“Asıl, Mutlak ve Feshedilemez” ya da Polis Erki Hakkında Konuşurken Neden Bahsediyoruz?

“Düzen! Guizot’nun savaş narası buydu. Düzen! diye bağırdı Guizotcu Sebastiani Ruslar Varşova’yı ele geçirdiği zaman. Düzen! diye haykırdı Fransız Ulusal Meclisi ve cumhuriyetçi burjuvazinin kaba yankısı olan Cavaignac. İşçilerin bedenini parçalayan makineli tüfekler de Düzen! diye gürlüyordu.” (Karl Marx, “Haziran 1848 Yenilgisi”)

“Bomba atıyorlar” diye bağırıyor yerel bir şarkıcı. “Bomba atıyorlar”. Ve diğer taraftan bizi sıkıştırıyorlar. Ateş ediyorlar mı? “Hayır, ateş etmiyorlar,” diyor bir başkası: “Biber gazı atıyorlar.” Burası 2014 yılı ağustos ayında Ferguson, Missouri ve bu yaşananlar polisin Michael Brown’u öldürmesini protesto edenler ile polisler arasındaki karşılaşma anında gerçekleşiyor. Washington Post’un aynı ayın 14’ünde yayınlanan sayısında yer alan bu kısa diyalogda geçen “biber gazı” konusu ise son yıllarda polise dair raporlarda sıklıkla karşımıza çıkıyor.[1] Biber gazı demokrasi yanlısı göstericilere karşı Bahreyn ve Mısır’daki Tahrir Meydanı’nda; Gezi Parkı protestocularına karşı İstanbul’da ve Occupy protestocularına karşı Hong Kong ve pek çok Amerika Birleşik Devletleri eyaletinde; seçim reformu isteyenlere karşı Uganda’da; eğitimde reform isteyen öğrencilere karşı Santiago’da; yoksulluk karşıtı göstericilere karşı Rio de Janeiro’da; bir oyun parkının yıkılmasını protesto eden çocuklara karşı Nairobi’de; yakıt desteği talep edenlere karşı Nijerya’da; Budist rahiplere karşı Tayland’da; İsrail Güvenlik Güçleri kontrolündeki işgal edilmiş topraklardaki Filistinlilere; Kaşmirli öğrencilere karşı Srinagar’da; Bisiklet Turu sırasında gösteri yapan çiftçilere karşı Fransa’da ve çok sayıda mahkuma karşı ABD hapishanelerinde kullanıldı. Listeyi uzatmak mümkün ve fakat şu çok açık ki biber gazı devletler için oldukça popüler bir silah durumunda.

Biber gazı nedir? Bu teknik değil politik bir sorudur. Devletlerin kendi vatandaşlarına karşı biber gazı kullanmasını politik olarak nasıl kavrayabiliriz? Bu soruya verilebilecek standart bir yanıt daha evvel bahsettiğim Washington Post makalesinde bulunabilir. Buna göre daha evvel savaş silahı olarak kullanılan kimyasal gazın polis güçleri tarafından kullanılır olması olgusunun gösterdiği, polislik toplumun ihtiyaçlarına giderek daha az odaklanırken devletlerin artan bir biçimde kendi vatandaşlarına yönelmiş bir askerileşmiş şiddet kullanımına odaklandığıdır. Bu açıdan biber gazı, hakkında benzer iddialar öne sürülen diğer pek çok şiddet teknolojisiyle ilişkilidir: tazyikli su, insansız uçaklar, ses bombaları, tanklar, gövde zırhları ve zırhlı araçlar. Bütün bu teknolojiler gazetecilerin, akademisyenlerin ve aktivistlerin benzer bir iddiayı öne sürmesine yol açtı. Buna göre polislerin askerler gibi hareket etmesi ya da maviler giymiş ordulara dönüşmesine; başka deyişlerle polisliğin askerileşmesine, yeni bir askerileşmiş şehirciliğe, yarı askeri bir ezici güç olarak polisliğe, kanun uygulayıcılığın askerileşmesine ya da yarı askeri polisliğin normalleşmesine şahit oluyoruz.

Polisin askerileşmesi tezi bir dönüşümü görünür kılmak için genellikle bir teknolojiye odaklanır. Yarı askeri polisliğe dair tartışmalar bu yüzden hep bu yarı askeriliğin artışını vurgular. Askerileşme tezi de polisliğin askerileşme sürecinde ve askeri erk ile polis erki kavramlarının net bir şekilde tanımlanmış ve kategorik olarak birbirinden ayrı olduğu dönemden bir kopuş olduğunu öne sürer. Askerileşme tezi yalnızca tarihsel bir kopuş olduğunu önermekle de kalmaz. Aynı zamanda etik ve politik bir iddia da içerir. Buna göre polis erkinin savaş erkiyle bir bağlantısı olmamalıdır ve eğer savaşa uygun bir teknoloji polis tarafından kullanılmaya başlarsa bu önemli bir dönüşümdür ve normal polislik rafa kaldırılmıştır. Bu durumda polis başka bir şeye dönüşmüştür. Belki tam olarak askerileşmemiştir ama yarı askerileşmiştir. Yarı askerileşmiş polislik fikrine içkin önermeye göre normal yani yarı askeri olmayan polislik şiddet ile ilgili değildir. O başka bir şeydir. Genellikle güvenlik, kanun ve düzen, barış ve huzur, toplumun iyiliği ile ilgilidir; baskı ile değil ikna ile polislik yapmak demektir.

Polisin askerileşmesi tezi böylelikle polis erki ve savaş erkinin çok farklı kurumlara içkin iki ayrı güç olduğu ve ayrı tutulması gerektiğine dair güzel miti yaşatmaya devam eder. Bu miti yaşatırken de liberal ideolojinin merkezi bir unsurundan faydalanır: polis erki suçlarla mücadele eder, savaş erki ise savaşır; polis erki iç barışı sağlar, savaş erki ise ulusu dış tehditlerden korur; polis erki sivilleri yönetir, savaş erki ise muhariplerle uğraşır; polis erki hukuk ve düzen(sizlik)durumlarıyla ilgilenir, savaş erki ise uluslararası bir düşman ile mücadele eder. Polisin askerileşmesi tezi bu miti sürdürerek polis erkine dair eleştirel düşüncenin önünde bir engel oluşturur.

Polisliğin tarihine dair üstünkörü bilgiler bile polis erki ile savaş erkinin önemli kurumlarının birbirine ne kadar yakın olduğunu gösterir. Yukarıda bahsi geçen teknolojilerin tümü polis erkinin içine doğmuştur. Örneğin biber gazı icat edilir edilmez Fransız Polisi tarafından Parisli çetelere karşı ve başka birçok devlet tarafından da sömürgelerinde yürüttükleri polis savaşlarında kullanılmıştır. Bu teknoloji o kadar polis odaklıdır ki 1935 tarihli Journal of the American Institute of Criminal Law and Criminology [Amerikan Ceza Hukuku ve Suç Bilimi Enstitüsü Dergisi] dergisinde bir polis eğitmeni (ve aynı zamanda biber gazını üreten Lake Erie Kimya Şirketi’nde Teknik Yönetici!) tarafından yazılmış ve biber gazının sınıf savaşında ne kadar etkili bir silah olduğunu söyleyen makale basılabilmiştir (Wiard, 1935). Biber gazının başından beri bir polis teknolojisi olması şaşırtıcı değildir. Çünkü yarı askeri polisliğin kullandığı diğer tüm teknolojiler gibi biber gazı da bir devlet şiddeti teknolojisi olarak icat edilmiş ve devletler hiçbir zaman belirli teknolojileri yalnızca belirli grup insanlar ya da belirli sorunlar için kullanmak konusunu umursamamışlardır. Bu nedenle bahsi geçen teknolojilerin bu şekillerde kullanılıyor olmasının yarattığı şok, hayret ve dehşet eleştirel bir farkındalıktan yoksundur. Bu teknolojiler polis erki kapsamında doğmuşlar ve devlet ve onun özel sektördeki müvekkilleri tarafından bu işler için icat edilmişlerdir. Ortaya çıkan gerçeklik ise polis erkinin halihazırda ve her zaman savaşta olduğudur.

