Laiklik, Cumhuriyetçilik, Cumhuriyet Halk Partisi ve Tarihsel Sapmalar

Laiklik ve sekülerizme[1] ilişkin iki farklı modelin olduğu söylenebilir: Bunlardan ilki keskin biçimde, din ve devlet arasında karşılıklı karışmazlık ilkesinin hüküm sürdüğü Fransa modelini ifade ederken; diğerini ise başta Anglosakson ülkeler ve Almanca konuşulan ülkelerde gözlenen ve din-devlet arasındaki ilişkilerin uzlaşma ile diğer bir ifadeyle devrimci değil evrimci bir yöntemle düzenlenmesini benimsemektedir.[2]

Evrimci ya da Anglosakson/Alman modeli olarak adlandırdığımız bu ikinci modelde devlet ve din arasında özdeşleştirme yasağı devam etmektedir. Bu yasak ise anayasal dayanağını devletin vatandaşlar arasında eşit davranma buyruğunda ve anayasanın din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin hükümlerinde bulmaktadır.[3]  Bu özdeşleştirme yasağının Fransız tipi laiklik modelinden farklı yanı ise pozitif din özgürlüğü ile karşı karşıya gelmeyip; aksine pozitif din özgürlüğünün kullanılması için devletin yükümlülük altında olmasıdır.[4]

Tanör’ün de isabetle belirttiği üzere Katolik kilisesine karşı verilen Reform ve Rönesans kavgasının bir sonucu olan laiklik, doğal olarak esasen batılı Hristiyan toplumların bir ürünüydü.[5] Bu noktada hangi model benimsenirse benimsensin nihayetinde din ve devlet arasında bir sınır çizen laikliğin, tüm sınır ve kurallarını dinin çizdiği bir toplumsal yaşamı öngören İslam’ı benimsemiş ülkelerde nasıl uygulanacağı oldukça tartışmalı bir durumu beraberinde getirmiştir.

Bu noktada Cumhuriyet’in ve onun kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin laiklik hususundaki tutumunu anlatmadan önce kısaca, Cumhuriyet öncesi Osmanlı toplum ve devlet yapısının din-devlet ilişkileri konusundaki tutumuna değinmek gerekmektedir. Yapısı ve üretim ilişkileriyle klasik bir teokratik devlet yapısı öngören Osmanlı devlet yapısı, Batılılaşma hareketlerinin de etkisiyle hukuki ve idari yapısında birçok noktada laikleşme yönünde adımlar atmıştır.[6] Bunun en somut örneği özellikle Tanzimat sonrası kanunlaştırma hareketlerinde ve Osmanlı devlet yapısında otoritesi tartışılmaz olan şeyhülislamlık kurumunun silikleşmesinde gözlenmektedir.[7] Bu sebeple Cumhuriyet’in laiklik ilkesine ilişkin olan devrimlerin “tepeden inmeci dünya görüşünün kaçınılmaz sonucu[8] olarak bir dayatma ile gerçekleştiği,  Cumhuriyet öncesi Osmanlı devlet yapısındaki bu gelişmeleri görmezden gelmekle eşdeğerdir.

Kemalist Devrim ve CHP’nin Laiklik Politikası

Devlet yapısındaki bu laikleşmenin taçlanması, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin(TBMM) kurulması ve “ulus egemenliğinin” sağlanmasıyla olmuştur.[9]  Normatif kaynağını 1921 Anayasası’nın “hakimiyet bila kaydü şart milletindir” şeklindeki birinci maddesinde bulan bu laikleşme hareketi, egemenliğin meşruluğunu 1876 Anayasası (Kanun-i Esasi)  uyarınca “kutsal ve sorumsuz” sayılan padişahtan alarak ulusa vermektedir.[10]  Bu açıdan Birinci TBMM, her ne kadar amacının “ saltanat ve hilafeti kurtarmak”[11] olduğunu belirtmiş olsa da, egemenliğin kaynağını ulusa vererek ve anayasa metninde dine hiç yer vermeyerek laik bir karakter ortaya koymaktadır.[12]

