Suçlu olduğuna emin olduğunuz bir kişiyi savunabilir misiniz ? Ceza avukatlarının korkulu rüyası olan bu etik soru maalesef mesleğin varoluşundan bu yana hukukçular için teorik bir tartışmanın ötesinde bir gün kapıyı çalabilecek somut bir sorunu ifade etmektedir. Avukat yardımı almanın adil yargılamanın koşullarından biri olduğu göz önüne alınacak olunursa, yargılamanın selameti adına da herkesin bir avukat tarafından temsil edilmesinin gerekliliği aşikardır; “herkes” eli kanlı bir terörist ya da diktatör bile olsa.
Bu sevimsiz sorun popüler kültür açısından hemen her ele alınışta net bir çözüme kavuşur. Sayısız film ve genelde bu filmlerin senaryosuna kaynak teşkil eden romanda korkunç suçluyu savunmak zorunda kalan iyi niyetli avukatın nihayetinde kurnaz manevralarını davayı kazanmak için değil, müvekkiline ihanet etmek için kullanmasına şahitlik ederiz ve adalet ya da adalet olduğuna inandığımız durumun yerini bulmasının ve vicdanımızın bu badireyi atlatabilmiş olmasının keyfini çıkarırız.
Oysa kurgu olmayan hayatta insanlar şeytancasına kötü ya da melek gibi masum değildir, suça meydan veren olayların da tamamen doğru ve haksız sıfatlarıyla nitelenemeyeceği; hayatın siyah ve beyaz olamayacağı gibi.
İşte bu düsturla yola çıkan ve ceza hukuku ve devlet adaletinin tatmin edeceği basit adalet duygusuna meydan okumaya niyet etmiş genç bir avukat, Cezayir ulusal özgürlük cephesine üye bir teröristin savunması ile bütün dünyanın dikkatini çekmeyi başardığında sene 1957 idi. Cezayir’de Fransız sivillerin çokça alışveriş ettikleri bir dükkanı bombalayan ve 11 kişinin ölümünden sorumlu teröristi savunan Jacques Vergès, bu hükmün ne olacağı daha başından belli yargılamada, ne zanlının suçsuz olduğunu iddia etti ne de cezada indirime gidilmesi talebini ileri sürdü. Bunların yerine mahkemenin Cezayirdeki Fransız sömürgesinin bir oyuncağı olduğunu iddia etti. Sömürgeciliğe karşı özgürlük için savaşan teröristlerin Fransız hukukuna göre yargılanamayacaklarını ileri sürdü. Zanlı Bouhired ölüm cezasına çarptırıldı ancak Vergès’in savunması o kadar etkili olmuştu ve halk arasında Bouhired’e öyle bir şöhret getirmişti ki, iç ve dış tepkiler sebebiyle cezanın infazı asla gerçekleştirilmedi. 1962’de cezayir bağımsızlığına kavuştuğunda çoktan bir özgürlük kahramanına dönüşmüş olan Bouhired serbest bırakıldı ve 1965 yılında kendisi de dünya çapında bir şöhrete dönüşmüş olan avukatıyla evlendi ve üç çocuğunun annesi oldu.
Evliliğinin beşinci yılında birden ortadan kaybolan ve dokuz yıl sonra dönen, kendine ücretsiz izin vermiş olduğundan başka da bir açıklama yapmayan Vergès’in sona eren evliliği de kendi anne-babasınınki gibi kısa süren ve karma bir evlilikti. Tayland’da doğan avukatın yerli halka mensup annesi kendisi üç yaşındayken ölmüş ve Fransız baba ve üç çocuğu ırkçı ve ayrımcı sömürge düzeninde var olma çabasına düşmüşlerdi. Babasının mesleki kariyeri, evliliğini affetmeyen idarenin ceza niteliğindeki uygulamaları ile yok edilmiş ve bütün bunlara tanıklık ederek geçen çocukluk avukatın daha ileri yaşlarında kendisine çizeceği yönü etkilemişti.
