Sistematik Sömürgeleştirme ve Kapitalist Üretim Tarzının Giz(ler)i

Mark Neocleous’un Savaş Erki, Polis Erki’nin polemik bakımdan hedefine oturttuklarından biri de çeşitli ‘liberal barış teorileri’dir ki bunlar, liberal kapitalist bir piyasanın silahlı çatışmaların kesintiye uğraması ve durmasıyla yan yana gittiği biçimindeki yaygın bir varsayıma dayanırlar. Neocleous’un ifadesiyle, “bir ekonomik düzen içinde köklenmiş liberal bir barış görüşü düşüncesi, [pek çok uluslararası ilişkiler teorisyeninin] eleştirmeden kabul edip düşünmeden devam ettirdiği devralınmış bir bilgelik kırıntısı haline gelmiştir.” [1] Oysa, Neocleous’un Vitoria, Grotius ve Vattel gibi yazarlara ilişkin geniş çözümlemesinin de açık kıldığı üzere, uluslararası hukukun temelleri, altlarında yatan savaşçıl karakterle ve kapitalist yayılma için temel ideolojik meşrulaştırma aracı olarak anlaşılmalıdır. Liberal barış tezinin oluşumu, kendisini bütün şiddeti, tutarsızlığı ve ikiyüzlülüğüyle ilk kez açığa vuruyor değil. Domenico Losurdo’nun Lebiralizm: Bir Karşı Tarih’i liberalizmin savaşla ve şiddetin değişik biçimleriyle nasıl da ayrılmaz bir biçimde bağlı olduğunu gösteren oldukça titiz bir çalışmadır.[2] Aynısı, uluslararası hukuk topluluğunun, uluslararası hukukun tesisi ile Avrupa menşeli sömürgeci savaş durumu arasındaki ilişkiyi sorunsallaştıran eleştirel kanadı için de geçerlidir.[3] Fakat bu iki yaklaşım, Savaş Erki, Polis Erki’nin tartışmasız bir biçimde açık kıldığı şeyi açıklamaya pek de yaklaşamamaktadır. Liberal düşüncenin tarihini elbette bir şiddet tarihi olarak çözümlüyorlar, fakat bunun, sermaye birikimini amaçlayan bir burjuva şiddeti tarihi olduğunu ve Neocleous’un ‘savaş erki’ ile ‘polis erki’ olarak adlandırdığı şeylerin birleşimi aracılığıyla daimileştirildiğini gözden kaçırma eğilimindeler.

Neocleous, savaşa ya da savaş ile siyaset arasındaki bağıntıya ilişkin incelemeleri (Sun Tzu, Machiavelli, Clausewitz) tekrar etmek yerine, ‘daimi ve küresel nitelikli birikim savaşı’na kök salmış şiddeti açığa çıkarmak için “Vitoria tarafından vazedilen, Grotius tarafından geliştirilen ve Locke tarafından da incelik verilen”[4]  formülasyonları titizlikle yeniden okumaktadır. Bu, Neocleous’a, yapısal şiddeti ve birikim için savaşın hukuksal temellerini, uluslararası hukukun ve liberal teorinin bizzat babalarında açığa çıkarma olanağını sunmaktadır – kitabın üçüncü bölümü çerçevesi çizilen eril ve askeri iktidar, liberal barışın gizlerinden biri olarak belirmektedir. Neocleous, Savaş Erki, Polis Erki’nde bu altta yatan şiddetin, siyasal düşüncenin klasiklerinin bir ön varsayımı olduğunu tekrar tekrar gösteriyor.

