Türkiye tarihinin şüphesiz en özgün ayaklanması olan Gezi eylemlerine ilişkin tartışmalarda iki indirgemeci yaklaşım söz konusudur. Birincisi: Gezi ayaklanmasını salt kültürel bir çatışmanın pratik sonucu olarak okuyanların Gezi eylemlerinin nedeni olarak orta sınıfların “yaşam biçimi savunusu”nu göstermeleridir. İkincisi ise, Gezi ayaklanmasını kentsel periferideki hareketlilik üzerinden okuyanların düştükleri yanılgıdır. Bu gruplar Gezi eylemlerini açıklarken, neoliberal ekonomi politikalarına ve ekonomi politikaların toplumsal sonuçları ile başedebilmek için operasyonelleştirilen otoriter iktidar biçimine, kentsel rant ekonomisine ve ekolojik tahribata karşı gelişen sınıfsal bir kalkışmaya işaret etmektedir.
Bu iki yaklaşımın temel argümanlarının izinden ilerlersek her iki yaklaşımı aşan ancak aşarak bu iki yaklaşımı birleştiren teorik ve pratik bir yaklaşım geliştirebiliriz. Bu da Gezi ayaklanmasını ne “kültürelci” ne de “sınıfsalcı” ancak hem kültürelci hem sınıfsalcı bir yaklaşımla ele almak anlamına gelecektir. Yazının tamamında, aslında sınıfsal kaygılarla sokağa çıkan toplumsal grupların öteledikleri kültürel kaygılarının; kültürel ve yaşam biçimine yönelik kaygılarla sokağa çıkanların ise neden ve nasıl bir sınıfsal zemin üzerinde hareket ettiklerinin işaretlerini görmek mümkün olacaktır.
Herşeyden önce Gezi eylemleri Türkiye’de sokak siyaseti gibi bir alanın genişlemesinde önemli bir rol oynamış öncü eylemler silsilesidir. Sokak siyaseti tam da toplumsal grupların meşruiyetini yitirmiş iktidar seçkinlerini “olağan” yahut “yasal” yollarla yerinden edememenin açtığı çatışmalı bir alandır. Sokak siyaseti Asef Bayat’ın tanımlaması ile söylersek: “Halkın bir kısmıyla yetkililer arasında dönemsel olarak ara sokaklardan daha görünür olan kaldırımlara, umumi parklara ya da spor sahalarına sokakların fiziksel ve toplumsal mekanında şekillenen ve dile gelen bir takım çatışmalar ve beraberindeki etkilerdir. Bu anlamda sokak, muhalefetlerini dile getirecekleri kurumsal bağlamdan yapısal olarak yoksun olanların toplu halde kendilerini ifade etmelerinin tek adıdır”[1]
Sokak siyasetinin kendisine alan bulmasının nedeni parlementer siyasetin kendisinin, madun grupların sorunlarını çözmekten uzak, toplumsala temas etmeyen, çoğu zaman teknik ve yönetişimsel bir siyasal anlayışla işlemesidir. Sokak siyasetinin yükselişinin nedeni parlementer sistemin ve siyasal partilerin, sorunları olan toplulukların temsiliyetini üstlenememeleri, bu toplulukların devlet tarafından içerilme yahut sisteme dahil olma hedeflerini gerçekleştirememeleridir.
Sokak siyasetine alan açan Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkış nedenleri sokak siyasetinin aktörlerine bakılarak da anlaşılabilir. Bu aktörler arasında en aktif posizyonda yer alan toplumsal grubun Aleviler olması sokak siyasetinin niteliğine dair önemli ip uçları vermektedir.[2] Büyük oranda alt sınıfsal konumlarda yer alan Alevilerin sokak siyasetindeki öncü rolü sokak siyasetinin sınıfsal niteliğini verili hale getirmektedir. Bununla birlikte Alevilerin kültürel kaygıları bahsi geçen sokak siyasetini kültür çatışması biçiminde okumaya da imkân vermektedir. O halde sınıfsal ve kültürel mücadelelerin bir arada işlediği ilişkisel bir sokak siyasetinden bahsetmek daha doğru olacaktır.
Çalışma, kültürel ve ekonomik sahte çatışkısını aşma ve bütünleştirme iddiasını, önerdiği “kültürel proterleşme” kavramı ile gerçeklemeye çalışacaktır. Kültürel proleterleşme kültürü, edilgen bir üst yapı kurumu olmaktan çıkararak sınıfsal üretim menbaı olarak ekonomi-sermayenin yanına yerleştirme amacındadır. Kültür, ekonomik bir kategori olarak görülen sınıfın ve sınıfsal ilişkilerin bir sonucu olarak gören yaklaşımların tersine potansiyel bir sınıfsal üretim kaynağı haline gelebilmektedir.
Kültürel proleterleşme kavramı kültürün sınıfları yeniden üretme potansiyeline bir vurgu olarak düşünülebileceği gibi toplumsal yeniden üretim meselesinde ekonomik sermayenin yanına kültürel sermayeyi de yerleştirmek olarak da okunabilir. Özellikle Türkiye gibi üretim ilişkilerinde geleneksel kültürel örüntülerin, kimliksel ve dinsel bağların, cemaat, akraba ve hemşehricilik ilişkilerinin yoğun olarak yer tuttuğu klientalist kapitalizmin işlediği ülkelerde kültür önemli bir sınıfsal üretim mekanizması olarak işlev görmektedir.
Bu yazı bu nedenle Gezi eylemlerinin kitleselleşmesinin temel dinamiği olarak görülebilecek Alevi kültürel toplumsal grubunun özellikle AKP dönemindeki siyasal sosyalleşmesindeki değişime ve bu değişimde bu toplumsal grubun kültürel kaygılar kadar yoğun yaşadıkları sınıfsal konumlarını yeniden üretememe, yahut aşamama kaygılarına odaklanacaktır. Kültürel ve sınıfsal kaygıların Alevi siyasal ve toplumsal hareketine nasıl yansıdığı, Alevi hareketinin değişen “eylem repertuarı”[3], Alevi topluluğun yoğun katılım gösterdiği sokak hareketlerinin ivme kazanmasının temel saikleri incelendiğinde karşımıza Alevilerin sınıfsal konumlarını yeniden üretme açısından hayati önemde bulunan eğitim alanı ve eğitim alanının siyasal aktörler tarafından yapısal olarak dönüşüme uğratılması gerçeği çıkmaktadır.
