Malibu’nun Yanmaya Terk Ediliş Dosyası

California’nın yerel ekosistemlerinin büyük bir bölümü alev almaya başladı. Modern yangın söndürme tekniği, feci yangınlara neden olan yakıtlar açığa çıkarıyor. Öyleyse insanlar neden yangın kuşağında yeniden yapılaşmakta ısrar ediyor?

“Elbette burada binlerce ev yükselecek. Birçok tepeninse kaleleri olacak.”

John Russell McCarthy, These Waiting Hills (1925)

Ağustos sonu ile ekim başı arası dönem, Los Angeles’ta cehennem sezonudur. Sıcaklık dalgaları Wilshire Bulvarından yükselirken şehrin merkezi genellikle sarı ve keskin bir dumanla örtülü olur. Klimalı gökdelenlerin dışında kalan evsizler, çaresiz bir halde bulabildikleri her gölgeye sığınmaya çalışır.

Harbor otoyolu boyunca uzanan Westlake mahallesindeki –Los Angeles’ın İspanyol bölgesi– aşırı kalabalık ve bakımsız yerleşimler tahammül edilemez fırınlardır. Ufacık odalarında bunalan göçmen aileler kendilerini yangın merdivenlerine, verandalara ve kaldırımlara atarlar. Kaygılı anneler suyla bebeklerinin alnını silerken gözleri dumandan yanan daha büyük çocuklar, sokak satıcılarının aromalı kar helvaları, paletaslar için mızıldayıp dururlar. Hapishane ürünü ürkütücü pazulara ve sırtlarında duvar resmi büyüklüğünde Guadalupe Bakiresi dövmelerine sahip kimi üstü çıplak, genç adamlar da dükkan tentelerinin gölgelerini işgal ederler. Erimiş asfalt ve betondan oluşan yüzlerce hektarlık alanın içerisinde çimenler ya da ağaçlar şöyle dursun neredeyse tek bir ot bile bitmez.

Şaşaanın dalgalarla kucaklaştığı, yaklaşık 50 km uzaklıktaki Malibu sahiliyse tamamen farklı bir havanın keyfine varır. Sıcaklık 30°C (şehir merkezinden 20 derece daha serin) ve kobalt mavisi gökyüzü, kıyıdan 80 km uzaktaki Santa Barbara Adasının zarif yapısını görmeye yetecek kadar açıktır. Zuma’da sörfçüler kendilerine özgü Güneş tanrıçalarının umursamaz bakışları altında dalgaların üstünde gezerken Topanga sahilinde at antrenörleri ıslak kumlarda Appaloosa atlarını sürerler. “Anakaradaki” sefaleti umursamayan Malibu sakinleri bir başka sıkıcı mükemmellikteki güne daha katlanmak zorundadır.

Fazla söze gerek yok, ucuz konut bölgesi ile gösterişli sahil şeridi arasındaki varoluşsal farklar günün her anı muazzamdır. Ne var ki yaz sonu güney California için kontrol edilemeyen yangınların başlangıç mevsimidir ve işte o zaman Westlake ile Malibu ortak bir yazgıyı paylaşır: Büyük yangınlar.

Geçmiş değerlendirmelere göre (şehir merkezine çok yakın kısımlar da dahil olmak üzere) Westlake, ülkedeki en yüksek kent yangınları oranına sahiptir: İki itfaiye merkezinden biri, yirmi bin acil çağrı almasıyla 1993 yılında yangınlarla baş edemez hale gelmişti. Bazı konutlar ve apart oteller, geçmişi yirminci yüzyılın başlarındaki inşaatlarına uzanan, süregelen yangın tarihlerine sahiptir. Örneğin meşhur St. George Oteli, 1912, 1952 ve 1983’te amansız alevlerin kurbanı olmuştur. Ayrıca 1945’ten bu yana Los Angeles’ta gerçekleşen ölümcül konut yangınlarının neredeyse tamamı, şehir merkezindeki Wilshire ile Figueroa’nın kesişiminin bir buçuk km çapında meydana gelmiştir.

Bu sırada Malibu da kuzey Amerika ve hatta dünyanın kontrol edilemeyen yangınlar başkentidir. Buradaki yangınlar, toprak kaymaları ve seller nedeniyle aksadığından kesik kesik ancak kuvvetli bir ritme sahiptir. 35 km uzunluğundaki kayalık sahil şeridi, ortalama iki buçuk yılda bir (400 Akrenin üstünde alana yayılan) büyük bir yangınla cezalandırılır ve batı Santa Monica Dağlarının tüm yüzey alanı yirminci yüzyıl içerisinde üç kez yanmıştır. Gür çalılıklar arasında tutuşan bir alev, en azından her on yılda bir amansız bir yayılma göstererek dağlardan denize kadar yüzlerce evi yutmasıyla korkunç bir yangın fırtınasına dönüşür. 1970’den beri böylesi beş büyük yangın, binden fazla lüks konutu yok etmiş ve 1 milyar dolardan fazla zarara yol açmıştır. Bazı şanssız ev sahipleri, bir nesilde iki kez yangını yaşamış olduğu gibi özellikle Point Dume ile Tuna Kanyonu arasındaki bölgede bulunan hem sahil şeridinde hem de dağlarda, 1930’dan bu yana en az sekiz kez yanıp kül olmuş belirli yerler bulunmaktadır.

