Sapiens: Soğuk bir Muhasebe

Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.[1]

“13.5 milyar yıl önce madde, enerji, zaman ve uzam Büyük Patlama olarak bilinen olayda varoluşa dönüştü”. [2] Kitabın bu başlangıç cümlesi, İsrailli genç bir tarih doktoru olan Yuval Noah Harari’nin, “insan türünün kısa bir tarihi” alt başlığı ile yayınlanan kitabının cevap aradığı soruların kapsamının göstergelerinden yalnızca biri. Kitap, Harari’nin bir deyişiyle, Afrika’nın bir köşesinde özel bir önemi olmayan bir hayvan olarak ortaya çıkan Homo sapiens’in nasıl dünyanın efendisi haline dönüştüğünün sevecen olmayan, soğuk fakat adil bir değerlendirmesi olarak görülebilir. Zira Harari Sapiens’in “ilerleme”sini anlatırken “yıkıntıları birbiri üstüne yığan felaket”i de işaret etmekten geri kalmıyor. Harari’nin önceleri İsrail’deki Kudüs İbrani Üniversitesi’ndeki öğrencileri için oluşturduğu notlar, Sapiens’in üzerine inşa edildiği malzeme. Kitap şu ana kadar çok büyük ilgi görmüş, yazarına da –özellikle TED üzerinden yaptığı konuşmalar üzerinden[3]– haklı bir şöhret getirmiş ve bir çok farklı dile çevrilmiş bulunmakta.[4]

Kitabın İngilizce baskısının kapağında elle dokunulduğunda ayrıntıları hissedilebilen şekilde basılmış bir parmak izi görülmekte. Okuyucu bu parmak izinin manasını kitapta ilerlemeye devam ettikçe kolayca çeşitli imalarla ilişkilendirebiliyor. Bu parmak izi yalnızca Homo sapiens’in tür olarak dünya üzerinde bıraktığı özel izin altını çizmiyor, bu izin yaratılmasında bilginin merkeziliğine de işaret ediyor. Yazarın anlattığı büyük ve karmaşık hikayeyi çok sade, sürükleyici ve yer yer de kara mizaha varan bir dille aktardığını da kitabın temel savlarını kısaca tartışmadan vurgulamak gerekiyor. Belki de insanlığın şu anda içinde bulunduğu tarihsel andan geriye dönük her ayağı yere basan genel muhasebe bu kara mizahi tonu içermek zorunda. Bir örnek vermek gerekirse; Harari insan toplumlarının ilk geniş örgütlenmelerine geçişten sonra sistemli inanç yapılarının büyük öneminin altını çizerken şunu da eklemekte: “yüz askerin yapacağı işi tek bir din adamı çok daha ucuza ve etkili bir şekilde yerine getirebilmektedir”. [5]  Ya da tarım devriminin insanı avcı-toplayıcı topluluklardaki duruma kıyasla çok daha uzun saatler ve zor koşullarda çalışmaya sürüklemesini “tarihteki en büyük dolandırıcılık” olarak nitelerken yine aynı kara mizahi ton kitabın üslubuna egemen oluyor.[6] Kitabın temel savlarının ortaya koyulmasında Harari bu tarihi ironilerin altını ustalıkla bütün metin boyunca çizmekte.

Kitabın temel iddiasını özetlemek gerekirse; Harari’ye göre insanı dünyanın efendisi kılan ve potansiyel olarak dünyayı yok edebilme gücüne eriştiren süreçlerin temelinde Sapiens’i diğer hayvanların üzerine çıkaran şu gelişmeler merkezi önemdedir: yetmiş bin yıl önce başlayan bilişsel devrim, on iki bin yıl önce başlayan tarım devrimi ve beş yüz yıl önce başlayan bilimsel devrim.[7] Bu üç devrimin de altındaki temel dinamiğin, kitabın genel ruhu açısından, şu şekilde özetlenebileceğini düşünüyorum: insanın bilgi ile ilişkisindeki değişim –bilginin artışı, depolanması, elde edilmesi ve bilginin üretim için tahsisindeki yeni yöntemler. Bilgi çağında yazılan bir “büyük tarih”in bu bakış açısında dayanması belki de kaçınılmaz.[8]  Hepsi ayrı olarak da zevkle okunabilecek dört bölümden ve yirmi kesimden oluşan kitabın ilk bölümü bilişsel devrime, ikinci bölümü tarım devrimine, üçüncü bölümü erken imparatorluklar çağında başlayan ve günümüze kadar uzanan küreselleşme ve insanlığın kaynaşması süreçlerine ve son bölüm de son birkaç yüz yıla damgasını vurmuş olan bilimsel devrime ayrılmış.