Eğitim Alanı ve Toplumsal Yeniden Üretim
Eğitim alanının yapısal dönüşümünün en önemli sonucu kültürel sermayenin el değiştirmesi olmuştur. Laik, Batıcı kültürel sermayenin yerinden edilerek, neoliberalizmi tahkim eder bir işlevi gerçekleştiren geleneksel, İslami kültürel sermayenin hakim konuma yükseltilmesi Aleviler gibi ekonomik sermayesi düşük, sınıfsal konumunu özellikle eğitim alanı üzerinden ve kültürel sermaye ile edinmiş toplulukların sınıfsal yeniden üretim kanallarını daraltmaktadır. Bu durum kültürel proleterleşme olarak ifade edilen hakim kültürel yapının geleceğin sınıfsal haritasını belirleme sürecinde Alevilerin alt sınıfın namzet üyeleri olmalarını beraberinde getirmektedir.
Eğitim alanında köklü bir reform öngördüğünü parti programında açıkça ifade etmiş olan AKP aynı programda şimdilerde uygulanan birçok değişikliğin ipuçlarını da vermiştir.[4] Eğitime yönelik programında yer alan eğitim süresinin uzatılması, mesleki eğitim okullarının sayısının artırılması ve teşvik edilmesi, sermaye ile başta üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarının eşgüdüm içinde hareket etmesinin sağlanması, din eğitimi “ihtiyacının” etkin bir şekilde karşılanması gibi birçok uygulamanın hayata geçmekte olduğuna tanık olunmuştur. AKP’nin parti programında eğitim başlığı altında sıralanan maddelerde dikkat çeken husus, islami muhafazakâr bir parti olan AKP’nin eğitim politikalarının ağırlık merkezini mesleki eğitim ve eğitim kurumları ile sermayenin koordinasyonunun oluşturuyor olmasıdır. Programın tamamında yer alan 22 maddenin sadece bir tanesi din eğitimine vurgu yaparken 6-7 maddenin meslek eğitimi, ara eleman ihtiyacı, eğitim ve sermaye eşgüdümüne vurgu yapması dikkat çekicidir.
AKP’nin ekonomik alanın emrindeki eğitim politikaları 2010 yılına kadar başat niteliğini korumuştur. 2010 yılından itibaren eğitim alanını yapılandırma çalışmaları hız kazanmış ekonomi, kültürel ve ideolojik alanın kontrolü birlikte sürdürdüğü yeni bir eğitim politikasına geçilmiştir. Bu süreçte eğitim reformuna yönelik her hamle kamoyunda kültürel-ideolojik bir okuma ile karşılaşmıştır. Kamoyu konuyu dini referansların eğitimde ve dolayısıyla sosyal yaşamda kullanımının artması, muhafazakârlaşma vs. üzerinden değerlendirmiştir. Oysa bu kültürel-ideolojik retoriğin ve icraatların kendisi yeni bir ekonomi alanı haline gelmiştir. Neoliberalizmle emek gücü çıplak bir sömürüye açık hale getirilirken alt sınıfların rızasını kazanmak ve bu grupların toplumsal konumlarının yeniden üretilmesini sağlamak yeni bir ekonomik biçimdir. David Swartz, Bourdieu’nun “kültürün ekonomi-politiğini”[5]yaptığını söylerken sanki Fiore ve Sabel’in “ücretlilik ilişkisinin yeni ortaya çıkan biçimleriyle artı-değer üretiminin meşruiyetini ve sürdürülebilirliğini sağlayan mekanizmaların ağırlık merkezinin hukuki-siyasi üstyapıdan ideolojik-kültürel üstyapıya doğru kaydığını”[6] ifade eden sözlerini işaret etmektedir.
AKP’nin 2010 yılından itibaren eğitim alanını ekonomik belirleyicilerden çok kültürel ideolojik itkilerle yapılandırdığına dair yaygın görüşün aksine bu kültürel ideolojik pratiğin ekonomik alanla ilişkisine dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bu açıdan dini, kültürel ve ideolojik olanın arkasında işleyen ekonomi-politik yasaları irdeleyebilmemiz çok önemlidir. O halde bireyler, gruplar ve kurumlar (özellikle de eğitim sistemi) arasındaki sınıf temelli iktidar ilişkilerine bakılmalıdır. Toplumsal hayatın simgesel ve maddi boyutlarını yeniden kavramsallaştırırken ekonomik çıkar fikrini kültür dünyasına da taşımamız gerekir. Tıpkı maddi çıkarlar gibi simgesel çıkarlar da mevcuttur. Böylece kültür, kendine özgü birikim, mübadele ve kullanım yasaları olan sermaye biçimi olarak kavramsallaştırılır.[7]
Simgesel dünyanın siyasal iktisadını yapmaya yöneldiğimizde, sermaye kavramını kültürü, dini, dili vs. içine alacak biçimde genişletmemiz mümkündür. O halde kaynakları değerli kaynaklar olarak uğruna mücadele edilen nesneler haline gelmek suretiyle bir toplumsal iktidar ilişkisi işlevi gördüklerinde sermaye olarak kavramsallaştırabiliriz.[8] Peki kültür nasıl sermaye işlevi görür? Özellikle Türkiye gibi geleneksel toplumsal ilişkilerin güçlü olduğu siyasetin otoriter devlet biçimlerinden hareketle şekillendiği, ekonomik alanın kendini devlet erkine yasladığı ve sermaye gruplarının devletten özerkleşememiş olduğu toplumlarda devlet alanını ele geçiren siyasal gruplar, ekonomik, siyasi, kültürel, toplumsal alanlardaki belirleyici gücü de ele geçirmiş olmaktadır. Devlet alanını ele geçirmiş siyasal grubun kültürel-ideolojik kodları bu açıdan birer sermaye gibi işlev görmektedir. Bu kültürel kodlara sahip toplumsal gruplar, özgüven, muteber bir toplumsal konum, defacto bir statü, devlet alanında daha kolay kadro imkânı ve özel sektörde koruyup kollanma, medyada görünürlüğün artması gibi bir dizi avantajlara sahip olmaktadır. Bununla birlikte siyasal erk kültürel kodlarını mutlak surette ekonomi, siyaset, eğitim gibi alanlara zerk etmekte, bu alanlardaki mücadelelerde benzer kültürel kodlara sahip olan kendi toplumsal tabanına çeşitli kozlar vermektedir. Çalışma kapsamında görüşülen kişilerden biri bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Birebir kendimin de tecrübe ettiği noktlarla bunu ortaya koyabilirim. Biz sürekli sınavlara giriyoruz. Üniversite sınavları, KPSS, ALES vs. Bu sınavlardan aldığın netice ne kadar yüksek olursa olsun asıl belirleyici olan şey senin Alevi olman. Bu sadece AKP’den kaynaklanmıyor. özel sektörde de durum çok farklı değil. sadece devlet alanında olmuyor bu dışlama. Mesela benim yakın bir akrabam bir işte temizlikçi olarak çalışıyordu Alevi olduğu öğrendildiği zaman işten çıkartıldı. AKP de bunu devlette uyguluyor. Olabildiğince Devleti Alevilerden süzmeye çalışıyor. Kemalizmle bir şekilde devlete giren kadroları, orduda, üniversitede yargıda falan bulunan Alevileri dışarı atıyor.”