Bir diğer deyişle belli bir süre boyunca Malibu Kanyonunun ağzında dikilir ya da St. George Otelinde konaklarsanız nihayetinde siz de alevlerle yüzleşeceksinizdir. Bu istatistiksel bir kesinliktir. İşin tuhaf yanı, Güney California’nın en zengin ve en fakir yerlerinin geçirdikleri yangın felaketlerinin sıklığı bakımından karşılaştırılabilir olmasıdır. Bu durum, 1993 yılında Westlake’in ucuz konutlarından birinde çıkan ve üç anne ile yedi çocuğun ölümüne neden olan mayıs yangınını izleyen ekim aynının sonlarındaki 21 yangının, 2 kasımda Malibu’nun büyük bir bölümünün boşaltılmasına yol açan muazzam bir yangın fırtınasına dönüşmesiyle trajik bir biçimde önemini ortaya koymuş oldu.

Ne var ki bu iki tür yangın, birbirlerinin tamamen aksi görüntüdedir. 1993’te Amerikan tarihinin en büyük itfaiye ordusu tarafından savunulan zengin Malibulu ev sahipleri, olağanüstü bir sigorta oranı, arazi kullanımı ve afet yardımından yararlanmıştır. Oysaki çoğu uzmanın kolaylıkla kabulleneceği üzere Santa Monica’nın yangın ekolojisi üzerinde konut gelişimine müsaade edildiği sürece bu büyüklükte düzenli yangın fırtınaları kaçınılmazdır.

Bir diğer yandan Westlake’in ve şehir merkezinin ucuz konutlarındaki yangınlardan kaynaklanan 119 ölümcül vakanın büyük bir çoğunluğu köhne binaların mal sahipleri asgari bina güvenliği standartlarına dahi uymaya zorlanmış olsalardı önlenebilirdi. Muazzam kaynaklar inanılmaz bir şekilde Malibu sahilindeki karşı konulamaz doğal afetlerle mücadele etmeye tahsis edilirse o zaman şehrin içindeki, insan kaynaklı ve çaresi olan yangınlara da şaşırtıcı biçimde az önem verilir.

 

* * *

 

Amerikan imgeleminde Malibu’yu en başından beri yangınlar tanımlamıştır. Richard Henry Dana, Two Years Before the Mast (Gemi Direğinden İki Yıl Öncesi) kitabında 1826 yılında San Pedro’dan Santa Barbara’ya doğru kuzey istikametinde yelken alışını ve José Tapia’nın Rancho Topanga Malibu alanı[1] kıyısı boyunca gördüğü devasa alevi anlatmıştır. Dağ yangınları, Chumash ve Tongva yerlilerinin yıllık çalıları yakma geleneğine getirilen İspanyol yasaklamasına karşın –ya da göreceğimiz üzere daha ziyade bu yasak yüzünden– on dokuzuncu yüzyıl boyunca defalarca kez Malibu’yu tehlikeye atmıştır. 1880’lerin sonundaki büyük arazi patlaması sırasında, geniş tarım arazisinin tamamı Akre başı 10 dolara, Boston’un elitlerinden milyoner Frederick Rindge’e satıldı. Rindge hatıratında mülkünü işgal edenlerle, at hırsızlarıyla ve durmadan yinelenen yangınlarla olan bitmek bilmeyen mücadelelerinden bahseder. Birkaç saat içinde Calabasas’tan başlayarak denize varan büyük 1903 yangını, Rindge’in Malibu Kanyonundaki rüya gibi çiftliğini kül etmiş ve onu 1905 yılında yaşamını yitirdiği Los Angeles’a taşınmaya zorlamıştır.

Rancho Malibu’nun sahipleri, Tapia’ların döneminden beri bölgenin olağandışı yangın riskinin kuzeyden esen yıllık “yangın rüzgârları” ile düzensiz bir biçimde sıralanmış olan kıyı kanyonları tarafından büyük ölçüde şekillendirildiğini kabul etmişlerdi: Hemen ilk yağmurların öncesinde, en çok da işçi bayramı ile şükran günü arasında esen meşhur Santa Ana rüzgârları. Büyük Havza ve Colorado Platosu üzerindeki yüksek basınç alanlarında doğan Santa Ana rüzgârları, bir çığ gibi güney California’ya inerken çok sıcak ve kuru bir hal alır. San Fernando Vadisi de Santa Monica Dağlarının karmaşık boğazlarından ve dar kanyonlarından denize doğru gürleyen Santa Ana rüzgârlarını kimi zaman fırtına hızına erişecek kadar yelleyerek devasa bir körük gibi hareket eder. Böylesi uygun bir ortamdaki yoğun ve kuru bitki örtüsüne ufacık bir kıvılcım eklendiği anda yamaçlar kontrol dışı bir yangına neden olacak şekilde havaya uçacaktır: “Yangının hızı ve sıcaklığı öyle şiddetli olur ki itfaiyeciler ancak rüzgârların yatışmasını ya da yakıtının azalmasını beklerken alevlerin yanlardan yayılmasını engellemeye çalışabilir.”