Bu nedenle kitabın merkezi ilkelerinden biri, liberalizmin doğumundan beri kendisinde barındırdığı şiddeti gizleyen söylemsel alanın hukukta somutlaştığı biçiminde. Hukuk bir  barış felsefesini eklemlesin diye çağrılmıştır ve bu, Neocleous’un sözleriyle, yalnızca “ideolojik bir ciladır.”[5] Savaş Erki, Polis Erki’nde uluslararası hukukun ideolojik maskesi tekrar tekrar düşürülür ve uluslararası hukukun, sınıf savaşının bir aygıtı ve meşrulaştırıcısı olduğu açığa çıkarır. Neocleous’un ‘terörle savaş’ yorumcularına bu kadar eleştirel yaklaşmasının nedeni de budur. Onun konumlandırdığı biçimiyle, bunlar, uluslararası hukukun ihlali olacak ‘yeni’ bir emperyal oluşumun ifadesi olarak terörle savaşı temsil etmektedirler. Bu görüşe göre, çağdaş çatışma biçimlerinin varsayılmış hukuksuzluğu, sömürgeci şimdinin Marx’ın ilkel birikim olarak adlandırdığı şeyin mantığının -yani kapitalizmin temelini oluşturan uygulama olarak toprakların özel mülke dönüştürülmesi- bir parçası olarak anlaşılması gerektiğini ve uluslararası hukukun “birikim savaşını tehdit etmekten ziyade kolaylaştırdığını”[6] ıskalamaktadır.

Bu yüzden, Neocleous, egemen savaş pratiğiyle ve siyasal-ekonomik polis erkiyle ilgili konuları yeniden formüle ederek düzenlemektedir ki ona göre bu iki süreç, ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir ve birbirlerinin bağımsız saf bir formu muhafaza etmeleri mümkün değildir.[7] Fakat şimdi, Neocleous’un pek çok argümanının gücünü teslim etmek üzere, kapitalizmin ortaya çıkışına (ve yeniden üretimine) ilişkin Marx’ın tarihsel çözümlemesine olan bağlılığına döneceğim.

‘İLKEL BİRİKİM’ KONUSUNDA NEOCLEOUS

Neocleous’un temel argümanı, siyasal bakımdan en yerinde ve özgün argümanı Savaş Erki, Polis Erki’nin ikinci bölümünde yer almaktadır: Sermaye birikimini, küresel burjuva düzeninin (sınıf savaşının spesifik bir biçimi aracılığıyla sağlamlaştırılmıştır) inşasındaki, tekniklerinin ve söylemlerinin bir soykütüğünün çıkarılmasındaki rolüyle ele almak. Kitap bu çerçevede anlaşılmalıdır. Daha özel olarak, Savaş Erki, Polis Erki’nin esasını, kapitalist üretim biçiminin giz(ler)ini ve liberal düşünce ile uluslararası hukukun sermayenin muhafazasını ve yeniden üretimini nasıl temin ettiğini, kolaylaştırdığını ve meşrulaştırdığını açığa çıkarmaktır. Savaş Erki, Polis Erki’nin tam kalbinde Neocleous’un sermaye birikimine ilişkin okuması vardır ki bu okumanın özgüllüğü iki biçimde eklemlenmeyi gerektirmektedir: İlk olarak Marx’ın ‘ilkel birikim’i ele alma tarzıyla ilişkisinde ve ikinci olarak da ‘ilkel’ ya da ‘kökensel’ birikimin Marx tarafından yerleştirildiği tarihsel ve spesifik düzenlemeden sökülüp alınmasıyla ilişkisinde.