1921 Anayasası, bu yönüyle haklı olarak Osmanlı-Türk anayasacılığının en büyük kopuşu olarak nitelendirilmektedir.[13]

Kemalist anayasacılık anlayışının[14] da özünü oluşturan bu tutum, 3 Mart 1924 günü TBMM’de kabul edilen üç kanunla (429 Numaralı Şer’iye–Evkaf ve Harbiye’i Umumiye Vekâletlerinin Kaldırılması Hakkında Kanun ve 430 Numaralı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 431 Numaralı Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Dışına Çıkarılması Hakkında Kanun) sürdürülmüştür.  429 Numaralı Kanun’la Şer’iye–Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması sonucunda, devlet din vesayetinden kurtulmuştur.[15] Kanun’un birinci maddesinin dünyevi işlerin kanunlaştırılması yetkisinin TBMM’ye; bu kanunların yürütülmesi yetkisinin ise onun teşkil ettiği Hükümet’e ait olduğunu vurgulaması, Kemalist devrimin egemenliğin laikleşmesi konusundaki ısrarını bir kez daha göstermektedir. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ise başta dini eğitim kurumları olmak üzere tüm eğitim kurumlarını Milli Eğitim Vekâlet’ine bağlayarak eğitimde birliği sağlamayı ve laik bir eğitim sistemini kurmayı amaçlamıştır.

431 sayılı Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Dışına Çıkarılması Hakkında Kanun ise, 1921 Anayasası’nın kabulü ve bu anayasada 29 Ekim 1923 tarihinde yapılan anayasa değişikliği ile Cumhuriyet’in de ilan edilmesiyle başlamış olan tabiatüstü-teokratik egemenlikten[16] ulus egemenliğine geçişi bir kez daha göstermekteydi.

Egemenliğin laikleşmesine yönelik bu radikal tutumu özetleyen bir cümleyi Refik Ahmet’in şu sözlerinde de bulmak mümkündür:

”Biz Allah’ı da sultanla beraber tahtından indirdik.”[17]

Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 tarihinde CHP Kongresi’nde yapmış olduğu konuşmadaki şu sözler de cumhuriyetin ve onun kurucu partisi CHP’nin laiklik politikası açısından oldukça aydınlatıcıdır: “ Bu (CHP programındaki) prensipleri, gökten indiği sanılan kitaplarla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı, gökten, gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”[18]

Bütün bu radikal ve devrimci laikleştirme hareketlerinin ardından, Türkiye’nin Fransız laiklik modelini benimsemesi ise, 1937’de laikliğin altı ilkeden (altı umde) biri olarak Anayasa’ya girmesi ile olmuştur.

Bunun yanında laiklik açısından model alınan Fransa’dan farklı olarak Kemalist Devrim, sadece dinin devlet üzerindeki tahakkümünü kırmakla kalmamış; din hizmetlerinin de devlet eliyle yürütülmesini öngörmüştür.[19] Bu amaçla anayasal bir kuruluş olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş ve laikleştirme politikasına dinsel bir meşruiyet kazandırılmak istenmiştir.[20]

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerekçesi olarak vatandaşların din işlerini cemaatlerle yürütmesinin laiklik ilkesine zarar vereceği ve devletin gözetimini aşacağı gösterilmektedir. Hatta öyle ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş amaçları doğrultusunda laikliği daha da koruması sağlanabilseydi, devletin din üzerindeki gözetime ihtiyaç duyulmayacağı ve İslam dininin ibadetlere ilişkin kısmının dinsel cemaatlerle yürütülmeye başlanabileceği dahi savunulmuştur.[21]

