Türkiye’de Polisin Kamusal Görünümleri Üzerine Notlar

2016’da başlayan ve fiilen devam etmekte olan OHAL süreciyle birlikte polis metropol kent mekanında daha görünür hale geldi. Kamu düzeninin ancak sarsıldığı bir momentte belirmesi beklenen kolluk gücü, son derece olağan biçimde, kentin işlek caddelerinde varlığını adeta yurttaşa dayatıyor. Kentin merkezine kurulan mobil karakollar, stratejik noktalara konuşlanan çevik kuvvet birimleri, yoldan geçenlere kimlik kontrolü yapan polis ve bekçiler sivil bir kamusallıktan ziyade daha çok “kolluklandırılmış” polisiye bir kamusallığı andırıyor. Geçmişte sadece Kürt coğrafyasına ve büyük kentlerde Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgelere özgüleyebileceğimiz polis gücünün gündelik yaşamdaki yaygınlığı, yoğunluğu ve böylece aleni görünürlüğü artık bütün bir kent mekânını da gerektiğinde kat edebiliyor diyebiliriz.

Kendi bekasının kaygısına düşmüş egemen bir erkin egemenlik imtiyazını sürdürebilmek için “emniyet” ve “asayişten” sorumlu devlet aygıtını görünür kılması anlaşılabilir bir durum. Bu doğrultuda egemenin bekasını sürdürebilmesi için insan yaşamı üzerinde takdir ve icra yetkisiyle donattığı polisin de bu süreçte egemenleşebildiğini tespit edebilmek güç değil (Agamben, 2000: 102–4). Her tür politik protesto ve eylemin karşısına çevik kuvvet konuşlandığında, yurttaşlar polis tarafından durdurulduğunda, gece sokaklarda bekçi düdüğünü duyduğumuzda soyut egemenlik mefhumunu somut bir biçimde tecrübe ediyoruz. Polisle her karşılaşma yaşamamıza izin verecek veya bizi öldürebilecek bir olasılığı potansiyel olarak içerdiğinden söz konusu karşılaşmalar niteliği itibariyle hem bir (somut) egemenle karşılaşma halidir hem de karşılaşmanın uzamı artık eşit ve özgür yurttaşlar topluluğunun mekânı olmaktan çıkar. Polis memuru “TC/kimlik numaranı söyler misin?” diyerek kişiyi durduğunda, söz konusu olan, sadece bir ideolojik öznelliğin kuruluşu ve hegemonik rejimin bireysel düzlemde onaylanması değildir. Memurun şüphe varsayımına dayalı durdurma ve kimlik sorgulama takdirine karşı durdurulan kişinin itiraz ve olası itaatsizliği kendi yaşamı üzerinde doğrudan etki edebilecek bir olasılığı her daim potansiyel olarak içerdiğinden, durdurma eylemi sokakta görev yapan sıradan polis memurunun egemenleşebildiği istisnai bir momenti işaret eder. Başka örneklerle telaffuz edersek; bir protesto yasaklandığında, eylemcilere müdahale edildiğinde, bir alana giriş-çıkış engellendiğinde, trafik durdurulduğunda, geçiş hakkı kısıtlandığında ve benzeri durumlarda söz konusu kararların takdir ve icra edildiği her moment yurttaşlığa bağlı temel hakları ve içkin kamusallığı askıya alır. 2016 sonrasında sistematik ve artan biçimde deneyimlediğimiz günümüz Türkiye’sinin polisiye kamusallığı da polisin daha görünür olduğu ve yurttaşlığa içkin hakların sürekli askıya alındığı/alınabilir olduğu bir mahrumiyet alanı haline gelmiştir.

Ancak polisi egemenlik imtiyazı ve somutlanışıyla ilişkilendiren söz konusu yaklaşım tarzı, son dönem Türkiye’de polisin artan ölçüde görünürlüğü sorunsalının sadece bir boyutuna tekabül ediyor. Kamu güvenliği ve düzenini korumak adına yaşam hakkı üzerinde söz sahibi olabilen, hak ve özgürlükleri kısıtlayan, zapt edici “negatif” bir polisliğin, aynı zamanda, düzeni sürdürme/işler kılabilme gibi “pozitif” bir işlevinin de olduğunu unutmamak gerekir. Suç ve suçlulukla mücadele ekseninde tanımlanan polisin ceza adaleti aygıtlığına indirgenen rolü, hem popüler kültürel telaffuzda hem de psiko-politik etkileri bakımında söylem düzeyinde ağır bastığı için, polislik pratiğinin düzeni işler kılan yönetimsel yönünü gölgelemiştir diyebiliriz. Düzeni sağlamaya yönelik bir yönetim rasyonalitesi olarak polisi kavramak adına polisin suçla mücadele ve kamu düzeni gibi konuların dışında başka hangi alanlarda nasıl kullanıldığını kavramsal ve tarihsel bakımdan tartışmamız gerekir.