Neocleous’un ‘uluslararası hukuka yönelik gerçekten Marksist bir eleştiri’ geliştirmek yönündeki argümanı, tam da birikim kavramının çağdaş literatürdeki nedeni açıklanamayan yokluğu olarak nitelediği durumu tanımlamakla işe başlar.[8] Marx, kutuplaşmış bir zenginlik birikiminin ortaya çıkışını endüstriye ve küçük bir seçkinler grubunun çok çalışmasına -ki bunların yanı sıra ‘kendi özlerini boşa harcayan işe yaramazların da sözünü ediyorlardı- bağlayan açıklaması nedeniyle ‘klasik siyasal ekonominin’ (yani Adam Smith ve Ricardo gibi yazarların) ikiyüzlülüğünü son derece net bir biçimde açığa vurmuştu. Bu ‘sözde’ ilkel birikimdir.[9] Adam Smith’le girdiği diyaloglardan birinde, Kapital’in birinci cildinin son bölümünde, Marx, sermayenin özgül ve dengesiz toplumsal ilişkiler düzeneği yolunda ilkel sermaye birikiminin nasıl da şiddetli bir karakter taşımakta olduğunu tekrar tekrar göstermektedir.[10] Marx’ın Kapital’inin birinci cildini “biz gizler kitabından daha azı olmayan” bir metin olarak sunan Neocleous, şunu soruyor: Kapitalist üretim biçiminin gizi nedir?[11] İlkel birikimi sermayenin paradigmatik biçimi kılan Marx, sermayeyi, varoluşları konusunda her türlü özerklikten arındırılmış ve yalnızca, ücretli-emek biçimleri içinde kapsanacak emek kapasiteleriyle bırakılmış çoğunluğun, üretim araçlarından şiddet yoluyla koparılmasıyla nitelenen özgül bir toplumsal ilişki olarak tanımlıyordu. Alman filozofların dediğine bakılırsa, insan kitlelerinin ücretli-emekçilere dönüştürülmesi “modern tarihin bir suni bir ürünüdür.” Burjuva siyasal ekonomisinde çizgisel (örtük olarak doğal ve kaçınılmaz) bir tarihsel gelişme olarak sunulan şey, Marx’ın muhasebesinde, farklı kaynakların sermayenin kendine özgü değer biçme gereksinimi tarafından soğurulmasını hedefleyen partizan bir siyasal süreç olarak belirir.

Klasik siyasal ekonomide, “kapitalist üretim biçiminin hüküm sürdüğü toplumların zenginliği, metaların muazzam bir toplamı olarak” belirirken, Marx, bunun aksine, “bunun temel koşulunun bizzat bireyin emeğine dayanan özel mülkiyetin yok edilmesi olduğunu” ve bunun içinde “en büyük rolü fethin, köleleştirmenin, hırsızlığın, cinayetin, … zorun oynadığını”[12] gösteriyordu. Neocleous’un gösterdiği üzere, bu, sermayenin ve Marx’ın Kapital’inin gizidir. Marx’a göre ilkel birikim, bir dizi tarihsel olumsallığın ve suni koşulun sonucudur ki bu, şu biçimde şemalaştırılabilir: Serfliğin ilgası ve feodal toplumun son zincirlerinin çözülmesi, tarım emekçisinin istimlâki ve iki karşıt sınıfın, ortaya çıkan meta piyasasında işçinin yeniden köleleştirilmesiyle (fakat açıkça özgür ücretli-emek formunda) sonuçlanan kutuplaşması. Marx’a göre bu koşulların oluşumu, 15. yüzyılın son diliminden 18. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. Ayrıca ‘Yeni Dünya’nın keşfi de bir dünya piyasasının yaratılmasının imkanını açmış ve sömürgelerdeki şiddetli çatışmalar, “ilkel birikimin esas uğraklarını” işlevsel bakımdan süreklileştirmiştir.[13]

Burada, Neocleous, [burjuva] düzenin[in] üretimi yönünde işleyen daimi bir sınıf savaşı biçimindeki kendi argümanı doğrultusunda kullanmak üzere EG Wakefield’ın -nostaljik bir sömürgeleştirme teorisyeni. Marx’ın Kapital’in son bölümündeki ünlü çözümlemesinin ve alaylarının muhatabıdır- ‘sistematik sömürgeleştirme’ fikrini ödünç alır. Ancak bu fikri özgül bir uzamsal düzenlemeden, sömürgeciliğin tarihsel zamanından ve piyasaların genişlemesinden kurtarır.[14] Neocleous, sistematik sömürgeleştirmenin sermayenin kökensel taleplerini, sermayenin varoluş koşullarının yeniden üretimini devamlı olarak yeniden yaratan süreç olduğunu ileri sürer. Fakat bireylerin çoğunluğunun kendi varolma aygıtlarından koparılması ve ücretli-emeğe mahkum edilmeleri -köleliklerindeki şekilsel bir değişim- kapitalizmin şafağında meydana gelmiş gibi görünmektedir. İlkel birikimin, tarihsel-özgül anlamda pek çok yorumlanma çerçevesine sahip olmasının ve Neocleous’un ilkel birikimin kalıcı niteliğine ilişkin argümanının oldukça kullanışlı olmasının nedeni de muhtemelen budur.[15]  Bu anlamda, sistematik sömürgeleştirme, dünyanın sermaye tarafından daimi ve bitimsiz bir biçimde kapsanmasıdır.