Geçmişte daha az anlaşılmış olan şey, Santa Monica Dağlarının baskın bitki örtüsünün –iğne yapraklı ve bodur çalılıklar ile yeşil meşe ağaçlıkları– bu kontrol edilemez yangın döngüsüne olan temel bağımlılığıydı. Onlarca yıl süren araştırmalar (özellikle de San Gabriel Dağlarındaki San Dimas Deney Ormanında), yangının güney California’nın çok çeşitli pirofit bitki örtüsündeki[2] tohum çimlenmesini sağlamasına ve besin öğelerini yeniden kazandırmasına ilişkin karmaşık ve nihayetinde yararlı olan rolü üzerine yirminci yüzyıl sonu bilimine kuvvetli sezgiler kazandırdı. Araştırmalar ayrıca yangının yıkıcılığını belirlemede biyokütle birikiminin tutuşma sıklığından çok daha büyük olan önemini de kurmuş oldu. Kontrol edilemeyen çalılık yangınları konusunda dünya çapında yetkin bir uzman olan Richard Minnich’in vurguladığı gibi “Tutuşturucular değil, yakıt yangına neden olur. Ölüm Vadisine [Death Valley][3] bir kundakçı yollasanız da asla tutuklanmayacaktır.”

Asıl önemli keşif, bitki örtüsünün yaş yapısı ile yangının şiddeti arasındaki doğrusal olmayan ilişki oldu. Botanikçiler ve yangın coğrafyacıları, “şiddetli ve hızlı yayılan bir yangın olasılığının yakıtlar yirmi yaşını aştığında büyük ölçüde arttığını” keşfettiler. Aslını söylemek gerekirse, –büyük oranda ölü kütleyle dolu– yarım yüzyıllık çalıların 20 yıllık çalılara göre çok daha şiddetli bir şekilde yandığı saptandı. Bir diğer deyişle bir akrelik yaşlı çalılık, yaklaşık olarak 75 varil ham petrole eşdeğer bir yakıttır. Bu hesaplamaları daha da genişletirsek büyük bir Malibu yangın fırtınasının, 2000 derece sıcaklıkla yanan üç milyon varil petrolün ısısını üretebileceği açığa çıkar.

1919’dan beri güney California’nın resmi politikası olan “tam yangın söndürme” yöntemi korkunç bir hatadır çünkü muazzam miktarlarda yakıt açığa çıkarır. Nihayetinde gerçekleşen şiddetli yangınlar toprağın kimyasal yapısını da dönüştürebilir. Belirli bitki kimyasallarının uçuculuğu, toprağın üst yüzeyinde su geçirmez bir katman oluşturur ve bu katman sızıntıların önüne geçerek sonradan ortaya çıkan yüzey sellerini (sheet flooding) ve erozyonu önemli ölçüde hızlandırır. Çalılık birikimi yerine tutuşmayı yönetmeyi saplantı haline getirmek ancak kıyamet gününü andıran yangın fırtınalarını ve adeta onları takip eden büyük selleri kaçınılmaz kılar.

Rindge’in ölümünden sonraki bir nesil boyunca eşi May, Shangri-la[4] ailesini devletin ranchodan geçirmek istediği otoyola karşı izole ve dokunulmadan tutmak için mücadele verdi. Malibu’nun sözümona Kraliçesi, Barbara Stanwyck tarafından canlandırılan demir yumruklu kahramanlardan biri gibi 1917’de çiftliğe giden yolları kapattı, tüm çevresini dikenli tellerle ördü ve “vurup öldürme” emri verdiği silahlı atlılar görevlendirdi. 1920’lerdeki bir vakada, Rindge kovboyları, yol teftiş personelini silah zoruyla kovmalarının ardından şerif yardımcılarıyla gergin bir karşılaşmayı kışkırttılar. Olayın ardından atılan histerik gazete manşetlerinde “Huzurlu Güney California’da İç savaş!” uyarısı vardı.

Ne var ki 1920’lerdeki, sahil bölgesini spekülatif parselasyona açma gümbürtüsü son derece acımasızdı. Dönemin abartısı içinde dağların istilası, Los Angeles’ın zorunlu görülen yazgısı halini aldı. Gayrimenkul simsarı John Russell McCarthy, 1925’te Los Angeles Times’ta yayınlanan bir el broşüründe “Santa Monica Dağlarının beyazlar tarafından istila edilme günü geldi” ilanında bulundu. Eyalet şerifi, bu toprak kapma yarışının yarattığı beklenti içinde gördüğü her serseriyi tutuklayarak Rancho Malibu’nun hemen güneyindeki inişli çıkışlı kanyonlara yol yapmak üzere birbirlerine prangalarla bağlı çalışan mahkumlar haline getirdi. (Dönemin radikal eleştirmenleri bu sistemi yalnızca “nüfusun var olduğundan bile haberi olmadığı” dağlık bölgelerdeki arazi değerlerini artırmak için yapılan “kasti bir gayrimenkul yolsuzluğu” olarak tanımlayıp kınadı.)

Rindge’in dul eşinin, McCarthy’nin deyimiyle “macera peşinde beyaz tenlilerin ilerleyişine” hiçbir şekilde engel olmasına izin verilmeyecekti. California tarihinin en uzun süren hukuk mücadelelerinden birinin ardından Mahkeme, devlete Rancho Malibu içinden geçen bir otoyol yapma hakkını tanıdı. 1928’de trafiğe açılan Pasifik Sahili Otoyolu keyfinden memnun Los Angeleslıların muhteşem Malibu sahilini ilk kez görmelerini sağladığı gibi kolayca alev alan arazilerin de yeni bir tutuşturucu kaynağıyla tanışmasına neden oldu: Otomobil.