Polis: Yönetimsel Rasyonalite

Liberal demokratik parlamenter rejimlere sahip toplumlarda polisin amacı ve görevini ceza adaleti sınırları içerisinde tanımlayan; suçun önlenmesi, şayet işlenmişse tespiti ve faillerinin bulunup adalete teslim edilmesini asli işlev olarak gören bir polis fikri, polisliğe ilişkin bakışımızın sınırlarını çiziyor. Ancak David Garland’ın (2002) isabetli tespitiyle, suçla mücadele ekseninde beliren polis ve polislik mefhumu ceza adaleti idaresini, hapishane ve güvenlik birimlerinin işleyişini ve suçun ölçümünü merkezine alan modern döneme ait yönetimsel bir projenin sonucudur. Söz konusu yaklaşım son 200 yılın, başka bir deyişle, modern dönemin ürünüdür. Kısırlaştırılmış ve sınırlandırılmış bir polis kavrayışı polisi diğer siyasal iktidar pratiklerinden azade görür.

Öte yandan, son yıllarda Yeni Polis Bilimi (The New Police Science) adı altında beliren başka bir yaklaşımın dar ve sınırlı bir polislik kavrayışına karşı sesini eleştirel bir tonda yükselttiğine tanık olduk. Yeni Polis Bilimi, polisin suç ve ceza adaleti ekseninde dar ve sınırlı kavranışına karşı, polis gücü ve görev alanını oldukça geniş bir güvenlik tertibatı ve düzen nosyonuyla ilişkilendirmeyi, polisin liberal-olmayan yönlerini açığa çıkarmayı ve karmaşık kurumlar ağı içerisindeki işlev tarzlarını anlamayı amaç edinmiştir (Neocleous, 2006). Markus Dubber’in (2006:107) şu tespitini belirtmek meseleyi kavramak adına yerinde olacaktır:

Günümüzde polis kavramı ayrıştı. Bir yanda, saf ve basit, polis memurunda örneklenen “polis gücü” polisi [the police of police power]. Diğer yanda, polis düzenlemeleriyle örneklenen “polis iktidarı” polisi [the police of the police power]. Polis bilimi polis memuru bilimi olarak hayatta kaldı: Soruşturma teknikleri ve “polis yönetimi” [tarzında varlığını sürdürmektedir]. Polis iktidarı incelemesi [the study of the police power] olarak polis bilimi kayboldu. Polis memurunun koruduğu polis [kent] ve kişiselleştirdiği polis [kent yönetimi] iktidarı artık mevcut değil. Tersine, nasıl polis bilimi ceza adaleti sahasının bir alt kategorisi haline geldiyse polis memuru da kolluk kuvveti memuru olarak yeniden kavramsallaştırıldı.

Alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Yeni Polis Bilimi, polis gücünü belirli bir polis teşkilatı ve polis memurunun görev ve yetkileri ekseninde incelemeyi reddediyor. Tersine, daha genel bir yönetimsel rasyonalitenin parçası olarak ele alıyor ve geçmişle günümüz arasında ilişki kuran birleşik bir polis kavramını [the unified concept of police] inceleme nesnesi olarak öneriyor (Dubber & Valverde, 2006). Birleşik bir polis kavrayışından hareketle, Anglo-Amerikan toplumsal düzenlerin inşasında polisin ne tür bir yönetimsel rol oynadığını tartışan çok sayıda çalışma mevcut (Dubber, 2005; Neocleous, 2000; Novak, 1996; Tomlins, 1993). Hem birleşik bir polis kavrayışını benimseyen çalışmalar hem de bu çalışmaların bulgularından esinlenen Yeni Polis Bilimi, polis fikrinin doğasında siyasal olana işaret ediyor. Buna göre, polis gücünün belirli bir hükümranlık alanı üzerinde hem otorite inşa eden hem de o hükümranlık alanı üzerinde yaşayan nüfus üzerinde çeşitli bilme yöntemleriyle iktidar tesis eden bir role sahip olduğunu görüyoruz.