Kitabın “önemi olmayan bir hayvan” adlı ilk kesiminde Harari, tarih öncesi insan hakkında bilmemiz gereken en önemli şeyin çevresi üzerindeki etkisinin “gorillerden, ateş böceklerinden ve deniz analarından” daha fazla olmadığı gerçeği olduğunu vurgular.[9] Harari’ye göre insan türü binlerce yıl biricikliğine inanmış ve diğer hayvan türleri gibi daha geniş bir ailenin parçası olduğunu, kuzenleri ve kadeşleri, ve daha da önemlisi, ebeveynleri olduğunu reddetmiştir.[10] Oysa bugün biyolojik ve tarihsel verilerin gösterdiği gibi Homo sapiens (bir ironi olarak sapiens’in “bilge” demek olduğunu da not etmekte Harari), Australopithecus’tan, Homo Neanderthalensis’e, Homo Erectus’tan Homo Solensis’e, Homo Rudolfensis’ten Homo Ergaster’e, kendisini önceleyen ve hatta bir müddet de kendisi ile aynı dünyayı paylaşmış Homo (insan) cinsine (genus) ait ortak bir atadan gelen bir çok kuzene ve kardeşe de sahiptir. [11]

Harari’ye göre insan cinsi iki milyona yakın bir süre dünyadaki besin zincirinin ortasında bir yerde bulunmuşken Homo sapiens’in ortaya çıkması ile çok kısa bir sürede bu zincirin tepesine çıkmıştır. Yani Homo sapiens’in besin zincirinin tepesine çıkışı o kadar hızlı olmuştur ki, dünyanın diğer büyük yırtıcıları ile kıyaslandığında sapiensin genetik olarak bu yeni durumuna uyum sağlayabilmesi için yeteri kadar zamanı olmamıştır. Sonuçta Harari, diğer büyük yırtıcılarla kıyaslandığında sapiensin bir “muz cumhuriyeti diktatörü” olarak görülebileceğini vurgular: “Savana’nın yakın zamana kadarki kaybedenlerinden biri olarak insan, kendi konumu ile ilgili bir sürü korku ve endişe ile doludur, ve bu bizi iki kat zalim ve tehlikeli yapmaktadır. Ölümcül savaşlardan ekolojik felaketlere kadar bir çok tarihsel zalimlik bu fazlasıyla hızlı sıçramanın bir sonucudur”.[12] Harari insanın cins olarak genel yükselişindeki ilk önemli teknik-bilgi temelli becerisinin ateşin ıslahı olduğunu belirtir.

Harari Afrika’nın bir köşesinde ortaya çıktıktan sonra binlerce yıl burada “kendi işine bakan” sapiensin dünyaya yetmiş bin yıl önce yayılmaya başladığını belirtir. Bu göç dalgası başladığında başta neandertal türü olmak üzere bir çok diğer insan türü Homo sapiens’in yayıldığı alanlarda halihazırda varlıklarını sürdürmektedirler. Peki bu insan türlerine ne olmuştur? Harari bu soruya iki muhtemel cevap olduğunu belirtir: ya bu diğer insan türleri, kısmen de olsa, Homo sapiens ile kaynaşmışlardır ya da kaynaklar için mücadele bir soykırım ile sonuçlanmıştır. Harari ikincisini benimsemek eğilimidedir: “hoşgörü sapiensin bir alamet-i farikası değildir”.[13]

Harari’ye göre sapiens, Afrika’daki ilk evinden çıkışını takip eden süreden otuz bin yıl öncesine kadar olan süre arasında diğer insan türlerini bilişsel olarak geride bırakmasına yol açan önemli genetik değişiklikler geçirmiştir.[14] Bu değişikliklerin ve sapiensin beyninin “iç bağlantılarının” önceli olmayan yeni düşünme tarzlarına yol açacak şekilde değişmesinin[15] başta “muhayyel-kurgu” çerçevesinde sapiens topluluklarına yeni iş yapma tarzları geliştirmek olmak üzere bir çok yeni avantaj sağladığına dikkat çekmekte Harari.[16] Bu bilişsel devrim ve bu devrimin sonucunda oluşan mitler ve inançlar sapiens topluluklarına 100-150 kişilik yüz yüze toplulukların ötesinde, birbirlerini zorlukla tanıyan yüzlerce insanın kolektif eylemini destekleyecek ve ileride şehirleri ve imparatorlukları yaratacak olan yeni işbirliği araçları sağlamıştır.[17]  Kitabın üçüncü kesiminde Harari sapiensin genetik biçimlenişinin önemli oranda çok uzun sürmüş olan avcılık-toplayıcılık dönemine ait olduğunu belirtmekte ve bu dönemde, tarım devrimi sonrasındaki döneme göre avcı-toplayıcı insanların çok daha az çalıştığına, hayatlarını sürdürebilmek için çok daha çeşitli bir diyete dayandığına ve bulaşıcı hastalıklara çok daha az maruz kaldıklarına vurgu yapmakta.[18]