Diyanet’in bahsedilen bu kuruluş amacından saparak dini meselelerden de öte dünyevi konulara girilmesinin en somut örneği 7039 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun” ile aile hukukunun en temel kurumu olan “evlilik konusunda” müftü ve diğer din görevlilerine evlendirme memurlarının sağladığı görev ve yetkilerin verilmesidir. Böylece Kemalist Devrim’in kadının toplum içindeki konumunu güçlendirmek amacıyla yapmış olduğu en önemli gelişmelerden biri olan medeni nikâh kurumu zedelenmiştir.[22] Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eğitim alanına müdahil olması, Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyet’in taçlandırdığı eğitimin laikleşmesi yolunda yapılan evrimin, tersine çevrilmesidir.[23] Bu gelişmeler ışığında, Kemalist Devrim’in Diyanet İşleri Başkanlığı sayesinde başarmak istediği dini devlete bağlama girişimi tersine dönmüş; tam aksine anayasal bir organ olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplum ve devlet yapısı içinde artan gücü ise din ile siyaset arasındaki ilişki bilinçsizce güçlenmiştir.[24]

Ancak bu noktada devrimci bir şekilde uygulanan bu laiklik anlayışının geçmişte yer yer laikliğin unsurlarından olan din ve vicdan özgürlüğünü (forum externumunu) ihlal edecek bazı uygulamalara yol açtığı da belirtilmelidir.[25] Bu uygulamalara örnek olarak hac ziyaretleri için döviz ayrılmaması ve dinsel yayınların kısıtlanması[26] gösterilebilir.

Çok Partili Demokrasi Sonrasında CHP’de Devrimci Laiklik Anlayışından Sapmalar

CHP’nin laiklik konusunda almış olduğu bu devrimci tutumdan II. Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili hayata geçilmesiyle sapmalar görülmüştür.[27] 1945’te Demokrat Parti’nin (DP) kurulması ve kitlelerde bu partiye yönelimin gözlenmesi, CHP’de laiklik ve devletçiliğin liberalleşmesi tartışmasını beraberinde getirmiştir.[28]

Bu tartışmanın[29] sonucunda ilkokullara isteğe bağlı din dersinin konulması, Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetiminde imam-hatip kurslarının açılması, 5566 sayılı Kanun ile türbelerin yeniden açılması gibi gelişmeler gözlendi. Bu dönemde CHP’de gözlenen bu değişimi M. Ali Aybar şöyle tanımlamaktadır: “Bugüne kadar devrimciliği ve laikliğiyle övünen bu parti, selameti, hayatının en kritik döneminde dini kucaklamakta buldu.”[30]

İnönü sonrasında Bülent Ecevit’in CHP Genel Başkanı olmasıyla, CHP’nin laiklik politikasında yine bir değişiklik gözlenmiştir. Seleflerinin aksine Ecevit “inançlara saygılı laiklik” kavramını ortaya atmış ve nitekim Ecevit’in Genel Başkanlığı’nda girilen 1973 seçimleri için ortaya konan seçim bildirgesinde partinin “dinsel konulardan kaçınma” politikasından vazgeçerek, Türk halkının dinsel inançlarının, dine bağlılığının demokratik ve sosyal yoldan adaletle kalkınma için kolaylaştırıcı bir etken olduğu” tespitini yapmıştır.[31]

Bülent Ecevit, devleti kuran partinin dindarları rejime kazandırma girişimi olarak aktardığı bu yeni laiklik anlayışının da doğrultusunda 1973 seçimleri sonrasında, Anayasa’nın laiklik ilkesiyle doğrudan doğruya çelişkiye ve çatışmaya düştüğü gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan[32] Milli Nizam Partisi’nin devamı olan Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kurabilmiştir.[33]

Bülent Ecevit, Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti[34] kurulmasını, “tarihsel yanılgının sona erdirilmesi” olarak görmekteydi.[35]Ancak bu koalisyon sürecinde yaşananlar, siyasal İslam ve laikliğin bağdaşmayacağı yönündeki görüşlerin tarihsel bir yanılgı olmadığını göstermiştir.

