Mark Neocleous’un Savaş Erki, Polis Erki kitabı, savaş üzerine eleştirel yazında yeniliğin ayartısına kapılmamamızı istiyor bizden.[1] Yeni savaşlar, yeni tehditler ve yeni teknolojiler yalnızca güvenlik uzmanlarının söylemini değil, solda duran eleştirel söylemleri de istila etmektedir.[2] Uzaktan kumandalı uçaklarla yapılan savaşlarda ‘sivil’ olanın büsbütün gözden kaybolduğu ya da savaş ile barış arasındaki sınırların bulanıklaştığı konusundaki fikir birliğinde olduğu üzere, kimi zaman, yenilik söylemi de soldan sağa pek çok kimse tarafından paylaşılıyor. Sosyal bilimlerde yeniliğin çekimi ve yeninin ayartısı, belki de, Bourdieu’nün bilimsel alandaki ‘sayısız küçük kalıcı devrim’[3] olarak gördüğü şeye eşdeğerdir. Yenilik, sosyal bilimler alanında simgesel sermayenin birikimine götürmektedir, bu nedenle ‘yeni’ye ilişkin söylemlerin yaygınlaşması şaşırtıcı değildir. Bu, elbette, yeniye ilişkin akademik söylemlerin, güvenlik uzmanlarının ‘kanıları’nın (doksa) yeniden ürettiği yeni tehlikelerin hakikat rejiminde ve sözde nesnelliğinde payı olduğu anlamına gelmemektedir.
Kimi eleştirel akademisyenler, yeni teknolojileri ve yeni tepkileri gerektiren yeni tehlikelere ilişkin tahayyülü dağıtmayı ve bu gelişmelerin siyasal etkilerini görünür kılmayı hedeflediler. Yeniyi eleştirenlerin formüle ettikleri kimi saptamalar rüçhan, spekülasyon, beklentisel yönetim, depolitizasyon biçiminde.[4] Fakat Neocleous’un kitabı, günümüzde savaşı ve polisliği karakterize eden bir veçheler dizilişi boyunca konumlanmış söylemleri sistematik bir biçimde sökerken, bir hayli radikal bir hamle olarak beliriyor.
Neocleous’un çözümlemesinde, savaş ile barış arasındaki ayrımsızlık, ordu ile polis arasındaki sınırların bulanıklaşması, savaşın ‘lawfare’ (rakip bir ülkeye saldırmak ya da o ülkeyi mahkum etmek için uluslararası hukuka başvurmak) olarak ifade edilmesi, uygarlık söylemlerinin yeniden keşfi, insansız hava araçları ya da uçuşa yasak bölgeler, yeni şeyler olarak değil, kapitalist modernitenin, ilkel birikimin ve sınıf savaşının oluşturucu öğeleri olarak yeniden ifade edilmektedirler. Böylelikle her bir bölüm, savaşla ilişkili olarak, yeninin bir başka tekil söylemine meydan okumaktadır. Neocleous’un hamlesinin radikalliği, yeniye ilişkin mevcut eleştirilerin kimi çıkmazlarından sakınmasında yatmaktadır: Bir yanda örtük bir hukuk nostaljisi, net sınırlar ve kesinlik, öbür yanda ise olumsallığa dönük ütopyacı bir özlem. Örneğin ‘terörle savaş’taki istisnacılığın eleştirileri, hukukun egemenliğine dönük arzulara dönüşebilir ki bu, siyasal idealleri korumak hususunda gerekli görülmektedir.[5]
Savaşta ve poliste yenilik görme ayartısını dağıtmak yönündeki hamle, savaş ile polis arasındaki ilişkinin yeniden formüle edilmesiyle desteklenmektedir. Bir dizi tarihsel kazı ve sorunsallaştırma aracılığıyla, Neocleous, sınıf savaşının devamlılığını ve hem ülke içi hem de uluslararası düzenin savaş pratikleriyle üretilmesini açığa çıkarmaktadır. Savaş erki ile polis erki arasındaki ilişki, gerçekte, (Didier Bigo’nun ifadelerine başvurulursa) Foucault tarafından “nadasa bırakılmış bir başka alan”[6] durumundaydı. Neocleous’un kitabı, ‘toplumsal düzenin üretimi’ ve ‘sermayenin ve ücret biçiminin toplumsal iktidarının tahkiminde’ polisliğin rolü üzerine olan daha önceki bir çalışmasını genişletmek üzere, savaşı ve polisliği yeniden düşünme görevini üstlenmektedir.[7]
Bu sunumda, kitapta, savaş ve polis ilişkisinin yeniden kavramsallaştırılmasına ve bu hamleden savaşa ve polise yönelik bir eleştirinin nasıl doğduğuna odaklanıyorum. Bu amaçla, ilk olarak savaş erki ile polis erki arasındaki ilişkiyi açacak ve ikinci olarak da bu yeniden kavramsallaştırmanın Neocleous’un yenilik söylemlerine yönelik eleştirisini nasıl desteklediğini göstereceğim. Böyle yaparak, aynı zamanda, Neocleous’un güçlü eleştirisin inceliklerini ortaya koymak istiyorum. Benim argümanım şudur: Savaş ile polis arasındaki kopukluk da en az bu ikisinin belirli tarihsel uğraklarda birleşmesi kadar siyasal önem taşımaktadır. Neocleous’un kitabını ilkin Foucault’nun Cezalandırıcı Toplum üzerine dersleriyle ve ardından da Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı’sıyla diyaloga sokarak, şimdinin eleştirisinin savaş ile polis arasındaki değişken hatlarda gezinebileceğini göstermek istiyorum.
