7 Ocak 2015. Madımak’ta Müslümanların Alevileri katletmesinden yaklaşık on iki yıl, Hrant Dink’in bir Müslümanca katledilmesinden yaklaşık sekiz yıl, Suriye’de iç savaşın başlamasından yaklaşık dört yıl sonrasına; Boko Haram’ın Müslüman askerlerinin Nijerya’da yaptığı katliamla aynı zamana denk geliyor. Bu tarih bundan sonra İslam’ın ve diğer dinlerin dokunulmazlarına dokunan mizah dergisi Charlie Hebdo çalışanlarının, onların nezdinde eleştirinin korkunç bir biçimde katledilmesi ile anılacak. Avrupa burjuvazisi ve Avrupa sosyal demokrasisi yaratmış olduğu değerler sistemini bundan sonra başka bir zaviyeden görme, Müslüman azınlıklar kendilerine başka bir zaviyeden bakmak zorunda kalacaklar. Çünkü bugüne kadar liberal demokrasinin çelişkilerini gizlemeye dönük olarak sürdürülen Avrupalı söylem düğüm yerlerinden yırtıldı. Bu yırtığa ilk dikkat çeken de saldırıların üzerine yaptığı analiz ile Slavoj Zizek oldu: “Max Horkheimer’ın faşizm ve kapitalizm ilişkisi hakkında 1930’larda söylediği bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. –kapitalizm hakkında eleştirel bir noktadan söz almak istemeyenler, faşizm hakkında da sessiz kalmalılar- Horkheimer’in bu sözleri bugünün köktenciliğine de uygulanabilir –liberal demokrasi hakkında eleştirel bir noktadan söz almak istemeyenler, dini köktencilik hakkında da sessiz kalmalılar-.”[1] Ona göre köktencilik liberalizme karşı ve liberalizm tarafından yeniden ve yeniden üretilen bir tepkidir. Birbirini besleyen bir kısır döngü. Bu ise liberalizmin kendi kendini yok etmesine neden olacaktır. 1930’larda Avrupa’da, 2000’lerde Türkiye’de olduğu gibi. Zizek, liberal eşitlik ve özgürlük değerlerini kurtarmanın tek yolu olarak radikal solun kardeşçe yardımını öneriyor.
Zizek’in tezi Avrupa’yı merkezine alıyor ve Avrupalı. Müslümanların azınlıkta olduğu bir coğrafyayı sözünün alanı olarak belirliyor; Müslüman coğrafyasını ise art alanı. Müslüman coğrafyasını köktenci İslamı besleyen öğelerden arındırma; radikal sola da bunun zeminini hazırlama görevini veriyor. Avrupalı için iyi bir strateji olabilir elbette, fakat ‘memleket’? Liberalizmin dalga dalga ‘demokratikleştirdiği’ ülkemiz? Mizahçıları katledenlere “bizimkiler aşırıya kaçıyor” diye seslenen televizyon şarlatanları ile, iktidar partisi belediyesi panosuna asılmış “intikam”ı selamlayan afişi ile, Madımak ile, Dink cinayeti ile ve bütün bunları meşrulaştıracak gerekçeleri eğitim sisteminin temeline oturtarak kindar bir nesli hazırlayan memleketimizde köktenciliğe karşı neye ihtiyaç var? Bugünün Türkiyesi, Sivas’ta Alevileri katleden Türkiye’den daha İslamcı, İstanbul’un ortasında Hrant Dink’i, Malatya’da Zirve Yayınevi’ndeki Hıristiyanları katleden Türkiye’den daha ırkçı, kadın hareketini pasifize ederek ataerkinin varlığını sürdürmeye çalışan Türkiye’den daha cinsiyetçidir. Hem, iktidarı tekleştiren kişi-parti-devlet hem de onun çabalarıyla oluşturulan halkın ideolojik konumlanışı bakımından bu böyledir. Devlet örgütü, medya yapılanması ve katliamlara alkış tutabilecek bir zihin yapısıyla donatılmış askerleştirilmeye müsait bir Müslüman kesimle –İslamofaşizmle- mücadelede neye ihtiyacımız var?
İhtiyacımız olan şey, öncelikle bile isteye, önümüze konanı yememektir. Ana yemek olarak “iyi İslam – kötü İslam” ya da “gerçek Müslüman – terörist” ayrımları sunulmaktadır. Bu yemeği sindirmeye başladığımız anda düşünce rotamız dine kayacaktır. Dini referans alarak konuşmaya başlarız. Türkiye solunda bunun çeşitli versiyonları var. Birincisi “halkın değerlerine dönmek” olarak kurabileceğimiz genel bir kategori. Tartışması da uzun uzadıya yapıldı. Buna göre Müslüman bir halk ile ilişki onun değerlerinden uzak olarak kurulamaz. O ancak bu değerler üzerinden dönüştürülebilir. İkinci versiyon özellikle Gezi parkı eylemlerinde ün kazanmış anti kapitalist Müslümanlara dayanarak sol içinde geliştirilmiş, “İslami özde” muhalif bir damar yakalama çabası. Bu yaklaşım, ‘dini bir öz’ün çıkmaz labirentlerinde tefekküre götürecektir “solcuyu”. Üçüncü versiyon, Türkiye’de sosyalistlerin bir kesiminin tarihsel sığınağı haline gelmiş, 1920’lerden bu yana her krizde içine girilen Kemalizm. Kemalist laiklik anlayışı da dini merkezine alır, kendine göre kabul edilebilir bir Müslümanlığı, komünistlere, Alevilere, gayrimüslimlere karşı istediği zaman harekete geçirebilmek ister. “Din, kişi vicdanında durduğu yerden sadece gerektiği anda dışarı çıkmalıdır.”