Bu bakış açısı, eğitim alanını yapılandırırken hareket edilen kültürel-dini itkilerin simgesel sermaye birikimi olarak rıza üretim mekanizmalarının inşa edilmesi ile yakından ilişkili olduğunu göstermesi açısından değerlidir. Eğitim alanındaki sermaye biçiminin kültürel ve simgesel olduğu göz önüne alındığında eğitim alanındaki dini muhafazakâr söylem ve uygulamalarının artırılmasının şu çıkarlara yönelik olduğu söylenebilir:
Birincisi, eğitim alanındaki işleyen kültürel sermayenin sabık Kemalist, Batıcı, laik seçkinci örüntülerinin yerine kendi toplumsal kültürel kodlarıyla uyumlu dini, geleneksel, kültür örüntülerinin geçirilmesidir. Bu, hakim toplumsal habitusun; yani toplumda hangi gurupların hangi düzeylere gelebileceğini belirleyen düşün ve eylem biçiminin yerinden edilmesi, yerine siyasal iktidarın toplumsal-kültürel kodlarıyla uyumlu dini sermayenin geçirilmesi anlamına gelmektedir. Bu müstakbel kültürel yapı elbette alana sokulurken tahvil değeri yükseltilir; yani müstakbel kültürel yapı muteber hale getirilerek bir sermaye biçimini alır. Dini- kültürel değerlerin eğitim alanında muteber kültürel sermaye olarak işleyebilmesini olanaklı kılan ise AKP’nin iktidar alanındaki erkidir. İmam hatip liselerinden mezun olanlara uygulanan katsayı farkının kaldırılması, 4+4+4 eğitim sistemi ile dini referansların eğitim alanında artırılması islami kültürel sermayenin tahvil değerini yükseltmeye yöneliktir.
İkinci olarak eğitim alanında işleyen kültürel sermayenin değiştirilerek bu alan üzerinden toplumsal habitusun da yeniden üretilmesine olanak sağlanmasıdır. Eğitim alanı tüm insanların çocukluktan ergenlik sonrasına kadar zorunlu ilişkiye girdiği bir alan olması nedeniyle bu alanda işleyen hakim kültürel örüntüler, düşünme ve eyleme eğilimleri (habitus) üreten mekanizmaların niteliği önem kazanmaktadır. Ayrıca eğitim sınıfsal eşitsizliklerin yani toplumsal-ekonomi politiğin üretim mekanizmalarıdır. Hangi mesleklerin kazançlı, statü vadeden; bu mesleklere hangi toplumsal kesimlerin alınacağı, hangilerinin dışarda bırakılacağı meselesi bu alandaki politik mücadelenin sonucunda belirlenmektedir. Bu haliyle eğitim; ya mevcut toplumsal bütünü yeniden üretmenin ya da muhayyel toplum imgesini gerçeklemenin imkânını üretir. Yahut sınıfsal eşitsizliklerin yenilerini üreterek sürmesine dolaylı ya da doğrudan katkı sunar.
Türkiye’de eğitim alanında dini-kültürel içeriğin ağırlık kazanması da mevcut sınıfsal-toplumsal ilişkilerin rıza üretimini esas alacak biçimde kurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Kapitalist modernliğin son derece eşitsiz rekabetçi bir evresini ifade eden neoliberalizmin başarısının altında sürekli rıza üreten geleneksel, kültürel, dini söylem ve pratiklerin ön plana çıkması yatmaktadır. Dünyada politik olarak sağ muhafazakâr siyasaların etkinliğinin artmasını neoliberalizmden bağımsız düşünmek imkansızdır. Türkiye’de AKP üzerinden söylenebilecek olan şey: Kapitalist modernliğin din, gelenek ve kültür ile tahkim edilmesidir. O halde neoliberalizmin başarısı din, gelenek ve kültür alanından devşirilen simgesel sermayeye (meşruiyet) bağlıdır. Bu çalışmanın da iddia ettiği gibi neoliberal kapitalist sistem ile gelenekselci muhafazakâr ideolojiler birbirlerine “seçici yatkınlık”[9] ile bağlıdırlar.
Genel liselerin kaldırılarak anadolu ve meslek liselerine dönüştürülmesi, 4+4+4 eğitim sistemi ile birlikte eğitimdeki din içerikli derslerin sayısının artırılması, imam hatip liseleri ile meslek liselerine uygulanan katsayı farkı uygulamasının kaldırılarak bu okulların sayısının artırılması ve teşvik edilmesi uygulamaları birlikte düşünüldüğünde eğitim alanındaki islami, geleneksel, kültürel değerlerin ağırlığının artırıldığı söylenebilir. Böylesi bir değişimin itici gücünü islami, kültürel ideolojik bakiyeye sahip siyasal iktidar, dini gruplar, cemaatler, Diyanet İşleri Başkanlığı, muhafazakâr öğrenci velileri gibi çoklu aktörler oluşturuyor olsa da bu uygulamaların, ekonomi politik sistemin rıza üretimini esas aldığı söylenebilir. Sistemin simgesel sermaye yahut meşruiyet birikimi dini-kültürel yapıların artan etkinliğinden sağlanmaktadır. Eğitim alanındaki dini referansların artışının neo-liberal ekonomik modelin sorunsuz işleyebilmesi açısından bir hayatiyet teşkil etmesi hasebiyle bu uygulamaların araçsal olduğunu söylemek mümkündür.