SAVAŞ-POLİS BAĞLANTISI: İKTİDAR TEKNİKLERİ
Belki de en ünlü ifadesini Foucault’nun ‘savaşın gürültüsünün’ düzene karşılık geldiği biçimindeki tezinde bulan savaş, eleştirel yazında, toplumsal ilişkilerin bir ‘şifre çözücüsü’ olarak seferber edilmiştir.[8] Barış, güvenlik, düzen, hukuk ve adalet savaş tarafından etkili bir biçimde ters çevrilmiş ve toplumsal düzen de gerçek bir savaş meydanı olarak belirmiştir. Neocleous, toplumsal ilişkileri savaş modeliyle çözümlemek yönündeki bu Foucaultcu görüyü hareket geçirmekte, fakat Foucault’nun polis ile savaşı toplum incelemesinde ayrı perspektifler olarak muhafaza ettiğini ve bir anlamda, bu ikisinin birleşimini ya da karşılıklı olarak birbirlerini oluşturuyor olmalarını çözümleme fırsatını ıskaladığını ileri sürmektedir.[9] Daha da ötesi, savaş ile polis arasındaki bağlantıyı düşünmek, ülke içi toplumsal düzeni olduğu kadar uluslararası toplumsal düzeni de aydınlatmaktadır. Neocleous için esas mesele, disiplinlere sınır çekmek amacıyla, uluslararası olanın özgüllüğünü biçimlendirmek [pek çok uluslararası ilişkilerci yapmıştır bunu] değil, aksine, toplumsal düzenin, uluslararası düzenin ve birikim düzeninin oluşumu arasındaki sürekliliğe dikkat çekmektir.[10] Kitabın çözümlemesinin anahtarı bu süreklilik içinde yer almaktadır: Savaş erki ile polis erkinin birleşmesi aracılığıyla yeniden üretilen ve tahkim edilen kapitalist bir birikim düzeni olarak uluslararası düzen. Özlü bir formülle Neocleous bize şunu hatırlatıyor:
Liberalizmin ve liberal düzenin tarihi, belirli biçimlerde yapılanmış bir şiddetin tarihidir ve bu tarih, uluslararası savaş ile iç çatışmayı ve dolayısıyla da savaş erki ile polis erkini birbirine bağlamaktadır. Birikimin şiddeti bu tarih açısından merkezi bir konumda durmaktadır.[11]
Savaş Erki, Polis Erki böylelikle, kapitalist birikimin şiddetinin nasıl da belirli nüfus gruplarının, yalnızca kölelerin ve sömürgeleştirilmiş nüfusların değil, ayrıca avarelerin, dilencilerin ve suçluların da üzerine salındığının izlerini sürer – bu şiddet günümüzde açıkça hukuksal uzlaşmazlıklar biçiminde yeniden üretilmektedir.[12] Sivil toplum, “savaş kavramıyla terk edilmiştir”[13] ve buna karşılık savaş da eşzamanlı bir biçimde yıkıcı ve ‘uygarlaştırıcı bir proje’, bir ‘polis projesi’[14] olarak belirmiştir. Kapitalizm altında, savaş ile polis, (uluslararası) toplumsal düzenin üretimi içinde sürekli olarak üst üste binerler ve düzenin düşmanlarının ortadan kaldırılması hedefine yönlendirilirler.