Bu savaş, Brendan McQuade’in bu derlemede yayınlanan yazısındaki tabiri kullanırsak, “polisin savaşı” tabirinde ortaya çıkar. Bu tabire polis mevzuatlarında, siyaset bilimi metinlerinde, rütbeli polis amirleri tarafından medyaya verilen beyanatlarda, polisler arasında yapılan etnografik çalışmalarda rastlayabiliriz. Her seferinde ve tekrar tekrar karşımıza düzenbozuculara, asilere, suçlulara, uygunsuzlara, söz dinlemezlere, hainlere ve kural tanımazlara karşı sürdürülen bitmek bilmez polis savaşları çıkar. Bu savaşların en bariz olanı suça karşı savaştır. Fakat uyuşturucuya karşı savaş, çetelere karşı savaş, serserilere karşı savaş, yoksulluğa karşı savaş ve düzensizliğe karşı savaş da mevcuttur. Tüm bu savaşlar yakın zamanda (farklı derecelerde) teröre karşı savaş noktasında birleşmiştir. Bu savaşlar birbiriyle örtüşen, bağlantılı ve sürekli bir kampanyalar bütünü oluştururlar ki bu, pek çok baskı gören grubun polis kurumundan işgalci bir ordu olarak bahsetmesini de açıklar. Polis erki kendini her zaman bir savaş içerisinde görmüştür. Bu nedenle polisler kendilerinden sık sık pek çok farklı “ordu” karşısında duran “ince mavi hat” ya da “ön cephe” şeklinde bahseder. Herhangi bir polis metnine baktığınızda bu iddiaya mutlaka rastlarsınız. Örneğin A. E. Costello (1885, 140) Our Police Protectors [Polis Koruyucularımız] adlı kitabında polisler için “barış zamanı iç düzeni koruyan ordudur” der ve polis mekanizmasının “topluma ve iyi yönetime musallat olan… enerjisi tükenmez suçlular ordusuna boyun eğdirmesinin” beklenildiğini belirtir. İkinci bir örnek olarak, Christopher Tiedeman, Treatise on the Limitations of the Police Power in the United States [Birleşik Devletler’de Polis Gücünün Sınırlanması Üzerine İnceleme] çalışmasındaki gözlemlerinde vatandaşların içindeki “memnuniyetsizler ordusu”ndan ve çalışan sınıflar içinde endüstriyel savaşa katılanlardan bahseder. Daha yakın bir örnek ise Ferguson’da yaşanan protestolara yapılan polis müdahalesidir. Missouri Ulusal Muhafızları tarafından yapılan (2015 yılı Nisan ayında CNN tarafından Bilgi Özgürlüğü Yasası kapsamında ulaşılan) hizmet içi yazışmaların gösterdiği üzere Ulusal Muhafızlar’ın göstericilere “düşman kuvvetleri” gibi davranması bekleniyordu (Birleşik Devletler Adalet Bakanlığı, 2015). Bu tabir daha sonra, düşman kavramının yarattığı olumsuz çağrışımlardan kurtulmak için “suç unsurları” olarak değiştirildi. Fakat bu değişim bile iki nedenle anlamlıdır: İlk olarak, suçluların toplumun düşmanı gibi görülmesi fikri burjuva siyasal düşüncesinin ilk oluştuğu zamandan beri temel bir unsuru olmuştur ve ikinci olarak ABD Adalet Bakanlığı’nın 2015 tarihli Investigation of the Ferguson Police Department [Ferguson Polis Biriminin Soruşturulması] çalışmasına göre 2014 yılında Ferguson’da yaşayan 16.000 kişi için gözaltı kararı vardır ve bu nüfusun neredeyse tamamına denktir. Başka bir deyişle, Ferguson’un neredeyse tüm nüfusunun polis tarafından düşman kuvvetleri mensubu gibi muamele görmesi muhtemeldir.

Belki de bu dilin kullanımına en iyi örneklerden biri eski Los Angeles Polis Departmanı şefi Daryl Gates’in 4 Mart 1991 tarihli sözleridir. Bu tarih önemlidir çünkü bu tarihten bir gün sonra Los Angeles’ta polisler tarafından saldırıya uğrayan Rodney King öncelikle 50.000 voltluk bir şok tabancasıyla vurulmuş ve sonrasında da kafatasının çatlamasına, beyin ve böbreklerinin zarar görmesine, bileğinin ve çenesinin kırılmasına ve dişlerinin dökülmesine yol açacak şekilde dövülmüştür. Fakat 4 Mart tarihinde bu olayın görüntü kayıtları henüz yayınlanmamıştı ve polis şefi Gates, King’in uğradığı saldırının yarattığı tepkilerle uğraşmak yerine başsavcılık tarafından düzenlenen suç ve kanun uygulayıcılığı konulu toplantıya katılabilmişti. Panel tartışması sırasında Gates polislik için önemli bir önerme olan fikrini dinleyicilerle paylaştı: Düşmanı tespit et. Bir yıl sonra basılan otobiyografisinde de yine aynı temadan bahsedecekti. Paneldeki konuşmasında şöyle dedi: “Düşmanı tespit etmek bizim için rahatsız edici bir iştir. Neden? Çünkü bir çoğumuz aslında düşman sayılırız.” (Gates, 1991, 19; 1992, 351). Verdiğim bu örneklerle, 1996 yılında US National Criminal Justice Commission [ABD Ulusal Suç Adaleti Komisyonu] tarafından basılan resmi raporun iki yüz sayfa süren açıklamalarının ardından neden verilen savaşın halka karşı olduğunu söylediğini anlayabiliriz. Bu tür iddialar gösteriyor ki polis savaşı yurttaş-özneleri tehdit nesnesi, düşman ya da potansiyel düşman olarak adlandırır.

Polisin askerileşmesi ve polisliğe ilişkin diğer önemli tartışmalara dair sorun şudur ki polisliğin ne olduğuna dair bazı varsayımları verili olarak kabul ederler ve böylelikle polisliğin ne anlama geldiği, zapt etmenin ve hatta edilmenin ne anlama geldiğine dair kesin sonuçlara varırlar. Fakat bu varsayımlar tam da liberal ideolojinin polislik hakkındaki temel önermeleri olduğu için, yapılan tartışmanın çıktısı temel haklar, örgütsel yapı, süreç adaleti, hesap verebilirlik, şeffaflık, adalet ve hukuk devleti konularına odaklanan bir polis reformu yapılmasına dair banal bir tartışma olur. Öyleyse, polisin askerileşmesi tezi yanlış soruyu sormakta ve sonrasında beklendiği üzere basmakalıp bir yanıt üretmektedir. Doğrudan söylemek gerekirse tartıştığı meselenin kendisinden bihaberdir.

Polisin askerileşmesi tezinin gösterdiği odur ki bu tezin savunucuları polis kavramını devletin ve sermayenin (ve onların teorisinin) içinde anlamaktan uzaktır. “Bütün bu tezahürleri genelleştirerek, polis şiddetinin ve kapitalist sömürünün bütünleşik bir resmini sunamazlar” (Lenin, 1902/1960, 423). Böyle bütünleşik bir resim bize gösterecektir ki polislik, polislerden çok daha fazlasını kapsar. Savaşın, ordudan daha büyük bir kapsamı olması gibi polis erki de öncelikle ve her şeyden çok kapitalist düzenin kurulması için devletin elinde bir silahtır. Polislik kurumunu şimdiye kadar görülmemiş bir sorgulama ve eleştiriye tabi tutan reformculuk ve güncel tartışmaların aksine analitik başlangıç noktası standart sorular (polis nasıl örgütlenmelidir? Polisin biber gazı ve benzeri silahlar kullanması kabul edilebilir mi? Polisin silah taşıması doğru mudur? Polisin takdir yetkisinin sınırı nedir? Polise dair yasal çerçeveyi sıkılaştırabilir miyiz?) olmamalıdır. Tümüyle başka bir soru sormalıyız: Polis erki hakkında konuşurken neden bahsediyoruz?

“Toplum Düzeni İşte Bu Ürkütücü Bağlantılar Sayesinde Var Olur”

Karl Marx 1840’lı yılların başında “Yahudi Sorunu” üzerine Bruno Bauer ile yaptığı yazışmalarda hak meselesini ele alır (1844/1975a). Bu çalışmalarda bizim için önemli olan kısım güvenlik hakkı üzerine olan bölümdür. Marx’a göre güvenlik “sivil toplumun en yüce toplumsal kavramıdır” ve polis kavramına tekabül eder (Marx 1844/1975a, 162-64). Marx polis erkinin hesap vermez, ayrımcı, demokrasi karşıtı, şiddet uygulayıcısı ve benzeri özellikleriyle ilgilenmez. Bütün bunların zaten verili olduğunu düşünür. Bunun yerine basit ve ikna edici bir müdahalede bulunur: polis kavramını burjuva düzeninin merkezine yerleştirir.

Polisi burjuva düzenin merkezine koyarak anlamak için ekonomi politiğin eleştirisinin gözüyle bakmalıyız ve Marx’ın dediği gibi “sermayenin en derin sırrına” vakıf olmalıyız (1876/1976, 748; 1981, 927). Bu sır kapitalist toplumsal ilişkilerin kurulması için toplumun büyük bir kesiminin üretim araçlarından uzaklaştırılması sürecidir, yani ilkel birikimdir. Bu süreç elbette büyük bir tarihsel öneme sahiptir. Çünkü işçileri üretim araçlarından ayırmadan sermaye oluşamaz. Bu ayrım gerçekleşmeden sermaye birikimi yapılamaz. İşçilerle üretim araçlarının birbirinden ayrılması için işçilerin iki anlamda bağımsız olması gerekir: Öncelikle kendi emek güçlerini satmak için bağımsız ve sonra da üretim araçları mülkiyetinden bağımsız. O kadar bağımsız olmalıdırlar ki kendilerinden başka satacak bir şeyleri ve kendilerini satmalarına herhangi bir engel olmamalıdır. Sermaye işçileri var eder ve sonra da onlara biçim verir. Onları özgürce yaşamak için gerekli olan geçim araçlarından zorla uzaklaştırır, evlerinden eder ve birer avareye dönüştürür. Sonrasında da avare oldukları için onları dövmek, kırbaçlamak, damgalamak ve işkence etmek üzere yasalar çıkarır. Bu disipline edici süreç sonunda işçiler ücretli emek olarak kendi durumlarından sorumlu hale gelirler. Marx’ın ücretli emek olarak yaşamaktan daha iyisini talep edenlere yönelik “kanlı yasalardan” bahsederek yaptığı uzun alıntıların temeli budur (1867/1976, 873 – 940). Kapitalist gelişimin dört yüz yıllık süreci içerisinde geliştirilen bu yasalar serisiyle hem insanların sahip olduğu topraklara çitler çekilmiş hem de insanların bedeni çitler ile kontrol altına alınmıştır.

