Bülent Özçelik: Hocam, 1980’lerden sonra pek çok dinin olduğu gibi, İslamın ve İslamcılığın da toplumsal yaşama ve siyasal alana daha yoğun bir şekilde girdiğini görüyoruz. Bunu siyasal eğilimden şiddete pek çok açıdan yaşıyoruz. Bu eğilimi nasıl görüyorsunuz? Sizce hangi yöne evrilmektedir?
Tayfun Atay: Evrilme doğru sözcük ve evrilme, İslamcılıktan “post-İslamizm”e doğru. Ortada İslam’a referansla daha “iyi-doğru-güzel” bir dünya kurma ideali, ütopyası falan kalmadı. Bir uçta kapitalizme tamah edip onu “helâl” sayıp servet, itibar ve iktidar peşine düşmüş adamlar, kadınlar, hareketler, oluşumlar, çevreler, partiler, eski deyişle “fırka”lar var. Ortalıkta İslam diye diye dolaşan bu fırkalardan İslamcılık adına çıksa çıksa “fıkra” çıkar!.. Diğer taraftan, öncekiyle irtibatlı şekilde köylülüğü, cemaatçiliği ve taassubu benimseyen; farklı olan her şeyi ve herkesi tehlike, tehdit sayan; şehir yaşamının kozmopolitliğinden, kültürel çeşitliliğinden ve elit duyarlılıklarından nefret eden; bu “fobik” tavrına da İslam’ı meze yapan; böylece İslam’ı bir “köylü ideolojisi” olarak kodlayıp şehirli-seküler yaşama kin ve dehşet kusan lümpenlikler de var ne yazık ki İslamcıyım diye ortalıkta “racon kesen”! Nihayet, dünyanın neredeyse sonunu getirmiş, hepimizi bir doğa kıyametine çıkarmış kapitalizm karşısında İslamcılığın bir ideoloji ya da ütopya olarak hiçbir kıymeti harbiyesinin kalmadığı adeta bilinçaltına işlemiş halde bu dünyada kaybolmuş, kimsesizleşmiş, hiçleşmiş olanların adeta çıldırmışçasına yöneldikleri kıyametçi (mehdici) cihatçılık var İslamcılık diye kan döken ki halihazırda en karakteristik örneği de IŞİD… İşte böyle bir geniş yelpaze, bugün çevremizde İslamcılık adına dönüp dolaşan feci garabet ve bunun adını aslında “post-İslamizm” koymamız gerek. Hatta istersen “post-mortem İslamizm” de diyebilirsin. Mortu çekmiş İslamcılık yani!
Bülent Özçelik: İslamın toplumsal yaşama ve siyasal alana farklı tezahürleriyle girmesiyle bir “gerçek İslam” tartışmasının da başladığını ve sürdüğünü görüyoruz. “Gerçek İslam” tartışması nasıl ortaya çıkmıştır? İslam içi ve dışı tartışmalar için nasıl bir anlama sahiptir?
Tayfun Atay: Ben “gerçek İslam” kavramını analiz ve sorgulamaya tabi tutarak geçersizliği üzerine ilk yazıları yazdığım yıllarda bugün bu topraklarda kavramı dillerine dolamış olanlar yeni yetme İslamcıydı ve bana “Yuuuh, zındık!” demekteydiler. Şimdi İslamcılıktan vazgeçtiler ama o dünyanın içini bilmenin verdiği “kredi” ile ağızlarında “gerçek İslam”a yönelik sakız gibi bir eleştirel retorikle seküler toplumsal iklimde medyatik bir katkıyla parlatılıyorlar. Ben o kavramı, 1980’lerin sonunda Mısırlı müteveffa antropolog Abdülhamid El Zein’in “İslamlar” kavramıyla bağlantılı, ilişkili, titreşimli mahiyette sorgulamaya açtım. El Zein, 1977’ye tarihlenen çığır açıcı makalesinde İslâm’ın hem eylemsel, hem de söylemsel çeşitliliğini açıklama yolunda tek bir İslam’dan söz etmek yerine, elbette antropolojik elbette sosyolojik elbette tarihsel mahiyette “İslamlar”dan söz etmiştir. Teoloji her ne kadar tek bir İslâm’dan, Kur’an’ın tekliğinden dem vurursa vursun, İslam, pratikte çoktur, çoğuldur. Kitaptan değil insandan ve hayattan hareketle baktığında ortada İslamlar, hem de birbiriyle hiç mi hiç anlaşamayan, birbirinin boğazını kesen, gözünü oyan İslamlar vardır. Bu bir güç mücadelesidir. İşte bu İslamların her birinin içinden yükselen, maalesef hayli kakofonik bir sestir “gerçek İslam”… En iyimser yorum şu olabilir: “Gerçek İslam” görelidir; yani “gerçek islam” diye bir şey yoktur. Herkesin gerçeği kendinedir çünkü! IŞİD’in içinden bakan biri için “gerçek İslam”, IŞİD’dir. Aynı şekilde “içeriden” bakan Prens Selman için “gerçek İslam”, Suud’dur. Aynı şekilde hep kendi içinden, kendi merkezinden, mevziinden bakanlar için “gerçek İslam”, Humeyni de olur, Bin Ladin de olur, Cübbeli de olur, Adnan Hoca da olur, Erdoğan da olur. AKP-FETÖ kavgası da bir yönüyle “gerçek İslam” senin mi yoksa benim mi inhisarımda diye çıkmış olan ve bu ülkeye dehşet saçmış bir kavgadır.