‘Savaş erki’ ile ‘polis erki’ arasındaki bağlantı, bunların ayrımına ilişkin bir soruya yol açmaktadır. Foucault’nun iktidar çözümlemesinden yararlanan bir okuma savaş ile polis arasındaki bağlantıyla da ayrımla da ilgilenebilir.[15] Bu, Foucault’nun Marksizm’den kopuşuna[16] dair sayısız tekrara karşın, kapitalizmin savaş-polis dinamiğinin dışındaki bir uzama sıkıştırılacağı anlamına gelmemektedir. Bu amaçla, Foucault’nun, aylaklık sorununa ilişkin Cezalandırıcı Toplum’daki[17] çözümlemesine döneceğim kısaca. Foucault’nun en Marksist çalışmalarından biri olarak kabul edilen ve Disiplin ve Ceza’dan önce çıkan bu çalışmadan, Collège de France’taki sabık derslerde gerçekleştirilen Marksist referanslar çıkarılmıştır.[18] Bu derslerde Foucault’nun aylaklara yönelik şiddete getirdiği yorumlar, Neocleous’un sermayenin kapitalist olmayan yaşam formları karşısındaki şiddetine ilişkin okumalarını hem yankılamakta, hem de bunlardan biraz farklılaşmaktadır. Neocleous’a göre dilencilere, sadaka toplayanlara ve aylaklara yönelen şiddet ve ceza, hem endüstriyel kapitalizmin çıkışının bir parçası ve hem de ortak alanların çevrelenmesi olarak okunmalıdır.[19] Aynı mantık sömürge savaşlarına doğru da genişletilmektedir. Marx ve Neocleous gibi Foucault da bir karşı-üretim gücü olarak aylağın bir toplum düşmanı olarak belirdiği gözlemiyle yola çıkar. Gerçekten de Foucault’nun cezalandırıcı toplum üzerine derslerinde aylaklık sorunu, kapitalist üretimin mantığıyla açıklanır: Üretimin maksimizasyonuna engel olan herkes bir düzen düşmanı olmaktadır.
Fakat Foucault’nun kapitalizmdeki aylaklık sorununa ilişkin çözümlemesini diğerlerinden farklı kılan iki yer değiştirimi söz konusudur. İlk olarak Foucault aylakların steril tüketiciler olmadıkları için değil de kapitalist üretime zarar verenler olarak kriminalize edilişlerindeki tarihsel değişimin izlerini sürer. Bu dönüşüm, Foucault’ya 18. yüzyılda aylağın değişik düşman figürlerini birbiriyle ilişkilendiren bağ olduğunu ileri sürme olanağı tanır. Guillaume Le Trosne’nin aylaklar ve dilencilere ilişkin 1764 tarihli Anılar’ını okuyan Foucault, aylaklık sorununun aynı anda hem aylaklara hem de feodal sistemin kalıntılarına karşı verilecek bir savaşa olanak tanıdığını not düşer. Aylak, diğer kapitalist olmayan yaşam formu kategorilerine karşı savaşı mümkün kılan iç düşman halini almıştır ve bu anlamda, suç niteliğindeki diğer davranış biçimlerinin okunmasını sağlayacak bir matris oluşturmaktadır.[20]
Fakat ayrıca, bir iç düşman olarak aylak, toplumsal düzenin düşmanlarının hedeflenmesi işinde savaş ile polisin daima birleşmiş olduğu anlamına gelmemektedir. İktidar teknikleri, farklı nüfus kategorilerini hedef almak üzere eşzamanlı olarak ayrımlaşırlar. Le Trosne’nin Anılar’ına daha yakından bir bakış, aylaklar ile dilenciler arasında bir ayrım geliştirmek için bir hayli çabaladığını ve her biri için farklı ölçütler vazettiğini görecektir.[21] Aylaklar yurtiçine girmiş bir düşman ordusuyla eşitlenmekte ve toplumsal hayattan dışlanıp mahkum edilmeleri gerekmektedir. Fakat dilenciler ıslah edici politikaların nesneleri olmalıdırlar. Foucault’nun kendisi aylaklar ile dilenciler arasındaki ayrımı pek tartışma konusu yapmasa da bir başka ayrıma, işçi sınıfı ile aylaklar arasındaki ve buna tekabül eden iktidar teknikleri arasındaki ayrıma eğilmektedir. Şimdi işçiler, ürettikleri burjuva zenginliğine doğrudan erişim içerisinde olsalar da hırsızlık sorunu bu ilişkiye müdahale etmektedir. İşçi sınıfı yalnızca gittikçe artan bir biçimde polisiye uğraşların konusu olmakla kalmayacak, aynı zamanda moralizasyon aracılığıyla ‘uygarlaştırılacaktır’ da. Sorun artık, üretici-olmayanla bir savaş değildir – daha ziyade ürettikleri ya da işledikleri fakat sahip olmadıkları ürünlerin ayartısına kapılmaktan sakınma yetisine sahip ‘erdemli’ işçilerin inşası sorunudur. Neocleous’un da işaret ettiği gibi, “uygarlık, belirli bir insan ve düzen görüşüyle birleşmiştir.”[22] Uygarlık, ayrıca, bir polis erki projesi olarak anlaşılmaktadır ve bu nedenle, polise ilişkin tarih metinlerinin 18. yüzyıl polisliğinde erdem ve ahlaka tekrar tekrar dikkat çekmeleri çok da şaşırtıcı değildir.