İnsanın ihtiyaçlarıyla kapasitesini birbirinden ayırmak ve sonrasında kapasitesini o ihtiyaçları karşılamak için kullanmasını sağlamak için bir tür zor kullanımı gereklidir. Bu zor kullanımına polis erki denir. Bu nedenle polis erkinden bahsederken asıl olarak bahsettiğimiz sermayenin tüm yapısının gizli temelinden başka bir şey değildir. Polis erkine dair eleştirel kuramın temel önermeleri polis erkinin yaşamın sürdürülmesi için gereken toplumsal kaynakların sermayeye ve asıl üreticilerin ücretli emek haline dönüştürülmesi sürecinin temelinde olduğunu esas almalıdır. Polis erki olmadan bir piyasadan söz edilemeyeceği gibi bu erk ücretli emeğin oluşmasının tam merkezinde yer alır. Dolayısıyla, polis erkine dair akılda tutulması gereken ilk olgu toplumsal düzenin inşasıdır. Bu iki anlama gelir: İlk olarak, polis çalışmaları ve suç bilimi disiplinlerinde kullanılandan daha geniş bir polis erki kavramına ihtiyacımız vardır ve ikinci olarak da avarelik meselesini daha ayrıntılı olarak tartışmamız gerekir.

William Blackstone 1760’larda basılan Commentaries on the Laws of England [İngiltere Yasalarına Dair Yorumlar] kitabının dördüncü cildinde “polis ve ekonomiye karşı” suçları ele alır (1765-1769, 162):

Toplum polisi ve ekonomi ile krallığın yönetimini ve iç düzenini kastediyorum: Buna göre devlete bağlı bireyler davranışlarını, iyi yönetilen bir ailenin üyeleri gibi, adap kurallarına, iyi komşuluk ilkelerine ve iyi davranışlara uydurmalı; makul, çalışkan ve ilişkide olduklarına karşı saygılı olmalıdır.

Blackstone’un yorumunda da belirtildiği gibi polis erki asıl olarak suçla değil düzenle ilgilidir. Düzene dair bu ilgi o kadar yoğundur ki polis erki ile ekonomi politik örtüşmekte ve toplumun tüm yasal ve idari düzenlemelerini kapsamaktadır. Her ne kadar Blackstone’un eserindeki polis kavrayışı Markus Dubber’in deyişiyle “radikal derecede orijinallikten uzak” olsa da yine de Dubber’in sözleriyle polis erkinin genişlemeci, farklı biçimler alabilen ve dehşet verici yanlarını kavramayı başarır (Dubber, 2005, xi-xii).

Polis erki o kadar büyük bir alanı kapsar ki bu alanda önemli ve birbiri ile ilişkili üç noktayı tespit edebiliriz. İlk olarak, Montesquieu’nün sözleriyle polis “her zaman detaylar ile meşguldür” ve gücünü “her gün tekrar eden şeyler üzerinde kullanır” (1748/1989, 517). İkinci olarak, polis her yere sızmayı ve her şeyi bilmeyi ister. Ve üçüncü olarak polis her anında sızma, denetleme ve her şeyi bilmeye çalışmakla meşguldür çünkü polis erki kendisi ve yalnızca kendisinin toplumsal düzenin koşulu ve gerçekleştiricisi olduğuna inanır. Blackstone ve Montesquieu tarafından polisin üç görünümünün işaret edildiği bu dünyaya biraz daha derinlemesine dalarak bu meseleleri biraz daha detaylı inceleyebiliriz. Bu üç görünüm birbiriyle zayıf ve fakat yine de oldukça ilginç bir edebi bağlantıyla bağlıdır.

17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarında Fransız polis şefi Bernard le Bovier Fontenelle tarafından Marquis d’Argenson’a yazılan övgüde polis erkinin doğasına dair aşağıdaki görüş öne sürülür (1699/1764, 70):

Yer altındaki tünellerden geçerek ailelerin içine sızmak ve onların sırlarını ifşa etmek; her yerde olup görünmez kalmak; devasa ve patırtılı kalabalığı sürmek ve tutuklamak; bu büyük bedenin her zaman hareket halindeki fakat bilinmez ruhunu oluşturmak; polisin genel işlevleri bunlardır.

Bundan yaklaşık yüz yıl kadar sonra Louis Sébastien Mercier (1782/1979) Tableau de Paris [Paris Tablosu] adlı eserinin 1782 yılında basılan ilk cildinde biraz daha değişik bir bakış açısı öneriyordu. Mercier’ye göre Paris’teki polislerin çoğu “tilkilere ve kurtlara” karşı hafiyelik yapmak ve savaşmak için gerekliydi. Tilki ve kurtlara yaptığı referans ile burjuva düşünürlerin egemen gücün bizi vahşi hayvanlardan korumak için kurulması gerekliliği fikrini tekrarlıyordu. Lakin Mercier şöyle bir ekleme yapar; polis hafiyelerinin işlerini yapıp yapmadığını kontrol etmek için başka hafiyelerin onları takip etmeleri gerekmektedir. Şehrin iflah olmaz canavarlarını izleyen polislerin kendilerinin de izlendiği bu katmanlar serisine dair Mercier (1782/1979, 192) şu gözlemi yapar: “toplum düzeni işte bu ürkütücü bağlantılar sayesinde var olur.”

Bu iki gözlemi birleştiren bir üçüncü gözlem vardır. Mercier’nin kitabını okuyanlardan biri olan Friedrich Schiller, Mercier’nin Tableau de Paris [Paris Tablosu] adlı çalışmasını Paris Polis Departmanı’ndan geçen kısa bir oyun yazmak için kullanmış ve bu oyun içerisindeki tarihsel figür olarak da d’Argenson’u seçmiştir. 1799 ve 1803 tarihleri arasında yazılmış olan Die Polizei [Polis] adlı oyun bir polis teğmeninin ofisinde başlar fakat arka planda şehrin devasa kargaşası vardır. Oyun, seyircilerin hikâyenin bir parçası oldukları hissini vermeye çalışır. Oyunun başlangıcında Schiller (1799-1803/1982) tilkiler ve kurtlar benzetmesini hatırlatacak şekilde “insanlar polis şefi tarafından her zaman bir vahşi hayvan olarak görülür” der. Buna benzer bir yorumu Marx (1844/1975b, 242) neredeyse tekrarlamış ve “politik ekonominin işçiyi yalnızca bir hayvan olarak gördüğünü” söylemiştir. Bu bize polis ve politik ekonomi arasındaki örtüşmeyi bir kez daha hatırlatır. Schiller’in teatral olarak hedeflediği, tüm bu kargaşa ve kaos içinde ve serbestçe dolaşan vahşi hayvanlarla sarılmış haldeyken, her şeyi birbirine bağlayan ve bir arada tutan bir tür gücün gerekliliğini seyircilere kabul ettirmektir. Peki böyle bir bağlantı nasıl oluşur? Schiller’e (1799-1803/1982, 91-92) göre Mercier’nin iddiasındaki gibi “toplum düzeni işte bu ürkütücü bağlardan doğar” demek yeterli değildir. Ona göre “gerçek birlik polistir”. Polis erki “itici güçtür ve gelişmeyi sağlar” (91-92). Bu amaçla, polis erkinin gerçek yüzü oyunun başında ve sonunda görünür olur fakat Schiller’e göre “oyun boyunca… (polis) sürekli olarak… maskesinin ardında gizlenir” (92). Devletin birliğinin bu şahsi olmayan gücü oyun boyunca gerçek bir polis memuru yani teğmen maskesini giyer. Teğmenin oyundaki birincil görevlerinden biri ekip arkadaşlarını polisin görevlerine ve yapabileceklerine dair bilgilendirmektir. Burada polis gücü “her şeyi gören göz” üzerine kurulmuştur ve bu göz sayesinde “Polis, günah çıkartan bir papaz gibi, pek çok ailenin zayıf yönlerini ve korkularını bilir” (95). Bu erk o kapsamlıdır ki insanlar çoğu zaman “polisin yapabilecekleri karşısında afallar ve korkuya kapılırlar” (95, 427 Schiller’in Mercier’e dair yaptığı arka plan okuması) Bu noktayı Schiller’in (1795/1967, 11) On the Aesthetic Education of Man [İnsanın Estetik Eğitimine Dair] kitabında yer alan “Üçüncü Mektup”ta yaptığı bir yoruma bağlayabiliriz. Buna göre “insan kendini arar ve Devlet’te bulur.” Öyle gözüküyor ki insan kendini arar ve polis erkinde bulur.