Faaliyetler ve kaynaklar temelde yatan maddi çıkarlardan ayrıştırıldıkları, böylece çıkarsız faaliyetler ve kaynaklar olarak yanlış tanındıkları ölçüde simgesel iktidarla ya da meşruiyetle donanırlar. Kişisel çıkarın çıkarsızlığa dönüşmesinden yarar sağlayabilecek bireyler ve gruplar “simgesel sermaye” denilen şeye sahip olurlar. Simgesel sermaye, “inkar edilmiş sermaye”dir; temelinde yatan ve derinden bağlı olduğu “çıkarlı” ilişkilerin üzerini örterek onlara meşruiyet kazandırır. Simgesel sermaye iktidar olarak algılanmaz; kabul görmeye, hürmet edilmeye, itaate ya da başkalarının hizmetine yönelik meşru talepler olarak algılanan bir iktidar biçimidir.[10]
Siyasal iktidar olarak AKP’nin eğitim alanındaki her türlü dinsel, kültürel pratiğinin eşitsiz sınıfsal-toplumsal sistemin sürmesini garanti altına alacak simgesel sermaye birikimine yönelik olduğunu kabul etmek gerekir. Başta imam hatip liselerinin sayısının artırılması ve teşvik edilmesi olmak üzere 4+4+4 eğitim sistemi ve dini içerikli derslerin sayılarının artırılması eğitim sistemi üzerindeki kültürel-gelenekselci politikanın sonucudur. Eğitim sistemi üzerindeki bu geleneksel kültürel politikanın simgesel ekonomisinin yapılması ise bir gerekliliktir. Eğitim sisteminin simgesel ekonomisinin yapılması ise şu soruları doğuracaktır: Eğitim sistemi üzerindeki bu geleneksel politikayla aslında ne amaçlanmaktadır, bu pratiklerin doğuracağı sonuçlar itibari ile siyaset ve ekonomi alanlarına nasıl bir meşruiyet sağlanacaktır, Eğitim alanının din içerimli yeni görünümü kapitalist ekonomi politiğin neresinde durmaktadır?
Eğitim sisteminin geleneksel kültürel bir görünüme kavuşturulmasının simgesel sermaye birikimi ile ilişkisine değindik. Simgesel sermaye yani meşruiyet sadece kapitalist ekonomi politik için rıza üreten bir rezerv değildir aynı zamanda siyasal iktidarın simgesel şiddet kullanma yetkinliğini de üretir. AKP’nin merkezde yer almasına rağmen kendisini çeperin temsilcisi gibi sunan ve merkez adına çeperi kontrol ederek sistemi tahkim eder konumu simgesel şiddet kullanma konusundaki yetkinliğinin bir sonucudur. Bu yetkinlik ise tam da çeperin kültürel kodları ile kendi kültürel kodları arasındaki yakınlıktan ileri gelmektedir.
Eğitim alanındaki böylesi bir dönüşümün toplumsal siyasal ve ekonomik boyutlarının ilişkisel olarak iç içe geçtiği kabulünün bizi getireceği nokta: kapitalist modernliğin bekası için toplumsal değerlerin seferber edilmesi, siyasal iktidarın, muhayyel toplum inşası ve geleceğin toplumsal ve sınıfsal haritasının yeniden oluşturulmasının hangi mekanizmalarla oluşturulduğunu gözlemek olacaktır. AKP’nin eğitim sistemini kültürel kaygılardan öte iktisadi kaygılarla yapılandırdığı açıktır. Eğitim sisteminin yapılandırılması Alevilerin sınıfsal yeniden üretim kanallarını doğrudan etkilemektedir.
Yoğun bir iktisadi sermayeye sahip olmayan Alevi topluluğu üst sınıflara yükselme ve mevcut sınıfsal konumlarını yeniden üretmenin hemen hemen tek yolu olarak eğitim sürecini görmektedir. Eğitim sürecinde kullanabilecekleri kültürel sermayenin AKP ile birlikte başlayan üst yapıdaki dönüşümle birlikte geçersizleştiği hatta “sakıncalı” bir duruma geldiği söylenebilir. 1950’lerle başlayan kente göç sürecine Alevilerin yoğun olarak katılmalarının nedeni Alevilerin ne burjuvazisinin ne de zanaatkarının oluşmuş olmasıdır. Bu nedenle Aleviler “Köy Enstitüleri” ve “eğitmenler” aracılığıyla başlayan okuma serüvenini hızla geliştirirler[11] Bu süreç bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca devam edegelmiştir. Alevilerin devlet, siyaset, ekonomi, hukuk alanları ile ve bütün olarak sistemle ilişkisi eğitim sistemi üzerinden kurulmuştur. Alevi kanaat önderlerinin hemen hepsi sınıfsal konumunu kültürel sermayelerine borçludur. “Hemen hepsinin eğitim düzeyi iyidir. Çoğunlukla yüksek okul mezunudurlar. Hemen hepsi çok mütevazi ailelerin çocuklarıdır. Köyde doğmuşlardır ve iç göçün ikinci kuşağını oluştururlar. Ana-babaları okuma yazma bilmese de kendileri eğitim sayesinde önemli bir toplumsal tırmanma göstermişlerdir.”[12] İçlerinde önemli oranda avukat bulunduğu gibi, öğretmenler, gazeteciler, tarihçiler ve akademisyenler de vardır.
Eğitim sistemindeki dönüşümle büyük oranda alt sınıfların eğitim kurumları olan düz liselerin, imam hatip liselerine ve meslek liselerine dönüştürülmeleri alt sınıflarda yer alan toplumsal gruplar için nitelikli işçi ve mütevekkil birey olmak dışında fazla bir seçenek bırakmamaktadır. İktisadi sermayesi düşük, kültürel sermayesi tek geçer akçesi olan Alevi topluluğun bu dönüşümden etkilenmemelerini, sınıfsal yeniden üretim kanallarında daralma olmamasını beklemek mümkün değildir. Tam da bu tip bir dizi dönüşümün üzerine denk gelen Alevilerin yoğun olarak yer aldığı sokak eylemlerinin salt kültürel bir zeminde ele alınması kabul edilemez. Bu nedenle Alevi siyasal hareketliliği ile Alevi toplumsal grubunun kültürel ve sınıfsal kaygıları arasında korelasyon kurma imkânı olarak kültürel proleterleşme kavramından söz edebiliriz.
