“Tehdit etme ve korkutma en etkili sansür yöntemleri” (Pelin Başaran ile Söyleşi)

Geçtiğimiz sene İstanbul Film Festivali’nde Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu yönetmenliğindeki Bakur (Kuzey) adlı belgeselin gösteriminin engellenmesi, geniş çaplı bir boykotu tetiklemiş, festivalin birçok bölümünün iptaline yol açmıştı. Sanatta ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve sanat eserlerinin çeşitli yollarla sansürlenmesi, engellenmesi, suç unsuruna dönüştürülmesi veya sosyal-kültürel linçe malzeme edilmesi, özellikle Kürt mücadelesiyle ilgili eserler ve sanatçılar söz konusu olduğunda yıllardır sıkça karşılaşılan bir mesele. Son olarak geçtiğimiz ay, Sakine Cansız’ın yaşamını anlatan Jiyana Min Her Şer Bû (Hep Kavgaydı Yaşamım) adlı belgeselin gösterimi de benzer bir engellemeyle karşılaştı. Sanatta sansürün aktörlerini ve yöntemlerini araştırmak ve sanatsal ifade özgürlüğü hakkını savunmak amacıyla 2011 yılında bir grup kültür sanat emekçisi tarafından kurulan Siyah Bant, bu vakaları yakından takip ediyor. Siyah Bant girişiminden Pelin Başaran ile Kürt sinemacıların karşılarına dikilen zorluklar, çeşitli sansür mekanizmaları ve mücadele olanakları üzerine konuştuk.

Geçtiğimiz ay, Sakine Cansız’ın yaşamını anlatan belgesel Jiyana Min Her Şer Bû’nun İstanbul’da Atlas Sineması’nda yapılması planlanan galasının engellendiği haberi geldi. Siyah Bant da bu süreci takibe aldı. Durum nedir, biraz anlatır mısınız? Engelleme nasıl gerçekleşti? 

Jiyana Min Her Şer Bû (Hep Kavgaydı Yaşamım) adlı film Paris’te iki kadın yoldaşıyla birlikte katledilen, Kürt mücadelesinin liderlerinden Sakine Cansız’ın hayatıyla ilgili bir belgesel. Film üç ciltlik bir kitaptan uyarlanmış. Filmin önce 4 Ocak’ta Paris’te, sonra 9 Ocak’ta Diyarbakır’da galası yapılmış ve 19 Ocak’ta İstanbul Atlas Sineması’nda sadece davetli bir gruba gösterilmesi planlanmış. Fakat sinema yönetimi filmin “kayıt tescil belgesi” bulunmadığı nedeniyle filmin gösterimini iptal etmiş. Sinema yönetiminin kendi inisiyatifiyle polisi aradığı ve bunun üzerine polisin gösterimi engellemek üzere sinemaya geldiği aktarıldı. Filmin gösteriminin engellenmesi ile ilgili bildiklerimiz bundan ibaret.

Bu engellemenin ardından neler gelişti? Filmin kriminalize edildiğini, izleyicilerle buluşmasının tamamen engellendiğini düşünüyor musunuz?

Filmin gösterimi Atlas Sineması’nda yasaklanınca Aksaray Su Gösteri Sanatları Merkezi’nde gösterilmesi planlanmış. Bu sefer, polisler mekanın yöneticilerini, “bu yasaklı film gösterdikleri takdirde, salonun ruhsatının iptal edileceği, ceza kesileceği, salonun başına gelmeyecek iş kalmayacağı”nı söyleyerek tehdit etmişler. Akabinde film başka bir mekana davet edilmiş, fakat orada da benzer bir engelleme ile karşılaşmış. Aslına bakarsanız filmin yasaklanması gibi bir şey söz konusu değil. Anladığım kadarıyla polis de bunun farkında, çünkü filmi terörü desteklediği gerekçesiyle değil, salonun ruhsatını öne sürerek engellemeye çalışmış.

Filmin seyirci ile buluşması için alternatif yöntemler elbette planlanabilir. Genelde bu durumlarda yurtdışı gösterimlerine ağırlık verilebiliyor. Ayrıca Berivan ve Dersim 38 filmlerinde olduğu gibi film internetten izlenebiliyor. Fakat bu alternatif mecraların çözüm olmadığını düşünüyorum. Elzem olan genellikle Kürt mücadelesini konu edinen filmlere yönelik “eser işletme belgesi” veya “kayıt tescil belgesi” üzerinden uygulanan sansüre karşı tüm sinema sektörü aktör ve kurumlarının ortak mücadele vermesidir.

Sizce bu tip ortak mücadele olanakları neler?