Yorulmak bilmeyen May Rindge, yol inşaatını yapanlar ve plancılar ile mahkemelerde savaşmayı sürdürdü ancak sonunda dava masrafları onu Malibu sahil şeridinin bir kısmını, aralarında Jack Warner, Clara Bow, Dolores Del Rio ve Barbara Stanwyck’in kendisinin de bulunduğu bir film topluluğuna kiralamaya zorladı. Grubun beklenmedik yeni ev hediyesi, ekim 1929’un sonlarında bir anda ortalığı sarıp 13 yepyeni evin kül olmasına neden olan yangın oldu. Tam bir yıl sonra Thousand Oaks bölgesindeki ceviz toplayıcıları kazara Malibu tarihinin en büyük yangın felaketlerinden biri haline gelen bir başka yangını başlattı.

 

*50 yıllık çalılar ile korkunç bir Santa Ana rüzgârının dahil olduğu 1930 Decker Kanyonu yangını, gerçekleşebilecek olan en kötü senaryoydu. 8 kilometrelik bir alanda yükselen alevlerle karşı karşıya kalan 1100 itfaiyecinin kendi canlarını kurtarmaktan başka yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Yangın fırtınası hiç beklenmedik bir biçimde Pasifik’in kayalık uçurumlarına yöneldiğinde idari bir panik yaşanmıştı. Eyalet müfettişi Wright, çöken yangın hattına yaptığı ziyaretin ardından tüm sinirleri harap bir vaziyette yüz kadar polis devriyesini Los Angeles sakinlerini kentin boşaltılması konusunda uyarmaları için sınıra gönderdi. “Malibu Bölgesindeki yangının şiddeti oraya yaklaşırsa,” dedi, nefesi kesilerek, “kentimizin tamamı yok olabilir.” Nihayetinde (romanı Çekirgenin Günü’nde [Day of Locust] Nathanael West’e Los Angeles’ın yanması konusunda ilham vermiş olabilecek) bu kıyametten, Santa Ana bir anda yok olduğunda kurtulunmuş oldu –bunda kesinlikle insan etkisi yoktu.

 

Geriye dönüp bakınca 1930 yangınının Malibu’yu daha da fazla kalkınmaya açma fikri konusunda tarihsel bir tartışmayı ateşlemiş olması gerekirdi. Felaketten yalnızca birkaç ay önce, ülkenin önde gelen peyzaj mimarlarından ve California eyalet park sisteminin tasarımcılarından olan Frederick Law Olmsted Jr., Topanga ile Point Dume arasındaki en cazip kıyı ve dağ alanlarının çoğunun yer aldığı en az 10,000 akrelik bir bölgenin kamu mülkiyeti olması gerektiği görüşünde bulundu. Malibu ve Topanga Kanyonunda neredeyse dört yüz haneyi yok eden 1935, 1936 ve 1938’deki bir dizi yangına karşın kamu görevlileri ise Olmsted’in Santa Monica Dağlarındaki geniş bir kamu arazisine ilişkin bu önerisindeki bilgeliği inatla görmezden geldiler. Örneğin Los Angeles eyaleti, 1938’de inanılmaz bir fırsatı heba etti. İflasını açıklayan Rindge arazisinin 17,000 akresini, 1,1 milyon dolarlık geciktirilmiş vergisini ödemesi karşılığında elde edebilirdi. Bu da akre başına 64 dolar ile yüzyılın anlaşması olabilirdi.

Aksine 1940’ın aralık ayında, keder içinde ve meteliksiz kalan May Rindge o büyük imparatorluğunu açık arttırmaya çıkarmak zorunda bırakıldı. Potansiyel müşterilere “okyanus kıyısı arsalar ile villalar, oteller, golf kulüpleri, malikaneler, plaj ile yat kulüpleri için olan alanlar ve yatırım arazileri, ufak yazlıklar, çiftlikler, 100 – 640 akre büyüklüğündeki rancholar ve ileride parsellenecek arsalar” arasından “acil seçim yapmaları” tavsiye ediliyordu. Kahrından mahvolan Malibu Kraliçesi bundan iki ay sonra yaşamını yitirdi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında –Batı Yakasında sert bir kuraklığın hakim olduğu yıllarda– söylentileri yayılan mihver sabotajcılara karşı güney California dağlarını korumak üzere bölgede yüzlerce yangın gözcüsü görevlendirilmişti. Gözcüler geri çekildikten birkaç ay sonra, yeni bir kasım yangınında 150 Malibu evi daha yanıp kül olmuştu. Ne var ki bu felaket, bazıları McCarthyizmin denetiminden kaçmaya çalışmak gibi yalın amaçlar taşıyan ve Malibu’yu kurtarılmış bölge olarak gören sanatçılar, matbaacılar, kitapçılar, şairler, senaristler ve (Olmsted de dahil olmak üzere) mimarların savaş sonrası göçüne engel olamadı. UCLA kütüphanecisi Clark Powell, bu döneme ilişkin tuttuğu sürükleyici hatıratında Mozart ve sahilde deniz kabuğu aramaya adanmış keyifli bir yaşam biçiminden bahseder.

Powell aynı zamanda 1956’nın Noel haftası, 1930 yangınının izlerini takip ederek denize ulaşan korkunç bir yangın fırtınasının şiddetli hücumuna ilişkin de klasik bir anlatı sunmuştur.

Saat onda yatağa girerken rüzgâr hâlâ vahşice esiyordu, gökyüzü tertemiz, yıldızlar ışıl ışıldı ve Anacapa adasında ikaz lambası yanıyordu. Selviler, çamlar ve okaliptüsler kıyıya çarpan dalgalardan daha fazla gürültü çıkarıyorlardı. Okşandığında kedinin kürkü elektrikleniyordu. Bu tekinsiz atmosfere rağmen uyuduk.