CHP’nin bu dönemde değişen laiklik ve din özgürlüğü anlayışını oldukça iyi yansıtan bir başka vesika ise Bülent Ecevit’in 28 Haziran 1977 tarihinde okuduğu hükümet programında yapmış olduğu din tanımıdır. Bu programa göre İslam dini toplumuzun ve insanlığın ortak değeri olarak nitelenmekte ve milli birliğin sağlanmasında, kalkınma çabalarımızın başarıya ulaşmasında, iç barışın oluşmasında ve kardeşlik duygularının geliştirilip pekiştirilmesinde kutsal bir kaynak olarak görülmektedir.[36]

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında tüm siyasal partiler gibi Cumhuriyet Halk Partisi de kapatılmış; partinin yeniden açılması ancak 9 Eylül 1992 yılında mümkün olmuş ve Deniz Baykal genel başkan seçilmiştir. Siyasal İslamcı Refah Partisi’nin 1995 seçimlerinde birinci parti olması ve ardından kurulan Refahyol Hükümeti ve 28 Şubat sürecinde CHP, toplumda yükselen şeriat korkusuna karşı cumhuriyetçilik ve laikliğe vurgu yapmış ve Refahyol hükümetine karşı Ana-Sol-D koalisyonuna dışarıdan destek vermiştir.[37]

CHP 2002 sonrasında da siyasal İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelmesinin ardından da laiklik ilkesinin vazgeçilmesine vurgu yapan ve siyasal pratiğinde bunu yansıtan sert bir politika izlemiştir.[38]

Kemal Kılıçdaroğlu’nun 22 Mayıs 2010 tarihinde CHP Genel Başkanı seçilmesinin ardından, CHP dindar-muhafazakâr seçmeni de kazanma amacıyla laiklik politikasında bir yumuşamaya gitmiştir. Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun, sıklıkla Ecevit’in kullandığı “inançlara saygılı laiklik” kavramını kullandığı görülmektedir.[39] Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildikten sonra Türkiye’de laikliğin tehlikede olmadığı yönündeki açıklamaları da Kılıçdaroğlu sonrası değişen yeni laiklik politikasının bir yansımasıdır.[40] Yine 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı olarak eski İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesi de bu politikanın hayata geçirildiği bir başka örnektir.

2018 Türkiye’sinde Laikliğin Durumu ve Cumhuriyetçilik İlkesini Göz Önünde Bulunduran Evrensel Laikliği Savunmak

Her ne kadar günümüzde Cumhuriyetçilik ve laiklik birbirinden ayrık kavramlar olarak kullanılmaktaysa da tam aksi bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Çünkü çağımızın cumhuriyetçilik anlayışı sadece yönetenlerin seçimle başa gelmesini ifade eden dar anlamda cumhuriyetçilik anlayışını değil, cumhuriyetin demokrasi, insan hakları, sosyal devlet anlayışıyla taçlanmasını öngören geniş anlamda cumhuriyetçilik anlayışını benimsemektedir.

Geniş anlamda cumhuriyet kavramı, her türlü metafizik devlet düşüncesini de reddetmektedir.[41] Buna göre devlet biçimini teokratik bir temele dayandıran her türlü yönetim biçimi, geniş anlamda cumhuriyet kavramının dışında kalır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de laikliğe ilişkin vermiş olduğu temel içtihadında[42] laikliğin 1982 Anayasası’nın benimsediği cumhuriyet anlayışı için vazgeçilmezliğine vurgu yapmaktadır. Şüphesiz bu laiklik anlayışı, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan ve din-devlet ayrılığını hukuksal olarak sağlayan bir devlet biçimini öngörmektedir.

Bu bağlamda inançlara saygılı laiklik kavramına da kısaca değinilmelidir. “İnançlara saygılı laiklik kavramı”, laikliğin inançlara saygılı olmadığı biçiminde bir yanılsamaya yol açmaktadır ki;  bu yanılsama da laiklik ilkesinin doğru kavranmadığını göstermektedir. Çünkü laiklik ilkesi en basit haliyle iki unsuru içermektedir ve bu iki vazgeçilmez unsurdan biri din ve devletin ayrılması ise diğeri de devletin, bireylerin din ve özgürlüğünü güvence altına almasıdır. Çünkü iktidarın kaynağının dinsel nitelikten sıyrılmasını sağlayan laiklik, ancak din ve vicdan özgürlüğünün gerçek anlamda korunması ile anlamını bulur.[43]