Hemen belirtilmelidir ki yönetim rasyonalitesi olarak polis çalışmalarının ilham kaynağı ünlü Fransız filozof Michel Foucault’nun düşünceleridir. Foucault ve öğrencilerinin çalışmalarına göre modern polislik mantığı, Roma ve ortaçağda hanenin ‘egemen’ reisinin hane ve üyeleri üzerinde despotik disiplini ve refahına uzanıyordu; ancak, 18. yüzyıldan itibaren Kıta Avrupası’nda kent–kamusal alan düzenlenmeleriyle de ilişkili hale gelmeye başlamıştı. Yönetimsel bir rasyonalitenin somutlanma tarzı olarak polis düzenlemeleri ve bu düzenlemelere ilişkin tartışmalardan doğan polis bilimi özellikle Almanya ve Fransa’da tartışılmıştı (Donzelot, 1979; Ewald, 1990; Pasquino, 1991). Polis bilimi araştırmaları soykütüksel bir tarihsel incelemeye dayanıyordu. Buna göre, Foucault’nun College de France’da Ocak–Nisan 1978 arasında verdiği Security, Territory, Population (2009) adıyla kitaplaştırılan derslerde, polis fikri, yönetimsellik kavramı ile geniş ölçekli bir güvenlik tertibatının anlaşılmasında merkezi bir öneme sahiptir. Yönetimsellik kavramı insan ve meta (mal-hizmet) dolaşımının düzenlenişine ilişkin ince ve detaylı hesaplamalara dayalı bir iktidar rasyonalitesinin işleyişini işaret ediyordu. İnsan kalabalıkları, mal ve hizmetlerin belirli bir toprak parçası üzerinde dolaşımının Fransa’da Fizyokratların Almanya’da ise Polizeiwissenschaft uzmanlarının öne sürdüğü yeni bir yönetim sanatının temel meselesi haline gelmişti (Valverde, 2008: 24). Bu nedenle, Foucault (2009), Avrupa’da 18. yüzyıldan itibaren polis düzenlemelerinin kentlerde insan, mal, hizmet dolaşımı ve toplumsal refaha odaklandığını ileri sürdü; polis bir kent düzenlemesi, bir kentlileştirme çabasıydı, kentlileştirmek de akış ve dolaşımları zapt etme ve düzenleme pratiğiydi. Polis düzenlemeleri kent uzamında düzenin sağlanmasını; insan-mal-hizmet akışı ve genel sağlığı tehdit edecek risklerin üstesinden nasıl gelineceğini detaylandıran strateji ve mekanizmaları kapsamaktaydı (Foucault, 2009: 312–28).

Burada dikkat edilmesi gereken husus, Foucault’nun 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başında tezahür ettiğini ileri sürdüğü yaşatıcı–bedeni yaşatmaya odaklı modern biyoiktidar ile polisin yakından ilişkili olduğudur. İnsan bedeninin nasıl yararlı kılınabileceği üzerine istatistiksel hesaplara dayalı biyopolitik iktidar, insan türünün doğum, yaşam ve ölüm gibi biyolojik özelliklerini bir takım politik stratejilerin hedefi haline getiren mekanizmaları anlatır (Foucault, 2008). Foucault’nun geniş ölçekli bir iktidar şebekesi olarak tahayyül ettiği bütün bir kurumlar ağı insan bedenini itaatkâr kılarak üretici hale getiren yaşatma stratejilerine dayanır. Bu bağlamda, her ne kadar kronolojik bir kopuş ve farklılaşma olarak görmese de Foucault’nun düşüncesinde modern (biyopolitik) iktidar öldüren veya yaşatan (yaşam üzerinde söz sahibi) bir egemenlik mefhumundan keskin bir biçimde ayrılır; biyopolitik iktidar bireyi yaşatır veya ölmesine izin verir (Foucault, 1978: 135–59). Polis bilimleri de söz konusu üretken–bedeni yaşatma mantığına dayalı bir iktidar mantığının hizmetindedir. Bir diğer ifadeyle, polis fikri ve polisliğin icraatına dair düzenlemeler biyopolitik iktidar mefhumunca şekillenir. Hukuk ve yasa genel kurallardan oluşurken polis insan yaşamını şekillendiren ince detaylar üzerine çalışır; teorik ve soyut egemenlik kavramlaştırmalarına karşın, polis gücü detaylı düzenlemeler aracılığıyla uygulanır. Polis düzenlemeleri belirli kişileri, grupları, faaliyetleri hedef alır, ayrıca yer ve zaman üzerine çeşitli eylemleri–müdahaleleri içerir. Örneğin dilenciler, aylaklar, ayyaşlar, hayat kadınları ve Yahudiler bu düzenlemelerin kişi ve grup bakımından konusunu oluştururken; çocuk işçiliği ve çalışma saatleri, belirli saatlerde sokakların temizliği, içkili mekân ruhsatı ve ulaşım sistemlerinin denetimi polisin yer ve zaman bakımından düzenlemelerini içerir. İdari, bölgesel ve çevresel düzenlemeler de hesaba katılırsa polis oldukça geniş bir düzenleyici yetki alanına sahip olmuştur (Foucault, 2009: 334–9).