Sabahın dördünde aniden uyanarak “gökyüzünde şiddetli bir parlama” gördüm. “Aman Tanrım, dağın tüm yüzü zirvenin hemen altından başlayan uzun bir çizgi halinde yanıyordu ve rüzgâr, alevleri bize taşıyordu. Korkudan ağzım kurudu. Kıyameti gördüğüm an tanımıştım.”

Bir kişinin ölümüne ve yüz evin yıkımına yol açan bu felaketle ilgili bir Orman Hizmetleri Birimi analizi, böylesine değişken ve ehlileştirilemez doğal afetlerle mücadelenin imkânsızlığını vurguluyordu.

Malibu yangınları, şiddetli, değişken ve ölçüsüz ateş davranışlarının en bilinen unsurlarının birleşimidir: Ateş hortumları, olağanüstü yayılma hızları, ateş hızı ve yayılım yönünde ani değişiklikler, yoğun ısı ile karmaşıklaşan yanmamış gazların ani alevlenmesi ve zemine yakın, nüfuz edilemez bir duman.

Doğrusunu isterseniz Soğuk Savaş kaygılarının artışına rastlayan yangın felaketinin beklenmedik politik yansımaları oldu. Eleştirenler, “Hükümet Santa Monica Dağlarındaki yangınlarla baş edemiyorsa olası nükleer facialarla nasıl baş edebilir ki?” diye soruyorlardı. Bu yüzden Eisenhower yönetimi, Malibu yangınını “ulusal düzeydeki ilk büyük yangın felaketi” olarak tanıdı ve –yerel ev sahiplerinin yaşadığı trajediden ziyade büyük bir sivil savunma teşkilatının itibarıyla ilgili daha endişeli olan– Kongre, “Güney California’da nasıl tam bir yangından korunma ve yangını önleme” sağlanabileceği üzerine tartışıyordu. (Üstelik Büyük Malibu yangınları, araştırmacılar tarafından daha sonra nükleer ateş fırtınalarının hareketlerini modellemekte de kullanılacaktı.)

Yangın tarihçisi Stephen Pyne’a göre Malibu yangını aynı zamanda geleneksel orman yangını sorunundan “ev sahipleri ve fundalıkların ölümcül bir karışımı” ile şekil bulan “yeni bir yangın rejimine” geçişin işareti oldu. Banliyöler ile çalılar arasındaki bu suni sınır, artık yangının kendisiyle mücadele etmenin ötesinde binlerce bağımsız yapıyı da korumaları gereken itfaiyeciler için yeni riskler yaratırken doğal yangın tehlikesini de artırdı. “Buna göre özellikle büyük bölümü iğne yapraklı çalılardan meydana gelen çalılıkların yangınlara gebe bir toplam olduğunun sık sık vurgulandığı düşünüldüğünde artık aynısının güney California dağ banliyöleri için de geçerli olduğu esprisi yapılıyor.”

Nihayetinde gelen 1956 yangını –ve ardından birer ay arayla çıkan 1958-59 yangınlarında sekiz itfaiyecinin feci şekilde yanıp yüz kadar evin daha kül olması– Malibu’daki bohem yaşamın sonuna gelindiğinin habercisi olmuştu. Yeni yangın rejiminin bozuk kanununa göre artık yangın, hem kalkınmayı hem de toplumsal ardıllığın artışını teşvik ediyordu. Malibu’yu federal afet bölgesi ilan ederek yangın mağdurlarına vergi indirimi ve öncelikli düşük faizli kredi sunan Eisenhower hükümeti, yangın kuşağındaki banliyölere yönelik kamu yardımı için bir teamül geliştirmiş oldu. Toprak kullanımı düzenlemeleri ile kimi zaman yangın yönetmeliği bile yangın “mağdurlarına” kalacak yer temin etmek için esnetildiğinden her yeni yangın felaketi hiç gecikmeden çok daha büyük ve daha seçkin bir ölçekte yeniden yapılaşmayı beraberinde getiriyordu. Bunun bir sonucu olarak da kiracılar ile mütevazı yaşamlar sürdüren ev sahipleri, Broad Sahili, Paradise Koyu ve Point Dume Falezi gibi bölgelerden; yapay biçimde düşürülmüş yangın sigortaları, toplumsallaşmış afet yardımları ve “Malibu’yu savunmak” için üstlenilmiş pahalı bir kamusal kararlılıkla yüreklendirilen zengin pirofitler tarafından çıkarılıyordu.

 

Olmsted’in önceden savunduğu türde bir yangın riski bölgelendirmesinin eksikliğinde kalkınmanın önündeki tek engel, yangınla mücadele ve ev içi tüketim için gereken suyun sınırlı olmasıydı. Malibu’yu Metropoliten Su Bölgesi rezervuarlarına bağlayan ana su hattının tamamlanması, yeni bir toprak kapma yarışının da sinyalini verdi. Eyaletin Bölgesel Planlama Komisyonu, gelecek nesil içerisinde Malibu nüfusunun yüzde 1400 artmasına onay vererek hiç gecikmeden şehir planlamacılarının en çılgın fantezilerine yol vermiş oldu: 1960’ta 7983 olan yerleşimci sayısının 1980’de 117 000 olması öngörülüyordu. Her ne kadar “Sahili Hapsetme!” gibi popülist bir slogana sahip 1972 ve 1976 California Kıyı Kanunları nihayetinde bu frenleri boşalmış gayrimenkul çılgınlığının (ve Corral Kanyonu nükleer güç santrali ile Malibu Kanyonu boyunca uzanacak sekiz şeritli bir otoyol benzeri kabus gibi tekliflerin) önünü kesmiş olsa da Malibu sahilinin –Los Angeles’ın “arka bahçesi Big Sur’un”– kentleşmesi oldubittiye getirildi.

