“Dirim çürüyor yanı başımızda!
Dağılıyor kokusu ölümün, bu bezgin şafaktan.
Sırt dönüşler, yalanlar, aşağılanmalarla daha da ıralıyor canı
Varoluş sevincinin. (Nilgün Marmara)
“Oluk oluk kan akıtılacağını” buyuranların coğrafyasında savaş, cinsiyetçilik, milliyetçilik ve militarizmin gücüyle sürüyor. Tahrip gücü yüksek bir bomba gibi; kadınların kazanımlarını da hedefleyerek.
Cynthia Cockburn der ki “Ekonomik iktidarın, “ırksal” (Bu terim “ırkçılık’ olarak kullanılmıştır.), etnik iktidarın ve toplumsal cinsiyet iktidarının yapı ve uygulamaları birbiriyle kesişirler ve birbirlerinin ayrılmaz parçalarını meydana getirirler. Cisimleştirdikleri husumetlerin en şiddetli dışavurumu savaştır. Bu yüzden de savaş, toplumsal cinsiyete başvurulmadan açıklanamaz”…
Barış için Kadın Girişimi, savaşlarda yaşanan kadın hakikatlerinin, “vatan, millet, kahramanlık, erkeklik” gibi mitlerin siperlerinde yok olmasına karşı çıkmak, savaş politikalarının erkek egemenliğinden nasıl beslendiğini, aynı zamanda erkek egemenliğinin savaş politikalarını nasıl güçlendirdiğini açığa çıkarmak, barış süreçlerinin güçlerin egemenlik paylaşımına indirgenmesine karşı politikalar üretmek için yola çıktı. Zira indirgemecilik, egemenlerin çok sık başvurduğu bir yöntem olarak, temel sorunları ortaya çıkaran karmaşayı görünmez kılar ve hakikati örter. Devletlerin çıkarları, ulusal çıkarlar, kapitalizmin çıkarları olarak açıklanan savaşlar, erkeklerin kadınlara açtığı tarihsel savaşı görmediği, görmek istemediği içindir ki; savaşı cinsiyetlendirmek geleceğin nasıl kurulacağını da belirleyecektir.
Savaşın kadınların bedenleri üzerinden nasıl yürüdüğü açık. Barış İçin Kadın Girişimi olarak kalekolllara karşı protestoları yerinde izlemek için Lice’ye gittiğimizde, buradaki karakollarda kadınlara uygulanan toplu tecavüzleri dinlemiştik. 90’lar boyunca gerilla kadın bedenlerine yönelik cinsel şiddet de hala hafızalarda. Kadınlara yönelik de yürüyen savaşın faillerinin bugün de aynı yönteme başvurduğunu biliyoruz. Varto’da Ekin Wan isimli gerillanın bedeninin teşhiri ile kadınların mücadelesi erkek egemen sistemin ahlakı üzerinden kırılmaya çalışılmadı mı? Erkek egemen toplumun hassas noktası olan kadının “namus”u kullanılarak başta kadınlar olmak üzere devlet terörüne karşı direnen tüm halka gözdağı verilmeye çalışıldı. Ancak uzun yıllardır “bedenim benimdir” siyasetinin uzantısı olarak çıplaklığın kadınlara karşı silah olamayacağını artık biliyoruz. Nitekim sonrasında KJA açıklamasında “Ekin Wan çıplak onurumuzdur” dedi.
Keza tecavüzden yargılanan Musa Çitil’in, terfi ettirilerek Diyarbakır’a yeniden atanması da “makbul” kadın olmayı reddeden mücadeleci kadınlara dönük bir mesajdı.[1] Kadınlara yönelik suçların örtbas edilmesi gücünü tam da süreklileşmiş savaştan alıyor. Devletin ve erkek egemen sistemin hafızası kesintisiz olarak sürüyor.
Devletin kimlik inşasında “makbul” kadınlık, savaşlarda safını belirlemek konusunda kafa karışıklığı yaratır. BİKG’in feminist mücadelenin sözünü, politikalarını, barış politikalarına taşıması bu açıdan oldukça önemli. BİKG, sadece savaşın kadınlara göç, mutfakta yangın, taciz, tecavüz, dilsizlik olarak döndüğü gerçeğini söylemiyor. Aynı zamanda savaşa karşı barış mücadelesinin kadınları da özneleştirdiğini, mağdurluk kadar güçlenme diyalektiğini de dile getiriyor. Kadınların barış mücadelesinin patriyarkayı da aşındırdığına inanıyor.