Foucault’nun okumasında öne çıkan, aylaklar ile işçilerin iktidar tekniklerinin ayırıcılığı yoluyla farklı olarak inşa edildikleri düşüncesidir.[23] Emek koşulları bu ayrımı, aktüel olarak, en iyisinden akışkan kıldığında, bu iktidar teknikleri aylakları işçilerden farklı olarak üretmiştir. “İstihdamdaki istikrarsızlık, geçici iş arayışları, işe verilen geçici ara”[24] diye not düşer Robert Castel, veri kabul edildiğinde, çalışma koşulları avarelikten pek de farklı değildir. Foucault’nun çözümlemesinde, sorun pek de ücretli emeğin oluşturulması ya da basitçe ücretli emeğin yapılandırılması ve üretici emeğin maksimizasyonu sorunu değil, yönetilecek farklı nüfus gruplarının inşası sorunudur.[25] Farklı iktidar tekniklerinin dağıtımı, nüfus grupları arasındaki bu ayrımın oluşturucu öğesidir. İktidar tekniklerinin bu heterojenliği ve çoğalışı, savaş ile polis arasındaki bir kopmayı mümkün kılmıştır.
Bu nedenle, belirli tarihsel durumlarda, savaş ile polis arasındaki bağlaşımın siyasal öneminin, bunların ayrımlaşmasına denk olduğunu ileri süreceğim. Neocleous, sistematik bir biçimde, savaş erki ile polis erkinin tarihsel birleşiminin izlerini sürüyor. Ve doğrusu, savaş durumundaki askeri ve teknolojik devrim söylemlerine karşı, örneğin insansız hava araçlarının eşlik ettiği savaş durumlarını eşzamanlı olarak gerçekleşen askeri operasyon, pasifleştirme ve gözetleme tarzının oluşturduğu örüntüye eklenen hava kuvvetleri biçimindeki analitik bir ağa kaydırmak elbette önemlidir. Böylelikle insansız hava araçlarının eşlik ettiği savaş durumu, yalnızca “her yerde savaş”[26] biçiminde olmakla kalmayıp, aynı zamanda “her yerde polis” [27] niteliğini de taşıyan savaş-polis bağlantısının çağdaş bir biçimi olarak belirmektedir. Bununla birlikte, savaş ile polis arasındaki ayrımların izini siyasal bir biçimde sürmek ya da belirli iktidar ekonomileri içerisinde bu ayrımların nasıl ortaya çıktığını belirlemek de eşit derecede önem taşımaktadır. Örneğin insansız hava araçlarıyla sürdürülen savaş durumlarında görünürlük ve gözetim kipleri, belirli iktidar tekniklerindeki süreklilik ve süreksizlik ekseninde anlaşılmayı gerektirmektedir. Doğrusu gözetim daima egemen iktidarın bir karakteristiği olagelmiştir; bu iktidarın bilgi ve görünürlük rüyası da göz önünde bulundurulursa bu, daha açık bir hal almaktadır. Fakat gözetim, içerisinde işlev gördüğü iktidar ekonomisine bağlı olarak bir dizi tarihsel yer değiştirmeyle de karşı karşıya kalmaktadır.[28]
Bu biçimde yönetilmemeyi düşünmek için gerekli uzamları yaratan belki de bu yer değiştirmeler ve bunların iç savaş, mücadele, kargaşalık, taktik, disiplin, yönetim ve biyo-siyasete ilişkin farklı söz dağarcıklarıdır. Ancak Foucault, savaş ile siyaset arasındaki ilişkiyi düşünmeye sıra geldiğinde duraksamıştır. “Siyaset düzeninde güçler arasındaki ilişki savaşçıl bir ilişki midir?” diye soruyor 1977’deki bir röportajda ve bunu da şu itirafta bulunmak için soruyor: “Kendimi kişisel olarak, bu soruya kesin bir evet ya da hayır yanıtı verebilecek kadar hazırlıklı hissetmiyorum.”[29] Savaş Erki, Polis Erki, sınıf/savaş-polis bağlantısı olarak toplumsal (uluslararası) düzen örüntüsüne dönük analitik yaklaşımı içerisinde, ilk bakışta bu soruya ‘evet’ yanıtını veriyormuş gibi görünüyor. Ama daha yakın bir okumayla, öyle düşünüyorum ki Neocleous, farklı bir yanıt getiriyor ve böylelikle Foucault’nun yakalanmış gibi göründüğü örtük ‘evet yada hayır’ şantajından sakınıyor. Bu analitik örüntü, Neocleous’un kitapta benimsediği eleştiri yöntemi aracılığıyla geliştiriliyor ki şimdiki bölüm bu konuya eğiliyor.