Foucault’nun 19. yüzyıl polis iktidarının yükselişine dair anlatısından şunu çıkarabiliriz: Düzen inşasında hemen her alanda ve detayda beliren polis düzenlemeleri yaşam üzerinde söz sahibi olan bir güçten ziyade düzenin işleyebilmesi için yaşamı düzenleyen bir güç olarak beliriyor. Güvenlik (sécurité), buna göre, gelecekte belirecek risklerin yönetimini tanımlıyor ve polis mekanizmasının da içinde bulunduğu daha genel ve kapsayıcı bir rasyonaliteyi ifade ediyor. Kapitalist ücretli emek rejimi, kent uzamı ve ulaşım ile kamu sağlığını tehdit eden unsurlar polisin müdahale yelpazesindeki riskler olarak beliriyor (Valverde, 2008: 25). Bu bağlamda, erken dönem polis fikri bir yönetim rasyonelliği olarak biyopolitika ve disiplini egemenlik kavramına eklemliyor. Foucault’nun polis fikrine ilişkin kavrayışındaki ayırt edici husus şudur: Polis düzenlemeleri, egemenin cezalandırma projelerinden farklı bir biçimde egemenin çıkarlarını halkın genel çıkarlarıyla bağdaştırır. Polis genel refahı, kamu sağlığı ve düzenini egemenin kendi erkini koruma ve kollama kaygısına yanıt verecek şekilde düzenler (Valverde, 2008: 26). Ancak bir fark da mevcuttur. Pratik düzeyde adli polislik tekniklerini de kapsayan güvenlik mantığı ile egemenlik mantığı arasındaki fark şu şekilde belirir: Hırsızlık egemen tarafından cezalandırılacak kriminal bir eylem iken; güvenlik tertibatı hırsızlık fenomenini bir dizi olasılıkla birlikte ele alır ve nüfusun genelini etkileyecek olması sebebiyle gelecekte meydana gelecek hırsızlık sorununu yönetmeye çalışır (Valverde, 2008: 29). Kısaca, bir yönetim rasyonelliği olarak polis cezalandırıcı bir unsur olmak yerine bir dizi hesaplama ve stratejiye göre hareket eden bir aygıttır.

Foucault’nun düşüncelerinden hareketle, Yeni Polis Bilimi yazarlarının birleşik polis kavramıyla önerdiği hususa tekrar dönecek olursak; Dubber ve Valverde’nin (2008) işaret ettiği üzere, şöyle bir senteze varmak mümkün görünüyor: Polis gücünü suç ve suçluluk ekseninde dedektiflikle tanımlamak indirgeyici bir yaklaşımdır. Daha da ötesi insan yaşamının karmaşıklığı ve öngörülemezliği karşısında polisi tanımlamak imkânsızdır (2008: 4). Foucault’nun yukarıda sıraladığı polis düzenlemelerinin genişliği ve yönetsel aklın işleyişi (raison d’état) dikkate alınırsa genel, soyut ve sürekli yasa karşısında düzenlemelerin gayet somut detayları konu edinmesi böyle bir imkânsızlığın sebebini ortaya koyuyor. Polis ve polisliğe ilişkin Yeni Polis Bilimi’nin yaklaşımı, gündelik toplumsal hayatın belirsizliği ve sayısız risk unsuru karşısında polisin görev (polislik) tanımının imkânsızlığına dikkat çekerken zamansal (temporal) bir analitik belirliyor. Buna göre, çağdaş polis ve polislik iki temel yönetimsel zamansallık ekseninde düşünülebilir: Öncelikle, polis geçmiş yasa ihlallerinden dolayı ceza hukukunun konusuna giren fiillerden sorumlu olan kişileri tespit etmek ve yargı önüne çıkarmak görevini üstlenir (geçmiş moment). Ayrıca gelecekte ortaya çıkması muhtemel risk ve tehlikelerin önlenmesinde rol oynar (gelecek moment): İki zamansallık arasında hareket ederek polis geçmiş ve gelecek arasında yönetimsel bir bağ kurar (Dubber & Valverde, 2006: 5). Dolayısıyla polis gücü/iktidarı ne despotiktir ne de demokratiktir; zamansal duruma göre her ikisi de olabilir. En geniş anlamda ‘zaman ve mekândan, akademik veya kurumsal işbölümünden bağımsız biçimde, sınırsız sayıda özsel ve biçimsel açıdan kendini açık edebilen bir yönetim rasyonalitesi olarak’ düşünülürse polis farklı kipliklerde tezahür edebilir: Egemenlik olarak polis, refah olarak polis veya sokakta üniformalı memur (uniformed constabulary) olarak polis (Dubber & Valverde, 2008: 5–6). Polisin neye nasıl tekabül ettiğini, hangi forma gireceğini ve ne tür bir işlev üstleneceğini somut durum ve detaylar belirleyecektir.

