Ütopyacı itkinin gerilediği, karşı ütopyaların gün geçtikçe popülerleşmeye başladığı bir yüzyılı geride bıraktık. 20. yüzyıl savaşlar, kıyımlar, cinayetler, tecavüzlerle dolu bir yüzyıl oldu. Aynı zamanda bir umudun harcanışının da yüzyılını yaşadık. Sosyalizmin tarihsel bir dönemi 20. yüzyıla damgasını vurarak sönümlendi. Ve sürekli bir distopyanın içine çekiliyormuşuz hissi ile yaşamaya başladık. Devletin küçüldüğü iddia edilirken devletin saflaşmasına şahit olduk mesela[1]. 1960-1980 arası yaşanan ‘Altın Çağ’[2] bir farsa dönüştü: Sosyal devlet ve refahın hâkim olduğu bir sistem yalanının maskesi, petrol krizleri ve kâr oranlarındaki gerileme ile birlikte düştü. Böylece yakın zamana kadar bir uyarı sistemiymiş gibi davranılan ve sadece ütopyanın karanlık kardeşi olarak görülen distopyanın tüm işlevi de değişmeye başladı. Zaten “distopyaya yönelik itkinin belirleyeni değiştikçe, distopyanın politik mesajının değişime uğraması kaçınılmazdı. Son dönemde yayımlanan romanların içinde distopyaların görünür olması çok da şaşırtıcı değil. Mesela geçtiğimiz aylarda yayımlanan Mahmut Eşitmez’in Liberhell-Cehennemde Filizlenen Özgürlük[3] romanı artık tümüyle distopya mekânı haline dönüşmüş dünyanın, önüne geçilmezse ileriki yıllarda alacağı şekli anlatan güçlü bir yapıt olarak öne çıkıyor. Eşitmez, ütopyanın kötü ikizi olarak ortaya çıktığı düşünülen distopyanın nasıl yıllar geçtikçe kehanetçi rolünden sıyrılıp gerçekçi bir türe dönüştüğünü anlamamızı sağlıyor.
Distopyanın Evrimi
Peki, Liberhell ‘i ‘gerçekçi’ kılan nedir? Daha doğrusu zaman içinde distopyalar nasıl bir evrim geçirip gerçekçi bir türe dönüştüler? Bu soruları yanıtlamak için distopyanın ütopya ile ilişkisini incelemek ön açıcı olabilir. Distopyaların, ütopyanın karanlık kardeşi olarak tanımlanması, ütopyadan beslendiğine dair öngörüden kaynaklanır. Mesela Krishan Kumar “Karşıütopya, ütopya tarafından alıştırılmıştır ve bir asalak gibi ondan beslenir. Hayatını sürdürmek için ütopyanın sürekliliğine yaslanır. Ütopya orijinal, karşıütopya kopyadır; yalnızca sanki daima siyah renklidir” der ama sonrasında: “Bir insanın mutluluk rüyası diğer insanın kâbusu olabilir. Ütopyacılar rüyalarının gerçekleşme olanağında ısrar ettikçe, modern gelişmelerin yeni bir kölelik ve yeni barbarlığa sürüklendiğine inananlar daha telaşlı hale geldiler”[4] diyerek bir beslenme ilişkisinden çok ütopyanın daha yazıldığı anda karşıütopyayı içerdiğini teslim eder. Benzer bir vurguyu M. Keith Booker da yapar: “Ütopik vizyonlar ille de zorunlu karşıtlar değillerdir. Birinin ütopyası başkasının distopyası olabilirken, ütopyacı ideal toplum vizyonları doğası gereği şeylerin şimdiki düzeninin, yani ideal olmayanın eleştirisini sunar, öte yandan “kötü” ütopyaların tehlikelerine karşı distopyacı uyarılar “iyi” ütopyalara olanak tanır…”[5]
Klasik ütopyaların tamamlanmış hissi veren yapısı, distopyanın görece hareketli doğasıyla çelişir. Ütopyalar belirli bir tarihsel andan çok, bu zaman içine yerleştirilmiş düşsel mekânlar olarak tasarlanır. Çözümleri, siyaset ile kurdukları ilişkiler ve toplumsal yaşamı düzenleyişleri her ne kadar bugünün toplumuna cevapsa da, aslında bir tür tecrit hali söz konusudur. “Dolayısıyla gerçekleştirilmiş Ütopyaların zamandışı sakinliği ile Ütopyacı çözüme ivediliğini ve tutkusunu veren toplumsal kötülüklerin büyüklüğü arasında temel bir çelişki olduğu görülür. En az iki tür tarihsel olayın daha baştan Ütopya çerçevesinin dışında bırakıldığı anlaşılır: kendi dünyamız açısından muhtemel çeşitli ters-ütopyaların spazmları ile Ütopya’yı başlatan sistemik dönüşüm ya da devrim.”[6]