Neocleous’un üç uğrak arasındaki ayrımı daha detaylı bir biçimde keşfetmiş olmasını arzuluyor olabiliriz: İstimlâk edilmiş bireyler kitlesinin para sahipleriyle ilk karşılaşması; sömürgelerde gerçekte ne olduğu ve daima ‘ilk koparmayı’ (pek çok insandan kendi varolma aygıtlarının koparılması ve zor yoluyla bir işçi sınıfının oluşturulması) yeniden üretmiş olan sistematik sömürgeleştirme. Marx, “endüstri şövalyelerinin, yalnızca, artık herhangi bir parçası olmadıkları olaylardan yararlanarak, kılıçlı şövalyelerin yerini almak suretiyle başarılı olduklarına”[16] işaret ediyordu. Bu bakımdan, tarihsel olarak kökensel birikimin, kategorik bir biçimde şiddetin bir sonucu olduğunu, fakat bu şiddetin burjuva şiddeti olmadığını ileri sürmek mümkündür. Doğrusu kimileri, para sahipleri ile emek-güçlerinden başka hiçbir şeyi olmayanlar arasındaki şansa bağlı bir karşılaşmaya işaret etmek üzere, Marx’ın yorumunu bir hayli detaylandırmışlardır ki gerçekte böyle bir karşılaşma hiç olmamış da olabilir.[17] Fakat her durumda, sermaye bir kere sivrildiğinde, bütün tepkisel niteliğiyle birlikte, sınıf savaşı da ortaya çıkmıştır: Bu, sistematik sömürgeleştirmeye ilişkin Neocleous’un günümüzdeki özgün okumasıdır.

Neocleous’un ilkel birikimin daimi özelliklerine ilişkin görüşü, birtkım başka Marksist düşünürlerde de varolmasına karşın, bu, kapitalizmin ortaya çıkışına ve kendi ‘aksiyomatiğini’ yeniden üretmesine ilişkin Neocleous’un okumasının özgün olmadığı anlamına gelmemektedir. Daha ziyade, Neocleous, bu perspektifleri bütün sürecin materyalist bir analizinde birleştirebilmekte ve bunu da ‘savaş’, ‘barış’, ‘gelişim’, ‘kanunsuz’, ‘pasifleştirme’ ve ‘uygarlık’ gibi kavramların soykütükleriyle bağlantılandırabilmektedir. Aynı zamanda, kendi varoluş koşulları olarak şiddete ve zora başvuran bir süreci açığa çıkarmak için, bu kavramların liberal teorilerdeki ya da bunlara yakın literatürlerdeki yapılanışını bozmaktadır. Kısacası Neocleous, Marx’ın yaptığı gibi, ilkel birikimin paradigmatik örneği olarak sömürgelerin rolünü vurgulamaktadır. Yanı sıra, daimi ve kalıcı ilkel birikim anlayışı ile daha geniş bir ölçekte üretim koşullarının genel yeniden üretimini radikal bir biçimde birbirinden ayırmaktadır. Ancak ‘sömürgeleştirme sanatı’ ile ‘bir savaş sanatı’ içinde ‘birikim sanatını’ sentezleyerek daha da ileri gitmektedir.[18] Neocleous’a göre liberal savaş sanatının açık bir hedefi vardır: Ziyan.