Kültürel Proterleşme
Alevi toplumsal-kültürel grubunun alt sınıflarda yer almasına rağmen Türkiye siyasetinde İslamcı otoriterliğe orta sınıflara has yaşam biçimine müdahale söylemi üzerinden kültürel bir tepki göstermelerinin nedeni “her sınıfsal konumun yüzünü özdeşleşme doğrultusunda bir üst sınıfsal konuma” dönmüş olduğu sosyolojik gerçekliğine dayanmaktadır. Alevi topluluğunun laik orta sınıfın kültürel tepkilerine ortak olmasının nedeni kendilerinin laik orta sınıfın bakışına haiz olmaları değildir. Aleviler kendilerinin alt sınıfsal konumda yer aldıklarının, bu nedenle kültürel tepkiler açısından ortaklaştıkları laik orta sınıflardan kendi sınıfsal konumlarının farklı olduğunun bilincindedirler. O halde Alevilerin orta sınıfın kültürelci ve yaşam biçimine müdahale tepkisine ortak olmasının nedeni, ortak laik kültürel uzamda buluşabilmeleridir. Orta sınıfların, modern, batıcı, sabık seçkinlerle Alevilerin siyasal tepkilerini ortaklaştıran sahip oldukları ortak laik kültürel formasyondur. Mevcut sokak hareketliliğinin içindeki çoklu aktörlerin ortak evreni “laiklik”tir.
Aleviler alt sınıf bir toplumsal-kültürel topluluk olmalarına rağmen Cumhuriyet rejiminin modern, “laik”, sosyal niteliği altında görece sistemle barışmaya çalışmıştır. Alevi kimliğinin Cumhuriyet tarihi boyunca şu an olduğu kadar politikleşmemesi, eylemselliğe dönüşmemesinin nedeni batıcı, modern seçkinlerin laik kültürel ikliminde nefes almalarıdır.
O halde Alevi topluluğunun politikleşmesini ve eylemselliğini Türkiye’de son yıllardaki üst yapıdaki dönüşüm üzerinden okumak gerekir. Bu dönüşümü laik, modern kültürel örüntülerin islami, geleneksel, kültürel örüntülerle yer değiştirmesi süreci olarak da ifade etmek mümkün. Alevilerin böylesi bir değişim sürecinde aktif bir toplumsal muhalefeti tercih etmelerinin nedeni sınıfsal olarak çeperde yer almalarıdır. Buna rağmen Aleviler merkezde yer alan laik modern “meşru kültür”e yakınlık derecesi nedeniyle kültürel olarak yarı çevre[13] konumunda bulunmaktadır. Bu durumu “imtiyazlı çevre” olarak da kavramsallaştırmak mümkündür. Sınıfsal olarak haritalandırılan toplumsal evrende alt sınıfsal konumda olması nedeniyle çevrede yer alan Aleviler, kültürel olarak haritalandırılan toplumsal evrende merkezin laik, modern kültürel niteliğinin bir alt kümesi olarak yarı çevrede yer almaktadır. Şematize etmek gerekirse AKP öncesi yani üst yapıdaki köklü değişim ve bunu destekleyen bir dizi yapısal dönüşüm olmadan önce Türkiye siyasal sosyolojisi Aleviler için az çok şöyle bir görünüm arzetmekteydi:
Eski Sınıfsal Topografya
Merkez | Yarı çevre | çevre |
TÜSİAD çevresi, modern beyaz Türk müteşebbüsler… | Sağ muhafazakâr, dindar esnaf ve zanaatkar, tüccar… | Aleviler, Kürtler, islamcılar ve Subaltern (Sınıf altı) toplumsal gruplar… |
Eski Kültürel Topografya
Merkez | Yarı çevre | çevre |
Laik, Modern, Beyaz türk | Sağ muhafazakâr kitle, Aleviler, | kürtler, islamcılar ve subaltern toplumsal gruplar |
Alevilerin 1980’lere kadar getirebileceğimiz I. Cumhuriyet rejiminde edindikleri kültürel ve sınıfsal yer yukardaki gibi tablolaştırılabilir. Sınıfsal olarak periferide; ancak mezkezde yer alan meşru kültüre yakınlık derecesi nedeniyle kültürel olarak yarı çevrede bulunmaktadırlar. Kültürel olarak yarı çevrede bulunmanın sosyolojik anlamı sınıfsal yeniden üretim kanallarının diğer toplumsal gruplara göre daha açık olmasıdır. Özellikle sınıfsal yeniden üretimde ve sınıfsal konumunu aşma noktasında eğitim alanı yarı çevrede bulunan toplumsal gruplar için önemli imkânlar sunmaktadır. Devletin kültürel ideolojik kodlarının islamcı gruplar ve Kürtlerin aleyhinde işlemesi bu toplumsal grupları hem kültürel hem sınıfsal olarak periferiye itmiştir. Bu toplumsal grupların sınıfsal konumlarını aşma iddiasının önü de sürekli kesilmektedir. İslamcı gruplar için kat sayı, başörtüsü yasağı gibi uygulamalar; Kürtler içinse anadilde eğitim hakkının engellenmesi, Kürt bölgesinde süren savaş koşulları birlikte düşünüldüğünde I. Cumhuriyetin karşımıza çıkardığı harita bu şekilde olmuştur. Buna karşılık Türkiye’de hızlanan iç göç dinamiği ile birlikte kentlere gelen Aleviler arasında orta sınıflaşma eğilimi gözlenmiştir. Eğitim alanı her ne kadar sınıfsal olarak Alevi topluluğuna ciddi açılımlar sunmasa da meşru kültüre yakınlık derecesinden doğan kültürel sermaye aracılığı ile Alevi topluluğu özellikle bu alanda diğer dezavantajlı toplumsal gruplara göre önemli bir ivme yakalamıştır.
Bu harita Alevilerin sistemle olan düşük yoğunluklu muhalif ilişkilerini tesis eden, Alevilerin sürekli sistemin içine alınma umutlarını canlı tutan, metaforik bir anlatımla ifade edersek onları “eşikte tutan” bir tabloyu gözler önüne sermiştir. Kürt toplumsal tabanı bu yapılanmaya silahlı mücadele ile yanıt verirken, İslamcı taban kamuda maruz kaldığı tasfiyeyi ticaret alanında ikame etmeye çalışmıştır. AKP islamcı tabanın ticaret ile olan ilişkileri ile tesis ettikleri muhafazakâr “otantik burjuvazi” nin ekonomik başarısını siyasal alana tahvil ederek önce iktidar sonra muktedir olmuştur. II. Cumhuriyet tartışmaları tam da AKP’nin “otantik burjuvazi”nin iktisadi başarılarını muktedir olma yönünde araçsallaştırmasından türemektedir.