Bakur’un gösteriminin engellenmesinden sonra yapımcıların filmlerini festivalden geri çekmeleri bu dayanışmaya bir örnekti. Fakat bu çıkışı daha uzun süreli bir mücadeleye dönüştürmek mümkün olmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptığı hamlelerle eser işletme belgesi alınması konusunda festivallerin işini kolaylaştırdı. Bakanlık belge sorununun yeni yönetmelikle çözüleceğini söylüyor, fakat bu konuda herhangi bir gelişme yok. Zira bu çözülse bile, örneğin Bakur filminin eser işletme belgesine başvurması durumunda, bu belgeyi alamayacağını tahmin etmek zor değil. Bence bu çok önemli bir mesele. Bu filmlerin eser işletme belgesi alamamasının gerekçesi olarak ileri sürülen terörle mücadele yasaları aynı zamanda şu anda akademisyenleri, gazetecileri tehdit ediyor.

Bakur belgeseli de geçtiğimiz sene İstanbul Film Festivali’nde benzer gerekçeyle engellenmişti. Bu iki vakayı birlikte değerlendirdiğinizde neler söyleyebilirsiniz?

Bu iki vaka arasındaki en büyük benzerlik filmlerin Kürt mücadelesiyle ilgili olması. İkinci benzerlik ise engelleme yöntemleri ile ilgili. Kimden geldiğini bilmediğimiz telefonlar, polislerin mekana gidip tehdit etmesi, olayın eser işletme belgesi gibi teknik bir soruna indirgenmesi, gibi. Diğer bir benzerlik ise filmin “eser işletme belgesi” olmaması nedeniyle engellenmesi ve engellenerek kriminalize edilmesi.

Eser işletme belgesi eser sahiplerinin haklarını korumak ve sahipliği tescillemek için yapılması zorunlu olan bir işlemdir. Ticari gösterime girsin ya da girmesin kanun gereği bunun yapılması zorunludur. Diğer bir işlem ise filmlerin kurullarda değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasıdır. Normal koşullarda bu işlemin sadece ticari gösterimlerde yapılması beklenir. Türkiye’de bu iki işlem birleştirilmiş ve bu da filmlerin ilk aşamada kontrole tabi tutulmasına olanak sağlamıştır. Sinemacıların talebi, bu iki işlemin ayrılması ve yerli filmlerin festivallerde gösterimi için bu belgeden muaf tutulması. Bu aynı zamanda gösterim mecrası bulmakta zorlanan ve bir yapımcı şirketi olmayan belgesel ve kısa filmlerin de gösterimini kolaylaştıracaktır. Biz Siyah Bant olarak bu sorunun ivedilikle yönetmelikte değişiklik yaparak çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Buna ek olarak, filmlerin değerlendirme ve sınıflandırma kriterlerinin tartışmaya açılması gerektiğini, meseleye daha genişçe bakarsak belge verilmeme gerekçesi olarak gösterilen terörle mücadele yasası maddelerinin muğlaklığından ve geniş yorumlanmasından dolayı bu maddelerin kaldırılmasını savunuyoruz.

Siyah Bant’ın ifade özgürlüğü alanında yaptığı araştırmalarda ortaya konan çarpıcı bir bulgu da sansür mekanizmalarının çeşitliliği. Biraz bunlardan bahsetmeniz mümkün mü?

Siyah Bant çalışmalarında sansür kavramını, sadece yasal yollarla gerçekleşen değil, üretim ve gösterim süreçlerini de etkileyen ve kısıtlayan süreçleri içine alan şemsiye bir kavram olarak kullanıyor. Devlet olduğu kadar devlet dışı aktörler de sansür mekanizmasını sanat özgürlüğü aleyhine işletebiliyor. Tehdit etme ve korkutma en etkin sansür yöntemlerinden. Sadece hedef alınan sanatçı üzerinde değil, etrafındakiler üzerinde de bir caydırıcılık etkisine sahip. Yanıtımı biraz daraltmak için sinema alanından farklı sansür yöntemleri ve aktörler açısından örnekler vermek istiyorum: Bir film senaryosu siyasi sebeplerden dolayı devletten destek almayabilir. Bir destek verildiyse, filmin prodüksiyonu tamamlandıktan sonra  filmin içeriğine müdahale edilebilir veya film kurulda +18 aldıysa, filme verilen desteğin geri ödemesi talep edilebilir. Film kurulda hiç gereği yokken, yaş sınırlaması alabilir. Filme eser işletme belgesi verilmeyebilir. Filmin içeriğinden dolayı filmi gösterecek sinema bulunamayabilir. Sinema bulunsa dahi, gösterim polis tarafından engellenebilir. Festivaller filmi programdan geri çekebilirler veya filmde eser bütünlüğünü bozacak değişiklik talep edebilirler. Yerel yönetim film gösterimini, izinleri olmadığı halde iptal edebilir… Bu örnekler çoğaltılabilir. Diğer sanat disiplinlerinde de benzer süreçler görülebilir.