Vergès’e uluslararası şöhreti getiren davalardan biri de Lyon kasabı olarak adlandırılan Nazi savaş suçlusu Klaus Barbie’nin yargılanması oldu. Alman işgali sırasında gestapo komutanı olarak görev yapan müvekkilini savunurken yine mahkeme ve iddia makamını, kurbanları da dahil ederek, suçladı ve yargılamayı Fransa’nın bu suçtaki tarihi rolüne çevirmeyi başardı. Yargılamayı bozarak geliştirdiği –ve mucidi olmaktan gurur duyduğu- bu savunma biçimi daha sonra mahkemelerin meşruiyeti ve yasallığının tartışmalı olduğu uluslararası ceza mahkemelerinde sıklıkla başvurulan bir yöntem oldu. Slobodan Miliseviç’in yargılaması dahil olmak üzere bir çok avukat müvekkillerini olayların alternatif tarihi anlatımları ile yargılamayı bozmayı denediler. Vergès’in kendisi de bu yöntemi Kızıl Kmerler davasında da tekrar denedi. Mahkemenin Kamboçya’da işlenen suçlara yönelik bakış açısını geliştirmek adına sadece Kızıl Kmerler’in faaliyetlerini değil Amerikan bombardımanı ve Çin ve Vietnam’ın müdahalelerini gündeme getirdi ve Khieu Samphan’ın işlenen suçlardan kişisel olarak sorumlu tutulamayacağını ileri sürdü. Avukat insanların dünyayı siyah ve beyaz olarak algılamalarının kolaycılık olduğunu düşünüyordu. Suçluyu canavar olarak etiketlemek her açıdan hatalıydı. İnsanlar milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan kişilerin başkalarına karşı sevgi dolu olabileceğini kabul etmek istemiyor, onları korkunç canavarlar olarak algılama kolaylığını seçiyorlardı. Oysa bütün sorumluluğu o « canavara » yüklemek olayın meydana gelmesinin gerçek sebebini maskeliyordu. Bunun sonucunda da sorumluluğu birine yüklemek benzer bir olayın başka bir yerde tekrar meydana gelmesini engelleyecek önlemler üzerine düşünmeye engel oluyordu. Mesela, Amerikalılar Fransız ordusunun Cezayir’de işlediği suçların sonuçlarından ders çıkarmayı bilmiş olsalardı Abu Garip’te olanlar hiç yaşanmayabilirdi.
Vergès ortadan kaybolduğu ve tam olarak nerede olduğu hiç bir zaman bilinemeyen kayıp yıllarının ardından Paris’e dönüp avukatlığa başladıktan kısa bir süre sonra Batı Alman terör örgütü Devrimci Hücreler’in iki üyesinin savunmasını üstlendi. Müvekilerinden biri Magdelena Kopp, dört yıl hapis cezasına mahkum olmuştu ki, sevgilisi olduğu öğrenilen Çakal Carlos, serbest bırakılması için bombalı saldırılar düzenletmeye başladı. Fransa ve Berlin’de 14 kişinin hayatını kaybetmesine sebebiyet veren bu saldırılar devam ederken Jacques Vergès Fransız hükümetine Devrimci Hücreler ile arabulucuk yapmayı teklif etti. Gerçekten de çabaları sonucu bombalı saldırılar sona erdi, Kopp erken tahliye edildi. Vergès bu süreçteki rolünü her zaman Fransız hükümetine hizmet olarak tarif ettiyse de, Carlos 1994’te tutuklandığında önce savunmasını üstlenen sonra ters düştükleri için azlettiği avukatın “kendisinden daha büyük bir terörist” olduğunu ileri sürdü. Vergès ise kötü şöhretin tadını çıkarmayı bildiyse de, bu sıfatı asla üstlenmedi. Müvekillerinin ne kadar korkunç şeyler yaptıklarıyla değil, onları o suçları işlemeye itenin ne olduğunu bulmakla ilgilendiğini söyledi. 88 yaşında aramızdan ayrılan Vergès, son günlerine kadar bu konuda hiçbir ilkesi olmadığını söylemeyi sürdürdü; kimseyi savunmayı reddetmeyecekti, ne Hitleri, ne Usama Bin Ladin’i. Hatta sözünü sakınmayan avukatın açık yürekli ifadesine göre George Bush’u bile savunması mümkündü, elbette öncelikle eski ABD Başkanı işlediği suçları kabul ettiği takdirde.