Ne var ki eyalet ve devlet görevlileri yıkıcı bir aşırı gelişimin önünü açarken halka açık sahil şeridini genişletmeye dönük her fırsatı da reddediyorlardı (1969 yılında sahil şeridinin toplam araziye göre payı acınası bir yüzde 22 idi). Ayrıca nehir yataklarına kadar tamamen özel mülkiyet altında olan dağlarda bir kamu arazisi oluşturmaya dönük herhangi bir ilgileri de yoktu. Bunun sonucunda Malibu’nun büyük bölümü tıpkı Rindge döneminde olduğu gibi halkın erişimine kapalı kaldı. (Beyaz olmayanlar için özellikle yasak bölgeydi.) Sahillere erişim mücadelesini anlatan tarihçilerin ifadesiyle: “Malibu’ya bir saat uzaklıktaki yedi milyon kişi Beach Boys dinleyip sörfçü filmleri izlerken sahil yirmi bin yerleşimcinin elindeydi.”

Malibu’ya son bir kez bakmak için dönen UCLA kütüphanecisi Powell, sevgili sahilinin soylulaştırılmasını şu sözlerle kınamıştı:

Hummalı bir arazi alım satımı arasında sahil tümüyle dönüştürülmüş ve tanınmaz hale gelmişti. Her biri bir öncekinden daha büyük ve ihtişamlı şekilde tamamlanan evler, dizginlenemeyen bir yarış içinde komşularının manzarasını kapatıyordu… Cennet bir kez yitirildiğinde asla yeniden kazanılamaz… Planlamacılar Santa Monica Dağlarını geri döndürülemez şekilde dümdüz etmişti.

Malibu’nun yeni yetme zenginleri, bunun kaçınılmaz sonuçlarına en ufak özen göstermeden evlerini dağların gitgide daha yüksek noktalarındaki iğne yapraklılar arasına yapmaya başladılar. 1970 eylülünün sonlarındaki ilk yangın fırtınası, mükemmel bir yangın ortamı (kuraklık koşulları, 40 derece sıcaklık, yüzde 3 nem ve saatte yaklaşık 140 km hızla esen Santa Ana rüzgârı) ile kolaylıkla tutuşabilir ahşap evlerden oluşan bereketli bir mahsulü bir araya getirdi. İtfaiyecilerin anlattığına göre 30 kilometrelik ateşten duvar Santa Monica Dağlarından denize doğru inerken popüler olarak kullanılan sedir ağacı kaplama çatılar, “patlamış mısır gibi patlıyorlardı.” Pasifik Sahili Otoyolunun asfaltı alev alev yanar ve bütün çıkış yolları kapanmışken korku içindeki meşhur Malibu sakinleri yakınlardaki göle sığınmışlardı. Yanan odun parçaları cehennem yağmuru gibi sahile düşüyor ve devasa duman bulutu altında gün geceye dönüyordu. San Fernando Vadisindeki bir diğer yangınla birleşen ve yirminci yüzyılın Malibu yangın fırtınaları içerisinde en büyüğü olan bu yangın nihayetinde 10 can aldı ve Vali Ronald Reagan’ın çiftliği de dahil olmak üzere 403 evi kül etti.

Yangın söndürme ile çalılık ekolojisi arasındaki gerçek güç dengesinden bihaber olan öfkeli mülk sahipleri, evlerini koruyamadığı için yerel yönetimi suçlayarak Malibu’nun büyük yangın sorunlarıyla ilgili yeni ve pahalı teknolojik “çözümler” talep ettiler. Malibu’nun politik kaynak yaratmaktaki ulusal şöhretine büyük bir duyarlılık gösteren seçilmiş görevliler de yardımda bulunmakta hiç gecikmediler. Bunun bilinen bir örneği, 1970’lerin sonunda Malibu yerleşimcilerine son çeyrek yüzyılın en sert dalgası vurduğunda yaşandı. O dönem, Dallas dizisinin J. R. Ewing’i Larry Hagman’ın California valisi Jerry Brown’a, “Jerry bir şeyler yap. Lanet olsun ki başımız büyük belada. Çabuk buraya gel!” dediği yazılmıştır. Bunun ardından Malibu hemen afet bölgesi ilan edilmiş ve Ulusal Muhafızlar, Hagman’ın –ve kimi zaman da Brown’ın kız arkadaşı Linda Ronstadt’ın– evlerini korumasına yardım etmiştir.

Bu sırada, teklif edilen “yavaş büyüme” kıyı mevzuatının önüne geçme yarışındaki planlamacılar, parselasyon çabalarını ikiye katladılar. Bunu takip eden nüfus patlaması ise ekim 1978, 1982 ve 1985’te evleri yok eden üç “Cadılar Bayramı” yangını için yalnızca daha fazla yakıt sağlamış oldu. İlk yangınların her ikisi de Agoura tepelerinde başlayıp Trancas Kanyonundan geçen 1956 yangınının izlerini takip ederken üçüncü yangın, büyük 1930 Decker Kanyonu yangın yolunu izledi.