Diğer taraftan distopyaların kendi içlerinde homojen bir yapıya sahip olmaları beklenemez. Jameson, distopyalar içindeki farklı konumlanışları eleştirel ters ütopya ve anti ütopya kavramlarıyla açıklar. “Eleştirel ters-ütopya Ütopya’nın kötü kardeşidir; zira bunun etkileri, insanın toplumsal olanaklarının olumlu bir şekilde kavranışı ışığında ortaya çıkar ve siyasal açıdan yetkilendirici duruşu da Ütopik ideallerden türer.” Oysa ütopik bir programı reddetmenin ötesinde, ütopyayı tümüyle anlamsız bulan, her türlü alternatifin bir süre sonra karşıtına dönüşeceğini iddia eden bir anti ütopyacı damardan bahsetmek mümkündür Jameson’a göre. Özellikle Orwell’ın distopyası, anti-ütopyanın önemli örneklerindendir. “Sistemi tehdit eden her şeyin dışlanması gerektiğini düşünen sistemik bir perspektif vardır: Dostoyevski’den Orwell’a ve daha nicelerine kadar bütün modern anti-ütopyaların temel öncülü esasen budur; yani sistemin kendini koruma içgüdüsünü geliştirmesi ve süregelen varlığını tehdit eden her şeyi, bireyin yaşamını hiçe sayma pahasına da olsa, acımasızca ortadan kaldırmayı öğrenmesidir.”[7]
Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Distopyalar düş gücünü harekete geçiren ütopyaların basitçe ters yüz edilmiş hali değildir. Kimi zaman uyarı, kimi zaman kehanet görevlerini üstlense de distopya aslında yaşadığımız dünyadaki görünümleri yansıtırlar. “Distopik toplumlar gerçeklikte zaten var olan bir durumun aşağı yukarı örtülü biçimde yeniden düzenlenmesidir”[8]. Bu noktada Erika Gottlieb’in sorusunun hatırlatılması elzem: “Bu kehanet ve nasihat dolu türün tipik özelliği olan “en büyük korku”nun, sansür, propaganda, yıldırma ve beyin yıkama ile Devlet’in totaliter kontrolü şeklinde zaten gerçekleşmiş olduğu ve bir yaşam biçimi haline geldiği bir toplumda distopik kurmacadan söz edebilir miyiz?”[9] Ya da distopyanın sadece “uzak” geleceği anlatacağına dair öngörülerimiz ne kadar ciddiye alınasıdır? Toplumsallaşan körlük durumu distopik bir atmosferde soluk aldığımızı hissetmemizi engelleyebilir mi?[10] Tam da bu noktada Liberhell sorularımıza yanıt bulmamıza yardımcı olabilir.
Cehennemin Güncelliği
Liberhell, “büyük savaş” sonrasında dünyanın ekolojik bir felakete doğru sürüklendiği, ülkenin bir şehir devletine dönüştüğü bir gelecek tasarımıyla okuyucularının karşısına çıkıyor. Asit yağmurları, oksijen seviyesini düşüren sis bulutları insan hayatını tehdit ederken, şehir devletinin yönetimini elinde bulunduran koalisyon, her iktidarın düşünü gerçekleştirerek muhafazakâr bir gözetim toplumu yaratmayı başarıyor. Ama iktidarın her hamlesine karşı direniş odakları da oluşmuş durumda: İsyan, iktidarın değdiği her noktada gelişmeye başlıyor. Ve direnişin kendini var ettiği bir “mekan-karakter” olarak Liberhell, anlatının gizli kahramanı olarak yer alıyor.[11] Eşitmez, geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü kurarken bir ayağını hep bugünde tutarak, güncel siyasi tartışmaları romanın içine yediriyor. Kendi ifadesiyle ‘oyunbozanlık’ yaparak umudu canlı tutmaya çalışıyor. Peki, geçmiş ve bugün ile gelecek arasındaki köprü nasıl kuruluyor?