AKP çeperin kültürel-toplumsal, dilsel formasyonunu merkeze taşımıştır. Bu süreç zaman zaman muhafazakârlaşma, İslami toplumsal mühendislik, II. Cumhuriyet rejimi gibi tartışmaları beraberinde getirse de AKP, kendi iktidarını tahkim ettikçe taşıdığı toplumsal bakiyenin her alandaki görünürlüğü artmıştır. Gezi eylemleri tam da böylesi bir momente tekabül etmektedir.
AKP’nin çeperin kültürel ideolojik bakiyesini merkeze taşımasından çok daha önce 1970’lerde başlayan çeperin ve yarı çevrenin ekonomik biçimi olarak ihracata dayalı, enformel, küçük çaplı işletmelerin kapitalizmin seyrine bağlı olarak ekonominin asli unsuru haline gelmesi söz konusudur. AKP bu küçük ölçekli islami sermayenin dalga boyuna tutunmuştur. İslami sermayenin ekonomi alanındaki başarısı siyasal alana tahvil edilmiş, AKP ile de devlet katına yükselmiştir. O nedenle İslami kültürel örüntülerin “devletlû” oluşunu İslami hareketin devletle olan uzun soluklu mücadelesinden zaferle çıkmasının sonucu olarak okumak yetersizdir. İslami hareketin yükselişini II. Endüstriyel dönem olarak ifade edilen Post Fordizmin İslami sermaye grubunu ekonominin asli unsuru haline getirmesi üzerinden okumak gerekir.
AKP ve selefi İslami partiler, sınıfsal ve kültürel olarak alt konumlarda yer alan toplumsal grupları uzun soluklu bir mücadelenin sonucu devlet alanına taşımıştır. Bu anlamda AKP “halk parti” yahut “parti halk” gibi bir işlev görmüştür. AKP’nin çeperi devlet alanına taşıması söyleminde çeperin islami, geleneksel, kültürel örüntülerini “meşru” bir zemine taşıması olarak anlamak gerekir. Bununla birlikte çeperden yarı çevreye ve merkeze doğru olan sınıfsal hareketlilik de hız kazanmıştır. “Yeni orta sınıf” tartışmalarında AKP dönemi ekonomi-politiğin sınıfsal olarak merkeze yaklaştırdığı toplumsal gruplar özne durumundadır. Bu süreçte yukarıya ve aşağıya doğru yaşanan sınıfsal hareketlilik ile yukarıya ve aşağıya doğru yaşanan kültürel hareketlilik mütekabileyet arz etmektedir. Muteber kültürel yapı yukarı doğru bir sınıfsal hareketlilikte bir “meşru kültür” düzlemi yahut doğrudan “kültürel sermaye” olarak rol oynamaktadır. AKP’nin merkeze yerleştirdiği “İslami Modern Kültür”e yakınlık derecesine göre toplumsal grupların gelecekteki sınıfsal konumları değişecektir. Merkezde yer alan meşru kültüre sahipliğin kendisi bir kültürel sermaye sahipliği gibi işlev görerek belli sınıfsal grupları yarı çevre konumuna, uzun vadede ise merkeze taşıyacaktır. Buna karşılık yeni muteber kültürden uzağa düşen toplumsal gruplar yeni sınıfsal üretim mekanizmasında muteber kültürel sermayeden yoksun kalmaları nedeniyle dezavantajlı hale gelecektir.
Gezi eylemleri bu anlamda laik orta sınıfların yaşam biçimleri ile ilgili kaygılarından öte sınıfsal yeniden üretim imkânlarındaki bir daralmadan doğmuştur. Bourdieu’nun “oyunu okumak” olarak adlandırdığı sınıfsal yeniden üretim kanallarındaki daralmayı veya sınıfsal yeniden üretim için yeni kanallar açabilmeye imkan veren “sezgi” Gezi eylemlerindeki laik orta sınıfların sınıfsal geleceklerine dair taşıdıkları kaygıya işaret etmektedir. Gezi eylemlerinin nedeni olarak orta sınıfların “yaşam biçimi kaygısı”nı gösteren sayısız yazın türetilmiştir. Oysa gerçekte olan orta sınıfların sınıfsal üretim kanallarındaki daralmayı sezmeleridir. Sporda buna “oyunu okumak” denir. Oyunu okumak, orta sınıfların habitusu ile ilişkilidir. Orta sınıflara özgü pratik bir kavrayıştır. “Oyunun o anki durumda belirsiz olan ama yine de o anda içerilen geleceğini görebilme yeteneğidir”[14]
Sabık kültürel yapıda laik, modern içerimlere sahip kültürel sermaye nedeniyle ayrıcalıklarını sürdürebilen toplumsal gruplar üst yapıdaki değişimle birlikte kültürel yapı piramidinde tabana yaklaşmakta, kültürel sermayeleri geçersiz kabul edilmekte yahut kültürel sermayelerinin “tahvil değeri” sınıfsal ayrıcalıklarını üretemeyecek düzeyde düşmektedir.
Alevilerin alt sınıfta yer almaları nedeniyle bu değişimden etkilenmeleri ise ortak kültürel evreni paylaştıkları laik orta sınıfların etkilenmelerinden daha farklıdır. Laik ve üst sınıfların sahip oldukları kültürel sermaye geçersizleşmeye başlasa dahi bu guruplar sınıfsal konumlarını yeniden üretecek ekonomik potansiyele sahiptir. Orta ve üst sınıfların mevcut ekonomik sermayesi bu dönüşüm sürecinde onları “oyun” içinde tutmaya yetecektir. Orta sınıfların alan içindeki konumları sarsılsa da alan mücadelesini bırakma veya alan stratejisini değiştirme noktasından uzaktır. Laik orta ve üst sınıfların sınıfsal konumlarını üretemeyerek proleterleşmeleri ancak uzun vadede gerçekleşebilir. Bu süreç içerisindeki toplumsal siyasal mücadele “kültürel” ve “yaşam biçimine dair kaygı” görüntüleri sunmaya devam edecektir.