Broad Sahili bölgesindeki (daha mütevazı olan 1950’li yıllarda Powell’ın yaşadığı) milyon dolarlık evleri yok eden 1978 yangını, yeni bir hız rekorunun da sahibi oldu: Yangın, iki saatten kısa bir sürede 21 kilometrelik epey çetin bir araziyi aştı (1970 yangını bunun iki katı zaman almıştı). Tanıklardan biri azgın alevlerin nasıl da “binlerce yaban tavşanını sağa sola koşuşturarak düştükleri yerde yeni yangınlara neden olan ateş topundan kürklere çevirdiğini” anlatmıştı. Hayatta kalan –hem evcil hem de yabani– hayvanlar “Point Dume’un sahilinde, tahliye edilen insanlarla kargaşa içinde beklerken umursamaz sörfçüler de dalgaların tadını çıkarıyordu.” 1978 ve 1980’de korkunç sel ve toprak kayması felaketleriyle de sarsılan, travma içindeki Malibu sakinlerinin, doğanın onlara öfkelendiğini düşünmeleri tamamen anlaşılabilir bir durumdur.

 

* * *

 

Kısa bir ilave:

Çoğumuz bir ev yapar ya da alırken mahalleyi dikkatle inceleriz. Malibu’da komşunuz yangındır. Hem de kıyıdaki dağları on yılda birkaç kez ziyaret eden yangınlar. Geçtiğimiz altmış yıl içinde sık sık tekrarlanan bu olaylardan onu, her şeyi yok eden yangın fırtınalarına dönüştü. Son büyük yangın olan Woolsey Yangını, 1500 evi küle döndürdü ve en az üç kişinin canını aldı. Yangın, Rodney King’e[5] saldıranların davası ile meşhur olan Simi Vadisinin hemen güneyindeki kuru çayırlarda başlayıp Santa Monica Dağlarının kuzey kanadındaki sık adaçayı örtüsünü tutuşturmak üzere otoyolu aşmıştı. Mevsimlik Santa Ana Rüzgârlarıyla mükemmel bir uyum içinde sıralanmış olan derin kanyonlar, yangının hızını yakıp geçtiği sahil evlerine doğru artırarak bir kez daha körük işlevi görmüştü. Konutların büyük bir kısmı, yalnızca yangının vahşiliğine değil 1993 yangın fırtınasından beri yapılan yeni yapı sayısına karşı da yenilmiş oldu.

Yangını bu kadar seven tepelerde neden daha fazla malikane yapılmaya çalışılıyor? Tamamen yanlış bir hadise yüzünden: Her büyük California yangınından sonra ev sahipleri ve onların temsilcileri kontrol edilemeyen yangınların önlenemese de yıkıcılıklarının yumuşatılabileceği inancına sığınıyorlar. Bunun sonucunda da yakın zamanda birleştirilmiş olan Malibu şehri ile Los Angeles Eyaleti, 1993 felaketine çalılıkların temizlenmesi ve ateşe dayanıklı çatı materyallerinin kullanılması gibi saldırgan düzenlemelerle karşılık verdi. ‘Savunulabilir alan’ yaratmak yeni düstur halini aldı ve 2003 ile 2007 yıllarında San Diego Eyaletindeki 4500 evi yakıp 30 kişiyi öldüren diğer büyük yangınların ardından tüm California’da yankılanır oldu. Böylelikle yeniden inşa çalışmaları ve yüksek oranda yangın tehlikesine sahip alanlarda daha fazla yapılaşmanın önüne geçilmesi gereksinimine ilişkin çoktan vadesini doldurmuş tartışmaların aksine kamuoyunun ilgisi bitki örtüsünü temizlemeye dönük en iyi yöntemler (rototiller ya da keçiler?) ve evleri yangına karşı dayanıklı yapmaya yöneldi. Dış mahalleler ile ıssız bölgeler gerçekten yangına karşı dayanıklı olabilecekse neden daha fazlasını da yapmayalım? 1993’ten bu yana California’daki yeni evlerin neredeyse yarısı yangın tehlikesi olan bölgelere yapıldı. Ne var ki çağdaş bir Galileo, savunulabilir alanlar hakkında ‘yine de yanıyor’ diyebilir. Son on sekiz ay içerisinde 20 000 ev ve belki de 1000 yaşam birbiri ardına gelen yangınlarda yitirildi.

Böylesi yangınlar hem eski hem de yenidir. İki ayrı nedensel ilişki işin içindedir. Öncelikle sert kasırgalarımız tarafından yıllık olarak düzenlenen bitki örtüsü ve topografya, kalıcı yangın biçimlerini ve sıklıklarını tanımlar. Bununla beraber yaz sonu şimşeklerinin tutuşturduğu birçok ufak yangın da insan müdahalesi olmadan, farklı yaşlarda ve yanabilirliklerde karmakarışık bir bitki örtüsü yaratır. Artık yıllık olarak başımıza gelen yüz bin hektarlık yangın fırtınaları sıklıkla müthiş kuraklık dönemlerinin ardından gerçekleşirken ‘doğal’ bir yangın rejiminde bunlar nadiren meydana gelirdi. Ne var ki yirminci yüzyıldaki yangın önleme biçimi, büyük yangınlar için mükemmel koşulları hazırlayarak geniş çalılıkları ve ormanları yaşlanmalarını sağlayacak şekilde besledi. Ancak bu kadar çok sayıda California şehri turunçgil bahçeleri ve tarım arazileriyle çevrili oldukça yangın yeni ve daha büyük haliyle bile genel olarak yerleşim yerlerine ulaşmadan durduruluyordu. Günümüzde bahçıvanlık sayesinde oluşturulan yangın önleme şeritlerimiz yok oldu, çilek tarlalarının yerini yıllanan banliyöler aldı ve sahil kenarları, dağ manzaralı ve kocaman ağaçlı arazilere yönelik arayış bir zamanlar akla hayale gelmeyecek olan yangın tehlikeleri meydana getirdi.