Bu üç bakış açısının benzeştiğini söyleyebiliriz. Buna göre aydınlanmış bir toplumdaki ticarileşmiş düzenin içindeki geniş ve heterojen ilişkileri yönetme kapasitesinin her yerde mevcut ve fakat bazen görünmez olabilen bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç ailelerin içine sızar ve sırları ifşa eder; beden politikasının her zaman hareket halinde ve yine de bilinmez ve yetkin ruhudur; polis hafiyeliğinin ürkütücü bağlarından bir düzen ortaya çıkarabilir ve vahşi hayvanlara benzeyen insanları eğitebilir. Böylesine bir güç polisin bir noktaya kadar sınırlarla bağlı olmadığı anlamına gelir. Ya da daha açık bir ifadeyle söylersek, aşağıda daha ayrıntılı ele alacağım gibi polis erki kendisine konulan her sınırı aşmayı her zaman başaracaktır. Ayrıca polisin her zaman devlet içinde kendine has özel bir pozisyonu olduğu anlamına da gelir. Büyük Petro’nun 1724 tarihli “Ana Belediye Yönetiminin Düzenlenmesi” eserinde de bu nokta belirtilmiştir:

Polis hakları ve adaleti tesis eder; iyi bir düzenin ve ahlakın ortaya çıkmasını sağlar; insanları eşkıyalardan, hırsızlardan, zorbalardan, dolandırıcılardan ve benzerlerinden korur; düzenbozucu ve işe yaramaz hayat tarzlarını defeder; herkesi çalışmaya ve dürüst işe yönlendirir; iyi bir gözlemcidir; dikkatli ve kibar bir hizmetkardır; şehirler ve içlerinde sokaklar kurar; enflasyonu düşürür ve insan hayatı için gerekli olan her şeyin sağlanmasını mümkün kılar; her türlü hastalığa karşı korur; sokakların ve evlerin temiz olmasını sağlar; kişilerin harcamalarında ve toplum içindeki kötü davranışlarında aşırılığı önler; dilencileri, fakirleri, hastaları, sakatları ve başka ihtiyaç sahiplerini düşünür; dulları, yetimleri ve yabancıları Tanrı’nın emirlerine uygun olarak korur; gençleri temizlik ve dürüstlük konusunda eğitir. (Alıntılayan Anisimov 1989, 2217-18)

Bu aşırı derecede geniş bakış açısına göre polis erki herhangi bir düzen bozuculuk tespit edildiğinde ya da daha ortaya çıkmadan engellenmesi gerektiğinde müdahale etme konusunda yalnızca özgür değil aynı zamanda görevlidir.

Polislik üzerine yapılan çalışmalarda günümüzde yaygın olarak öne sürülen odur ki polis erkinin geniş kapsamına dair öneriler 16. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyılın sonuna kadar gerçeği yansıtsa bile, polis erkinin 19. yüzyıl boyunca profesyonelleşmesi ve liberal demokratik devletler bürokrasisinin genel rasyonelleşmesi ile polisin sorumluluğu giderek daralmıştır. Buna göre polis erkinin geniş kapsamı aşamalı bir şekilde daraltılmış ve polis daha ziyade hukuku uygulama ve suçu önlemeye yoğunlaşmıştır. İddiaya göre 19. yüzyılın başlarından itibaren polislik konusunda yaşanan liberal devrimle girilen süreç sonunda polis erki farklı birimler halinde ve aşamalı bir şekilde devletin birimlerine dağıtılmıştır. Yeni polise eşlik edecek pek çok farklı yapı ortaya çıkmıştır: bir zamanların sağlık polisi artık halk sağlığı ve sağlık hizmetleri; yoksulluk polisi refah devleti ve sosyal güvenlik; piyasa polisi Ticaret ve Gıda Düzenlemeleri Birimi olarak adlandırılır; bir zamanlar polisin sorumluluğunda olan sokak temizliği artık belediyelere devredilmiştir. Bu düşünceye göre böyle bir ayrışmayı takiben polis artık gerçek sorumluluğu olan suçu önleme ve kanunu uygulama konusuna daha iyi odaklanacaktır. Ki zaten artık bunun için profesyonel olarak eğitilmekte ve organize edilmektedir.

Her ne kadar polisin sorumluluğunun başka birimlere bölüştürülmüş olsa da iyi düzen ve yurttaşların davranışlarıyla ilgili olan tüm kurumlar günümüzde modern ve profesyonel polis olarak adlandırılan güçle yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişki o kadar yakındır ki polislik kurumu diğer tüm devlet kurumlarıyla ilişkilenmekte ve polislik asıl olarak polis olmayan kurumlar tarafından da gerçekleştirilmektedir. Bütün bu yapı hep birlikte baskıcı polis erkini oluşturur. Böyle bir listede yalnızca okullar ve toplu konut birimleri olmaz, sosyal güvenlik dolandırıcılığı müfettişleri ve vergi memurları, göç memurları, gümrük ve ruhsat memurları, ticaret standartları görevlileri, çevre sağlığı ve kirlilik ile ilgili çalışanlar, tüm lisans kurumları çalışanları ve devlet dışı kurum ve kuruluşlardan sigorta şirketleri, futbol kulüpleri ve Kraliyet Hayvanlara Eziyeti Önleme Cemiyeti’ne kadar pek çok madde bu listede yer almalıdır. Eğer birisi böyle bir liste hazırlamaya başlarsa görecektir ki bu listeyi bitirmek mümkün değildir. Polis erki devletin tüm kurumlarına müsecceldir ve sivil toplumun kuruluşları aracılığıyla işler. Bu nedenle polis erkinin modern formlarının gelişimiyle siyasal idarenin kurumlarının gelişimi ve yaygınlaşması bir ve aynı şeydir. İkisi birlikte toplumsal polis olarak anlaşılabilirler (Neocleous 2000, 2021).

Polis erkinde yaşandığı iddia edilen daralma, bölünme ve aşamalı profesyonelleşmeye karşın polis kurumunun diğer tüm kurumlarla birlikte hareket etmek için yine de çok kapsamlı güçleri talep etmesini böyle açıklayabiliriz. Çünkü bir taraftan, düzeni kurmak ile görevli bir kurum için sadece kanunları uygulamak yeterli olmayacaktır. Öte yandan ise devlet bu konudaki iddiasını sürdürecektir. Polisin yukarıda bahsedilen özel pozisyonunun temeli burada yatmaktadır. Tüm politikacılar hâlâ bu özel pozisyona bağlılıklarını sürdürmektedir. Ayrıca bu özel pozisyonun polis erkine dair tüm yasal ve anayasal metinlerde savunulduğunu görebiliriz. Blackstone, Büyük Frederick ve diğerlerinin eserlerinden çok daha modern olduğu iddia edilen ve polisin erkinin işlevsel farklılaşmasından sonra yazılan böyle bir eserin başlangıcında der ki “polis erki en kapsamlı ve bu nedenle en muğlak güçtür” (Freund, 1904, 2). Police Power [Polis Erki] adlı eserin yazarı Ernst Freund çalışmasında polis teriminin “hükümetin bir gücü ve işlevi, bir kurallar sistemi ve bir idari yapı ve güç” anlamına geldiğini söyler. Bu sebeple, “polis kavramı hiçbir zaman açık bir şekilde kısıtlanmamıştır” (Freund 1904, 2, vurgu eklenmiştir).

Freund’un yaptığı yalnızca 9. yüzyıl boyunca geliştirilmiş ve kabul görmüş bir teoriyi tekrar etmekti. Buna göre, getirilen yeni profesyonel sınırlara rağmen polis erkinin her şeyi kapsayan ve tanımlanamaz bir doğası vardı. Amerikan yargısında sembolleşmiş bir vaka olan Commonwealth Alger’e karşı (1851) davasında mahkeme başkanı Lemuel Shaw polis gücünü şöyle tasvir ediyordu:

“Anayasa tarafından yasamaya verilen, ulusun ve ulusun mensuplarının iyiliği ve refahı için, cezalara tabi olan ya da olmayan, bütüncül ve akılcı yasalar, kurallar ve talimatlar yapmak, onaylamak ve kabul ettirmek gücü… Bu gücün iyi düzenlenmiş hükümetler tarafından uygulandığı pek çok vaka mevcuttur. Hükümetlerin bu güçlerini kullanmasının uygun olduğu bu durumlarda tüm iyi çalışan zihinler bu işleyişi akılcı olarak görür. Örneğin evlerin ve araç yollarının yakınındaki depolarda barut saklanmasının yasaklanması; kalabalık yerleşim yerlerindeki ahşap binaların yüksekliklerinin sınırlandırılması ve bu binaların kayrak ya da başka yanmaz malzeme ile kaplanması zorunluluğu; binaların salgın hastalık durumlarında hastane gibi kullanılmasının ya da zehirli veya rahatsızlık verici malların taşınmasının; baraj yaparak suların taşmasına, çayırlık alanlara veya köylere ilerlemesine ve böylelikle sağlığı tehdit edici ya da ölümcül gazların yayılmasına neden olmanın yasaklanması gibi.[2]

Dolayısıyla Yargıç Shaw’ın dediği gibi “bu gücün varlığını algılamak ve farkına varmak, bu güce sınır koymak ya da işleyişine dair limitler oluşturmaktan daha kolaydır.”

W. P. Prentice’in 1894 tarihli Police Powers Arising under the Law of Overruling Necessity [Zaruriye Hali Hukuku Kaynaklı Polis Gücü] kitabının başlangıcına bakabiliriz. Shaw’ın polis erkinin sınırlarının belirlemenin zorluğuna dair yorumlarını tekrar eden Prentice şöyle der:

Her egemenliğe içkin olarak var olan ve toplumun huzurunu korumakla görevli olan polis erkini tanımlamak zordur … Mahkeme kararlarına baktığımızda polis erkinin geniş kapsama ve farklı biçimlere sahip olduğu görülebilir. Suç idaresinden ayrı olarak anlaşılmalıdır. … Yasal alanı içinde polis erki asıl, mutlak ve feshedilemezdir. (Prentice 1894, 1,7, vurgular eklenmiştir)

Birkaç yıl sonra yayınlanan General Principles of Constitutional Law [Anayasa Hukukunun Temel İlkeleri] kitabında Thomas Cooley (1898) bu asıl, mutlak ve feshedilemez erki egemenliğin özü olarak tanımlıyordu:

“Bir siyasal bedenin birçok üyesi arasındaki ilişkileri düzenlemek için bu ilişkilerin iyi niyetle ve iyi komşuluk temelinde kurulacağı kuralları oluşturmak ve bu kurallar sayesinde hak ihlallerinin önüne geçmek ve herkesin başkalarının keyfini bozmadığı sürece keyfini sürebileceği koşulları yaratmaya polis otoritesi ya da polis erki denir. Egemenliğin en kapsamlı dalı budur ve her bireye, kamusal ve bireysel her türlü hakka, her tür mülkiyet biçimine, Devlet’teki, toplumdaki ve özel alandaki her ilişkiye uzanır. Otoyollardan, balık avlama alanlarına ve madenlere kadar kamusal tüm uğraşlar onun tarafından düzenlenir. İç ilişkilerin tümü onun koyduğu kurallar tarafından düzenlenir, sürdürülür ve sona erdirilir.” (Cooley 1898, 250, vurgu eklenmiştir)

Bu gibi metinler, polislik hakkında yapılan güncel tartışmalarda ihmal edilen pek çok önemli noktayı açığa çıkarır. En açık biçimde polis erki asıl, mutlak ve feshedilemezdir. Polis erki aynı zamanda egemenliğe içkindir ve onun en kapsamlı dalıdır. Bu mutlak ve feshedilemez egemenlik polisin takdir yetkisinin kendini egemen imtiyazın bir ifadesi olarak gösterdiği en ufak detay ve anlarda görülebilir (Seri, 2012, 1 154, 165; Seri 2021; Wall&Linneman, bu ciltte).