ELEŞTİRİ YÖNTEMİ
Yeniye ilişkin söylemlerin aksine, Savaş Erki, Polis Erki şimdinin eleştirisini, aynı zaman da polis erki olan sınıf savaşının sürekliliğini açığa çıkaran tarihsel bir yöntem aracılığıyla formüle etmektedir: “Polis sözleşmeleri, metinleri, sözü ve eylemi, bizlere, aralıksız polis savaşlarının serkeşlere, azgınlara, suçlulara, edepsizlere, itaatsizlere, sadakatsizlere ve kanunsuzlara karşı yürütüldüğünü anlatmayı hiç bırakmazlar”;[30] “özgürlük imparatorlukları daima aynı zamanda şiddet imparatorluklarıdırlar”;[31] “savaş ve hukuk, modern siyasal düşüncenin doğuşundan beri birbirine örülmüştür”;[32] “uygarlık idesi hiçbir zaman bütünüyle kaybolmamış, aksine, diğer idelerin bünyesine dahil olmuştur”;[33] “hava kuvvetleri daima bir polis erki olmuştur”;[34] “bizden gerçekleştirmemiz beklenen dirençlilik alıştırmaları … savaş erkinin süreğen uygulaması içindeki özneler olarak bizim üzerimizdeki polisiye etkinliğin bir aygıtıdır”.[35]
Yeni fetişizmini dağıtmaya ve hüsnü tabirin örtüsünü kaldırmaya dönük çağrı beni ikna etmiş durumda, fakat ‘bugün’ün nasıl bir değişim yarattığını da merak ediyorum. Yani savaştaki, polislikteki dönüşümü ya da herhangi bir tarihsel süreksizliği en nihayetinde nasıl düşünüyoruz? Süreksizlik sorusunu sormak, olumsallığın ve failliğin olumlanması anlamına gelmiyor. Postone’un da uyardığı üzere (sanıyorum Neocleous da bunu onaylamaktan keyif duyardı) “failliğe ve olumsallığa yönelik olumlayıcı bir vurgu tek yanlıdır; tek yanlı bir yapısalcılığın karşıt ya da antinomik bütünleyicisidir.”[36] Daha iyisi, dönüşümün ya da Foucault’nun ifadesine başvurursak, ortaya çıkışın olanağının koşullarını sorgulamaktır.
