Otoriter Siyasetin Kıskacında Kadın Olmak ya da Ölmeye Yatmak

“Ölüm bazen o denli çabuk gelmiyor. Ölümle savaşmak gerekiyor. Gülünecek en uygun anda gülmeyi kasıklarıma hapsedişim bundandır belki. Ölmeye yatarken ölümle savaşmak gerekeceğini düşünmemişim.”

Adalet Ağaoğlu

Nerede ve hangi noktada dünyanın otoriter rejimlere doğru bir kayış yaşadığını tam olarak ifade etmek mümkün olmasa bile 21. yüzyılın yeni bir otoriterleşme dalgası ile karşı karşıya kaldığı ve demokrasilerin kimi yerlerde kısmen kimi yerlerdeyse boşluk kalmayacak şekilde yerini otoriter yönetimlere bıraktığı artık yadsınamaz bir gerçektir. İktidarların, devletin yönetici kadrosunun, toplumun çeşitli bileşenleriyle kurduğu hiyerarşik ve baskıcı ilişkinin, büyük bir hesap vermezlik altında büyümesinin demokratik olanı giderek saf dışı bıraktığı otoriter rejimler, bugün geçmişteki biçimlerinden farklı olarak demokrasi içinden gelişmektedir. Düzenli seçimlerin yapıldığı, silahlı ve askeri dayatmaların yerini sivil baskılara bıraktığı yeni tip otoriterleşmeler esasen demokrasinin yarıklarından faydalanarak adım adım otoriter yönetimlerini inşa etmektedir. Kısacası, seçimlere dayanan ve demokrasinin reddedilmediği yeni otoriterleşme süreçlerinde, yönetim, seçilmiş iktidarlarca, demokratiklik vurguları altında ve kademeli bir biçimde[1] rotasını otoriterliğe doğru çizmektedir. Söz konusu demokratik mevzilerden otoriterliğe geçme süreci, birçok toplumsal grubu aynı anda nefessiz bırakabilirken; otoriterleşmenin yeni yapısı ilgili grupları çift yönlü etkiler: Baskı ve ikna. Böylesi bir çifte etki altında taraftarlar ikna edilirken; muhalifler baskılanmaktadır. Ancak yalnızca lider ve çevresindeki küçük bir grubun kazanan haline geldiği çok kaybedenli otoriter rejimlerde, total olarak ister muhalif ister tarafgir olsun herkes bir şekilde yenik düşmektedir. Bu bağ-lamda, bu yazı kapsamında irdelenecek olan otoriter rejimlerin kadınlarla kurduğu ilişki de bahsedilen kaybedişlerden azade değildir.