Benzer bir yanılsamanın varlığını 2010 Anayasa değişikliği sonrası yapısı değişen Anayasa Mahkemesi’nin ve öğretideki bazı yazarların[44] da savunduğu katı laiklik/yumuşak laiklik ayrımı için de tespit etmek mümkündür. Anayasa Mahkemesi’nin kamuoyunda “4+4+4 yasası” olarak da bilinen, ilk ve orta eğitim sisteminde köklü değişiklikler getiren 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bazı maddelerinin iptali istemine ilişkin kararında[45] yaptığı tespite göre, dini bireyin sadece vicdanına hapsederek toplumsal ve kamusal alana çıkmasına izin vermeyen laiklik anlayışı kati laiklik anlayışıdır. Buna mukabil Mahkeme’ye göre laikliğin esnek yorumu dinin toplumsal bir olgu olduğundan hareketle onun toplumsal görünürlüğüne imkân tanımalıdır. Bu tespitlerin ardından Mahkeme, daha da ileri giderek devletin din dersi konusunda pozitif yükümlülüğünün bulunduğunu dahi söylemiştir.[46] Yine Mahkeme, okullarda seçmeli bir din dersinin “Hz. Peygamberimiz ’in hayatı” adı ile okutulmasında, laiklik ilkesine aykırı bir durum tespit etmemiştir.[47] Mahkeme’nin bu yeni laiklik yorumunun, tüm toplumsal ve hukuki yaşamın din kurallarının hegemonyası altına girebileceği bir sonuca varacağı kaygısı ise haklı olarak ifade edilmiştir.[48]

Tam bu noktada bugün Cumhuriyet Halk Partisi’ne düşen; tarihsel misyonundan bir sapma göstermeksizin, tanımına uygun düşecek şekilde başta devletin tüm dinler önünde eşit davranma ilkesi ve kendini bir dinle özdeşleştirme yasağına uyacak ve toplumda yaşayan tüm bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü sağlayacak evrensel bir laiklik anlayışını savunmaktır. Bu onun altı ilkesinden sadece laiklik ilkesinin değil, bugün artık geniş anlamıyla kabul etmenin bir zaruret olduğu cumhuriyetçilik ilkesinin de bir sonucudur.

DİPNOTLAR

[1] Laiklik ve sekülerizm arasındaki anlam farkına ilişkin Kanadoğlu, laikleşmenin sekülerleşmenin kurumsal boyutunu ifade ettiğini belirtmektedir. Bu kurumsallaşma; özellikle eğitim alanında kendini göstermekte ve sekülerleşme ortak kültür ve din dünyasını birbirinin içine sokarken, laiklik ise dinin eğitim alanındaki işlevini değiştirmektedir. Bkz. K. Kanadoğlu, Laiklik ve Din Özgürlüğü,  TBB Dergisi 2013(109), s.354.

[2] B. Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları, 10. Baskı, İstanbul 2010, s.262.

[3] J. Winter, Staatskirchenrecht der Bundesrepublik Deutschland: Eine Einführung mit kirchenrechtlichen Exkursen, Luchterhand 2008, s.67.

[4] Winter, s.68.

[5]  Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, s.265.

[6] Bu adımlar “utangaç modernite projesi” olarak da isimlendirilmiştir. Bu tanıma ilişkin bkz. İ. Gözaydın, Diyanet- Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s.16. Ali Fuat Başgil, Türkiye’de din-devlet ilişkileri açısından 3 devrin olduğunu düşünmektedir: Buna göre Tanzimat’a kadar olan Osmanlı devlet yapısı dine bağlı devlet yapısıdır. Tanzimat ile birlikte başta kanunlaştırma hareketleri olmak üzere devleti laikleştirme hareketleri başlamış ve devlet yarı dini- bir yapıya evrilmiştir. Cumhuriyet sonrasında yapılan laiklik devrimleri ile ise Batılı anlamda bir laiklik anlayışının aksine “ devlete bağlı din” anlayışına geçilmiştir. Bkz. A.F. Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yayınları, 4. Bası, s.178 vd.

[7] Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, s.267.

[8]  Bu görüşü aktaran Tanör, Kurtuluş-Kuruluş s. 278

[9] Tanör, s.272.