Bülent Özçelik: İslamcı hareketler laiklik üzerinden bir reform süreci geçirmektense köktencilik üzerinden siyasallaşmaya daha eğilimliler. Bunun nedenleri nelerdir? Ne gibi sonuçları olmaktadır?
Tayfun Atay: Bu soruna başta sözünü ettiğim “İslamcılık bitti, yaşasın post-İslamizm” lafzını da paranteze alarak cevap vermek durumundayım!.. Sözünü ettiğin köktencilik, hem kalıtsal, hem de konjonktürel… İslamcılık “modern” anlamda eğer Hasan El Benna’dan başlatılacak olursa böyle köktencidir hep. Hem de bugün yaşanan büyük ölçekli küresel kriz, çatışmacı-kutuplaştırıcı, ırkçı-faşizan, distopik-kıyametçi tablo da sanırım senin ilk işaret ettiğin seçeneği, yani laiklik üzerinden reformu var etmiyor. Aslında 19. yüzyıldan itibaren “ön-İslamcılık” denilebilecek çığırda çağın dinamikleriyle uyarlanabilen bir İslam anlayışından söz eden önemli isimler vardır: Afgani’den başlayarak Mısır’da Muhammed Abduh, Muhammed ve Ali Abd-ül Razık, Hint yarımadasında Seyid Ahmed Han, sonrasında İkbal ve Fazlur Rahman ve daha nice isim… Bunlar İslamcılık adına fikir üretmişler, ama Batı karşısında “apolojetik”, yani savunmacı, teslimiyetçi olarak da tu kaka edilmişlerdir. Öte yandan daha yakın zamanlarda “seküler İslam” kavramı çevresinde tartışmaların yürütüldüğü de olmuştur. Ama bu iyi niyetli girişimler de “küfür” denilerek lanetlendi. Bütün bu sıraladıklarımın derdi, İslâm’ı çağın koşullarıyla uyarlı şekilde insanileştirmekti. Köktenci diye karakterize ettiğin İslamcılığın takıntısı ise her şeyi, genelde tüm insanlığı İslamileştirmek.
Bülent Özçelik: Son yıllardaki yazılarınızda, toplumsal yaşamda dinin yeri konularına değiniyorsunuz. Türkiye’de laikliğin fazlasıyla aşındığı böylesi bir dönemde, sizce Türkiye’yi nasıl bir yönelim beklemektedir? Buna karşı neler yapmak gerekir?
Tayfun ATAY: Yapılması gereken, bütün bu olup bitenlere karşın yine de dini, bu dinbazların tekeline bırakmamaktır. Bu topraklarda din, hiçbir dönemde bu kadar tutanın elinde kalmadı, dünyevi çıkarlarla, nefsani motivasyonla böylesine kirletilmedi, ayağa düşürülüp rezil edilmedi. Hatırla şu “Bakara-Makara lakırdısını, yeter!.. Dini hayata geçireceğiz diye diye şu tekno-kapitalist sistemin tüm zehrini bulaştırdılar dine… Bunlar böyle devam ettikçe dinden nefret artıyor ve artacak, ondan korkarım. Din, bu dinbazlara bırakılmayacak kadar önemli, hassas ve üzerine titrenilmesi gereken bir kurumudur insanlığın…