Sapiensin dünyaya yayılışının yalnızca diğer insan türleri üzerinde değil, ayrıca bir çok hayvan türü üzerinde de geri döndürülemez etkiler yarattığının altını kitap boyunca defalarca çizen Harari, Avustralya’ya sapiensin ilk ayak bastığı tarihten hemen sonra kıtada hayatını binlerce yıl sürdürmüş olan bazı büyük hayvan cinslerinin ve türlerinin hızlı bir soy tükenişi sürecine girdiğini vurgulamakta.[19] Harari’ye göre “atalarımızın doğayla uyum içinde yaşadığı iddiasına inanmamak gerekmekte” zira “endüstriyel devrimden çok önce Homo sapiens bütün diğer organizmalar arasında bitkileri ve hayvanları en çok soy tükenişine sürükleyen canlı olma rekorunu elinde bulundurmaktadır. Biyolojinin kayıtlarındaki en ölümcül tür olmak gibi şaibeli bir ayırt edici özelliğimiz bulunmakta”.[20]

Kitabın ikinci bölümü ise tarım devrimi ve beraberinde getirdiği siyasal-toplumsal sonuçlara ayrılmış. Harari’ye göre tarım devrimi “insanlık tarihinin en büyük dolandırıcılığıdır” zira tarım devriminin köylülere dayattığı yaşam koşulları kendilerini önceleyen avcı-toplayıcı topluluklarla kıyaslandığında çok daha zor ve çok daha az tatmin edicidir. Harari avcı-toplayıcı topluluklara mensup insanların hayatlarının, kendine has zorluklarına karşın, çok daha çeşitlilik içeren eylemlere dayandığını ve bu topluluklara mensup bireylerin hastalık ve kıtlığa çok daha az maruz kaldıklarını ileri sürer. [21] Yine de Harari’ye göre tarım devrimi en kötü koşullarda daha çok insanın hayatta kalmasını sağlayabilmesi açısından kolektif bir fayda doğurmuş ve bu yüzden geri dönüşü olmayan bir sürece dönüşmüştür.[22] Harari’nin yaklaşımını önceki büyük tarih anlatılarından ayırt eden bir diğer nokta da yine tarım devrimiyle ilgili bu bölümün ilk kesiminde yer almaktadır. Son yıllarda Urfa’nın Göbekli Tepe alanında yapalın kazıları tartışan Harari, bu buluntuların tarih öncesine bakışımız açısından yol açtığı kırılmaya dikkat çeker: Göbekli Tepe dini yapıların yerleşik düzenin ve dolayısıyla tarım devriminin öncesinde oluştuğunu göstererek tarihsel kırılmaların ve devrimlerin arkasındaki kültürel, ya da Marksist bir kavramsallaştırmayla ifade edilecek olursa, üst yapısal nedenlere işaret etmektedir.[23]

Takip eden kesimde Harari çiftçilik sayesinde oluşmaya başlayan artı ürünün çok boyutlu toplumsal ve siyasal sonuçlara yol açtığına vurgu yapar. Tarım devrimini takip eden birkaç bin yıl içinde insan tahayyülünün yarattığı kolektif kurgular, piramitleri yaratacak olan büyük siyasal düzenlerin ortaya çıkışına da zemin hazırlamışlardır.[24] Harari bütün bu şehirler, krallıklar, büyük ticaret ağları ve erken imparatorluklar gibi düzenlerin temelinde “hayali cemaatlerin” zorunlu olarak varolduğuna işaret eder.[25] Takip eden üçüncü kesimde bu hayali düzenlerin belirli bir gelişme aşamasında yarattığı bir “aşırı hafıza yüklemesinin”  yazının icadını ve gelişimini tetiklediğini vurgulayan Harari, [26] yazının insanların düşünme tarzında derin bir etki yaptığını ve bütüncül bakışların yerini, kategorize etmeye başlayan, bürokratik bir yaklaşımın aldığını işaret eder.[27]