[10] B.Çelik, Ulusal Kurtuluş Savaşı Döneminde Anayasal Gelişmeler ve 1921 Anayasası, Galatasaray Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2007 s.80-81; M. Sevinç/D. Demirkent, Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası: 1921 Anayasası ve Tutanakları, İletişim Yayınları, İstanbul 2017, s.32.

[11] Mustafa Kemal de o günün koşullarında “ padişahlığın ulusa geçtiğini; onunla aynı anlamı içeren halifeliğin de varlığının bir anlamının” kalmadığı argümanının apaçık konuşulamadığını, bu amaca karşı açıktan karşı çıkmak yerine bu sorunun tartışılmasını erteleyerek, Meclis’e ve ulusal hükümete tam destek verilmesi gerekliliğini ifade ettiğini belirtmiştir. Bkz. M.K. Atatürk, Nutuk, Say Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2004, s.434-435.

[12] Sevinç/Demirkent, s.45.

[13] Çelik, s.80.

[14]  Kemalist anayasacılık anlayışının özüne ilişkin bkz. M. Soysal, Türk Anayasacılığında Kemalist Yaklaşımın Anlamı, Bildiriler ve Tartışmalar: Türkiye İş Bankası Uluslararası Atatürk Sempozyumu(17-22 Mayıs 1981), Türkiye İş Bankası Kültür Sempozyumu, Ankara 1984, s.211-218. Aynı şekilde B. Tanör, Anayasal Gelişme Tezleri, Yapı Kredi Yayınevi, İstanbul 2008, s.13-36.

[15] Başgil, S.190.

[16] Teokratik egemenlik görüşlerinden birisi olan tabiatüstü ilahi hukuk doktrini, iktidarın Tanrı’nın seçtiği hükümdar veya hanedana verildiğini savunmaktadır. Bkz. E. Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınevi, 17. Bası, İstanbul 2014 s. 104.   Bu noktada Osmanlı devletinde de tıpkı öncülleri gibi padişahlığın, Tanrı’nın hükümdar ailesinden dilediği şahsa ihsan ettiği bir lütuf olduğu kabul edilerek tabiatüstü ilahi hukuk doktrininin benimsendiği gözlenmektedir. Bkz. M. A. Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 2007 s.134.

[17] Tanör, Kurtuluş-Kurtuluş, s.277.

[18] Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, s.269.

[19] Suna Kili, bunun laiklik konusuna “cumhuriyetçi yaklaşımın” bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. Çünkü cumhuriyet, öncelikle siyasal otoritenin laik olmasına yasallık tanımaktadır. Bu sebeple eğer din siyasal yaşamı etkilemek, siyasal yaşama sızmak isterse cumhuriyetçi doktrin, laikliğin koruması için devlete müdahale hakkı tanımalıdır. Bkz. S. Kili, Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 10.Bası, İstanbul 2006, s.214.

[20] Tanör, Kurtuluş-Kurtuluş, s.287.

[21]  A. Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, Ankara 1971, s.148.

[22]  Aile hukukunun temelini oluşturan laik ve medeni nikâh kurumuna ilişkin bu gelişme aslında birden ortaya çıkmış değildir. 7039 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce Anayasa Mahkemesi’nin resmi nikâh öncesi dini nikâh kıyılmasını cezai yaptırıma bağlayan Türk Ceza Kanunu’nun 230. Maddesinin 5. ve 6. fıkralarını iptal etmesi, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan medeni nikâhın yerini dini nikâhın alma tehlikesini doğurmuştur. Bu kararın eleştirisi için bkz. M. Duygun, Anayasa Mahkemesi’nin Dini Nikâh Kararı Üzerine Bazı Düşünceler: 2010 Sonrası Anayasa Mahkemesi İçtihadının Muhafazakârlaşmasında Üçüncü Evre; Güncel Hukuk Dergisi,  O. Boyar,  Bir Yorum Meselesi ve Ötesi: Anayasa Mahkemesi’nin 2015/51 Sayılı Kararı, Güncel Hukuk Dergisi Temmuz 2015, s.49-51. Kararı destekleyen görüş için bkz. S. Yüksel, Anayasa Mahkemesi’nin Dini Nikâh Kararına Dair Kısa Bir Analiz;  https://anayasatakip.ku.edu.tr/wp-content/uploads/sites/34/2017/08/Saadet-Yu%CC%88ksel-Anayasa-Mahkemesinin-Dini-Nikah-Karar%C4%B1na-Dair-Bir-Analiz.pdf  (Erişim tarihi:16.02.2018)