Benim okumama göre, Neocleous dönüşüm üzerine iki perspektif öneriyor: (i) Sermayenin mantığının yoğunlaşması olarak ve (ii) kapitalist olmayan yaşamın sermayenin mantığına dahil edilmesi olarak dönüşüm. Dönüşüme ilişkin ilk kavrayış, sanıyorum en iyi örneğini insansız hava araçlarıyla sürdürülen savaş durumunda ve uçuşa yasak bölgelerde buluyor ki Neocleous, bunun “iktidarın uzamının dönüştürülmesi: Uluslararası polisin değil de ebedi polisin, genel bir polis erkinin gerçekleşiminin düzenin yeniden üretimine kalıcı bir biçimde karışması” olduğunu ileri sürmektedir.[37] İkincisine örek olaraksa, yerli kabilelerin vergi vermeyi reddetmelerinin sömürgeci devlet tarafından bir ‘savaş durumu’ olarak yorumlanması ve bu insanların bombalamaya ve hava kuvvetlerine açık kılınması konusu verilebilir.[38]
Dönüşüme ilişkin üçüncü bir kavrayış, Silvia Federici’nin hem Marx’a hem de Foucault’ya yönelik feminist eleştirisinde açığa çıkmaktadır – Marx’ın kapitalizme geçişe ilişkin açıklamaları ve Foucault’nun da disiplinci iktidar çözümlemesi eleştiri konusudur.[39] Federici, bunu, yalnızca ‘kadınları’ bir çözümleme kategorisi olarak devreye sokmakla kalmayıp, yöntemsel bir ters çevirmeyle de gerçekleştirmektedir. Kapitalist iktidardan yola koyulmak yerine, ayaklanma ve direnişten yola çıkmaktadır. Yeni iktidar tekniklerinin icadı, sermayenin mantığına karşı ayaklanmalara ve başkaldırılara verilmiş bir tepki -ve aynı zamanda bunları önlemeye dönük bir tutum- olarak anlaşılabilir. Örtük yeğinleşme ve yoğunlaşmaları ya da iktidar tekniklerinin icadını anlamamıza olanak tanıyan şey direniştir. “Mevcudiyetlerinin ilk üç yüzyılı boyunca, kapitalist sınıfın eğilimini,” diye ileri sürer Federici, “yani köleliği ve diğer zor içeren emek biçimlerini baskın çalışma ilişkileri olarak dayatma eğilimini, yalnızca işçilerin direnişi ve iş gücünün tükenmesi tehlikesi sınırlamıştır.”[40]
Federici’yi izleyerek, savaş ve polisin iktidar teknikleri olarak birleşmesini/ayrılmasını bir direniş çözümlemesi aracılığıyla açıklayabiliriz. Federici’nin cadılığı ‘ilkel birikim’ olarak çözümlemesi, Neocleous’un ziyana karşı savaş, uluslararası hukuk ve polisliğe ilişkin çözümlemesiyle pek çok kavramsal ortaklık taşıyor. Federici, ayrıca, günümüz Afrika’sındaki cadılık ve cadı avcılığına ilişkin yenilik söylemlerini de reddediyor.[41] Avrupa’daki cadı avcılıklarının da kadınların toplumsal iktidardan pay almalarına ve ortak alanların kapitalist tahribatına karşı direnişlerine yönelik önleyici bir savaş olduğunu hatırlatıyor. Afrika’daki yenilenmiş cadı avcılıkları, ilkel birikimin sermayenin mantığı ve sınıf mücadelelerinin bölünmüşlüğü içerisindeki devamlılığının göstergesidir ki bu durum içinde, çitleme ve neo-liberalleştirme süreçleri aracılığıyla topraktan ve kaynaklardan yoksun bırakılan genç erkekler, benzer bir şiddeti kadınlara uygulamaktadırlar. Bugün Afrika’da cadılıkla suçlanan kadınlar, “kaynakların kapitalist olmayan bir biçimde kullanılmasını savunan yaşlı kadınlar ile pazarlarda bulunan kadınlardır ki erkekler, bunların kendileriyle rekabet ettiklerini inanmaktadırlar.”[42]
Federici’nin çözümlemesinde çapraşık bir ayrılma ilişkisi belirmektedir ki burada, sermayenin mantığı çok-değerli iktidar teknikleri ile çok-biçimli direniş içinde üst üste binmektedir. Kitabın son bölümünde, ‘dirençliliğin’ dilinin yakın dönemdeki yükselişinin çözümlendiği yerde, Neocleous, benzeri bir sürek/sizliği onaylamaya iyice yaklaşıyor. Dirençliliğin dilinin yaygınlaşması, “devletin bizzat kendi güvenlik mantığı tarafından tüketilmekte olduğunun”[43] belirtisidir. Dirençlilik, yıkıcı ve potansiyel olarak felaket barındıran belirli bir ‘gelecek kaygısına’ gönderim yapar ki bu, ‘açıkça neo-liberal bir gündemin’ yayılması içerisinde seferber edilmektedir. Dirençlilik, yeniliği mutlak olmasa da, uzmanlar ve akademisyenler tarafından duyurulan şu ‘yepyeni yeni’ olmasa da bir şeyleri daha farklı yapmaya aday olarak sunmaktadır kendisini. Aynı zamanda dirençlilik, “birikimin, kendisi aracılığıyla örgütlendiği yüce kavramdır.”