Tüm bunlar olurken iklim değişikliği, California’da hiç görülmemiş, şiddetli yağmurlar eşliğindeki kuraklık ve aşırı yaz sıcakları şeklinde kendini gösteriyordu. Bilim insanları on yıllara yayılır biçimde ortalaması alınan yıllık yağışın gerçekten azalıp azalmayacağına ilişkin tartışsa da bunun büyük bir bölümü kar değil yağmur olarak düşecek ve bu da su sistemimiz, şehirleri ve tarımsal işletmeleri sulamak için gereken suyun muhafazası ve dağıtımının ayarlanması konusunda Sierra kar örtüsüne bağlı olduğu için büyük bir sorun yaratacaktır. Ayrıca yağış miktarı artık yangın riski açısından isabetli bir gösterge değildir. 2016-17 kışı, kuzey California tarihinin en ıslak kışıydı ve ilkbahar nesillerdir görülen en muhteşem kır çiçeklerini sergiledi. Ne var ki temmuz kavurucuydu ve genellikle 20’lerde olan sahil sıcaklığı bir hafta boyunca 38 dereceyi geçti. Baharın yeşilliği hiç gecikmeden sararıp yangın başlatan bir mahsule dönüştü. Ekimde rüzgârlar esmeye başladığındaysa evvela San Francisco’nun kuzeyindeki Santa Rosa, ardından da Santa Barbara’nın hemen güneyindeki Montecito yandı. 3000 ev kaybedilirken çoğu yaşlı ve yaklaşan tehlikenin farkında olmayan onlarca insan da yaşamını yitirdi. Ancak California doğası son bir numara daha saklıyordu ve Montecito’nun küle dönüp çıplak kalmış tepeleri üzerinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladığında 25 kişi daha hızla akan çamur ve molozların arasında kayboldu. Bunun tekrarı önümüzdeki birkaç ay içerisinde Malibu ve Sierra etekleri için de pusuda bekliyor.

Nihayetinde Malibu ve Paradise hakkında birkaç sözcük edeyim. İki şehir, üç ortak özellik taşıyor: Her ikisi de son derece beyaz (Malibu’daki siyahi nüfusu %1,5; Paradise’daki %0,1), görece yaşlı (eyaletteki, yaşı 65’in üzerinde olanların ortalamasını ikiye katlayın) ve inanılmaz yangın koridorlarına sahiptir.

Aslına bakarsanız Paradise bölgesi, 2008 yazında Paradise’ın yolları kitlenecek kadar büyük bir tahliyeyi zorunlu kılan, peş peşe çıkan yangınlar dahil olmak üzere 1950’den bu yana geçirdiği altı büyük yangın ile Malibu’yla aynı seçkin yangın ligindedir. Bunların dışında bu şehirler, iki tamamen farklı California’nın avatarları gibidir. Paradise’daki evlerin değerleri eyalet ortalamasının yarısı, Malibu’nunsa onda biri kadardır – bu da onu eyaletteki son satın alınabilir yerlerden biri yapar. Paradise’daki hanehalkı geliri 13,000 Dolar ile eyalet ortalamasının altındayken Malibu’nunki ortalamanın 60,000 Dolar üstündedir. Paradise’ın kendine has bir farkı da vardır: 65 yaş altı nüfusunun neredeyse yüzde 20’si son nüfus sayımında engelli olarak listelenmiştir. Yaşlı, hasta ve engellilerin oluşturduğu bu muazzam oranın büyük ve düşürülemeyen ölüm sayılarına katkısı şüphesizdir. Bu durumda iki tür Californialı yangınla yaşamayı sürdürecektir: (dolaylı kamu yardımlarıyla) yeniden inşayı karşılayabilenler ile başka herhangi bir yerde yaşamaya parası yetmeyenler.

Çeviri ve Katkı: Ayşe Cankız ÇEVİK

Bu makalenin orijinali şurada yayınlanmıştır: Environmental History Review Vol. 19, No. 2 (Summer, 1995), pp. 1-36, Published By: Oxford University Press. Online olarak https://longreads.com/2018/12/04/the-case-for-letting-malibu-burn/ adresinden erişebilirsiniz.


[1] 1804’te İspanyol Vali José Joaquín de Arrillaga tarafından José Bartolomé Tapia’ya verilen Santa Monica Dağları ve kıyısını kaplayan 13,316 Akrelik bölge. –çn.

[2] Ateşten beslenen, yangın seven bir tür bitki örtüsü. –çn.

[3] Güney California’da yer alan kurak bir çöl vadisi. –çn.

[4] Var olmayan vadi, ütopik güzellikte yer. –çn.

[5] 1991 yılında aracıyla aşırı hız yaptığı gerekçesiyle Los Angeles Polis Departmanı (LAPD) görevlileri tarafından durdurulmuş ve başlayan tartışma sonunda dövülerek linç edilmiş olan bir Afroamerikalı. Kamuoyunca polisin tutumunun ırkçı olduğu düşünülmüş ancak 1992’de Mahkeme tarafından polislerin suçsuz bulunması sonucu 1992 Los Angeles ayaklanmaları gerçekleşmiş, çok sayıda konut ve dükkan yakılırken 53 kişi yaşamını yitirmiştir. –çn.