Harari bu oluşmaya başlayan yeni hayali düzenlerin hiçbir şekilde tarafsız olmadığını ve birçok insanın bu yeni düzenler içinde baskı ve dışlanmaya maruz kaldığını belirtir.[28] “Tarihte adaler yoktur” başlıklı bu kesim tüm hayali düzenlerin kendilerini doğal ve meşru göstermek için özel bir çaba gösterdiğini vurgulamaktadır [29] ve tarihin kurbanları olan kimselerin yüksek ihtimalle ileride yine aynı konuma düşeceğine dair bir saptamada da bulunmaktadır.[30] Yine de Harari’nin metninden bu yeni hayali düzenlerin zora ve baskıya dayandığını çıkarsamak doğru olmayacaktır. Zira ona göre bu yeni düzenleri ve de onu önceleyen avcı-toplayıcı toplulukları da bir arada tutan liderliklerin hiçbir zaman çıplak güce dayanmadığı nettir: “[…] yatıştırmayı, yönlendirmeyi ve olaylara farklı açılardan bakmayı bilen işbirliğine açık insanlar. İmparatorluk inşacılarının yapıldığı malzeme budur. Askeri olarak ehliyetsiz olan Augustus kendisinden çok daha iyi generaller olan Jul Sezar ve Büyük İskender’in başarılarının ötesine geçen istikrarlı bir imparatorluk kurmayı başarmıştır. Hem kendisine hayran çağdaşları hem de modern yorumcular bu başarısını Augustus’un clementia erdemine bağlarlar; yani onun yumuşaklığına ve hoşgörüsüne”. [31]  Kitabın “insan türünün birleşmesi” adlı üçüncü bölümüne Harari tarım devriminden beri, yer yer geri çekilmeler söz konusu olsa da, insanlık tarihinin, insanların tedrici olarak olarak hep daha büyük ve daha karmaşık topluluklar içinde yaşamalarını teşvik eden bir gelişme eğilimi sergilediğini vurgulayarak başlar.[32] Harari’ye göre tüccarlar, fatihler ve peygamberler, insan türünün uzun evrimsel gelişimi boyunca içselleştirdiği “biz – onlar ayrımı”nın ötesinde bir bakış açısı geliştirmesinde hayati rol oynayan tarihsel aktörler olarak ortaya çıkarlar. [33]

Harari’nin karmaşık meseleleri basitçe aktarmaktaki hayranlık uyandırıcı kabiliyeti hemen bu kesimi takip eden paranın yükselişi adlı kesimde de kendini göstermektedir. Harari’ye göre her türlü paranın temel maddesi “güven”dir ve para bugüne kadar icat edilmiş en etkili karşılıklı güven aracıdır. Para -ve ticaret- sayesinde dünya evrensel olarak dolaşımı ve karşılıklı güveni tesis edecek bir araca kavuşmuştur[34] – tabi ki bu yerel adetlerin, yüzyüze insani ilişkilerin ve insani değerlerin ciddi şekilde aşınması yoluyla gerçekleşmiştir.[35] Yalnızca para ve ticaret değil imparatorluklar da –yol açtıkları büyük insani maliyetlere karşın- Harari’ye göre insanlığın bir kaynaşmaya doğru ilerlemesine hizmet etmiştir: “zayıf olanların galip geldiğini görmeyi isteriz ancak tarihte adalet yoktur. Bir çok geçmiş kültür, er ya da geç kendilerini unutulmaya mahkum eden acımasız bir imparatorluğun avı haline gelmiştir”.[36] İnsan topluluklarının ve kültürlerinin çeşitliliğinin trajik bir şekilde azalmasının en önemli nedeni de imparatorluklardır. [37]

Harari’ye göre bir imparatorluk, içinde birden çok, ve mutlaka ikiden çok, halkın yaşadığı ve sınırları esnek olan bir siyasal düzendir ve bir imparatorluğu belirleyen şey yönetim şekli, coğrafi ya da nüfus büyüklüğü değildir.[38] Harari imparatorluk düzenlerine ilişkin sürdürülebilir olmadıkları ve yalnızca sömürü ve yıkım getirdiklerine yönelik eleştirilerin ilkini, son 2,500 yıllık dünya tarihinin en yaygın ve uzun soluklu siyasal düzeninin imparatorluk olduğunu vurgulayarak net bir şekilde reddeder. İkinci eleştirinin ise imparatorlukların olmadığı dönemlerin de halklar için çok parlak bir hayat sunmadığını vurgulayarak tartışmalı bir teşhis olarak değerlendirir. [39] Harari’ye göre imparatorluklar her zaman fethedilen insanların da yararına olma iddiasını taşırlar.[40] Yazara göre imparatorlukların en önemli miraslarından biri de gerekli idari becerilerin kazanılması sırasında yol açtıkları standartlaştırmadır.[41] Tıpkı imparatoruklar gibi kapsayıcı ve evrensel dini öğretiler de –Hıristiyanlık, İslam ve Budizm gibi- yarattıkları baskıcı uygulamalara karşın tek bir insanlığa doğru ilerlenmesinde katkı sunmuşlardır.[42]