Türkiye’de Covid-19 Pandemi Sürecinde Polis Gücünün Görünümü

Yeni Polis Bilimi’nin işaret ettiği polisliğin tanımsızlığı, bir diğer ifadeyle, somut duruma göre şekil alabilirliği, otoriter ve anti-demokratik bir Türkiye uzamında polisi daha çok şiddet tekelini elinde bulunduran bir devlet aygıtı olarak çağıracaktır. Nitekim son 5 yıllık süreçte, polisin hem darbe girişiminin bastırılmasında hem askeri aygıta karşı bir denge gücü olarak ideolojik–askeri (yeniden) konumlandırılışında hem de toplumsal–politik muhalefetin kontrolünde oynadığı rol göz önüne alınırsa, Türkiye’de zapt edici–negatif bir polislik kapsamlı çözümlemeyi hak eden ciddi bir tartışmadır. Ancak popüler algıda basit bir suçla mücadele aracına indirgenen polisin, sadece suçla mücadele aygıtı olmanın ötesinde, geniş bir yönetim rasyonalitesi çerçevesinde hangi işlevleri üstlenebildiği Türkiye bağlamında çeşitli örnekler üzerinden tartışılabilir. Kanımca, Covid-19 pandemi süreci polis gücünün siyasal iktidarın hizmetinde ne tür toplumsal işlere koşulabildiğinin en iyi örneğini oluşturdu. Söz konusu olan, sadece sokağa çıkma yasaklarının denetiminden sorumlu kısıtlayıcı bir polislik değildi. Mart 2020 sonu itibariyle başlayan sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü Haziran 2020 başına kadar özellikle 65 yaş üzeri yurttaşlara çeşitli yardım hizmetlerinin götürülmesinde polis ve jandarma ekiplerinin aktif bir biçimde kullanıldığını gördük. Meskûn mahallerinde kapalı kaldıkları süre zarfında yaşlı, sakat ve mâlûl olarak tanımlanabilecek ihtiyaç sahibi kesimlerle merkezi yönetim, kolluk kuvvetleri aracılığıyla ilişkiye geçti. İçişleri Bakanlığı talimatıyla valiliklerce koordine edilen gönüllü Vefa Sosyal Destek Gruplarının yanı sıra; özellikle polis, zabıta ve jandarma personeli temel hizmet sağlayan aktörler olarak öne çıktı. Böylece kentlerde polis, kırsalda ise jandarmanın aktif rol aldığı yardım dağıtımı hizmeti kolluk gücünün bir sosyal yardım aktörü haline gelebildiğini de gösterdi.