[44] Dirençlilik sermayenin ve devletin sınırlarına –kapitalist koşullar altında gerçekleştirilmesi olanaksız olan güvenlik ve özgürlük vaadi– verilen bir tepkidir, fakat aynı zamanda yeni taktiklerin icadını da yansıtır.[45] Bu taktikler, kapitalizmin başarısızlıklarını öznel terimlerle yeniden sorunsallaştırmakla kalmamış, aynı zamanda eleştirel teorinin kelime dağarcığında da bir kaymaya neden olmuştur: Yabancılaşmadan travmaya, sömürüden kaygıya, devrimden dirençliliğe. Neocleous’un eleştirisinin en güçlü formülasyonunu bulduğu yer de burasıdır: Yeniliğin eleştirisinin ötesinde, yönetimsel düşünüşün ve eylemin kategorilerine yönelik eleştiri, yabancılaşma, sömürü ve devrim gibi farklı bir eleştirel söz dağarcığını gerektirmektedir. Kitabın, biterken, savaşla ilgili olarak geliştirdiği bu içgörü, Foucault’nun savaş ile siyaset arasındaki ikilemine verilmiş alternatif bir yanıt gibi durmaktadır. Ne savaş ne de güvenlik (ve tabi ne de dirençlilik) eleştirel düşüncenin kategorileri olabilirler, çünkü bunlar egemenlik kategorileridir. Eleştirel düşünce, eğer savaşın, polisin, güvenliğin bugün, toplumsal (uluslararası) düzenin üretiminde nasıl seferber edildiğini anlayacaksa, başka çözümleme kategorilerini ve söz dağarcıklarını -Neocleous’a göre bu, birikimin ve kapitalizmin, Foucault’ya göre ise iktidarın söz dağarcığıdır- yeniden edinmek durumundadır.
SONUÇ: DİSİPLİNLERİN DİSİPLİNSİZLEŞTİRİLMESİ
Bir sonuç olarak, Savaş Erki, Polis Erki’nin bir ‘disiplinsizleştirme’ tarzı olduğunu vurgulamak istiyorum. Disiplinsizleştirme, hem bize verilmiş olan baskın düşünme kategorilerine bir karşı koyma hamlesi, hem de belirli sınırlar ve ayrımlarla tanımlanan disipliner düşünme ve yazma tarzını silme hamlesidir. Hem uluslararası hukuk hem de uluslararası ilişkiler çalışan akademisyenler için ‘uluslararası’ terimi bir ağırbaşlılık taşımaktadır. Disiplinlerin ve alt disiplinlerin varlığını meşrulaştırmakta, simgesel bir akademik sermaye yaratmakta ve yalnızca disiplinler arasında değil, ayrıca alt disiplinler arasında da sınırlar çizmek üzere seferber edilmektedir. Yanı sıra, yeterince ‘uluslararası’ olmayan akademisyenleri de gayrimeşru kılma taktiğidir. Disiplinler ve bunların ayrı nesnelerinin formülasyonu, eşit derecede egemenlik kategorileridir ki Neocleous, bunu, kapitalizmin ve birikimin analitik söz dağarcıklarını kullanarak istikrarsızlaştırmaktadır. Neocleous, yeninin yanı sıra, pek çok disipliner aşinalığı da bir disiplinsizleştirme jestiyle dağıtmaktadır.
Çeviri: Abdurrahman AYDIN
DİPNOTLAR
[1] M Neocleous, War Power, Police Power (Edinburgh UP, 2014).
[2] Savaş ile polis arasındaki ayrımsızlık konusunda eleştirel okumalar için bkz. É Alliez & A Negri, ‘Peace and War’ 20(2) Theory, Culture & Society (2003) 109; M Hardt & A Negri, Multitude: War and Democracy in the Age of Empire (Penguin, 2004); D Bigo, ‘When Two Become One: Internal and External Securitisations in Europe’, in M Kelstrup & MC Williams (eds), International Relations Theory and The Politics of European Integration: Power, Security and Community (Routledge, 2000) 171; V Jabri, War and the Transformation of Global Politics (Palgrave Macmillan, 2007). Askeri el kitapları ve güvenlik stratejileri (örneğin 2002 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi) yeni tehlikelere, yeni risklere, yeni teknolojilere ve yeni savaş biçimlerine referanslarla doludurlar. ABD’nin neo-muhafazakarları, ‘haydur devletlerin’ ve yeni terörizm biçimlerinin önleyici savaşlar gibi yeni savaş biçimlerini gerektirdiği düşüncesini pek sevmektedirler.
[3] P Bourdieu, ‘The Specificity of the Scientific Field and the Social Conditions of the Progress of Reason’ 14(6) Social Science Information (1975) 29.
[4] C Aradau & R van Munster, Politics of Catastrophe: Genealogies of the Unknown (Routledge, 2011); M de Goede, Speculative Security: The Politics of Pursuing Terrorist Monies (University of Minnesota Press, 2012); B Massumi, ‘National Enterprise Emergency Steps Toward an Ecology of Powers’ 26(6) Theory, Culture & Society (2009) 153.