Kitabın dördüncü bölümünde ise Harari modern dünyayı yaratan gelişmeleri başlatan bilimsel devrime odaklanmakta. Harari’ye göre bilimsel devrimi Avrupa’da mümkün kılan zihniyet, tüm dinsel inançların hakikatin bilgisine sahip olduğu iddiasının aksine, insanın cehaletini itiraf etmeye yönelik güçlü bir heves gösterilmeye başlanmasıdır. [43] Harari’ye göre modern bilim kolektif cehaleti varsayması açısından kendine has bir bilgi geleneğidir ve Darwin’in -ve genel olarak modern bir bilgi rejimi olan bilimin- başarısını açıklayan yaklaşımlardan biri de kendisini hiç bir zaman biyologların kesin hükmü veren sonuncusu olarak görmemiş olmasıdır.[44] Harari’ye göre modern bilimi biricik yapan özelliklerinden bir diğeri ise mutlak hakikatlere ulaşmaktan ziyade fayda üretmeye dönük bir gelişim sergilemiş olmasıdır ve bu durum bilgi ve iktidar arasındaki temel bağlantıyı oluşturmaktadır.[45] Bilimin iktidar ve egemenlik üretme konusunda gösterdiği tekrarlayan faydalar onu –bilim adamlarının çoğu zaman naif tutumlarına karşın- kaçınılmaz bir şekilde iktidar odaklarıyla koparılamaz bir ilişkiye sokmuştur. [46]

Neticede Harari’nin de işaret ettiği gibi “modern emperyalizm ve modern bilim birbirinden ayrılamaz”. [47] Erken modern dünyada Batı Avrupa uluslarının, Çin ve Osmanlı medeniyetleriyle karşılaştırıldığında teknolojik olarak çok da anlamlı bir üstünlük sahibi olmamasına karşın modern bilimin ve emperyalizmin bu beraberliğini tesis edebilmiş olmasını Harari, kapitalist ve bilimsel zihniyet kalıplarının bu coğrafyada teknolojik gelişmelerden önce ortaya çıkmasıyla açıklar. Harari’ye göre bu zihniyet dünyası Batı emperyalizmini kendinden önceki emperyal projelerden kesin bir şekilde ayırt etmektedir. Batı emperyalizmi, her şeyden önce dünya konusundaki bilgisizliğinin farkında olarak işe başlamış ve emperyal yayılmasını bilim üzerine inşa etmiştir. Bu durumu çok çarpıcı bir şekilde gösteren durum on beşinci ve ona altıncı yüzyıllarda Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde üretilmeye başlayan üzerinde bir çok boşluğun bulunduğu haritalardır: “Boş haritalar bir ideolojik ve psikolojik kopuş, Avrupalıların dünyanın önemli bir bölümü hakkındaki cehaletinin itirafıydı”. [48] Harari’ye göre Amerika’nın keşfi bilimsel gelişmelere büyük bir ivme kazandırmıştır. Eğer bu kadar büyük alanlarda egemenlik kuracaklarsa Avrupalılar bu alanların coğrafyası, iklimi, dilleri, kültürleri ve tarihleri ile ilgili çok kapsamlı bilgi edinmeleri gerektiğini düşünmüşlerdir.[49] Aynı esnada, teknolojik olarak Avrupalıların çok da gerisinde olmayan Osmanlı, Çin ve Safevi devletleri yeni keşiflerden haberdar olmalarına karşın dünyanın Asya etrafında döndüğü düşüncesinden kendilerini kurtaramamışlardır.[50] Neticede, Harari’nin de işaret ettiği gibi modern imparatorluk inşası bir bilimsel proje olduğu kadar bilimsel disiplinlerin inşası da emperyal projelerdir. [51]

Takip eden kesimde Harari kapitalizmin emperyal süreçleri nasıl geliştirdiğini de kitaba hakim olan genel netlik ve açıklıkla sunmakta. Harari’nin bir kez daha altını çizdiği gibi Hollanda ve İngiliz şirketlerinin öncülüğünde başlayan ilk başarılı emperyal yayılmalar zamanla bu şirketlerin silahlı güçlere de sahip olmasıyla pekişmiş ve kapitalist aç gözlülük devletin çoğu zaman müdahil olmadığı bu erken emperyal dönemde başta kölecilik olmak üzere insanlık tarihinin bir çok kara lekesini de yaratmıştır.[52] Harari’ye göre özellikle köleciliğin doğuşu müdahale olmadığında kapitalizmin ve serbest piyasanın sorunsuzca işleyeceğine yönelik varsayımın bir efsane olduğunun en önemli göstergesidir.[53] Kitabın takip eden “endüstrinin çarkları” adlı kesiminde ise kapitalist endüstriyel büyümenin güncel maliyetleriyle hesaplaşmakta Harari. Yalnızca ekolojik ve insani maliyetler değil, güncel kapitalist-endüstriyel üretim tekniklerinin besi hayvanlarını mahkum ettiği korkunç koşullar da çok etkili bir şekilde betimlenmekte.[54] Özellikle bu kısım Harari’nin bir insanlık tarihi yazmasına karşın insan merkezli bir bakıştan da kaçınabildiğini göstermesi açısından kayda değer.