Aleviler ise bu dönüşümden en çok etkilenen gruptur. Üst yapıdaki kültürel-ideolojik dönüşüm Alevi toplumsal grubunu hem kültürel olarak yarı çevre konumundan etmekte hem de alt sınıfsal konumlarını aşma iddiasına yönelik temayüz stratejilerinin önünü kesmektedir. Bunun en açık izlerini, eğitim sisteminin yapısal dönüşümünde sürebiliriz. Eğitim sistemindeki yapısal dönüşüm Alevilerin kısmi orta sınıflaşma eğilimini, kültürel olarak yarı çevre konumda bulunma durumunu, bir zaman sistem tarafından kabul edilip içeri alınma umudunu ortadan kaldırmaktadır. Çalışma kapsamında derinlemesine görüşme yapılan Alevilerin en çok eğitim sistemindeki yapısal dönüşümden, eğitim sistemindeki dini referanslı derslerin müfredattaki ağırlığının artmasından rahatsızlık duyduğu gözlenmiştir. Sarıgazi’de görüşme yapılan bir başka kişi eğitim alanındaki dönüşümün Alevileri nasıl etkileyeceğini şu sözlerle ifade etmiştir:
…İşveren stajyer ucuz işgücü ister. 4+4+4 eğitim sisteminde dışardan okuma imkanı ile birlikte çocuk işçiler artacaktır…Bugün Aleviler liselere gidecek. Düz liseler de kaldırılmış. Ya çok çalışkan olacaksın fen liselerine gideceksin ki çok çalışkan olmak da sancılı çok çalışkan olabilmen için de çok paran olmalı, devlet okulları böyle bir eğitim veremiyor. ya da çalışkan olmayıp ticaret lisesine gideceksin ara eleman olacaksın, ucuz iş gücü olacaksın ya da imam hatipe gidip sünni islamın içine gireceksin. Şimdi bunların hepsini bir arada düşündüğümüz zaman Aleviler için eğitim sisteminin bir anlamı kalmıyor…
Alevilerin sahip oldukları kültürel sermayenin geçersizleşmesi bu toplumsal grubun alan içindeki mücadele stratejilerini daraltmıştır. Bu nedenle Bourdieu’nun bahsetttiği üç farklı alan stratejisi olan “muhafaza”, “izleme”, “bozgun” arasında Aleviler izleme stratejisinden bozgun stratejisine geçmek durumunda kalmıştır. Kısaca açıklamak gerekirse muhafaza stratejileri bir alandaki hakim konumlara ulaşmış olanlarca, alanın kıdemlilerince benimsenir. Alanın mevcut işleyişinden yana çıkarları olan bu kesimler değişime karşıdırlar. İzleme stratejileri bir alandaki hakim koumlara ulaşma çabalarıdır ve genellikle alana yeni katılanlarca benimsenir. Son olarak bozgun stratejileri hakim gruplardan pek beklentisi olmayanlarca benimsenir.[15] Aleviler için alan, içinde mücadele edebilecekleri, sermayesini işleme sokabilecekleri, kuralları belirlenmiş, görece serbest piyasa gibi işleyen konumundan çıkmıştır. Özellikle Alevi toplumsal grubu için alanda bulunmasının tek geçerli koşulu olan kültürel sermayesi değersizleşmeye başladığından itibaren alan bu toplumsal grup için “aygıtvari” işlemeye başlamış Alevi topluluğu da izleme stratejisini bırakıp bozgun stratejisini sahiplenmeye başlamıştır. Son yıllarda artan sokak hareketlerinin, toplumsal eylemliliğin nedeni Alevi toplumsal grubunun değişen alan stratejisidir. Çünkü Aleviler bu toplumsal eylemlerin en kitlesel katılımcısı, radikal sol grupların kadro ve sempatizan kaynaklarıdır.
Türkiyedeki üst yapısal dönüşümle birlikte kültürel ve sınıfsal topografyada hareketlenmeler olmaktadır. AKP kendisi ile birlikte önemli bir toplumsal kesimi orta sınıfsal konuma, kültürel ideolojik kodlarını temsil ettiği alt sınıfları da kültürel olarak yarı çevreye taşımıştır. Böylece “yeni Türkiye”nin sınıfsal ve kültürel kodları şöyle belirmiştir:
Yeni Sınıfsal Topografya
Merkez | Yarı çevre | çevre |
TÜSİAD’ın temsil ettiği sınıfsal ve kültürel grup, MÜSİAD’ın temsil ettiği sınıfsal ve kültürel grup… | Profesyonel uzman kadrosu, laik orta sınıflar, sağ muhafazakâr esnaf ve zanaatkârlar, | Aleviler, Kürtler, kentsel periferide yer alan islamcı gruplar, subaltern gruplar… |
Yeni Kültürel Topografya
Merkez | Yarı çevre | Çevre |
MÜSİAD’ın temsil ettiği modern islami kanat, TÜSİAD’ın temsil ettiği kanat… | laik, modern kültürel örüntüler, geleneksel ve modern islami değerlere sahip gruplar… | Aleviler, Kürtler, subaltern gruplar… |
Buna göre AKP’nin simgesel emeği ile birlikte muhafazakâr, geleneksel islamcı taban içindeki sermaye grupları sınıfsal olarak yukarı doğru bir hareketlilik içine girerek merkeze dahil olurken, geleneksel muhafazakâr islamcı tabanın daha yoksul kesimleri özellikle yeni muteber kültüre yakınlıkları nedeniyle kültürel topografyada yarı çevre konumuna yükselmişlerdir. Şüphesiz bu toplumsal grupların sınıfsal konumlarında da ciddi bir iyileşme vardır. Belediyelerde ve Devlet kurumlarında buldukları iş olanakları, zenginleşen islami kesimlerin çeperinde bulunmalarından kaynaklanan avantajlar birlikte düşünüldüğünde muhafazakâr islamcı tabanın ekonomik ve kültürel sermaye sahipliği artmaktadır. Buna mukabil laik, batıcı, modern toplumsal grupların merkezi bir konumda bulunan kültürel sermayeleri geçersizleştikçe bu toplumsal gruplar sınıfsal ve kültürel olarak aşağı bir hareketlilik içerisine girmiştir. Bu tespit belki erken ve fazla iddialı bir tespit olarak görülebilir. Hatta TÜSİAD gibi modern batıcı sermaye gruplarının sermaye birikimindeki artışa bakılarak bu tespitin yanlış olduğu dahi iddia edilebilir. Ancak ekonomik sermayenin sınıfsal yeniden üretim açısından başat niteliği kabul edildiğinde laik, modern, batıcı sermaye gruplarının ve laik orta sınıfların sınıfsal konumlarında çok ciddi bir değişikliğin ortaya çıkmaması normaldir. Çünkü bu toplumsal gruplar tüm kültürel değişkenlere, kültürel sermayenin el değiştirmesine, siyaset alanındaki belirleyici pozisyonlarını kaybetmelerine, muteber toplumsal-kültürel yapıyı islamcılara kaptırmalarına rağmen kendilerinin sınıfsal yeniden üretimine bir süre daha yetebilecek ekonomik sermayeye sahiptir. Ancak bu toplumsal grupların kültürel topografyada merkezden yarı çevre bir konuma düştüğü açıkça görülecektir. Bu durumun nedeni alanlarda işleyen kültürel sermayenin el değiştirmesi ve niteliğinin değişmesidir. Bu toplumsal grupların yeni kültürel ve siyasal sermayenin etkin işleyişi ile birlikte uzun vaadede sınıfsal konumlarında ne tür bir değişim yaşayacak ve bu değişim ne kadar hızlı olacak bunu hep birlikte göreceğiz. Ancak ekonomik sermayesi kıt ve kültürel sermaye açısından laik, batıcı, modern kültürel kodlara yakınlığıyla bilinen Alevi toplumsal grubu Türkiyenin yeni sınıfsal ve kültürel topografyasında daha hızlı bir değişim yaşamaktadır. Son yıllardaki Alevi siyasal hareketliliğinin ivmelenmesinin altında da Alevilerin böylesi bir algı, korku, beklenti, öngörü yahut gerçeklik içinde bulunması yatmaktadır.