[23] Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlendirmesi ile vaizlerin okullarda öğrencilere “milli ve manevi” değerleri anlatması, eğitimin dinselleşmesi yönünde çarpıcı bir örnektir. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/901913/Okula_vaaz_da_girdi…_10_yasindaki_cocuklara__ummet_ve_sehadet__anlatilacak.html (Erişim tarihi:17.02.2018)

[24] Kanadoğlu, s. 378.

[25] Tanör, Kurtuluş-Kurtuluş, s. 287.

[26] Örneğin Ali Fuat Başgil’in “Hz. Muhammed’e Dair” isimli kitabının yayınlanmasına memleket dahilinde dini bir atmosfer yaratılması ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar olunmadığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nca izin verilmemiştir. Bkz. Başgil, s 16.

[27] Suna Kili, bu sapmada partinin önder ve yönetici kadrosunun “oy toplama” eğilimi kadar, bu kadronun devrimi öncekiler kadar benimsememesinin de rol oynadığını belirtmektedir. Bkz. Kili, s.228.

[28] Gözaydın, s.29. Gözaydın’ın 1945 Temmuz’undan 22 Mayıs 1950 tarihine kadar kurulan 24 siyasi parti ve kuruluşun büyük bir kısmının programlarında din ve gelenekler konusunda daha muhafazakâr bir çizgiyi takip ettikleri yönündeki tespiti, CHP’nin laiklik programından sapma yönünde gösterdiği bu sapmanın nedenini açıklamaktadır.

[29]  Bu tartışma, 1946 seçimleri sonrasında yapılan 7. CHP Kurultayı’na damga vurmuştur. Bu Kurultay’da CHP’de ilk defa partinin dine karşı kayıtsız olduğu, toplumsal sorunların sebebinin dinsizlik olduğu yönünde konuşmalar yapılmış ve ilkokul müfredatına din derslerinin konulması önerilmiştir. CHP’nin 7. Kurultayına ilişkin bkz. H. Bila, CHP-1919-1999, Doğan Kitap, 2. Baskı, s.126-128.

[30] Aybar’ın bu değerlendirmesi için bkz. F. Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu,  Kaynak Yayınları, 15. Basım, s.131.

[31] Bila, s.281.

[32] AYM E:1971/1 K:1971/1.

[33] R. Akın, Türk Siyasal Tarihi (1908-2000), XII Levha Yayıncılık, İkinci Tıpkı Bası, İstanbul 2012, s.396-397.

[34] CHP ile MSP arasında yapılan koalisyon protokülünün bazı maddeleri de CHP’nin laiklik politikasındaki değişikliği göstermektedir. Protokol’ün 90. maddesi, öğrencilerin “töre ve geleneklerle milli hasretlere uygun ahlak kaidelerinin öğretilmesi amacıyla ilk ve ortaöğretime zorunlu ahlak derslerinin” konulmasını öngörmektedir. Yine Protokol’ün 96. maddesi din görevlilerinin toplumdaki manevi yeri ve değerinin dikkate alınarak ekonomik ve sosyal kalkınmada din görevlilerinden faydalanılacağını belirtmektedir. Bu protokol ve ilgili maddeleri için bkz. İ.Neziroğlu/T. Yılmaz(Hazırlayanlar), Koalisyon Hükümetleri, Koalisyon Protokolleri, Hükümet Programları ve Genel Kurul Görüşmeleri, Cilt 1, Ankara, TBMM Yayınları, Ankara 2015, s.589-590.