Liberhell, romanın ana karakteri Turgut’un bir insan kaynakları şirketinde yaptığı görüşmeyle açılıyor. İş görüşmesi daha başladığı andan itibaren garip bir hal alıyor. İş görüşmeleri betimlemeleri, son dönem toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesi ve sınıf konumlarının yeniden değerlendirilmesi için kritik bir sahneleme imkânı sağlar. Distopik bir evrenin, çalışma yaşamının yeniden düzenlenmesini betimlemesi kaçınılmazdır. Çünkü üretim araçlarından koparılarak ücretleri yeniden düzenlenecek, piyasanın istediği ücret düzeyini kabul edecek bir çalışan kuşağı yaratmak kapitalist ilkel birikim için zorunludur. Mark Neocleous ilkel birikim fikrinin sadece feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin ürünü olduğuna dair önyargılara karşı uyarıda bulunur. Neocleous’a göre kapitalizmin kurucu mitinin kendiliğindenlik olduğu yalanı aslında ilkel birikim için yaratılan terör ortamını gizler. Oysa “İlkel birikim, insanları ücret dışındaki bir geçim aracından koparmak için zor ve şiddet kullanımıdır… Kapitalist birikimin temel koşulu, işçilerin tasarruf haklarından mahrum edilmeleridir. Sermayenin, ücret dışındaki geçim araçlarını ortadan kaldırmaya dönük daimi arayışının, ücretleri zorla kabul ettirme yöntemleri bulma çabasının ve insanları, üretken ve etkili işçiler rolünü benimseme ve bu rol içinde kalma yolunda sürekli disiplin altına almak zorunda oluşunun nedeni budur.”[12] Ayrıca ilkel birikim sadece tarihsel bir anın ürünü değil kapitalizmin yapısal bir bileşenidir. “Başka türlü söylenirse, ‘ilkel birikim’, kapitalist ilişkilerin ortaya çıkış sürecindeki bir dönemi ya da sermayenin ‘tarihöncesine’ özgü bir geçiş görünümünü betimleyen bir kavram değil, aksine, kapitalizmin daima piyasayı biçimlendirme ve kendi emek ikmalini yeniden yaratma gereksinimi içinde olduğunu yakalayan bir kavramdır.”[13]
Turgut’un insan kaynakları personeli ile yaptığı görüşme, sistemin emekçileri disipline etme mekanizmalarını aşırı geliştirdiği bir dönemin ürünü olarak ortaya çıkar. İşveren temsilcisi konumuna gelmiş olan iş bulma kurumu, Turgut’un kredi notundan özel hayatına her şeyi bilir ve tüm bunları göz önünde bulundurup bir teklif sunar. Emekçi ne kadar çaresizleşirse teklif o kadar düşük olacaktır. “İnsanların sermaye tarafından vazedilmiş koşullar içinde çalışmalarını sağlayan bu mekanizma”[14] ile sürekli sisteme bağlı olması sağlanır. Eşitmez, kitabı kapitalizmin kurucu ve daimi pratiği ilkel birikim şiddeti ile açarak, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki köprüyü oluşturmaya başlar.
İlkel birikim ve onun yarattığı şiddet ortamı kaçınılmaz olarak ölüm ile yaşam arasındaki savaşı görünür kılacaktır. Eşitmez, kitabın dördüncü bölümüne direnişin gizemli teorisyeni Xacce’den bir alıntısıyla başlar: “Sonunda hayatta kalmamız bir maliyet hesabına dönüşür.” Bu bölümde Turgut’un annesinin kapı komşusunun devlet birimleri tarafından intihara teşvik edildiğini öğreniriz. Tedavisi “fazla masraflı” bulunan Tahsin Bey, hem sosyal destek uzmanları hem de doktorları tarafından sosyal güvenlik kurumunun sırtına yük olduğu konusunda ikna edilir. Tahsin Bey’in yaşamı maliyetli hale gelmiştir. Eşitmez, bu bölümde sistemin piyasa merkezli oluşunu bu sefer insan yaşamı üzerinden vurgular.