Zİyanı Kapsamak

Savaş Erki, Polis Erki’nde sistematik sömürgeleştirme süreci, ‘ziyanın’ metalaştırılması biçimindeki siyasal proje olarak, sermayenin metalaştırma mantığı tarafından henüz kapsanacak bir şey olarak nitelenmiştir. Ziyan -ve ziyanın 18. yüzyıldaki eşleniği olarak ‘ıslah’- siyasal düşüncenin, siyasal ekonominin ve mülkiyet yasasının, avamın temsil ettiği aylak emeği ve ekime açılmamış toprağı sömürmek, dolayısıyla da çitlemeler nedeniyle ortaya çıkan bütün bir çatışma için bir ‘çok-çalışma’ anlatısını etrafında yapılandırdığı kategoriyi cisimlendirir. [19] Kapitalizmin gelişimi için zorunlu olan insanların biriktirilmesi, ücretli-emek biçimine direnen çeşitli bireylerle karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştır ve Neocleous’un titiz incelemesi, sömürülebilir bir işgücünün yaratılmasında silahlı zorun nasıl da merkezi bir konumda bulunduğunu göstermektedir.[20] Neocleous’un başvurduğu metinlere göre ziyan, ‘üretici olmayan araç’ biçimindeki genel düşünceyle ilişkilidir; üretimsellik biçimindeki söylemsel kategoriyi, burjuva siyasal ekonomisinin ve liberal teorinin yıllık kayıtlarında bulmak mümkündür. Bu perspektiften, liberal düşünce, kâr amacıyla, sömürülebilir durumda olmayan her şeyi ziyan olarak görmekte ve sermayenin üretim sürecine potansiyel olarak bile dâhil edilebilir durumda olan her şeyin peşine düşmektedir. Bireylerin oluşturduğu kitlenin üretici öznelere dönüştürülmesi gerekiyordu ve bu yalnızca zor yoluyla olmasa da doğrudan zorlamanın de işin içine karıştığı bir biçimde mümkün oluyordu. Neocleous, bu bağlantıyı, ‘ortak alan’ biçiminin nasıl da sermayenin ihtiyaçları açısından yalnızca bir ziyan olarak değil, aynı zamanda bizzat onun varlığına karşı bir tehdit olarak da temsil edildiğini göstererek incelemektedir.

Neocleous’un, sermaye birikimi için sistematik sömürgeleştirmeye; kendi zamansal ve uzamsal biçimlenişinin ötesine uzanan sömürgeleştirmeye ilişkin özgün kavrayışının açık kıldığı şey, ziyana karşı savaşın her şeyden önce bir sınıf savaşı olduğudur. Neocleous’a göre Marx ile Engels’te toplumsala, sivile ve sınıf savaşına yapılan referanslar salt retorik aygıtlar ya da metaforlar olarak ele alınmak zorunda değildir.[21] Sınıf savaşını işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesi olarak okumak amacıyla Marx’a geri giden diğer bakış açılarından -burada, bu mücadelenin öznel bir okumasını muhafaza eden İtalyan ‘Operaismo’suna gönderim yapılmaktadır- farklı olarak Neocleous’a göre, sınıf savaşı ilk olarak, işçi sınıfını yaratmak, şekillendirmek ve hükmü altına almak amacıyla, bir dizi iktidar teknolojisini ve söylemi aracılığıyla sermaye tarafından açılmış bir savaştır. Fransız sosyolog Christian Laval da benzer bir şekilde, kapitalist çağda ‘sınıf savaşını’ tanımlayan şeyin her şeyden önce, emeği yönetmek ve kolektif bir emekçi oluşturmak için sermaye tarafından açılmış bir savaş oluşu olduğunu ileri sürmüştü.[22]  Neocleous, sermaye birikimi için sınıf savaşının ücretli emeğe direnen özneleri hedefleyen zorlu bir av ve eziyetle polis erki aracılığıyla yürütüldüğünü ileri sürmektedir.

Ordu ile polis arasında net bir ayrımı işaretlemenin zorluğunu dile getirmek -Neocleous’un son kitabının giriş bölümünde eleştirdiği kimi teorisyenlerin yaptığı üzere- mevcut durumumuzu ‘yeni’ bir çerçeve olarak sunmak suretiyle, bu durum hakkında bazı hatalı varsayımlar geliştirmek gibi tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Belirli bir düzeye kadar günümüzün silahlı çatışmaları eşzamanlı olarak polis erki ve polislik olarak işlev görmektedir. Yine de Savaş Erki, Polis Erki bu durumun, kapitalizmin konsolidasyonundan beri böyle olduğunu göstermektedir ki Neocleous’un ziyanın sistematik bir biçimde sömürgeleştirilmesi örneği de bunu doğrulamaktadır.