Harari Endüstriyel devrimin ve kapitalizmin yanı sıra modern devletin ortaya çıkışının önemli sonuçlarından birinin de ailenin ve cemaatin çöküşü pahasına bireyin yükselişi olduğunu vurgular. Yazara göre romantik edebiyatın bireyi, devlet ve piyasa ile mücadele halinde göstermesi kadar aldatıcı bir durum yoktur zira insanı ailenin ve cemaatin güvenlik ağlarına muhtaç olmaktan kurtaran şey piyasa ve devlettir.[55] Harari’nin bilimsel ilerlemelerin ve endüstriyel-kapitalist gelişmelerin yarattığı dünyaya ilişkin kuşkulu bakışının bir diğer göstergesi de kitabın “ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” adlı kesimidir. Harari bir yandan mutluluk üzerine araştırmaların henüz daha emekleme aşamasında olduğuna dikkat çekmekte [56] diğer yandan da kapitalizmin mutluluğu maddi bollukla özdeşleştiren bakışının şüpheli bir varsayım haline dönüştüğüne işaret etmekte. [57] Kitabın son kesiminde ise Harari biyo-teknolojik gelişmelerin sapiensin evrimi üzerinde yaptığı etkilerin biyolojik anlamda Homo sapiens’in sonunu getirme potansiyeli içerdiğine [58]  dair zihin açıcı tespitler ve ilginç sorular içeren bir tartışma yürütmekte. Kitabın sonsözünde Harari yaklaşımını usta hikaye anlatıcılarına has, uzunca alıntılanmaya değer bir şekilde özetlemekte:

“Sapiens yetmiş bin yıl önce Afrika’nın bir köşesinde kendi işiyle uğraşan önemsiz bir hayvandı. Takip eden bin yıllarda kendisini bütün gezegenin efendisi ve ekosistemin kabusu haline dönüştürdü. … Malesef dünya üzerindeki sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok az şey üretti. Çevremizin hakimi olduk, gıda üretimini arttırdık, şehirler inşa ettik, imparatorluklar kurduk ve büyük ticaret ağları ördük. Fakat dünya üzerindeki sefaleti azaltabildik mi? Zaman içinde tekrarlayan bir şekilde insanın elindeki gücün artışı bireysel olarak sapienslerin mutluluğunu ve refahını geliştirmedi ve genellikle diğer hayvanlar açısından büyük eziyetlere yol açtı.  …Yapmaya muktedir olduğumuz hayranlık uyandırıcı şeylere karşın hala amaçlarımızdan emin değiliz ve her zamanki gibi huzursuzuz”.[59]

Sapiens bir yandan bir büyük insanlık tarihi iken diğer yandan da, kitabın arka kapağında belirtildiği gibi, genel okuyucuyu da hedefleyen bir “popüler bilim” kitabı olarak da basılmış bulunmakta. Bu iki özelliği, yani hem üzerine eğildiği tarih diliminin genişliği hem de uzman olmayan okuyucuyu hedeflemesi, kitabın belirli noktalarda şematik bir anlatı geliştirmesini de zorunlu kılmışa benziyor. Kitaptaki bu eğilimi derinleştiren diğer bir etmen ise, kitabın sürükleyici bir anlatıya da dönüşmesini sağlayan disiplinlerarası yaklaşımı. Diğer bir deyişle, Sapiens, yer yer araştırma yönteminin ve ölçeğinin kapsamının getirdiği bir basite indirgeme eğilimiyle de malul, fakat bunun bir zorunlu taviz gibi görülmesi gerektiğini de teslim etmeli. Mesela Harari, liberalizmi ve sosyalizmi “dinin kanunu” adlı kesimde tartışmaktan çekinmiyor ve bu iki modern doktrini “insancıl dinler” olarak adlandırıyor.[60] Daha mikro ve disipliner bir perspektiften bakılınca böylesi bir yaklaşım dinleri ya da modern doktrinleri ve ideolojileri anlamamız için zorlukla katkı sunacak bir genelleme. Benzer bir örneğe Harari’nin kitabın “insanlığın birleşmesi” adlı bölümündeki milliyetçiliğe ilişkin tespitlerinde de rastlamak mümkün. 21. yüzyılda milliyetçiliğin zemin kaybettiğine ilişkin yorum, [61] hem milliyetçilik üzerine güncel çalışmalar açısından hem etnik ve mezhebi hizipçiliğin derinden belirlediği çağımızın güncel siyasal gerçekliği açısından tartışmaya açık bir saptama olmaktan öteye gidemiyor.[62] Harari’nin tartışmaya açık bu genellemeleri sosyal ve siyasal olgulara 70,000 yıllık bir perspektiften veya bir kaç yüzyıllık daha mikro bir ölçekten bakmak arasındaki kaçınılmaz farkı da bize gösteriyor.