Dahası Canetti’nin sesini duyarız Eşitmez’in satır aralarında: “İnsan yaşamı ölçüt olmaktan çıktığından bu yana, artık hiçbir şeyin ölçütü kalmadı.”[15] Eşitmez, sadece kapitalist altyapının işleyişiyle ilgilenmez; onu ilgilendiren bir diğer konu iktidarın ölüm ile kurduğu ilişkinin yarattığı kontrol mekanizmasıdır. Ölüm üzerindeki sürekli denetim durumu sadece Tahsin Bey’in yaşadığı ikna süreciyle alakalı değildir. Aynı zamanda iktidarın –ister devlet, ister güç odakları görünümünde olsun- öldürme gücüyle de ilgilidir. Achille Mbembe, Nekro-Siyaset makalesinde bu durumu “egemenliğin nihai dışavurumunun, büyük oranda, kimin yaşayabilir olduğunu ve kimin ölmesi gerektiğini belirleme gücü ve yetisine dayandığını” söyleyerek altını çizer. Ve devam eder: “Böylelikle öldürmek ya da yaşamasına izin vermek, egemenliğin sınırlarını ve temel niteliklerini oluşturur. Egemenlik uygulaması, ölümlülük üzerindeki bir denetim uygulaması ve hayatın da iktidarın yayılım alanı ve dışlaşması olarak tanımlanmasıdır.”[16]
Liberhell, bu noktada da geçmiş ve şimdi arasında rabıta kurar. Sömürgecilikten köleliğin 17. Yüzyılda yeniden ortaya çıkışına, çalışmanın zorunlu kılınması-aylaklığın yasaklanmasından çit yasalarına kadar tüm kapitalist uygulamalar aynı zamanda egemenin yaşam ve ölüm üzerinde söz hakkına sahip oluşunun tarihini gözler önüne serer. 20. yüzyılda yaşananlar ise aslında kapitalizmin yapısal özelliklerinin yansımasıdır. Mbembe’ye göre sömürgecilik dönemlerinde yaşanan soykırım, vahşet ve köleleştirme süreçleri modern dönemde ortaya çıkan devlet terörünün öncülüdür. Bugün de nekro-siyaset; biyopolitika-istisna hali ve olağanüstü halin olağanlaşmasının birleşmesi sonucu iktidarın yönetim biçimi haline gelmiştir.[17] Liberhell, yaşamın ölümün iktidarına tabi kılınması sürecinin devam etmesi durumunda yaşanacakları gözler önüne sererek Distopyaların nasihatçi damarına göz kırpar.
Eşitmez, Liberhell’de iktidarın tüm güvenlik bileşenleriyle –polis gücü, tarikat azapları, özel güvenlik sistemi- tüm yurttaşlara karşı savaş açmasını anlatır. Kitapta polislerin halkı polisiye süreçlere davet ederken yaptığı çağrı, devletin kendi yurttaşlarına karşı açtığı savaşın itirafıdır da: “Bütün halkımızı emniyet güçlerinin etrafında birleşmeye çağırıyoruz. Söz konusu olan bir savaştır. Düşman her yerdedir. Ama emniyet güçleri her zaman düşmandan bir adım ilerde olacaktır. Emniyet güçlerimiz devletimize karşı suç işleyen gafilleri doğrudan ve en acımasız şekilde cezalandıracaktır. Halkımızı uyanık olmaya, içimizdeki düşmanları söküp atma mücadelesinde saflarımıza katılmaya davet ediyor”.[18] Eşitmez, devletin baskıcı uygulamalara karşı çıkan herkesi düşman olarak kodladığı ve düşmana karşı herkesi polisleştirmek istediği bir kara ütopya kurgulamışçasına hareket eder. Oysa anlatılan tam da bizim hikâyemizdir. Neocleous, ilkel birikimin kapitalizmin yapısal bir unsuru olduğunu vurguladıktan sonra, birikim stratejisi gereği kapitalist devlet tarafından sürekli bir savaş yürütüldüğünü vurgular : “Klasik askerî anlamıyla, devletler-arası örgütlü şiddet bağlamındaki ‘savaş’ değil de daha ziyade bir ‘toplumsal savaş’ ya da bir ‘iç savaş’ ”.[19] Eşitmez’in romanda yarattığı savaş ortamı aslında bugün muhalefetin yükseldiği her alanda ortaya çıkan devlet şiddetinin betimlenişidir.