‘Ortak alanlara’ üzerine savaş, Locke’tn bu yana pek çok biçim almıştır. Neocleous, ABD işgalinden sonra çeşitli türlerden elde edilen tohumları yeniden kullanmaları yasayla engellenen Irak’lı çiftçileri örnek vermektedir. Bu yolla, eskiden düzenlenmemiş ve gayri resmi olan tohum tedarik sistemini tohumlar üzerinde tekel hakkı sisteminin, “düzenlenmiş bir kapitalist sistemin içerisine yerleştirmek hedeflenmektedir ki böylelikle sorgulamaya açık haklar da çokuluslu şirketlere devredilmektedir.”[23] Ayrıca IMF ve Dünya Bankası tarafından Güney Yarıkürenin çoğu bölgesine dayatılan Yapısal Düzenleme Programlarının da bir listesini vermektedir. Bu iki durum, dünyanın sistematik sömürgeleştirilmesinin, kitlelerin üretim araçlarından koparılmaları ve zor yoluyla, kapitalist piyasanın gereksinim duyduğu proleterlere dönüştürülmeleri anlamında, ilkel birikim aracılığıyla çalıştığını doğrulamaktadır. Buna bağlı olarak, maddi olmayan emeğin tam olarak kapsanması da bilgi teknolojisinin yükselişiyle birlikte sermayenin kazandığı zaferlerden biri olmuştur. Daha da ötesi, internet korsanlarına karşı fikri mülkiyet haklarının savunulması ve siber-polisin devreye sokulması, ‘ziyan edilmiş’ ortak alanlara karşı polis erki aracılığıyla yürütülen savaşın yakın dönemli dışavurumlarından biri olmuştur. Neocleous’un tekrar tekrar açık kıldığı gibi, savaş erki (uluslararası düzenin dayatılması) ile polis erki (pasifleştirme pratikleri) arasındaki bağıntının kalbinde yer alan anlam, küresel burjuva düzeninin şiddet yoluyla üretiminde aranmalıdır.

SONUÇ

Neocleous’un soykütüksel incelemesi, her şeyden önce tarihsel materyalist gelenek içerisinde yazılmış bir çözümlemedir ve uluslararası hukuk teorisine, siyasal ekonomiye, siyaset felsefesine ve kültürel teori ile eleştirel teorinin daha radikal kollarına dair eleştirel kavrayışa vazgeçilmez bir katkı sunmaktadır. Kitabın disiplinler arası kaynaklarının genişliği, uzman olmayanlara dahi, savaş, barış ve güvenlik üzerine siyasal düşüncenin muazzam, kimi zaman ezici, gelişmişlik seviyesini haritalama olanağı sunmaktadır. Savaş Erki, Polis Erki bu temalarla ilgili olarak daima tekrarlanan sakınımların güçlü bir biçimde istikrarsızlaştırılmasını -ve en nihayetinde sistematik bir biçimde tahrip edilmesini- başarma marifetini barındırıyor. Yine de kitap, polisliğin çağdaş çatışma ve tekniklerine ilişkin çözümlemelerin içindeki spesifik ve hatalı varsayımlara; genellikle sorunlu uzlaşımlar üreten varsayımlara karşı basitçe ‘çekiçle’ teori üretmenin ötesine geçiyor. Burjuva bir uluslararası düzenin, içerisinde kapitalizmin küresel toplumsal istikrarın nihai sınırı olarak belirdiği bir düzenin söylemlerinin ve maddi tekniklerinin tarihini yeniden oluşturuyor.

Savaş Erki, Polis Erki, eğer yaygın bir Foucaultcu deyime başvurursak, kendi şimdimizi anlamak yönünde hiç kuşku yok ki yararlı bir aygıt kutusu olarak kullanılacaktır. Neocleous’un son kitabı, henüz metalaştırılmamış ‘ziyan’ın çağdaş biçimleri üzerine verilen savaşları ve silahlı çatışmaların altında yatıp da liberal teori ile uluslararası hukuk tarafından örtbas edilen siyasal ekonomisi üzerine incelemeler konusunda bir uzam açıyor önümüzde. Kendisini kapitalizmin kontrolünün dışında, özerk bir biçimde var edebilecek her türlü varoluşa yönelen sonu gelmez saldırılar… Bugün söz konusu olan budur.