BİKG, barış görüşmelerinin başladığı 2013’te kendi politik yolunu, kadınların barışın öznesi olduğu, hakiki barışın toplumsallaşmasından; yani yeni bir toplum inşasının hedeflenmesinden geçtiği üzerine kurdu. Militarizasyon, milliyetçilik sadece savaş süreçlerinin sorunu olmadığı için, gündelik hayatın asıl taşıyıcısı kadınların bütün bu süreçlerden nasıl etkilendiğini, kadınlar arası bölünmüşlüğü aşan bir yerden ortak eylem, dayanışma ağları kurmaya çalıştı. Gündelik olanla-büyük savaş politikaları arasında bağ kurmaktı amaç. “Bombalar hayatlarımıza düşüyor” sloganı da buradan türedi zira.
Cizre’ye dönük ilk ablukanın kaldırılmasının hemen ardından, 150 kadın olarak ilçeye gittiğimizde, savaşın coğrafyasının bütün Türkiye olduğunu dile getirdik. Abluka siyaseti sadece Kürdistan’ı değil, batıdaki kadınların hayatlarını da yasaklarla, güvenlikçi politikalarla rehin alıyor dedik. 150 kadının yanmış, yakılmış, aç ve susuz bırakılmış Cizre’den güçlenerek döndüklerini açıklaması, destek-dayanışma ilişkisinin çok daha ötesine geçen, birlikte mücadele hattının yıllar için de nasıl örüldüğünün de göstergesiydi.
Diğer yandan bütünlüklü barış mücadelesi şu tehlikeyi de görmek zorunda: “Sevgilileri, kocaları, babaları ve oğulları savaşa alınan, birçoğu ölümcül bir tehlike içinde olan kadınlar kavramsal olarak kendilerini erkeklerden ayıramaz, hem kaybettikleri, sevdikleri hem de korkulu düşmanları olarak hayatlarında bir yeri olan erkekler arasındaki benzerlikleri düşünmek istemezler”. Savaşın elini güçlendiren, erkeklerin kadınlara dönük savaşını değersizleştiren ulusal, etnik aidiyetlere karşı kadınların “ulusal” değil “cinsiyet” çıkarlarını savunmak… Bu nedenle Fırat’ın doğusu barış mücadelesi veren kadınlar için, uzak değil yanı başındadır. Mücadele veren kadınların savaş koşullarında bile cinsiyetçiliğe karşı kendi özerk, bağımsız yapılarını koruması bu açıdan sigortadır.
Artık savaşın içindeyiz. Barış mücadelesinin niteliği de değişmek zorunda. Feminist mücadelenin kendi gündemi ile kadınların barış mücadelesi arasında bağ daha güçlü kurulmak zorunda. Erkek egemen sistemi zayıflatan her mücadele, savaşı meşru gören siyaseti de zorlayacaktır. Kadınların; politik kadınların daha çok hedef haline geldiği, öldürüldüğü, azgın erkek devlet siyasetine karşı ana akım savaş karşıtı hareketin de kadınların mücadelesini yok sayan, küçümseyen, en iyi ihtimalle “kafa sallayan” halinden vazgeçmesi gerekiyor
Savaşın gerçek silah ve ideolojik aygıtlarla yoğunlaşarak sürdüğü son süreçte Barış İçin Kadın Girişimi olarak, barış mücadelesinin sadece ağır insan hak ihlallerinin açığa çıkarılmasıyla yürüyemeyeceğini, mağduriyet söylemi üzerinden batının ikna edilebileceği ezberinin değişmesi gerektiğini söylüyoruz. Silahların konuşmadığı 2.5 yıllık süreçte değişen iklimin bir anda nasıl aslına rücu ettiğini gördük. Bu nedenle Hakikat Komisyonu’nun “ben artık biliyorum” çalışması, suskunluğa dönük önemli bir eleştiridir.[2]
Özyönetim-öz savunma tartışmalarını da gündemine alan BİKG; yeni dönem siyasi sözünü demokratik yeni bir anayasa bağlamında sürdürmeyi tartışıyor. Diğer yandan feministlerin “kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” sözü ile öz savunma –özyönetim arasındaki ilişkisellik, ayrımlar da zenginleşmeyi bekleyen tartışmalar olarak önümüzde duruyor.