Suça ve polise dair tüm retorik ve mitolojinin aksine polisi mutlak ve feshedilemez kılan bu kapsamlı güçler bize gösterir ki suç hiçbir zaman polislik için merkezi önemde olmamıştır. David Bayley’nin gözlemiyle “Polis suçu engellemez. Modern dünyanın en iyi saklanmış sırlarından birisi budur” (1994, 3). Bu sırrın önemini bir kez daha not etmeliyiz: “Polis sürekli olarak toplumu suça karşı en iyi kendisinin savunacağını söyler. Eğer daha fazla kaynak ve personel aktarılırsa toplulukları suça karşı koruyacaktır. Bu bir mittir” (Bayley, 1994, 3). Bayley devamında der ki polis bunu bilir, uzmanlar bilir fakat toplum bilmez. Eklemeliyiz: toplumun bunu bilmesine izin verilmemelidir. Elbette belki de bilinçli olmayan bir şekilde toplum bunun farkındadır. Bu yüzden polis merkezlerine suçla ilgisi olmayan konular hakkında telefon etmeye devam ederler. College of Policing [Polis Koleji] tarafından Birleşik Krallık için oluşturulmuş yakın zamanlı istatistiklere göre polis kumanda ve kontrol merkezlerine gelen telefonların yüzde 84’ü suçla ilgili değildir. Bu uğurda kanun ve düzen zarfına sarılmış bu sırrın etrafında hem burjuva ideolojisi teşkil edilir hem de polis erki meşrulaştırılır. Suçu önleme ve hukuku uygulama polisliğin raison d’être’i olmamakla birlikte devletin sivil toplumu siyasal idaresi ve polis erkinin bahaneleri olarak birer retorik meşrulaştırıcıdır.

Büyük Petro’nun 1724 reformunda belirtildiği gibi polis erki, bir kurum ya da kuruluş değil, bir aktivite ya da süreç olarak insanları “çalışmaya ve dürüst emeğe” ikna etmek zorunda olduğu için bu tür bahaneler gereklidir. Bu bakımdan işe yaramaz veya kapitalist birikim etrafında yapılandırılmış bir düzene uygun olmayan hayat tarzları polis tarafından defedilmelidir. Dolayısıyla polis erki yalnızca toplumsal düzeni kurmaya yarayan araçlar ve teknolojileri içermez. Özel olarak emeğin yasasını kurar. Blackstone polisi yurttaşların sanayinin kurallarına, görgü kurallarına ve edebe uygun davranmasını sağlayacak şekilde krallığın idaresi ve düzenlenmesi olarak tanımladığında kastedilen açıktır: polis insanları çalıştırmak için vardır. Fakat insanları çalıştırmak için öncelikle ücretli emeğin ortaya çıkarılması gerekir ve sonrasında da çalışacak özneyi eğitmek ve belirli bir refah düzeyinde tutmak için gerekli mekanizmalar serisi düşünülmelidir. Polis erki işçi sınıfının üretiminin ve yeniden üretiminin tam kalbinde yer alır işte bu nedenle de her zaman mutlak ve feshedilemez olacaktır.

Kapitalist düzenin kuruluşunda polisin işgal ettiği merkezi yerin farkına varmak devletin neden polislerin zaman ve enerjisinin büyük bir kısmını burjuvazi değil de proletarya üzerinde kullandığını açıklamak için de önemlidir. Ayrıca neden hapishane hücrelerinin orantısız bir biçimde işçi sınıfı mensuplarınca doldurulduğunu; siyasetçilerin dilinde ve medyada suçtan her bahsedildiğinde bunu işçi sınıfına ait bir olgu gibi konuşulduğunu; sosyal yardımlar kapsamında işlenen suçların neden vergi kaçakçılığı veya içeriden bilgi alarak yasadışı yatırımlar yapmaya göre daha fazla polis ve medya ilgisine mazhar olduğunu; neden sermaye tarafından işlenen suçların çoğunlukla cezasız kaldığını ve hatta yalnızca düzenleme ve süreçlerin takibi konusunda yapılan hatalar olarak görülüp suç olarak bile tanımlanmadığını; binlerce işçinin ölümü ile sonuçlanan olayların cinayet değil de yalnızca iş kazası olarak anlaşıldığını ve kapitalist devletin neden sermayenin yaptığı yanlışların ardından ceza almadan kurtulabileceği bir yasal form (şirket) uydurduğunu açıklamak için de önemlidir. Her şeyden öte avarelik gibi “toplum düzenine karşı suçların” (Blackstone’un tabiri) neden polisliğe dair metinler ve yasalarda bu kadar merkezi konumda olduğunu açıklar.

“Kati Bir Sınırlamaya Duyarlı Değil”

Avarelik yasalarının polis erki için üstlendiği pek çok işlev vardır. İlk olarak, polisin çalışması gerektiği halde çalışmayanlara odaklanmasına izin verir. Nitekim avarelik yasalarının merkezinde yer alan “aylak ve düzensiz” tanımını belki de daha iyi açıklayan aylak olduğu için düzensiz tabiridir çünkü sermayenin yönetimi altında çalışması gerektiği halde aylak gezenler zaten düzen dışı sayılırlar. İkinci olarak, avarelik yasaları polise en yüksek derecede takdir yetkisi tanır. Üçüncü olarak, bu yasalar polise pek çok kişi tarafından bir müdahalenin gereksiz olduğunun düşünüldüğü durumlarda bile müdahale etme yetkisi tanır. Dördüncü olarak da polis erkinin mutlak ve feshedilemez doğasını açığa çıkarırlar. Bütün bu vazifeler hep birlikte ele alındığında avarelik yasalarının polis erkinin en saf halini ortaya serdiğini görürüz. Polis erkinin neden cansiperane bir şekilde emeğin performansına bağlı olduğunu anlarız.

Christopher Tiedamann alanında uzun yıllar öncü bir çalışma olan Treatise on the Limitation of the Police Power [Polis Gücünün Sınırlanmasına Dair Tezler] (1886, 120) adlı eserinde “Avarelik Yasası özel olarak aylaklar sınıfına dokunmayı hedefler” diye yazar. İlk bakışta aylaklığa dair merkezi sorunun suç olduğu düşünülür: “bir evi olmayan, geçim kaynakları olmayan ve etrafta dolaşan birinden suç işlemesinden başka ne beklenebilir ki?” bu nedenle avare, “suçun her türü için bir kozadır” (Tiedemann 1886, 117) ve avarelik yasaları “nüfusun içindeki suç unsurları ile mücadele için gerekli araçları sağlar” (Freund 1904, 100). Bu tür iddialar polislerin söylemlerinde ve siyasetçilerin dilinde tekrarlanır. Onlar da avarenin potansiyel bir suçlu olduğunu (günümüzde göçmenlere de bu gözle bakılıyor) ve bu yüzden haklı olarak polis erkinin hedefinde olduğunu söylerler. Bu meseleyi bir kez daha düşündüğümüzde avarelik yasalarının polis erki için neden bu kadar önemli olduğunu, avarelik kategorisinin bizzat kendisi tarafından sağlanan imkanları düşünerek anlayabiliriz. Avarelik yasalarının işçilerin ücret dışındaki tüm geçim kaynaklarından vahşice koparılmasındaki merkezi önemi, Marx’ın ilkel birikim üzerine yaptığı çalışmalarda özel olarak tanımlamaya çalıştığı yasaların da nedenidir. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri’nde kölelik kaldırıldığında özgürlüğüne yeni kavuşmuş kölelere hemen, artık emek yasaları kapsamında avarelik ile ilgili düzenlemelere tabi oldukları hatırlatılmıştır: Tümgeneral Gordon Granger tarafından 19 Haziran 1865 tarihinde yayınlanan köleleri serbest bırakmaya dair Genel Emirler’de (Kölelikten Kurtuluş Günü Bildirisi) artık köleler ve efendileri arasındaki ilişkinin “işverenler ve ücretli emek” arasındaki ilişki olduğu, özgürlüğünü kazanan kölelerin “ücret için çalışmalarının” beklendiği ve “avarelik yapmalarına izin verilmeyeceği belirtiliyordu”.[3] Bu nedenle mantık avareliği bastırarak suçu durdurmak değil; avareliği bastırarak aylaklığı önlemek ve insanların bir tür yasal işte çalışanlar haline gelmelerini sağlamaktır: ücretli emek. İşçi sınıfını çalıştırmak için avarelik bastırılmalıdır.