İç savaşın bir yönü şiddetin normalleşmesiyse diğer yönü savaşa asker devşirilmesidir. Liberhell’de polis halkı saflarına katılmaya davet ederken tam da böyle bir amaca hizmet eder. Eşitmez, özellikle son yıllarda ortaya çıkan, toplum destekli polislik gibi uygulamaların parodisini yapar. Deniz Özçetin’in belirttiği gibi: “Toplumun polisleş(tiril)meşi öncelikle resmi zapt etme tekniklerindeki dönüşüm ve değişimlerde izlenir.”[20] Dünyada Occupy hareketlerinin etkisiyle gündeme taşınan, Türkiye’de Haziran 2013’teki halk ayaklanması sonrasında AKP’nin özellikle üzerine eğildiği toplumun polisle “işbirliğini” sosyal medya ve iletişim araçları aracılığıyla geliştirmesi projesi, ülkedeki herkesin muhbir olmasını amaçlar. “Bu sürecin önemli ayaklarından biri olan Toplum Destekli Polislik (TDP) de AKP’nin iktidara geldikten hemen sonra uygulamaya soktuğu projelerden biridir.”[21]Ama amaç sadece gözetleme değildir: “Önleyici polislik yaklaşımı temelinde şekillenen bir strateji olan TDP, polisin yalnızca “gözetleyici” değil, aynı zamanda “düzenleyici” bir güç olarak toplumsalı yeniden kurgulamasını ve üretmesini öngörür. Bu düzenleme ve yeniden üretme sürecinde vatandaş da bu sürecin bir parçası olur ve hem gözetleme hem de düzenleme faaliyetine katılır.”[22] Böylelikle içinde gözetimin ve denetimin, zapt etme pratikleriyle iç içe geçtiği bir distopik yaşam yaratılır. Xacce’nin kayıp kitabından yapılan şu alıntı bugünü de anlatmaktadır: “Herkesten ve her şeyden kuşku duyan insanlar; çoğu kez kendinden bile… Yönetme ve yönlendirme tekniğinin temeli budur.” Eşitmez, romanı aracılığıyla alttan alta “yok başka bir cehennem, yaşıyoruz işte” demektedir.
Umut Cehennemi Yenebilir mi?
Liberhell’in, bugün ile kurduğu ilişki düşünüldüğünde, karamsar bir tonu olduğu düşünülebilir. Tür distopya olunca bunun doğal olduğu da… Oysa distopya kanonunun zannımızca en dikkate değer eseri Zamyatin’in Biz’i karamsar olmaktan uzaktır. Yaşanılan deneyime dair karanlık bir tablo çizer ama her daim devrim fikri yazdıklarına eşlik eder. Dolayısıyla Distopyaların kaçınılmaz olarak karamsar olmaları, umut etmenin ‘oyun bozanlık’ olarak görülmesi gerektiği fikri türün kurucu babası sayılabilecek kişi tarafından yanlışlanmaktadır. Zamyatin: “Eğer doğada sabit şeyler, sabit gerçekler olsaydı, tüm bunlar yanlış olurdu. Ama şükür ki gerçekler hatalıdır. Diyalektik sürecin özü tam da budur. Bugünün doğruları yarının yanlışlarıdır; en son sayı yoktur. Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur.”[23] diyerek devrimin katılaşmasını ve kurumsallaşmasını eleştirir, devrim umudunu sürekli canlı tutar. Hatta bu tavır, bazı araştırmacıları, Biz’in yapısal olarak muğlak olduğu sonucuna götürür.[24] Biz’den sonra gelen “pek çok yazar -Zamyatin’in açtığı yolu izleyerek- ütopyalar aracılığıyla yaratılmak istenen ideal toplumların insansız bir devlet aygıtına dönüşeceğini anlatan kurmaca metinler, distopyalar ürettiler.”[25] Ama çoğu distopya Zamyatin’in devrim fikrini reddederek koyu kötümserliği seçti.