DİPNOTLAR
[1] www.diken.com.tr/cinayet-iskence-ve-tecavuzle-suclanmis-komutan-terfinin-ardindan-simdi-de-diyarbakira
[2] BİKG 1990’larda bölgede yaşanan hak ihlallerinin özellikle kadınlar tarafından nasıl yaşandığını araştırmak üzere Hakikat Komisyonu kurdu. http://bianet.org/bianet/kadin/156820-baris-icin-kadin-girisimi-kimin-hakikati-dedi
Kadınlar neden barış mücadelesinin öznesidir
(BİKG Çözüm Süreci Raporu-Ocak-Aralık 2013)
Kadınlar nüfusun %50’sini oluşturmaktadır. Barış süreçleri toplumun yeniden inşa edildiği ve yeni toplumsal sözleşmelerin ortaya çıktığı dönemlerdir. Bu dönemlerde kurulan yapıların tamamında kadınlar eşit temsil edilmezse kadınlar bu sözleşmeye katkı sunmamış, rıza vermemiş olur
Kadınlar savaştan doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkilenmişlerdir. Yakınlarını kaybetmiş, zorla göç ettirilmiş, gözaltında taciz ve tecavüze uğramışlardır. Ancak kadınların savaş sırasındaki mağduriyetleri bu tür doğrudan saldırılarla sınırlı değildir. Savaş olan toplumlarda militarizm sebebiyle erkekler daha da saldırganlaşmış, erkeklikleri kışkırtılmıştır. Bu sebeple kadına yönelik şiddet artmıştır. İşte bu yüzden, cinsiyet eşitsizliği ve savaşçı ideolojilerin biçimlendirdiği erkeklikler arasındaki ilişkinin açığa çıkarılması ve buna karşı alınacak önlemlerin tüm toplumsal sözleşmeler ve barış çalışmalarında yer alması gerekir.
Kadınlar savaş boyunca barış için mücadele ederler. Bu mücadele sırasında politik, etnik, sınıfsal ve dini ayrımları aşarak birliktelik geliştirir ve ortak dil üretirler. Yanı barışma konusunda deneyimlidirler ve barış süreçlerinde erkeklerin kadınlardan öğreneceği çok şey vardır.
Kadınların barış süreçlerinin dışına atılmasının önemli nedenlerinden biri kadınların savaşın muhatabı olarak görülmemesidir. Taraflar, kadınları ve kadın merkezli konuları, savaşın cinsiyet ilişkileri ve eşitliği ile ilgili olmadığını, savaşanların cinsiyet özgürlüğü için silaha davranmadıklarını hatırlatarak masanın dışında tutarlar. Bir diğer deyişle cinsiyet eşitliği savaşın sebebi olmadığına göre, müzakerelerin gözetmek zorunda olduğu bir mesele değildir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, erkekler ve egemenler arasındaki silahlı savaş dursa dahi, gündelik hayatta yaşanan ırkçılık, cinsiyetçilik ve eşitsizlik devam etmektedir. Ancak görünmez, konuşulmaz olmuştur. Kadınların siyasi olarak özne ve muhatap haline gelmesi, güçlenmesi, görünür olması ve karar mekanizmalarına katılması bu tür toplumsal çatışmalara ve ayrımcılıklara karşı en büyük güvencedir.
Barış için Kadın Girişimi 2009 yılında Türkiye’de barış ve kadın özgürlüğü mücadelesi veren çok sayıda Kürt kadının tutuklanmasının ardından farklı kesimlerden kadınlar tarafından kurulmuştur. 2009-2012 yılları arasında Türkiye’de barış eylemlerini geliştirmek, kadınların savaş ve çatışmadan doğan çok çeşitli mağduriyetlerini tartışmak ve belgelemek amacıyla faaliyet göstermiştir. BİKG’in bileşenleri arasında hem kurumlar hem bireyler yer almaktadır. Ayrıca BİKG’in bileşen profili Türkiye’deki tüm siyasi, sınıfsal, etnik, dini ve cinsel yönelim çeşitliliğini kapsamaktadır.