Bu sebepten dolayı avarelik yasaları polis erki için bir kaynak rezerv görevi görür. Tiedeman’ın (1886, 120) belirttiği gibi avarelik yasalarıyla insanlar sadece şüphe nedeniyle tutuklanabilir ve bu, “insanlar yalnızca suç işlediğine dair kanıtlar varsa tutuklanabilir” diyen anayasal düzenlemenin tamamen karşıtı bir uygulamadır. Avare “hiçbir suç işlemese bile avarelik suçlamasıyla tutuklanabilir ve … bu suçlamanın aksini kanıtlama yükümlülüğü de suçlananın üzerindedir” (120). Tiedemann tarafından bir kez daha tekrarlanan ve polis gücü üzerine hemen hemen tüm yasal metinlerde de var olan nokta şudur ki avarelik yasaları polislere bir tür önleyici tedbir olarak insanlar hakkında takibat başlatma ve onlara zulmetme hakkını verirken yalnızca kişilerin durumlarına ve çoğunlukla da şüpheye dayanır. Tiedemann (1886, 116-26) şöyle yazar: “Avareliğin cezalandırılmasında kendine dair makul bir açıklama sunamayan her şüphelinin cezalandırılması hükmü verilir”.

Avarelik yasaları birçok nedenden dolayı polisliğe dair yasaların nihai formudur. Birinci olarak, bir eylemi değil polis tarafından tanımlanmış bir durumu suç olarak kabul eder. Başka bir deyişle avarelik hükmü polis tarafından avare olduğundan şüphelenilmeyi ve böyle suçlanmayı içerir. Yani polis erkinin nesnesi olarak avare yine polis erki tarafından avare ilan edilmiştir. İkinci olarak, avarelik yasaları polis erkine mutlak bir otorite verir (avarelik suçlaması polis memurunun takdir yetkisi içindedir). Ve üçüncü olarak bu yasalar suçu cezalandırmayı değil toplumsal düzene karşı tehditleri ya da potansiyel tehditleri ortadan kaldırmayı hedefler. Örneğin Birleşik Krallık’taki 1824 tarihli Avarelik Yasaları’nın halen işler olan önemli 4. Bölümü insanların şu durumlarda tutuklanmalarına ve ceza almalarına izin verir: “aylak ve düzen bozucu olmak; fal baktığını iddia etmek ya da para için fal bakmak; etrafta dolaşmak; bir ahırda, terkedilmiş bir binada ya da açık havada konaklamak (ya da bir çadır ya da arabada); göstereceği bir geçim kaynağı olmamak; çeşitli dolandırıcılıklarla para kazanmaya çalışmak; herhangi bir polis memuruna direnmek ya da sadece “kendisine dair makul bir açıklama sunamamak.”[4] Yani avarelik yasaları, sadece bir polis memuru birini durdurup onun üzerini aramanın gerekli olduğunu düşündüğü için insanları durdurup üzerlerinin aranması izin vermesi nedeniyle veya tutuklama yapmak için başka hiçbir yasal neden yokken insanların tutuklanmasını mümkün kılması nedeniyle polise dair yasaların nihai formudur. Toplam olarak polis gücü bir tür avarelik yasası olmadan var olamaz. Bir avukatın dediği gibi “avarelik yasaları kanun uygulayıcıların elindeki en silahlardan biridir ve eğer polislerin bu silahı kullanmaları konusunda bir kısıtlama konulursa yurttaşların güvenlikleri ciddi şekilde tehlikeye girer” (Perkins 1958, 252-53).

Polisin bir tür avarelik yasası olmadan var olmayacağı, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Birleşik Devletler’de haklar devrimi denen dönemde bu tür yasaların kaldırılmasının ardından açıklığa kavuştu. Bu tarihsel anda avarelik yasaları anayasaya aykırı ilan edildi ve mahkemeler polisin avarelik yasaları aracılığıyla sahip oldukları takdir yetkisinin gerekçesiz olduğu yönünde kararlar verdiler. Fakat bu yasalar yürürlükten kalkar kalkmaz yerlerine polise benzer derecede kapsamlı ve tanımlanması zor güçler verildi. Böylelikle avarelik yasalarında var olan mutlak ve feshedilemez güçler ile benzer yetkiler getirilmiş oldu. Polis güçleri bu yaşananlara kapsamlı takdir yetkilerini kullanmaya devam etmelerine imkân veren pek çok düzenleme yaparak karşılık verdiler. Böylelikle avarelik yasalarının ruhu ve koşulları yerinde kalırken isimleri kaldırılmış oldu. Bu yeni düzenlemelerin en açık seçik olanı kamu düzenini bozan davranıştı fakat içlerinde hareket etmeme (oyalanmak ve aylakça dolaşmak), çok hızlı davranmak, çok yavaş davranmak, olağan dışı davranmak ve kaçamak davranmak gibi fiiller de vardı.

Bütün bu gelişmelerin gösterdiği yalnızca yeni düzenlemelerin avarelik yasalarının ruhuna bağlı kaldığı değildi. Aynı zamanda takdir yetkisinin polis erkinin işleyişinde çok merkezi bir rolü olduğu da açığa çıktı. Dolayısıyla polis, avarelik yasaları ve avarelik düzenlemelerinde ona verilen güçlerin yanı sıra insanları trafik ihlali şüphesiyle, uyuşturucu bulundurma şüphesiyle veya göç yasasını ihlal şüphesiyle durdurma gibi yetkilere de sahipti. En açık bir biçimde, eski ya da yeni güvenlik yasaları çerçevesinde güvenliğe tehdit olarak görülen herhangi bir şey polise çok geniş bir hareket alanı sağlamaktaydı. Polisi bu tür takdir yetkilerinden mahrum bırakmak mümkün değildi çünkü bu yetkiler polis erkinin işleyişine içkindi. Takdir yetkileri polis erkinin mutlak doğasını harekete geçirmekteydi. Bu nedenle de polis erkinin sınırlanmasının neden mümkün olmadığını anlamak için anahtar noktayı bu yetkiler oluşturuyor. ABD’de Thurlow Commonwealth of Massachussetts’e karşı (1847) davasında mahkeme reisi olan Roger Taney’nin gözlemi şöyleydi: “Hükümetin ve özellikle polisin işleyişinde geniş bir takdir yetkisine ihtiyaç var. Bu yetki sınırlandırılmaya elverişli değildir.”[5] Bu açıklama polislik için takdir yetkisinin 1500’lü yıllardan bugüne gelen rolünü mutlak bir biçimde ifade etmekte. Polis erki var oldukça bu ifade de geçerli olacak.

Avarelik yasalarının olmadığı bir dönemde bile takdir yetkilerinin bu süregiden kullanımı göstermekteydi ki poliste reform talep edenler tarafından takdir yetkilerinin genişliğine dair yapılan standart eleştirilerin, yani bu yetkilerin polise yasadışı davranmaya itmesi ve adaletsizlik yaratmasının, polis erkine dair eleştirel teori açısından pek işlevi yoktu. Polisin yasadışı eylemlerinin olduğu şüphe götürmeyecek bir gerçeklik. Altmış yıl boyunca çoğunlukla işçi sınıfından müvekkilleri olmuş bir avukat bir duruşma esnasında aşağıdaki gözlemi yapmaktaydı: “Bir gün aniden şaşırtıcı bir gerçekliğin farkına vardım. Şimdiye kadar eyaletlerde ya da federal mahkemelerde savunduğum kişilere atfedilen tüm suçlar aynı zamanda polis ve hatta FBI tarafından da işlenmişti. Buna cinayet de dahil” (Spence 2015, 3). Polisler yasadışı davrandıklarında öncelikle yasalara bağlı kaldıkları durumlarda etkisiz olacaklarını düşündükleri için böyle yapıyorlar. İkinci olarak ise düzen denen şey ancak ve ancak yasadışı eylemler ile sağlanabilmekte. Nihayetinde bazı radikaller ve polis reformcularının yaptığı gibi polislere adaletsiz ve hakkaniyetsiz demek asıl meseleyi ıskalamakta. Çünkü konu adaletsizlik veya hakkaniyet değil. 18. yüzyıl polis reformcularına dair eseri Science of Rights [Hakların Bilimi] adlı eserinde Fichte uzun yıllar önce belirtmişti:

Polis yasaları… alakasız gözüken ve bir zarar oluşturmayan bazı eylemleri yasaklar çünkü bu eylemler başkalarının yanlış yapmasına neden olabilirler ve devletin yurttaşların haklarını korumasını zorlaştırırlar. Dolayısıyla bu yasaların özgün doğasını anlamayan bazı insanlar bir zarar yaratmayan eylemleri kısıtladıkları için devletin bu tür yasalar yapmasına şüpheyle yaklaşırlar. Fakat devletin bu tür yasalar yapma hakkı ve görevi devletin polis erkinden kaynaklanır (Fichte 1796/1970, 377).

Fichte’nin bahsettiği biçimde polis erkinin özgün doğasını kavramayı başarırsak; ki bu özgün doğa polis erkinin özel pozisyonunun ve mutlak, feshedilemez doğasının adıdır; polis erkinin nasıl olup da kendisine getirilen her tür sınırlamayı aşmayı başardığını da anlarız.