Eşitmez, Zamyatin sonrası umutsuzluğu reddedip, umutlu ve inatçı bir hikâye anlatıyor Liberhell’de. Önceki bölümde anlattığımız olumsuzluklara rağmen, direnişin mümkün olduğu romanın giriş bölümlerinden itibaren işlenen bir temadır: “Levent kendini kaptırmış gibiydi, dalgaya almaya yanaşmadı. ‘Eskiden…’ dedi, ‘biz bir eylem düzenlerken, bir dolu şey dıştan dayatılmış gibiydi. Kimler katılacak, eylem nerede yapılacak, amaç ne olacak… Günlerce bunlar tartışılırdı. Sonunda eylem için bir araya geldiğimizde enerjimizin çoğu eylemin dışında harcanmış olurdu. Ama bu sefer farklıydı Turgut. Bir haftadır, eylemin onlarca değişik yüzünü gördüm; sanki ortada kolektif bir akıl vardı. Her şey eylemin içinden, kendiliğinden oluyordu. Ama başıboş değildi. Anlatmak çok güç, herkesin katıldığı ama kendi bireyselliğini kaybetmediği bir şeydi.’”[26]
İlerleyen bölümlerde ise restorasyon hareketi adıyla anılan egemenlerin her hamlesine karşı ezilenlerin mücadele yöntemlerini anlatır Eşitmez. Kitapların ortadan kaybolmasına karşı mücellitlerin, baskı politikalarına karşı illegal örgütlerin mücadele geleneklerini öğreniriz. Bugüne benzer bir tablo daha yaratılır. Ezilenlerin dağınık ve merkezsiz mücadelesi, odaklayıcının ortaya çıkmasıyla aşılacaktır. Kitabın sonunda direnişin başarılı mı başarısız mı olduğu konusunda kesin bir bilgi edinemiyoruz ama aslında tam da Jameson’ın ütopyada eksik gördüğü ‘an’a doğru bir akışı sezinliyorsunuz. Liberhell, devrim anının hemen bir adım öncesini anlatıyormuş hissi yaratarak, distopyanın ütopyaya evrilebileceğine dair umutları tazeliyor.[27]
Gottlieb’in sorusunu yeniden hatırlayalım: Sansür, baskı, zapt etme stratejilerinin çeşitlenmesi, vahşetin normalleşmesi… Tüm bunların yaşandığı bir çağda distopya yazılabilir mi? Eşitmez, Liberhell ile böyle bir çağda distopya yazılabileceğini ama bunu önüne koymuş bir yazarın umudunun da güçlü olması gerektiğini vurguluyor.
DİPNOTLAR
[1] Saf devlet konusunda bakınız: Şükrü Argın, Şiddetin Özelleştirilmesi ve ‘Saf Devlet’: Faşizmden Daha Farklı, Çok Daha Tehlikeli, “Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm” içinde, Agora Kitaplığı, 2009.
[2] Altın Çağ kavramı için bakınız: Eric Hobsbawn, Kısa 20.Yüzyıl- 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Çeviri: Yavuz Alogan, Sarmal Yayınları, 1995.
[3] Mahmut Eşitmez, Liberhell-Cehennemde Filizlenen Özgürlük, Ayrıntı Yayınları, 2015.
[4] Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşıütopya, Çeviri: Ali Galip, Kalkedon Yayınları, 2006. Kumar, Thomas More’un Ütopya’sı da dahil olmak üzere tüm ütopyaların ters yüz edildiğini de vurgular. Kumar’a göre distopyaların sadece 20. Yüzyılın ürünleriymiş gibi görülmesi sorunludur.
[5] M. Keith Booker, Ütopya, Distopya, Toplumsal Eleştiri, Çeviri: Oğuz Tecimen, Notos- Sayı: 36, s.35-46, 2012.
[6] Fredric Jameson, Ütopya Denen Arzu, Çeviri: Ferit Burak Aydar, Metis Yayınları, 2009.
[7] Fredric Jameson, agk.
[8] M. Keith Booker, agk.
[9] Erika Gottlieb, Distopya Batı, Distopya Doğu, Çeviri: Ali Ünal, Notos, Sayı: 36, s.25-34, 2012.
[10] Bu soruları sorarken son dönem popüler kültür ürünü distopik anlatıların çoğunu göz ardı ettiğimizi belirtmek isteriz. Özellikle ABD merkezli bilimkurgu sinema ve dizi endüstrisi son dönemde yakın geleceğe dair pek çok distopik hikâye üretti. Bu hikâyelerin çoğunun sistemin kendisini yeniden üretmesini sağlayacak methiyeler olması şaşırılacak bir durum değil. Bununla ilgili yine Ayrıntı Dergi’de bir tartışma yürütmüştük: Güvenlik ve Kaos Sarmalında Yeni Nesil Diziler, Ayrıntı Dergi Sayı: 1, s. 80-84, 2013.