Sınırsız sayıda ve önceden kestirilemeyecek çeşitli kriz anlarında bir yönetim rasyonalitesi olarak polis gücünün nerden, nasıl ve hangi amaçla kullanılabileceğinin radikal bir örneğine tekabül eden Türkiye’de Covid-19 pandemi süreci, siyasal iktidarın yönetimsel aklının işleyiş tarzı hakkında önemli fikirler verdi. Medyanın hükümet (hegemonik) ve muhalefet (karşı-hegemonik) arasında karşılıklı politik bir mücadelenin gerçekleştiği ideolojik–söylemsel bir çekişme düzlemi olduğu düşünülürse, merkezi yönetimin (devletin) polis ve jandarma eliyle pandemi sürecinde toplumsal refah ve düzeni ayakta tuttuğu temel bir söylemsel önerme haline geldi. Öyle ki; Mart–Haziran 2020 arasında Sabah, A Haber, Yeni Şafak ve hatta TRT Haber gibi muhafazakâr basının ulusal medya ve internet sitelerinde yer alan haber başlık ve içeriklerine dikkat edilirse ihtiyaç sahiplerine yönelik sağlanan yardım ve hizmet rejimi söyleminin özellikle belirli bir tarzda oluşturulmaya çalışıldığı görülecektir. “Kırklareli’nde yaşlı ve hastalara polis ekiplerinden “teşekkürlü hizmet”” (TRT Haber, 23.03.2020). “Akçadağ’da yaşlıların alışverişi polisten” (Sabah, 25.03.2020). “Jandarmayı karşısında görünce… “Kurban olurum ben sizlere””(Sabah, 26.03.2020). “Maaşını alan Kadir amca memnuniyetini asker selamıyla gösterdi” (Sabah, 27.03.2020). “Jandarma ihtiyaçlarını karşıladığı yaşlılara devletin şefkatli elini uzatıyor” (Sabah, 29.03.2020). “Jandarma, koronavirüs karantinasındaki köylüye saman götürdü” (Sabah, 01.04.2020). “Jandarmanın yardım ettiği Hatice Teyze, gözyaşlarını tutamadı” (Sabah, 01.04.2020). “Yaşlılara yardım kolilerini asker götürdü” (Sabah, 03.04.2020). “Abdullah Dede, emekli maaşını getiren jandarmayı tekmil vererek karşıladı” (Sabah, 05.04.2020). “Sivas’ta yasağa uymayıp dışarı çıkan 93 yaşındaki adamı fidanlıktan polis kurtardı” (A Haber, 26.03.2020). “Jandarmadan duygulandıran hareket! Korona nedeniyle evden çıkamayan vatandaşın tarlasını sürdü” (A Haber, 31.03.2020). “Polis ve gönüllü ekipler ev ev mutluluk dağıttı” (A Haber, 14.04.2020). “Jandarmaya ‘bayram harçlığı’ vermek isteyen 65 yıllık evli çiftten gülümseten diyalog” (A Haber, 25.05.2020). “Yaşlı çift gıda malzemesi getiren jandarmayı bayrakla karşıladı” (Yeni Şafak, 24.03.2020). “Yaşlı çiftin ihtiyaçları olup olmadığını soran jandarma ekiplerine verdiği cevap izleyenleri duygulandırdı” (Yeni Şafak, 25.03.2020). “Jandarmanın ihtiyaçlarını karşıladığı asırlık çiftin duygusal anları” (Yeni Şafak, 26.03.2020). “Evimize kim gelir, devlet gelir” (Yeni Şafak, 26.03.2020). “Yaşlı adamın odunlarını vefa ekibindeki askerler kırdı” (Yeni Şafak, 28.03.2020). “Jandarma yaşlı kadına ilaçlarını drone’la ulaştırdı” (Yeni Şafak, 01.04.2020).[1]