İyi Müslüman – kötü Müslüman ayrımının yanında başka mezeler de masada. Komplo teorileri. Özellikle alkollü bir yemekse en keyif vereni budur. Bu teoriler insanı umutsuzluğa sevk eder. Emperyalist makine bütün çelişkilerinden soyutlanmış olarak tıkır tıkır çalışmakta, planlarını uygulamaktadır. Kapitalizmin vahşi sömürüsüne alkış tutup, işçi katliamlarını fıtrattan görenler, bir anda anti-emperyalist kesilirler. Komplo teorileri, milliyetçilikle iştigal eden sol kesimde yaygın bir düşünüş biçimi halini almıştır. Neredeyse her tekil olay, emperyalist makinenin çalışmasına dayanmaktadır. Adeta deus ex machina’dır emperyalizm, açıklanamayan her şeyi açıklanabilir kılar. Bu yaklaşım her şey gibi dini de, İslamcılığı da, hatta emek hareketlerini bile ciddiye almaz. Hepsinde emperyalizmin parmağı vardır. Emperyalist güç merkezlerini abartarak kendi öz gücünü küçümsemek anlamında eski pasifizmin, yenilgiyi telkin etmenin ideolojik aracıdır bu sosyalistler açısından.
Ne din kontrolüne dayalı laiklik, ne liberalizmin kendi çelişkilerini taşıyamayan soyut özgürlükler yaklaşımı, ne halkın değerlerini benimseme çaresizliği ne de emperyalizmin oyunu kolaycılığı Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı faşist militanlığa çare olabilir. Çünkü sorun ‘din’ sorunu değildir. Ortada alçakça insan öldüren askerleştirilmiş Müslümanlar vardır. “Gerçek İslam”ın bu alçaklık hakkında ne dediği tartışmasını da bırakalım Müslümanlar yapsın. Çünkü utancın en ağırını duyması gereken onlardır. Bizim sorunumuz, Müslümanların, burjuva sofralarına daha fazla meze taşıyabilmek için, bu sömürü düzeninin sürmesi için askerleştirilmesi sorunudur. Suriye iç savaşında İslamcı milisleri eğitenler, silah sağlayanlar; iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini fıtrata bağlayanlar, ‘istikrar’ içinde sermayenin birikmesini isteyenler kimlerse sorunumuz onlardır. Bunun Türkiye’de neferliğini ve kurmaylığını yapanlar kimlerse sorunumuz onlarladır. Türkiye’de onlarla mücadele artık eskisinden çok daha zordur çünkü Türkiye halklarının azımsanamayacak bir bölümünün askerleştirilebileceği ve hali hazırda askerleştirildiği vakıadır.
Charlie Hebdo katliamı, Boko Haram’ın, IŞİD’in yaptığı katliamlar insanlığın utancıdır. Herkesin payına bir parçanın düştüğü bir utanç. Nefrete, kine hatta meşrulaştırmaya varacak kadar güçlü bir duygudur utanç ve herkes bu utancı meşrebine göre yaşayacaktır. Türkiye’de meşrulaştırıcıların sesi ilk günden çıkmaya başlamıştır. Nasıl Madımak katliamı faillerini, Hrant’ı katledenleri, kadın cinayetlerini ve iş cinayetlerini Müslümanlık içinde meşrulaştırdılarsa.
Türkiyeli sosyalistlere düşen Müslümanların bu düzenin sürmesi için askerleştirilmesini önlemek, İslamcı faşizmle açık bir mücadeleyi her alanda sürdürmektir. Müslümanların azınlık olduğu Avrupa’da liberal demokratik değerlerin radikal sol tarafından kardeşçe desteğine ihtiyacı olabilir, fakat Müslümanların her an hazır kıtalar haline sokulabilecek hale getirildiği bir ülkede radikal solun kendi özgücünün farkına varmaya, olması gereken yerde olmaya ihtiyacı vardır. Sosyalistler, liberal demokratik değerleri korumak adına değil, bizzat somut varoluşlarını korumak için bu mücadeleyi göğüslemelidirler. Bu mücadelenin başlangıcı örgütlenmek ve güçlenmektir. Allah’ın değil, insanın yaratacağı eşit ve özgür bir dünyanın kurumlarını bugünden yaratacak biçimde örgütlenmek. Mücadelenin devamı, Müslümanların askerleştirilmesini önleyecek mücadelelere girmekten geçmektedir. Yüz binlerce Müslüman işçinin, Türkiye’nin yeni koşullarında yüz binlerce Müslüman göçmenin arasında; üniversite yerleşkelerinin külliyeleşmesine karşı amfilerde, yoksul çaresizliğini İslam için ölüm saldırılarına yöneltenlerin ele geçirmeye çalıştığı mahallerde olmaktır. En geniş cephede, eşit-özgürlükten taviz vermeden, herkesi kendi gibi olmaya zorlamayan, burjuva liberal değerleri değil somut varoluşumuzu korumaya ve yeniden yaratmaya dönük bir mücadeledir ihtiyacımız olan.
DİPNOTLAR
[1] http://www.newstatesman.com/world-affairs/2015/01/slavoj-i-ek-charlie-hebdo-massacre-are-worst-really-full-passionate-intensity