[11] Liberhell’in bir mekan-karakter, hatta roman kahramanı olarak ortaya çıktığı fikri Yalçın Hafçı’nın: “Ayrıca anlatının başından sonuna dek ilkin gizemli, dahası ürkütücü bir biçimde bahsedilen Liberhell romanın kalbi, hatta dolaylı başkahramanı diyebiliriz. Yeraltında cehennemin içinde filizlenen bu mekân, önce dışlananların hapsedildiği bir yerken, zamanla otoriteden kaçanların, başına bir hal gelenlerin, çaresizlerin, uyumsuzların ve isyancıların kalesi olmuştur. Ama iktidarın yan ürünü olan çetelerle mücadele etmektedirler. Tehlikelerle dolu olsa da paralel ve alternatif olan daha gerçek bir yaşam kurulmuştur orada. “Onlar Liberhell’i değil, Liberhell onları yaratmıştır.” Ve sınırlarını aşan bir gelecek umudu olarak dışarıya taşmaktadır.” Özgürlük Cehennemde Filizlenirse, BirGün Gazetesi, 01.10.2015.
[12] Marc Neocleous, Barışçıllaştırma Rüyası: Birikim, Sınıf Savaşı ve Av, Çeviri: Abdurrahman Aydın, Ayrıntı Dergi Sayı: 1, s. 52-62, 2013.
[13] Marc Neocleous, agk.
[14] Marc Neocleous, agk.
[15] Elias Canetti, İnsanın Taşrası, Çeviri: Ahmet Cemal, Sel Yayınları, 2015.
[16] Achille Mbembe, Nekro-Siyaset, Çeviri: Abdurrahman Aydın, Ayrıntı Dergi Sayı: 4, s. 84-105, 2014.
[17] Bu noktada günümüzle paralellik kurabilir. Ölüm politikasının en dolaysız ve çirkin yüzünü geçtiğimiz günlerde Hacı Birlik olayında gördük. ‘Düşman’ın ölüsüne bile eziyet etmeyi görev edinmiş bu vahşetin istisna olduğu iddia edilemez. Faşist iktidarların ölüleri neden rahat bırakmadığını anlamak için bakınız: Marc Neocleous, Canavar ve Ölü, Çeviri: Ahmet Bekmen , H2O Yayınları, 2014. Kaynak önerisi için Deniz Özçetin’e teşekkürler.
[18] Mahmut Eşitmez, agk. Alıntıdaki italikler bize aittir.
[19] Marc Neocleous, agk.
[20] Deniz Özçetin, Herkesin Polisi Bir Diğeridir: AKP, Toplumsal Ayrışma ve Yeni Zapt Etme Stratejileri, Ayrıntı Dergi Sayı: 10, s. ,2015.
[21] Deniz Özçetin, agk.
[22] Deniz Özçetin-Burak Özçetin, Polis Ve Sosyal Medya: Türkiye’de İl Emniyet Müdürlüklerinin Twitter Kullanımı, Folklor/Edebiyat Dergisi sayı. 21, s.19-48, 2015.
[23] Yevgeni Zamyatin’den akt. Ursula K. Le Guin, Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, Çeviri: Kolektif, Metis Yayınları, 1999.
[24] Fredric Jameson, agk.
[25] A. Ömer Türkeş, Kehanetler Gerçekleşirken, http://www.sabitfikir.com/elestiri/kehanetler-gerceklesirken, Yayın tarihi: 04. 10.2012.
[26] Mahmut Eştmez, agk.
[27] Liberhell’in umutlu oluşunu ve niteliksel sıçrama anını betimlediğini savunanlardan biri Tolga Aras’tır: “Kendimize küçük alanlar yaratıp özgürlük tohumları ekme eylemi uzun zaman öncesine dayanıyor. Dünya tarihi böyle örneklerle dolu. Büyük bedeller, savunmalar, direnişler ve hatta kayıpların öyküsü de o tarihe dâhil. İşin garip tarafı böylesi dirençler, özgürlüğü yitirmeye ramak kala patlıyor. Distopya ütopyaya, oradan da gerçeğe dönüşüyor. Mahmut Eşitmez, ilk romanı Liberhell’le buna benzer bir direnişi, mücadeleyi, ödenen bedelleri ve kazanılan özgürlüğü anlatıyor.” BirGün Kitap, Sayı: 162, s. 9, 03.07.2015.