Benzer ve bağlantılı bir örnek de Harari’nin yukarıda da aktarılan devletin ve piyasanın aile ve cemaat açısından yarattığı gerileyici etkiden bahsedişinde ortaya çıkıyor. Gelişmiş Batı toplumları açısından bu teşhis oldukça ikna ediciyken dünyanın geri kalan büyük bölümünden bakıldığında, “ailenin ve cemaatin” çöktüğüne, “ebeveyn otoritesinin tam bir geri çekilme içinde olduğuna”[63] dair saptama çok daha tartışmalı görünüyor. Her ne kadar Harari “modernliği yargılarken 21. yüzyılda yaşayan orta sınıf bir batılının bakış açısından bakmanın ayartıcılığı”[64] tehlikesine dikkat çekse, ve insanlığın ilerlemesinin geride bıraktığı felaketin bilincinde olsa da, öncelikle sapiensin “zafer arabalarına” odaklanan bir bakış yer yer Batı merkezli bir anlatıya dönüşmekten de kurtulamıyor.

Tıpkı ölçek sorununda olduğu gibi metne sürükleyicilik kazandırırken beraberinde sorunlar getiren bir diğer yaklaşım da insan ve değer merkezli bir anlatıdan elden geldiğince kaçınılması. Bu bir taraftan Harari’ye insanlık tarihini diğer canlıların gözünden değerlendirebilme olanağı sağlarken diğer taraftan insanlığın yarattığı değerlere ve anlam arayışına karşı yer yer sinizme varan genelleyici bir bakışı da beraberinde getiriyor: “[…] insanların hayatlarına atfettiği her anlam düşseldir (delusional). Orta çağ insanlarının hayatlarında buldukları diğer dünyaya ait anlamlar modern insancıl, milliyetçi ve kapitalist anlamlardan daha fazla düşsel değildir.”[65] Sonuçta kitabın okuyucuları yazarın değerler açısından ayak basılacak güçlü bir zemini ortadan kaldırdığı hissine kendisini kaptırmaktan alıkoyamıyor. Zira Harari büyük insan  gruplarını birarada tutan “mitlerin” ya da “kurguların”[66] pre-modern formlarıyla birlikte milliyetçiliği, modern insancıllıklar olarak adlandırdığı liberalizmi ve sosyalizmi özdeş görmekten çekinmiyor.[67] Harari ayrıca liberalizmin ve sosyalizmin tüm insanlığı kutsayan yaklaşımının temellerini de, eleştirdiği tek tanrıcı dinlerde buluyor.[68] Yeni ve ikna edici bir kolektif anlatının-kurgunun yokluğunda her türlü kolektif anlatının Harari’nin perspektifinde basitçe “düşsel” ilan edilişi onu kitabının yukarıda aktarılan son teşhisine götürüyor olsa gerek: “Yapmaya muktedir olduğumuz hayranlık uyandırıcı şeylere karşın hala amaçlarımızdan emin değiliz ve her zamanki gibi huzursuzuz”. Neil Smith’in post-modernizme yönelik esprili teşhisine bir anıştırmayla söyleyecek olursak, “milliyetçilik öldü, sosyalizm öldü, liberalizm öldü ve yazar da kendini pek iyi hissetmiyor”. Yine de Harari’nin, belki de ihtiyaç duyulan bir kötümserlikle yazdığı Sapiens, bir yandan muhafazakar-dinsel diğer yandan da etnik-ulusçu dogmaların siyasal gündemini boğucu bir şekilde belirlediği Türkiye’deki meraklı okurlar ve özellikle de sosyal bilim alanında eğitim almaya başlayan öğrenciler için zihin açıcı güncel bir katkı.

 

DİPNOTLAR

[1] Walter Benjamin, Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal (İstanbul: YKY, 1992), 37.

[2] Yuval Noah Harari, Sapiens a Brief History of Humankind, çev. Y. N. Harari, J. Purcell & H. Watzman (London: Vintage), 3. Kitabın bir Türkçe çevirisi de halihazırda yapılmış bulunmaktadır: Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, çev. E. Genç (İstanbul: Kolektif Kitap, 2015). Bu değerlendirmeyi kitabın Harari ve ona yardım eden iki diğer çevirmen tarafından İbranice’den İngilizce’ye yapılmış olan çevirisini temel alarak yazdım. Alıntılar da bu metinden yaptığım bana ait çevirilerdir.

[3] Harari’nin kitabının merkezi savlarını özetlediği bir sunum için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=nzj7Wg4DAbs (erişim: 18 Eylül, 2015).