[5] Örneğin bkz. WE Scheuerman, ‘Carl Schmitt and the Road to Abu Ghraib’ 13 Constellations 13 (2006) 108.
[6] D Bigo, ‘Security: A Field Left Fallow’, in M Dillon & A Neal (eds), Foucault on Politics, Security and War (Palgrave Macmillan, 2008) 93.
[7] M Neocleous, The Fabrication of Social Order. A Critical Theory of Police Power (Pluto Press, 2000).
[8] M Foucault, Society Must Be Defended, trans. D Macey (Penguin, 2004).
[9] Neocleous (2014) 11-12.
[10] A.g.y. 14.
[11] A.g.y. (2014) 46-7.
[12] A.g.y. Chapters 2, 4.
[13] A.g.y. (2014) 98.
[14] A.g.y. (2014) 141.
[15] V. Jabri iktidarın bir aygıtı olarak savaşı çözümlemiştir. V Jabri, War and the Transformation of Global Politics (Palgrave Macmillan, 2007).
[16] Foucault’nun çalışmasında Marksizm’le ilişkinin durumuna ilişkin okumalar için bkz. C Aradau & T Blanke, ‘Governing Circulation: A Critique of the Biopolitics of Security’, in M de Larrinaga & MG Doucet (eds), Security and Global Governmentality: Globalization, Governance and the State (Routledge, 2010) 44; S Legrand, Les normes chez Foucault (Presses Univesitaires de France, 2007).
[17] M Foucault, La Société Punitive: Cours au Collège de France 1972-1973 (Gallimard, 2013).
[18] Örneğin E. P. Thompson’a yapılan referanslar ve pazar ayaklanmaları sadece üç yıl sonra Disiplin ve Ceza’dan çıkarılmıştır.
[19] Neocleous (2014) ch. 2.
[20] Foucault (2013) 47.
[21] G le Trosne, Mémoire sur les vagabonds et les mendicants (PG Simon, 1764).
[22] Neocleous (2014) 130.
[23] İngiltere’deki polisle ilgili argümanlar için karşılaştırınız, Neocleous (2000) ve F Dodsworth ‘The Idea of Police in Eighteenth-Century England: Discipline, Reformation, Superintendence, c. 1780-1800’ 69(4) Journal of the History of Ideas (2008) 583. Neocleous’a göre polis avareleri ve serserileri emek gücüne dönüştürmenin de arayışı içindeydi. Dodsworth’a göre ise 18. yüzyılın sonlarına kadar İngiltere’deki polis ticari toplumla birleşmiş lüksün yayılmasıyla ilgileniyordu.
[24] R Castel, From Manual Workers to Wage Labourers: Transformation of the Social Question, trans. R Boyd (Transaction Publishers, 2002) 221.
[25] Ayrıca bkz. Neocleous (2000).
[26] D Gregory, ‘The Everywhere War’ 177(3) The Geographical Journal (2011) 238.
[27] Neocleous (2014) 162.
[28] M Foucault, Security, Territory, Population (Palgrave, 2007).
[29] M Foucault, ‘The Eye of Power’, in Power/Knowledge: Selected Interviews & Other Writings 1992-1977, ed. C Gordon (Harvester, 1980) 164.
[30] Neocleous (2014) 14.
[31] A.g.y. 25.
[32] A.g.y. 46.
[33] A.g.y. 126.
[34] A.g.y. 156.
[35] A.g.y. 193.
[36] M Postone, ‘Thinking the Global Crisis’ 111(2) South Atlantic Quarterly (2012) 227, 229.
[37] Neocleous (2014) 189.
[38] A.g.y. 147.
[39] S Federici, Caliban and the Witch (Autonomedia, 2004).
[40] A.g.y. 64.
[41] S Federici, ‘Witch-Hunting, Globalization, and Feminist Solidarity in Africa Today’ 10(1) Journal of International Women’s Studies (2013) 21.
[42] A.g.y. 29-30.
[43] Neocleous (2014) 198.
[44] A.g.y. 200.
[45] Dirençliliğin geleceği yalnızca potansiyel bir felaket ya da yıkım olarak değil, aynı zamanda ‘sürprizler’ ve böylelikle de belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların bir toplamı olarak nasıl yeniden formüle ettiği konusunda, bkz. C. Aradau, ‘The Promise of Security: Resilience, Surprise and Epistemic Politics’ 2(2) Resilience (2014) 73.