Bu özgün doğayı anlamak polis erkinin kan, tükürük ve idrar formlarında bedenimiz üzerinde ve bunlar yeterli olmazsa görüntümüz üzerinde de hak iddia edebileceğini anlamamızı kolaylaştırır. Devlet polis adına veya polis devlet adına bir hak iddiasında bulunursa biz bu talebi karşılamak zorunda kalırız. Ayrıca bu özgün doğayı anlamak polis şiddeti ve polis cinayeti formunda vuku bulan polis eylemlerinin nasıl devlet tarafından nadiren hakkaniyetsiz ya da yasadışı bulunduğunu da anlamamızı sağlar. Bu gerçekle defaatle ve birbirini takip eden pek çok vakada karşılaşırız. Rodney King’in 1991 yılında dövülmesi gibi tekil olaylarda da bu gerçeği görmek mümkündür. Duruşma esnasında King’in polis memurları tarafından dövüldüğü; kafatasının, kemiklerinin ve dişlerinin kırıldığı videoyu izleyen bir savunma avukatı pek çok insanın aksine videoda bir “şiddet çılgınlığı” değil “dikkatli polis müdahalesi” gördüğünü söyledi (aktaran Mydans 1992). Ya da daha yakın tarihli bir vaka olarak Eric Garner’ın 2014 yılında New York’ta boğularak öldürülmesine bakabiliriz. Olayın videosu izlendiğinde (King’in videosu gibi bu videoya da internet üzerinden erişmek mümkün) polisin takdir yetkisini kullanmasının klasik bir örneği olarak Garner’ın kaçak sigara sattığı şüphesiyle polis tarafından durdurulması ve sorgulanmasını görüyoruz. Bu aynı zamanda avarelik düzenlemelerinin de bir örneğiydi çünkü bir kişi emeğini ücret karşılığı satmak dışında bir yoldan (bu durumda tekli sigara satarak) para kazanamazdı. New York Polis Departmanı tarafından yasaklanmış olduğu halde polisler tarafından Garner boğazına bastırılarak nefessiz bırakıldı. Bu durum Garner açıkça “nefes alamıyorum” demesine rağmen hayatını kaybedene kadar devam etti. Büyük jüri Garner’ın boğazına bastıran polisi takdir yetkisini kullandığı için cezalandırmaya gerek görmedi. Polis memurunun yaptığı müdahaleyi o an için gerekli görmesi nedeniyle yaptıkları kabul edilebilir olarak nitelendi. Bunun bize hatırlattığı siyasal olarak gerekli diye nitelenen eylemlerin genelde devletin takdir yetkisi dahilinde şiddet kullandığı eylemler olduğudur. Gereklilik nasıl askeri üniforma içindekilerin tehlikeli saldırganlıklarını açıklamaktaysa polis üniforması giyenlerin uyguladığı şiddet de böyle açıklanıyordu. Polis teorisi üzerine çalışanların çok uzun yıllardır belirttiği gibi “Gerekliliğin tartışılması üzerinde ısrar etmeliyiz, böylelikle Polis Şiddeti’nin zemini kaybolur” (Parker 1644, 43). Geçtiğimiz beş yüz yıl içinde her anda bu ifade mutlak olarak doğruydu.

Bu gerekliliğin en görünür olduğu anlar polisin takdir yetkisi dahilinde şiddet kullandığı anlar olsa da bu durumun gerçekliği King ve Garner’ınki gibi bireysel vakalarda değil daha büyük sayılarla ifade edilen örüntülerle daha iyi açıklanabilir. Yakın tarihten bir örnek vermek gerekirse Fransa’da 2018-2019 yıllarında gerçekleşen gilets jaunes (sarı yelekliler) protestoları sırasında yaralanan insanların sayısı o kadar yüksekti ki 1968 protestoları gibi benzer büyüklükteki olaylar ile bile karşılaştırılamaz durumdaydı. 2018 yılının son ayında ve 2019 yılının ilk ayında önceki on yıldan daha fazla sayıda insan polis silahlarıyla yaralandı. Fassin ve Defossez’in (2019, 88) anlatımıyla, pek çok yaralanma, Avrupa’nın diğer ülkelerinde kullanılması yasak olan plastik mermi atan silahlar ve plastik şarapnel atan el bombalarından kaynaklandı. Seksen yaşında bir kadın el bombası ile vurulmasının ardından hayatını kaybetti. Üç kişi plastik mermi ile vurulduktan sonra komaya girdi. Dört kişinin elleri koptu. On sekiz kişi gözünü kaybetti. Her ne kadar bahsi geçen silahlarla yalnızca karın ve göğüs bölgesine hedef alınması gerekliyse de kurbanların üçte ikisi kafalarından vuruldu ve beyin hasarı yaşadılar. Bosna, Afganistan, Libya, Çad, Irak ve Suriye’de yara almadan görevini yapmış bir savaş muhabiri ilk yarasını burada aldı.

Bu raporlara cevap olarak, Fassin ve Defossez (2019) tarafından alıntılanan İçişleri bakanı Christophe Castaner “herhangi bir polis ya da jandarmanın sarı yeleklilere saldırdığından haberdar olmadığını” söyledi. Ya da Birleşik Krallık’ta polis gözetimi altında yaşanan ölümlere odaklanarak daha uzunca bir zaman dilimini ele alabiliriz. Baskı grubu INQUEST’e göre 1990 ve 2017 yılları arasında polis gözetiminde veya polisle temas sonucu 1667 ölüm yaşandı. Peki cinayet ya da taksirle adam öldürme cezası çıkan dava sayısı kaçtı? Sıfır. Yedi olayda yasadışı adam öldürme suçlaması yapıldı fakat bu vakaların hiçbirinde polis memuru ceza almadı. Bu örnek dünyanın pek çok yerinde benzer biçimlerde gerçekleşmekte (ABD gibi her yıl neredeyse 1000 insanın polis tarafından öldürüldüğü başka ülkelere baktığımızdaysa Birleşik Krallık örneği küçük bile gözükebilir). Dünya çapında polislerin ceza alması o kadar az görülen bir durum ki gözetim ya da sorumluluğu altındaki insanları öldürme konusunda polis erkinin neredeyse egemen bir dokunulmazlık sahibi olduğunu söylemek abartı olmaz.

Burada öldürme yetkisine sahip olmak, cinayetten yırtmak ve cinayet konusunda dokunulmazlığı olmak gibi pek çok tabir kullanabiliriz. Bütün bu tabirler polis gücüne dair bir gerçeğe işaret eder: insanları öldüresiye dövmek ve hatta bundan fazlasını yapıp onları döverek öldürmek eğer gerekli ve uygun görülürse yasa tarafından izin verilen bir şeydir. Polis şiddeti bizzat polisliktir, polislik ise şiddettir. Bütün bu darp ve cinayetlere liberal demokrasilerde resmi olarak yasak olmasına rağmen sürmekte olan polis işkencesi pratiğini ekleyebiliriz: Eğer liberal devletlerdeki polis güçleri işkence yapmıyor olsalardı Darius Rejali’nin (2007) 849 sayfalık kitabı Torture and Democracy [İşkence ve Demokrasi] çok daha kısa olabilirdi. 2015 yılı Mayıs ayında Chicago Şehir Konseyi tarafından 1972’den sonraki yirmi yıl boyunca polis işkencesine maruz kalanlara dair özür dileme kararı yalnızca bu tür davranışların var olduğunu kabul etmesi bakımından önemli değildi. Aynı zamanda bu tür işkence pratiklerinin neredeyse bir yüzyıldan daha fazladır sürmekte olduğunu da gösterdi.

Fazlasıyla ortada olan şudur ki polislerin davranışları yurttaşlara yasadışı gözükebilir fakat polisin işi budur. Eğer bahsi geçen eylem düzeni sağlamak için etkili bir teknikse yasal olup olmadığının polis için pek bir önemi yoktur. “Düzen!” diye bağırır orijinal polis biliminin ve modern yorumlarının kurucu vekilleri. “Düzen!” diye haykırır polisin sopası ve copu; Glock ve Uzi işçi sınıfının bedenini delerken. Polis erki için düzen yasa haline gelir.

Bununla birlikte polis ile yasanın aynı şey olmadığını da akılda tutmalıyız. Montesquieu’nün (1748/1989, 517) tüm polis teorilerinde tekrarlanan polis hakkındaki görüşünü hatırlarsak: polisin “düzenlemeleri vardır yasaları değil” ve her zaman akılda tutulmalıdır ki “yasanın çiğnenmesiyle polisin yasayı basitçe delmesi” aynı şey değildir. Ya da ünlü Fransız polis teorisyeni Nicolas Delamere’in (1705, 127, 131) Montesquieu’den birkaç yıl önce söylediği gibi “adalet ve polis işlevleri birbiriyle bağdaşmaz,” çünkü pek çok polis pratiği “mahkemenin değil devletin işleyişine benzer.” Eğer Montesquieu ve Delamere’in yorumları antik ve erken dönemde geçerli olan şimdi modası geçmiş polis bilimine dair gözüküyorsa, yasa karşısında polisin durumuna dair aşağıdaki özelliklere bakabilirsiniz. İlk olarak, daha önce belirttiğimiz gibi takdir yetkisinin genişlemeye eğilimli doğasının temelinde yasaların hoşgörülü yapısı vardır. İkinci olarak, polisler çoğunlukla yasanın uyulması gereken bir şey olduğuna aldırmazlar ve etnografik çalışmalar pek çok polis memurunun eğer yasalara uyarlarsa işlerini yapamayacaklarını düşündüklerini göstermiştir. Üçüncü olarak, polis güçleri neredeyse her zaman ya tamamen yürütmenin içinde ya da yürütmeyle yasamanın karşısında konumlandırılır ve asla sadece yargının konusu olmaz. Dördüncü olarak, polis güçleri sürekli olarak hangi müdahalenin yasal olarak kabul edilebilir olduğuna dair sınırı genişletmeye devam etmişler ve bir noktada yasalar dönüşüp buna uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Beşinci olarak, polislerin yasama gücü tarafından yapılan yasaları takip etmesi yerine genellikle yasama var olan polis pratiklerine uygun yasalar yapmaktadır. Bu öyle bir noktaya varır ki yasal reform denilen şey polisin operasyonel pratiklerinin bir ürünü ve meşrulaştırılması haline gelir: “Polis Şefleri Kurumu hükümete refakat etmez, hükümet ona refakat eder” (Thompson 1979, 380). Bu nedenle polisin yasadışı davranışlarından ısrarla bahseden tüm teoriler şiddet teknolojilerinin kullanımı ve polisin askerileşmesi tezi kadar sınırlıdır. Adaletten bahsederek polislikte reform yapacağını sanan yaklaşımlar da aynı şekilde sınırlıdır. Neden? Delamere’in (1979) dediği gibi adalet işlevi ile polis işlevinin birbirine uyumsuz olması tek neden değildir. Çünkü aynı zamanda adalet hiçbir zaman polislerin adandıkları en önemli değer olmamıştır. Aslında polis erki için enformel işleyiş kriteri aynı zamanda tüm biçimleriyle burjuva devlet için de enformel işleyiş kriteridir: düzensizliği önlemek için adaletsizlik kabul edilebilir.