Siyasal iktidara yakın muhafazakâr medyanın ulusal basında yer alan haber başlık ve içeriklerinin yardım alan aktörlere ilişkin şöyle bir anlatı kurduğunu görüyoruz: İhtiyaç sahibi yurttaşlara yardım götüren güçlü devlet ve onu temsilen kolluk gücüyle işleyen bir yardım rejimi. Polis ve jandarma personelini temel hizmet sağlayan aktörler olarak inşa eden muhafazakâr medya söylemi, salgın sürecinde yardım rejimini güvenlik güçleriyle özdeşleştiren bir anlatı kuruyor. ‘İhtiyaç karşılayan’, ‘yardım eden’, ‘koli dağıtan’, ‘şefkat eli uzatan’, ‘köylüye saman götüren’, icabında ‘tarla süren’ ve ‘emekli maaşı getiren’ asker ile ‘ev ev mutluluk dağıtan’ polis anlatısı güvenlik güçleri sayesinde işleyen bir yardım rejimine dikkat çekiyor. Bu bağlamda muhafazakâr ve ana-akım basının bütün bir yardım rejimini, muhalif yerel yönetim hizmetlerini görmezden gelerek, merkezi otorite–“devleti” temsilen sadece polis ve jandarma güçlerinin çabalarına indirgemesi belirli bir ideolojik-söylemsel zeminde sosyo-politik gerçekliği (yeniden-)kurma girişimine tekabül ediyor. Öte yandan, polisin pozitif—düzeni işler kılan yönünün vurgulanışı sadece söylemsel bir çekişme sahasında ideolojik bir temsil tercihi olarak görülmemeli. Organik bir kriz yaşayan siyasal iktidar ülke çapında genel bir sağlık krizine karşı devletin sosyal hizmet aygıtlarına ikincil bir konum atfederek polis gücünü devreye sokarken, ancak polis gibi tanımsız, hem gerektiğinde zor kullanabilecek hem de yurttaşla her koşulda doğrudan temas edebilecek, koşullara göre şekil alabilecek bir aygıtın işlerliğinde kendi bekasını sürdürebilir. Bu nedenle muhalif belediyelerin yardım kampanya ve icraatlarını yok sayan, ancak merkezi yönetimin kudretini, her yere ve herkese ulaşılabilirliğini vurgulayan söylemsel kurgular aslında bir yönetimsel rasyonalite olarak polisin düzen inşasındaki “indirgenemezliğini” açığa çıkarmıştır. Tam da bu noktada 65 yaş üzeri yurttaşların alışverişini yapan polis memuru imgesi somut duruma göre polisi işlevsel kılan yönetimselliğin ürünüdür. Gerçekten de polis ve jandarmadan oluşan kolluk gücü yurt sathında örgütlüdür ve teknik–lojistik donanımı sayesinde kolluk ile ulaşılamayacak bir bölge yoktur. Köyde yalnız kalan yaşlı çiftten kentte sokağa çıkamayan bakıma muhtaç bir kişiye; sokağa çıkma yasaklarının denetiminden yasaklar süresince kamu düzenini bozanlara müdahaleye kadar hemen her alana temas edebilecek örgütlü ve silahlı bir güç olarak polis, pandemi gibi fiilen olağanüstü bir halde, siyasal iktidar ve devlet örgütlenmesine tüm yurttaşlar topluluğunun yaşamına temas edebilmeyi mümkün kılan muazzam bir alan açar. Polisin tüm zaman ve uzamlarda söz konusu hareket kabiliyetinin, aslında, üstlendiği egemen imtiyazın icrasından kaynaklandığına da dikkat çekmek durumundayız. Polis gerektiğinde yasayı askıya alarak yasanın dışına çıkabilme imtiyazına sahip olduğu için başka hiçbir devlet aygıtıyla karşılaştırılmayacak bir güce sahiptir. Yeni Polis Bilimi’nin ileri sürdüğü tanımsızlık çerçevesinde (hem negatif hem de pozitif bir polislik pratiği spektrumunda) yönetimsel aklın (mevcut) düzeni koruma ve sürdürme işlevi adına, polis gündelik yaşamda meydana gelebilecek sınırsız sayıda olumsallık ve riske karşı bir manivela işlevi üstlenir. Bu bağlamda, muhalif sivil toplum inisiyatifinin ve yerel yönetimlerin siyasal iktidar tarafından dışlandığı ve hatta ketlendiği bir kriz yönetim sürecinde kolluk gücü aksi halde sosyal hizmet işletecek yerel yönetimlerin ikamesi formunda görünürlük kazanmıştır.

Bourdieu’nun (1998) sosyal koruma ve yardımları devletin ‘sol eli’; polis, adliye ve hapishaneleri de devletin ‘sağ eli’ olarak adlandırdığı yönetsel metaforun Türkiye’de tersine döndüğüne şahit olduk (1998: 2). Türkiye’de devletin sağ eli de gerektiği zaman sol elinin gördüğü işlevi görebiliyor: Devlet gerektiğinde şefkat ve sosyal desteği de polis eliyle dağıtabiliyor. Buna göre yönetsel aklın, belediyelerin sivil toplumsal inisiyatifine dayalı yardım ağları karşısında, polisi görünür kılmayı, devletin bahşedici gücünü polis imgesiyle somutlamayı tercih ettiğini söyleyebiliriz. Sosyal hizmet uzmanlarının değil de polis ve jandarmadan teşekkül kolluk gücünün niçin yardım rejiminin faili haline getirildiği çok sayıda ve çeşitli bağlamlarda tartışılabilir. Ancak söz konusu failliğin ve görünürlüğün polisliğin icra ettiği yönetimselliğe tam da içkin olduğunu söylemekle yetinelim.

