmesinden sonra tüm meşruluğunu yitirdiğini düşünmektedir. Avrupa Anayasası’na dair halk oylamalarında 2005 yılında Fransa’da %55, Hollanda’da % 62 oyla reddedilirken. Burada kastedilen üçüncü ülke olan İrlanda’da ise 2008 yılında Lizbon Anlaşması % 53,4 oyla reddedildi.

[17] Ayrıntılı bilgi için partinin mevcut programının Avrupa bölümüne bakılabilir: http://www.frontnational.com/pdf/Programme.pdf

[18] Brubaker’in belirttiği üzere 1962’de Cezayir’in bağımsızlık kazanmasıyla birlikte 400 binden fazla Cezayirli göçmenin otomatikman yurttaşlığa alınmasıyla mevcut yurttaşlık politikası tehdit edilir hale gelmiştir (Brubaker, 2010).

[19] Le Pen’e göre: Vatan çoğu sosyal yardımla geçinen sadece çok azı çalışan 6 milyon yabancı için bir randevu evi, bir genelev değildir! (Güzel, 1995)

[20]http://www.lejdd.fr/Politique/Sondage-presidentielle-2017-pour-la-premiere-fois-Hollande-passe-devant-Sarkozy-764899

[21] Saldırı sonrası başbakan Valls de Bir savaştayız, olağanüstü önlemler alacağız ve bu savaşı kazanacağız diyerek benzer bir açıklama yapıyordu. https://twitter.com/manuelvalls/status/665608365301739520

[22] http://www.franceculture.fr/2015-11-16-attentats-de-paris-les-annonces-de-francois-hollande-devant-le-congres