24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya’nın Ukrayna saldırısı, ilk anından itibaren dünyanın en önemli gündemi haline geldi. Savaş daha şimdiden, dünya çapında çok katmanlı siyasi ve ekonomik sonuçlar yarattı. Soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan küresel siyasal ve ekonomik ilişkiler bu savaştan sonra eski haliyle yürümeye devam edemeyecek gibi görünüyor.
Henüz nasıl ve ne zaman sonuçlanacağını kestiremediğimiz bu savaş üzerine ana akım medyada olmasa bile alternatif sosyal mecralarda çok zengin bir tartışma devam ediyor. Dergimizde de bu tartışmalara katkı verecek söyleşi, değerlendirme ve çevirilere olabildiğince yer vermeye çalışacağız.
Pek çokları tarafından ihtimal verilmeyen bu bir savaşı ortaya çıkaran nedenleri ve olası sonuçlarını Mutlu Arslan ve Dinçer Demirkent akademisyen, yazar ve Sol Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Hayri Kozanoğlu ile konuştular. Dünyanın bir geçiş döneminde olduğunun altını çizen Kozanoğlu, bu dönemlerde solun ve toplumsal muhalefetin daha etkili olması gerektiğine dikkat çekiyor.
Erdem Türközü’nün çevirisini yaptığı sonraki makalede ise, gelir dağılımı ve eşitsizlik konusundaki çalışmalarıyla tanınan Branko Milanovic, savaşın kısa ve uzun vadede Rusya ekonomisinde yaratacağı etkiler üzerine fikir yürütüyor. Savaşa ilişkin son yazıda ise Jinit Jain, Rusya’nın savaşın gerekçelerinden biri olarak gösterdiği fakat NATO ve Batı’nın görmezden gelmeyi yeğlediği Ukrayna’daki Nazi Sorunu’nun boyutlarını tartışıyor. Bu bilgilendirici makaleyi Abdulhalim Karaosmanoğlu çevirdi.
Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte, bu yılın başından itibaren birbiri ardına patlak veren işçi mücadelelerine tanıklık ettik. Kuryelerden fabrika işçilerine, sağlık emekçilerinden öğrencilere kadar toplumun çok farklı kesimleri taleplerini doğrudan sokağa çıkarak ifade etme yoluna gidiyorlar. Henüz kent meydanlarında kitlesel gösterilere dönüşmüş olmasa da bu hareketler, iktidar şiddeti nedeniyle uzun zamandan beri sessizliğe itilen sokağın yeniden hareketlenmesini sağladı.
Sokaktaki bu hareketliliğe rağmen “sokak siyaseti” başta iktidar ve anamuhalefet olmak üzere adeta “lekeli” ve “gayri meşru” bir siyaset biçimi olarak tanımlanmaya devam ediyor. Parlamenter muhalefet “ilk seçimde gidecekler” söylemi ile iktidardan hoşnutsuz geniş kitleleri sokaktan uzaklaştırarak sandığa ve seçimlere kilitlemek istiyor. Oysa AKP, 20 yıllık iktidar dönemi boyunca en büyük yaraları, sokak muhalefetini güçlendiği dönemlerde almıştı. Sendikalar ve toplumsal muhalefet hareketleri tarafından örgütlenen SSGSS Eylemleri, TEKEL Direnişi, 4+4+4 Eylemleri, Gezi Direnişi, çevre mücadeleleri gibi pek çok sokak eylemi, iktidar dönemi boyunca AKP’nin hegemonyasını sarsan ve adımlarını sorgulatan eylemler olarak ortaya çıktı.
Bu sayımızın dosya konusunu “sokak siyaseti” olarak belirledik ve sokaktaki siyasetin dönüştürücü ve kurucu potansiyeli üzerine tartışmalar yürütmek istedik. İlda Alçay Sepetoğlu ve Duygu Tanış Zaferoğlu’nun editörlüğünü yaptığı dosyamızda ilk olarak Yavuz Yıldırım sokak hareketlerinin ortaya çıkış dinamiklerini ve toplumsal siyasal etkilerini ele alıyor. Sokak hareketlerinin ve direnişlerin değiştirici-dönüştürücü etkisine ilişkin Yıldırım’ın başlattığı tartışmayı Mustafa Kemal Coşkun “yeni toplumsal hareketler” ve “özne” üzerine yürütülen güncel müdahalelerle beraber ele alıyor. Coşkun, değiştirmeyi hedefleyen direnme biçimleri yaratmanın öneminin altını çiziyor.
AKP döneminin en kitlesel ve heyecan verici direniş hareketlerinden birisi, 2009 yılı Aralık ayında Ankara’da başlayan ve yaklaşık 3 ay boyunca devam eden Tekel Direnişi’ydi. Galip Yalman ve Aylin Topal ilk olarak 2017 yılında kaleme aldıkları ve dergimizde yayınlanması için yeniden gözden geçirdikleri makalelerinde, TEKEL Direnişi’ni odağına alarak 2000’li yıllardan itibaren KİT’lerin özelleştirilmesinin, işten çıkarılan ve sosyal haklarından yoksun bırakılan işçiler üzerindeki etkilerini irdeliyorlar.
Ülkemizdeki toplumsal mücadeleler hareketinin kendine özgü geleneği ve siyasi iktidarların yasakçı tutumları nedeniyle Türkiye’de her 1 Mayıs, bir sokak direnişine dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Erhan Özşeker yazısında 1 Mayıs’la özdeşleşen Taksim Meydanı’nın işçi mücadeleleri açısından önemini hukuk ve siyaset ilişkisi ile birlikte ele alıyor.
Varsayılanın aksine “sokak siyaseti” sadece “sol”a özgülenmiş bir alan değil. Emel Uzun yazısında, Türkiye’deki faşist hareketin kamusal alanlardaki var oluş biçimlerini inceleyerek son zamanlarda sosyal medyada görünür hale gelen “Tamgatürk” mecrasını inceliyor. Asuman Özgür Keysan, İslamcı Kadın Hareketinin sokak siyaset içerisindeki yerini ele aldığı yazısında başörtüsü eylemlerinden günümüz internet bloglarına kadar hareketin dinamiklerini ve dönüşümlerini ortaya seriyor. Dosyanın son yazısında ise son yıllarda dünya çapındaki kitle hareketlerinin temel dinamiklerinden birisini oluşturan iklim hareketi üzerine Andreas Malm, hareketin geldiği noktada önünde bulunan olanaklar ve sınırlılıklar üzerine tartışıyor. Geçtiğimiz aylarda Ayrıntı Yayınları’ndan yayınlanan “Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır? Yanmakta Olan Bir Dünyada Mücadele Etmeyi Öğrenmek” adlı kitaptan alınan bu önemli makaleyi Kurtay Kağan Işıtan çevirdi.
Dergimizin eleştiri bölümü Funda Çoban’ın “Aylaklık” üzerine denemesi ile başlıyor. Çoban yazısında, Paris ve Parisliler üzerine yazılan edebi ve siyasi metinlerden hareketle, kent ve aylaklık arasındaki diyalektik ilişkinin peşinden gidiyor. Bu bölümün diğer yazısında ise Abdulhalim Karaosmanoğlu Mahmut Aksoy’un Gazellertesi isimli şiir kitabından hareketle rüyalarla şiir arasındaki psikanalitik bağı sorguluyor. Dergimizin son yazısında ise Zeynep Baykal, Moda Sahnesi tarafından Eylül 2020’de sahnelenmeye başlayan “Babamı Kim Öldürdü?” oyununu inceliyor. İyi okumalar.■