[35] Ecevit’e göre MSP ile yapılacak bir koalisyon o sıralarda yapılacak en az sakıncalı koalisyon ortaklığıdır. Bu koalisyon yoluyla Ecevit, laiklik ve dindarlığın bağdaştırılacağını belirtmektedir. Ecevit’in bu açıklamaları için bkz. M. A. Birand/H. Bila/R. Akar, 12 Eylül: Türkiye’nin Miladı, Doğan Kitap, İstanbul 2005, s. 27.

[36]  Hükümet programının bu bölümü için bkz. Gözaydın, s.44.

[37]  CHP’nin merkez soldaki en büyük rakibi Demokratik Sol Parti’nin koalisyon ortağı olduğu bir hükümete güvenoyu vermesi ancak bir askeri ara rejim endişesi ile açıklanabilir. Bkz. Akın, s.458-459.

[38] Cumhuriyet Halk Partisi’nin 3 Kasım 2002 seçimleri için hazırladığı seçim bildirgesinin beşinci bölümü “Demokrasi” başlığını taşımakta ve bu bölüm de laikliğe ilişkin açıklamalarla başlamaktadır.  Bu açıklamalarda laikliğin cumhuriyet, demokrasi ve çağdaş devlet düzeninin özü olduğu belirtildikten sonra laikliğin aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olduğu ve laik cumhuriyetin ödünsüz korunması gerektiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda dinin siyasallaşması, siyasetin de dinselleşmesinden kaçınılmalıdır. Bu seçim bildirgesinin tam metni için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/KUTUPHANEDE%20BULUNAN%20DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/200304232%20CHP%20SECIM%20BILDIRGESI%202002/200304232%20CHP%20SECIM%20BILDIRGESI%202002.pdf  (Erişim tarihi: 18.02.2018)

[39] Kılıçdaroğlu’nun bu kavrama oldukça yer verdiği, laikliğin Anayasa’ya girmesinin 78. senesi vesilesiyle yaptığı bir konuşması için bkz. http://www.milliyet.com.tr/laikligin-anayasa-ya-girmesinin-78-yil-ankara-yerelhaber-606786/ (Erişim tarihi: 19.02.2018)

[40]  Kılıçdaroğlu’nun bu beyanı için bkz. http://www.hurriyet.com.tr/bugun-icin-laiklik-tehlikede-diyemem-15837090 (Erişim tarihi:18.02.2018)

[41] M. Morlok /L. Michael , Staatsorganisationsrecht, Nomos Verlag Baden-Baden 2015, s. 150. Yazarlar, teokratik egemenlik anlayışını  esas alan İran İslam Cumhuriyeti gibi devletlerin isimleri ne olursa olsun geniş anlamda cumhuriyet rejimi olmadığını belirtmektedirler.

[42] Bkz. AYM E: 1989/1 K: 1989/12 K.t 7.3.1989.

[43] T. Şirin/ E. Duymaz/ D. Yıldız, Türkiye’de Din ve Vicdan Özgürlüğü: Sorunlar, Tespitler ve Çözüm Önerileri;  Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara 2016, s.10.

[44] Laikliğin pasif /dışlayıcı/esnek laiklik olarak ayrımı Türk öğretisinde ilk defa Ahmet Kuru tarafından yapılmıştır. Bkz. A.T. Kuru, Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011. Yine Ergun Özbudun da, kitabının daha önceki baskılarında yer vermediği bu ayrımı benimsemiştir. Bkz. E. Özbudun,  Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2012, s.84-87.

[45] AYM E:2012/65 K:2012/128 K.t. 20.9.2012.

[46] Bu yoruma yönelik haklı bir eleştiri için bkz. K. Altıparmak, Anayasa Mahkemesi ve 4+4+4: Özgürlük Hanesinde Elde Var 0  https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/146095-anayasa-mahkemesi-ve-4-4-4-ozgurluk-hanesinde-elde-var-0 (Erişim tarihi:19.02.2018) Aynı yönde O.S. Gülfidan, Seçmeli Din Dersi Meselesi ve Anayasa Mahkemesi, Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt 3: Sayı:5, s.91-104.

[47] Devletin kendini bir din ile özdeşleştirerek totaliter bir mülahaza izlediği konusunda haklı bir eleştiri için bkz. Gülfidan, s.96.

[48] Kanadoğlu, s. 356.