Bu nedenler sivil özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve polisin demokratik kontrolünün ötesinde düşünmeliyiz. Bu düşünce yalnızca Lea ve Young’ın (1993, 270) dediği gibi polisin demokratik kontrolünün aslında polisi olduğu gibi bırakma ihtimalinden dolayı gerekli değildir. Aynı zamanda polissiz bir dünyayı da düşünmeliyiz (Correira & Wall 2018). Fakat bu ancak polise sair sahici bir biçimde eleştirel olan her teorinin aynı zamanda sahici bir biçimde sermayeye karşı da eleştirel olmasıyla mümkündür. Çünkü polissiz bir dünya düşünmek aynı zamanda sermayenin ötesinde bir dünya düşünmek anlamına gelir. ■

Çeviri ve Katkı: Onur YILDIZ

Not: Social Justice Dergisi’nin 2021 Eylül (Vol. 47 Nbr. 3-4) sayısında yayınlanan makalenin orijinaline https://law-journals-books.vlex.com/vid/original-absolute-indefeasible-or-873695269 adresinden ulaşabilirsiniz.


DİPNOTLAR

[1]Terrence McCoy, “Tear Gas is a Chemical Weapon Banned in War. But Ferguson Police Shoot It at Protestors” [Biber Gazı Savaş Sırasında Kullanımı Yasak bir Kimyasal Silahtır. Fakat Ferguson Polisi onu Göstericiler Üzerinde Kullanıyor] Washington Post, 14 Ağustos 2014.

[2] Commonealth v. Alger, 61 Mass. 63 (1851)

[3] US General Order No. 3, Major General Granger, 19 Haziran 1985.

[4] An Act for the Punishment of the Idle and Disorderly Persons, and Rogues and Vagabonds, in that part of Great Britain called England (Büyük Britanya’nın İngiltere denilen bölgesinde aylakların ve başıboşların ve serserilerin ve berduşların cezalandırılması için yasa] 21 Haziran 1824.

[5] Thurlow v. Commonwealth of Massachusetts 46 US 504 (1847).

KAYNAKÇA:

Anisimov, Evgenii V.( 1993) The Reforms of Peter the Great: Progress through Coercion in Russia. Translated by John T. Alexander. New York: M.E. Sharpe.

Bayley, David (1994) Police for the Future. Oxford: Oxford University Press.

Blackstone, William (1765–1769) Commentaries on the Laws of England, Vol. 4. Chicago: University of Chicago Press.

College of Policing (2015) College of Policing Analysis: Estimating Demand on the Police Service. College of Policing, United Kingdom.

Cooley, Thomas M. (1898) The General Principles of Constitutional Law. Boston: Little, Brown.

Correira, David and Tyler Wall (2018) Police: A Field Guide. London: Verso.

Costello, A.E. (1885) Our Police Protectors: History of the New York Police from the Earliest Period to the Present Time. New York: Police Pension Fund.

Dale, Elizabeth (2016) Robert Nixon and Police Torture in Chicago, 1871–1971. DeKalb, IL: Northern Illinois University Press.

Delamare, Nicolas (1705) Traité de la Police, Tome I. Paris.

Dubber, Markus Dirk (2005) The Police Power: Patriarchy and the Foundations of American Government. New York: Columbia University Press.

Fassin, Didier and Anne-Clair Defossez (2019) “An Improbable Movement? Macron’s France and the Rise of the Gilets Jaunes.” New Left Review 115(1): 77–92.

Fichte, J.G. (1796/1970) The Science of Rights. Translated by A.E. Kroeger. London: Routledge.

Fontenelle, Bernard le Bovier (1699/1764) “Eloge des M. D’Argenson.” In Oeuvres, Tome 6. Amsterdam.

Freund, Ernst (1904) The Police Power: Public Policy and Constitutional Rights. Chicago: Callaghan.

Gates, Daryl F. (1991) Statement to the 1991 Crime Summit, March, 4, 1991. In Attorney General’s Summit on Law Enforcement Responses to Violent Crime: Public Safety in the Nineties. Conference Summary. Washington, DC: US Department of Justice.

(1992) Chief: My Life in the LAPD. New York: Bantam.

Lea, John and Jock Young (1993) What Is to Be Done about Law and Order? London: Pluto.

Lenin, V.I. (1902/1960) “What Is to Be Done?” In V.I Lenin, Collected Works, Vol. 5. Translated by Joe Fineberg and George Hannah. Moscow: Progress Publishers.

Marx, Karl (1844/1975a)     “On the Jewish Question.” In Karl Marx and Frederick Engels, Collected Works, Vol. 3. London: Lawrence and Wishart.

(1844/1975b) “Economic and Philosophic Manuscripts of 1844.” In Karl Marx and Frederick Engels, Collected Works, Vol. 3. London: Lawrence and Wishart.

(1867/1976) Capital: A Critique of Political Economy, Vol. 1. Translated by Ben Fowkes. Harmondsworth: Penguin.

(1981) Capital: A Critique of Political Economy, Vol. 3. Translated by David Fernach. Harmondsworth: Penguin.

McQuade, Brendan (2019) Pacifying the Homeland: Intelligence Fusion and Mass Supervision. Oakland: University of California Press.

Mercier, Louis-Sébastien (1782/1979) Tableau de Paris, Vol. 1. Geneva: Slatkine.

Montesquieu, Baron de (1748/1989) The Spirit of the Laws. Translated by Anne M. Cohler, Basia Carolyn Miller and Harold Samuel Stone. Cambridge: Cambridge University Press.

Mydans, Seth (1992) “The Police Verdict.” New York Times, April 30.

National Criminal Justice Commission (1996) The Real War on Crime. New York: Harper Collins.

Neocleous, Mark (2000) The Fabrication of Social Order: A Critical Theory of Police Power. London: Pluto.

(2021) A Critical Theory of Police Power: The Fabrication of the Social Order. London: Verso.

Parker, Henry (1644) Jus Populi: A Discourse Wherein Clear Satisfaction Is Given as Well Concerning the Right of Subjects as the Right of Princes, etc. London: Robert Bostock.

Perkins, Rollin M. (1958) “The Vagrancy Concept.” Hastings Law Journal 9(3): 237–61. Prentice, W.P.

(1894) Police Powers Arising under the Law of Overruling Necessity. New York: Banks and Brothers.

Rejali, Darius (2007) Torture and Democracy. Princeton, NJ: Princeton University Press.

Schiller, Friedrich (1795/1967) On the Aesthetic Education of Man. Translated by Elizabeth M. Wilkinson and L.A. Willoughby. Oxford: Clarendon.

(1799–1803/1982) Die Polizey. In Schillers Werke: Nationalausgabe, Vol. 12: Dramatische Fragmente, edited by Klaus Harro Hilzinger and Karl-Heinz Hucke. Weimar: Herman Böhlaus Nachfolger.

Seri, Guillermina (2012) Seguridad: Crime, Police Power, and Democracy in Argentina. New York: Continuum.

(2021) “‘The Dream of State Power’: Accumulation, Coercion, Police.” Social Justice 47(3/4): 33–54.

Spence, Gerry (2015) Police State: How America’s Cops Get Away with Murder. New York: St. Martin’s Press.

Thompson, E.P. (1979) “Law and Order and the Police.” New Society, November 15, 379–80.

Tiedeman, Christopher (1886) A Treatise on the Limitations of the Police Power in the United States. St. Louis, MO: F.H. Thomas.

US Department of Justice (2015) Investigation of the Ferguson Police Department. Report, US Department of Justice, Civil Rights Division, Washington, DC, March 4. At https://www.justice.gov/sites/default/files/opa/press-releases/ attachments/2015/03/04/ferguson_police_department_report.pdf.

Wall, Tyler and Linnemann, Travis (2020) “No Chance: The Secret of Police, or the Violence of Discretion.” Social Justice 47(3/4): 77–94.

Wiard, Seth (1935) “Chemical Warfare Munitions for Law Enforcement Agencies.” Journal of the American Institute of Criminal Law and Criminology 26(3): 438–43.