Çeviri: Abdurrahman AYDIN

 

DİPNOTLAR

[1] M Neocleous, War Power, Police Power (Edinburgh UP, 2014) 117.

[2] D Losurdo, Liberalism: a Counter-History, trans. G Elliot (Verso, 2011).

[3] Bkz. Neocleous (2014) 49, 5-6 numaralı dipnotlar.

[4] A.g.y. 122, 87.

[5] A.g.y. 45-46, 117-18.

[6] A.g.y. 83.

[7] Bkz., M Neocleous, ‘The Other Space of Police Power; or, Foucault and the No-Fly Zone’, in S Fuggle, Y Lanci & M Tazzioli (eds), Foucault and the History of Our Present (Palgrave Macmillan, 2015) 88.

[8] Neocleous (2014) 52.

[9] K Marx, Capital: A Critique of Political Economy, vol. 1, trans. B Fowkes (Penguin, 1990) [1867] 873.

[10] A.g.y. 932. Smith’in başyapıtına karşı Marx, “Ulusun zenginliğinin bir kere daha, doğası gereği, halkın sefaletiyle özdeş olduğunu” ileri sürüyordu. A.g.y. 938.

[11] Neocleous (2014) 53.

[12] A.g.y. 125, 940, 874. Almanca erscheint sözcüğünün farklı İngilizce çevirileri (Örneğin Fowke’un çevirisi olan Penguin baskısında sözcük ‘appears/belirir olarak karşılanmışken, Samuel Moore’un yaptığı ilk İngilizce çeviride ‘presents itself /kendisini sunar’ biçiminde karşılanmıştır) konusunda ilginç bir çerçeve için bkz. J. Hutnyk, ‘Translating Appearance: On the First Sentence of Das Kapital’, in T Bunyard (ed.), The Devil’s Party: Marx, Theory and Philosophy (Centre for Cultural Studies, Goldsmiths, University of London, 2009).

[13] Marx (1990) 915.

[14] Örneğin bkz. R Hilton (ed.), The Transition from Feudalism to Capitalism (Verso, 1978). ‘Geçiş’ ve geçişin daha ileri modifikasyonları üzerine tarihsel tartışmanın (örneğin Brenner tartışması) iyi bir taslağı için bkz. EM Wood, The Origins of Capitalism: A Longer View (Verso, 2002).

[15] Massimo de Angelis, ‘tarihsel ilkel birikim’ ile ‘içkin-daimi ilkel birikim’ arasında bir ayrım yapmaktadır. İlkini Lenin’e ve ikincisini de Rosa Luxemburg’a atfetmektedir. Bkz. Massimo de Angelis, ‘Marx and Primitive Accumulation: the Continuous Character of Capital’s “Enclosures”’ 2 The Commoner (2001) 1, 22.

[16] Marx (1990) 975.

[17] Örneğin bkz. G Deleuze & F Guattari, Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, trans. R Hurley, M Seem & HR Lane (Continuum, 2004) 245. Ayrıca bkz. L. Althusser, ‘The Underground Current of the Materialism of the Encounter’, in Philosophy of the Encounter: Later Writings, 1978-1987, trans. GM Goshgarian (Verso, 2006) 197ff.

[18] Neocleous (2014) 55.

[19] A.g.y. 60.

[20] Kapitalizm altında işgücünün yaratılması yönündeki tedbirlerle ilgili olarak, Savaş Erki, Polis Erki’ni Foucault’nun Collège de France 1973 derslerine, M Foucault, On the Punitive Society: Lectures at the Collège de France, 1972-1973, ed. BE Harcourt, trans. G Burchell (Palgrave Macmillan, 2015), karşıt olarak okumak oldukça verimli olacaktır.

[21] M Neocleous, ‘The Dream of Pacification: Accumulation, Class War, and the Hunt’ 9(2) Socialist Studies (2013) 12.

[22] C Laval, Marx Combattente, trans. Graziella Durante (Manifestolibri, 2014) 63.

[23] Neocleous (2014) 85.