***

Son yıllarda sokakta niçin bu kadar çok polis görüyoruz? Bu sorunun yanıtı egemenin beka kaygısıyla yakından ilişkili. Ancak “pandemide niçin kapımızı polis çaldı?” diye soracak olursak şayet, o zaman Yeni Polis Bilimi’ne kulak vermeliyiz. Yeni Polis Bilimi’ne göre polis hem yasaklayan ve müdahale eden hem de gerektiğinde düzeni işler kılan bir tanımsızlığa sahip. Buna göre yaşam hakkı üzerinde takdir kullanan bir polislik ile gerektiğinde refah dağıtabilen bir polislik de mümkün. Rejimin giderek otoriterleşmesiyle birlikte daha çok zor kullanan, yasaklayan ve müdahale eden bir polislik ağır basarken, Covid-19 pandemi sürecinde evlere erzak götüren bir polislik de tezahür ediverdi. Türkiye’de polisin pandemide sokağa çıkma yasakları süresince sosyal yardım rejiminde üstlendiği rol, somut durum–krizler karşısında yönetim rasyonalitesinin gerektirdiği hesaplara, strateji ve taktiklere göre polisliğin alabildiği formların çeşitliliğini gösterdi. Yeni Polis Bilimi’nin öne sürdüğü birleşik polis kavramına yönelik tartışmaların vurguladığı üzere, polisin tanımsızlığı ve somut durumun gereklerine göre şekil alabilirliği Covid-19 pandemi sürecinde polisi kamusal alandan evlerin–hanelerin özel alanına taşıdı. Sadece sokakta karşılaştığımız kamu otoritesi, yönetimsel akıl uygun gördüğünde, evlerin içine kadar sokulabilen bir sosyal hizmet aracı olabileceğini de ifşa etti. Bu nedenle, sadece yasaklayan, yaşam hakkı ve temel özgürlükler üzerine takdir kullanabilen negatif bir polislik, aynı zamanda mevcut düzeni sürdürmeye dayalı daha geniş ölçekli bir yönetim rasyonalitesinin ürünü pozitif bir polislikle birlikte düşünülmelidir.

 


DİPNOTLAR

[1] İlgili haber başlık ve içerikleri TÜBİTAK 1001 – Covid-19 Pandemisinin Türkiye’de Yaşlılığın ve Yaşlıların Algılanma Biçimine Etkileri Ve Yaşlıların Toplumsal İmajını İyileştirmeye Yönelik Kamusal Politika Önerileri (Yürütücü: N. Çiçek, Proje No: 120K467) kapsamında toplanan verilerden elde edilmiştir.

KAYNAKÇA

Agamben, G. (2000). Means without end: Notes on politics. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Bourdieu, P. (1998). The left hand and the right hand of the state. In: P. Bourdieu, ed. Acts of Resistance (R. Nice, Trans.). Cambridge: Polity, 1–10.

Donzelot, J. (1979). The Policing of Families (R. Hurley, Trans.). New York: Pantheon Books.

Ewald, F. (1990). Norms, discipline, and the law. Representations (30): 138–161.

Dubber, M. (2006). The new police science and the police power model. In: M. Dubber, & M. Valverde, eds. The New Police Science: The Police Power in Domestic and International Governance. Stanford, California: Stanford University Press, 107–144.

Dubber, M. (2005). The Police Power: Patriarchy and the Foundations of American Government. New York: Columbia University Press.

Dubber, M. & Valverde, M. (2006). Introduction: Perspective on the power and science of police. In: M. Dubber, & M. Valverde, eds. The New Police Science: The Police Power in Domestic and International Governance. Stanford, California: Stanford University Press, 1–16.

Dubber, M. & Valverde, M. (2008). Introduction: Policing the Rechtsstaat. In M. Dubber, & M. Valverde, eds. Police and the Liberal State. Stanford, California: Stanford University Press, 1–13.

Foucault, M. (2009). Security, Territory, Population: Lectures at the Collège de France, 1977-78. New York: Palgrave-MacMillan.

Foucault, M. (2008). The Birth of Biopolitics: Lectures at the Collège de France, 1978-1979. New York: Palgrave-Macmillan.

Foucault, M. (1978). The History of Sexuality, Volume 1: An Introduction. (R. Hurley, Trans.). New York: Pantheon Books.

Garland, D. (2002). Of crime and criminals: The development of criminology in Britain. In: M. Maguire, R. Reiner, & R. Morgan. Oxford Handbook of Criminology. Oxford: Oxford University Press, 7–50.

Neocleous, M. (2006). Theoretical foundations of the “New Police Science”. In: M. Dubber, & M. Valverde, eds. The New Police Science: The Police Power in Domestic and International Governance. Stanford, California: Stanford University Press, 17–41.

Neocleous, M. (2000). The Fabrication of the Social Order: A Critical Theory of Police Power. London: Pluto.

Novak, W. (1996). The People’s Welfare: Law and Degulation in Nineteenth-century America. Chapel Hill: University of North Carolina Press.

Pasquino, P. (1991). Theatrum politicum: The geneaolgy of capital – Police and the state of prosperity. In G. Burchell, C. Graham, & P. Miller, eds. The Foucault Effect: Studies in Governmentality. Chicago: University of Chicago Press, 105–118.

Valverde, M. (2008). Police, sovereignty, and law: Foucaultian reflections. In M. Dubber, & M. Valverde, eds. Police and the Liberal State. Stanford, California: Stanford University Press, 15–32.

Tomlins, C. (1993). Law, Labor and Ideology in the Early American Republic. Cambridge: Cambridge University Press