[4] Charles C. Mann, “How Humankind Conquered the World,” The Wall Street Journal, 6 Şubat, 2015, erişim 18 Eylül, 2015, http://www.wsj.com/articles/book-review-sapiens-a-brief-history-of-humankind-by-yuval-noah-harari-1423261230

[5] Harari, Sapiens, 125.

[6] Ibid, 90.

[7] Ibid, 3.

[8] Bu noktada Türkiyeli okurun yakından bildiği bir diğer büyük tarih olan McNeill’ın Dünya Tarihi ile yapılacak karşılaştırma Harari’nin kitabının bu ayırt edici yönünü daha iyi ortaya koyacaktır. Yukarıda da belirtildiği gibi Harari’nin kitabı bilgiye ve kültüre dayanan işbirliği kurumlarının ya da onu değişiyle “kurguların” ve “mitlerin” üretilmesini büyük tarihsel dönüşümlerin temeli sayarken McNeill savaş teknolojilerindeki ve tekniklerindeki değişimi ve genel olarak “savaşı-karşılaşmaları” tarihsel değişimlerin temel motoru sayar ve bununla ilgili konular kitabın tekrarlayan temaları olarak okurun karşısına çıkar. Willam McNeill, Dünya Tarihi, çev. A. Şenel (Ankara: İmge, 2002).

[9] Harari, Sapiens, 4.

[10] Ibid, 5.

[11] Ibid, 5-9.

[12] Ibid, 13.

[13] Ibid, 19.

[14] Ibid, 23-24.

[15] Ibid, 23.

[16] Ibid, 27.

[17] Ibid, 30.

[18] Ibid, 56-57. Harari’nin yerleşik toplumları önceleyen ilkel toplulukların içinde yaşadıkları göreli bolluğa ilişkin teşhisi, kendisinin referansları arasında yer almamakla birlikte, birkaç onyıl önce Marshall Sahlins tarafından işaret edilmiştir. Bu bakımından Harari’nin saptaması o kadar da şaşırtıcı sayılamayacaktır. Bkz. Marshall Sahlins, Stone Age Economics (Chicago & New York: Aldine-Atherton, 1972).

[19] Harari, Sapiens, 80.

[20] Ibid, 82.

[21] Ibid, 90.

[22] Ibid, 94.

[23] Ibid, 101-102.

[24] Ibid, 114-115.

[25] Ibid, 126-133. Harari’nin de kullandığı “hayali cemaatler” tanımı özellikle ulusçuluk yazınına aşina olan okurlar için tanıdık gelecektir. Bkz. Benedict Anderson, Imagined Communities (London & New York: Verso, 2006). Burada Harari Anderson’un ulusları tanımlamak için kullandığı kavramı yüz yüze ilişkilerin ötesinde işleyen her türlü büyük insan örgütlenmesine yaymaktadır.

[26] Harari, Sapiens, 137.

[27] Ibid, 146.

[28] Ibid, 149.

[29] Ibid, 150.

[30] Ibid, 161.

[31] Ibid, 175.

[32] Ibid, 181.

[33] Ibid, 191.

[34] Ibid, 207.

[35] Ibid, 208.

[36] Ibid, 212.

[37] Ibid, 213.

[38] Ibid, 212.

[39] Ibid, 214-217.

[40] Ibid, 217-220.

[41] Ibid 221.

[42] Ibid, 235.

[43] Ibid, 279.

[44] Ibid, 281.

[45] Ibid, 289.

[46] Ibid, 302-306.

[47] Ibid, 311.

[48] Ibid, 319.

[49] Ibid, 322.

[50] Ibid, 330.

[51] Ibid, 332.

[52] Ibid, 352-366.

[53] Ibid, 370.

[54] Ibid, 382-388.

[55] Ibid, 402.

[56] Ibid, 422.

[57] Ibid, 423.

[58] Ibid, 453.

[59] Ibid, 465.

[60] Ibid,254-263.

[61] Ibid, 231.

[62] Harari’nin kitabının buna benzer bir çok farklı alanın uzmanlığı çerçevesinde bakıldığında bir çok rahatsız edici ampirik zayıflıkla ve aceleci genellemelerle malul olduğuna Mann dikkat çekmektedir. Mann, Humankind Conquered the World.

[63] Ibid, 398-405.

[64] Ibid, 424.

[65] Ibid, 438.

[66] Kitabın genel bir değerlendirmesini yapan ve yukarıda da değinilmiş olan Mann’ın yazısı bu noktada çok isabetli bir eleştiride de bulunmaktadır. Mann’a göre “Bay Harari’nin kurgu gibi talihsiz bir sözcükle adlandırdığı fikirlerin ve kurumların çok daha karmaşık bir ontolojik statüsü vardır”. Mann, Humankind Conquered the World.

[67] Ibid, 438.

[68] Ibid, 258.