Ezcümle: AKP’nin iktidara gelmesinden çok önce siyasallaşmaya başlayan Alevi Hareketi, AKP döneminde ciddi bir siyasallaşmaya maruz kalmış, özellikle kültürel ve sınıfsal bir teyakkuz durumuna geçmiştir. Alevi siyasal hareketinin Aleviler adına neredeyse ontolojik bir mücadele yürüttüğüne dair yaygın bir kanı oluşmuştur. Kurumsal siyasetin Aleviler ve birçok toplumsal aktörün siyasal taleplerine temas etmemesinin sonucu olarak sokak siyaseti alanı açılmıştır. Sokak siyasetinin en önemli aktörü özellikle kitlesel olarak alanlarda varolabilmesi nedeniyle Aleviler haline gelmiştir. Alevilerin sokak hareketlerinde ön saflarda yer almaları ise sadece kültür çatışması yaklaşımları ile açıklanamaz. Aleviler, sınıfsal olarak alt ve alt-orta sınıfsal konumlarda bulunmalarını, islami neoliberalizmin eşitsiz işleyen yapısını hem kültürel hem de iktisadi-sınıfsal olarak bedenlerinde hissetmektedir. Alevilerin en önemli sınıfsal üretim mekanizmaları olarak eğitim alanındaki yapısal dönüşümle birlikte, bu süreç Alevilerin, siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlardaki dezavantajlı konumlarını yenilerini de yaratarak üretmektedir. O halde Alevi hareketinin hızla siyasallaşmasının ve sokak hareketlerinin en önemli dinamiklerinden biri durumuna gelmelerinin temel nedeni salt kültürel bir çatışkı değil sınıfsal konumlarını üretme ve aşma kanallarındaki daralmadır.
DİPNOTLAR
[1] Bayat, Asef(2008), Sokak Siyaseti, Phoenix yayınevi, İstanbul, s. 45
[2] Emniyet Müdürlüğünün yaptığı fişleme amaçlı araştırmaya göre Gezi eylemlerine katılanların % 78’i Alevi’dir. (http://www.sendika.org/2013/11/polisin-gezi-fislemesi-eyleme-katilanlarin-yuzde-78i-alevi/)
[3] Charles Tilly’nin kullandığı kavram eylemci yahut gösterici grupların performanslarını belirleyen güncellenmeye imkan veren canlı eylemsellik biçimleridir. Tilly göstericilerin repertuvarlar arasından performanslar seçtiğini söyler. Performansların bir araya gelmesi ile de epizod denilen eylem dizgeleri oluşur.
[4] bkz. AKP parti programı: (http://www.akparti.org.tr/site/akparti/parti-programi#bolum_
[5] SWARTZ, David (2011), Kültür ve İktidar, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 18
[6] Akt. DURAK, Yasin (2011), Emeğin Tevekkülü, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 23
[7]SWARTZ, David (2011), a.g.e., s.20
[8]SWARTZ, David (2011), a.g.e., s.66
[9] Weber’in iki toplumsal biçim arasındaki işlevsel uygunluk ilişkisi anlatmak için kullandığı kavram. Weber kapitalizm ile bürokrasinin birbirine seçici yatkınlık ile bağlı olduğunu söylemektedir. bu çalışmada da neoliberalizm ile dini, geleneksel kurumsal yapılar arasında seçici bir yatkınlık olduğu iddi edilmiştir. seçici yatkınlık kavramının detayları için bkz: CALLİNİCOS, Alex (2011), Toplum Kuramı, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 253
[10]SWARTZ, David (2011), a.g.e., s.67
[11] Saraç, Necdet(2011), “Alevilerin Siyasal Tarihi”, Cem Yayınevi, İstanbul, s. 320
[12] Massicard, Elise(2013), Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması, İletişim yayınları, İstanbul, s. 80
[13] Yarı çevre: Dünya sistemleri analizinde kullanılan çevre ülkelerin merkezle olan ilişkilerinden türeyen çoğu zaman geçici bir ara konumdur. (Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, Immanuel Wallerstein, 2005, Aram Yayıncılık, İstanbul) Ancak bu çalışmada dünya sistemleri analizlerinin kavramsal araç kutusuna müracaat edilmiştir. Türkiye sosyolojisine Şerif Mardin ile anılan Merkez-Çevre kuramına dünya sistemleri analizinden alınmış yarı çevre dahil edilmiştir. Yarı çevre kavramı ile sınıfsal olarak orta sınıflar kültürel olarak da kültürel ideolojik kodları merkezde temsil edilen toplumsal gruplar kastedilmektedir.
[14] Bourdieu, Pierre (2005), “Pratik Nedenler”, Hil Yayıncılık, İstanbul s. 42
[15] SWARTZ, David (2011), a.g.e., s.177