7 Haziran 2015 milletvekili genel seçimlerinin Türkiye siyasal hayatında bir eşik olduğu bu derginin sayfalarında dile getirilmişti. Türkiye biçimsel demokrasisi içinde belli aralıklarla halkın rızasını üretme işlevini görmüş seçimlerden farklı olarak son seçimler, ortaçağ tarzı bir krallık ile modern diktatörlüğün kırması sembollerle kendini var eden bir rejimin yanında olup olmama sorusunu, biçimsel demokrasilerde seçimler yoluyla nadiren sorulan siyasal bir soruyu seçmenin önüne koymuştu. Sorunun siyasallığı, biçimsel demokrasi içinde siyasallığından arındırılmış kitleleri ‘seçmen’ kurgusunun ötesine taşıyarak siyasal özne pozisyonuna itti. Seçmen bir anda kendine verilen oy kullanma görevinin ötesine geçerek, siyasal partilerin ve kamusal kuruluşların yapması gerekenleri üzerine aldı. Kürt coğrafyasında uzun yıllara yayılan siyasal deneyimin, Gezi ayaklanmasının seçimlerden iki yıl önce açığa vurduğu siyasal potansiyelin ‘seçmen’den politik özneye giden bir süreçte etkili olduğu söylenebilir.
2015 seçimlerinin ‘seçmen’den siyasal özneye kaydıran kritik konumu, yelpazenin öte tarafında farklı işledi. Burjuva demokrasi içinde oyunun ‘aktörü’ olarak ortaya çıkan siyasal partiler -HDP dışında- ne oyunu ne de aktörlüğü reddettiler. Türkiye halklarının, emekçilerinin, yoksullarının içine atılmak istendiği ‘tehlikeli oyun’da rollerini daha iyi oynayabileceklerini -istisnalar dışında- kanıtlamaya çalıştılar. AKP, İtalyan mafyasını anlatan film karelerine benzer biçimde zorla da ya da ‘tamamen duygusal’ bağlılıklarla Saray içinde yok odu. Siyasal olarak kendini feshetti. Partiyle birleşmiş devletin bütün olanaklarıyla -partiyi de devreden çıkararak- ‘Saray külliyesi diktatörlüğü’ meşrulaştırılmaya çalışıldı. AKP yöneticileri, bocalayarak da olsa Saray külliyesinde kaftanlarla poz veren zata ‘seçim bildirgesinin kopan sayfalarını yerine koyarak’ boyun eğdi ve burjuva siyasetinde özgün bir seçim propagandası yöntemi kullandı: Vaadi ve talebi aynı olan bir propaganda yöntemi. Vaadi hırsızlık, yolsuzluk, katliam iddialarının yargılanmaması için Saray külliyesinin başadamının (uzun adamı mı demeli) ruh, beden ve devlet bütünlüğünün sağlanacağıydı. Daha açıkçası havuz musluklarının akmaya devam edeceğiydi. Servete dönüştürdüğü gücünü, iktidarını korumak için kullanan, Machiavellian yöntemleriyle düşmanlarının kökünü kazımadan iktidarını sürdüremeyeceğini düşünen Saray külliyesinin talebi de 400 milletvekiliydi. AKP bu talebi başa koyarak biçimsel demokrasi içinde siyasal olarak kendini feshetti. Bundan sonra alacağı form varlığı ya da yokluğu, Türkiye’de seçmen konumundan özne konumuna geçme potansiyelini ortaya koyan kitlelerin Türkiye’nin geleceğine ilişkin mücadele ve kararlılıklarına bağlı olacak.
CHP merkez yönetimi, doksanlardan beri uğraşa didine sağcılaştırdığı seçmen kitlesinin sağcılığına dayalı bir seçim propagandası izledi. Seçim bildirgesindeki sol temalar, gerçek anlamda başarı sağlayan ön seçimler, sol-sosyalist varlıklarını duyuran adaylar etkili olsa da ‘Türkiye’nin seçmen sosyolojisi’ araştırmalarına dayanan seçim propagandası başarısızlığa mahkum, görev verilirse yapacak bir bürokrat-aktör parti varlığını ortaya koydu. Gezi’nin hemen ardından Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu isimlerini ortaya koyan CHP’nin; siyasetin kazanamayacağı bir verili olanı kazanmak değil, onu değiştirmek olduğunu anlaması uzun zaman alacağa benzer. CHP, gerek Gezi’nin gerek Kürt siyasal hareketinin içine girdiği sürecin burjuva demokrasisi içinde açtığı siyasal potansiyeli izlemek yerine bundan korkan güçlere boyun eğerek başarısız mevcut aktörlük konumunu korudu. Baykal’ın Saray külliyesi’ne seçim sonrası meşruluk alanı açan ilk görüşmesi de Türkiye burjuvazisi tarafından koalisyon ile AKP’nin normalleştirilmesi ve ‘ak’lanması olağanın değerlendirilmesi görevinin kabulü de ‘CHP’nin aktörlüğü’nü ortaya koydu.
Figüranlığı kimseye kaptırmayan MHP, üzerine düşeni hem seçim öncesi hem de seçim sonrası süreçte ‘en iyi’ yerine getiren parti oldu. Barışa karşı tutumuyla seçim öncesinde, Uygur Türkü, Koreli ayırt etmeden ‘çekik gözlülere’ saldırılarıyla seçim sonrasında ülkede ırkçılığın yükselme zeminlerini hazırladılar. Türkiye’de Çinli olmadığı için bu ırkçılığın kime yöneleceğini de Saray külliyesinin başrol oyuncusu, figüranına gösterdi. Kısacası MHP’de değişen bir şey olmadı.
Seçimin kritik niteliğinin asıl muhatabı HDP’ydi. Diktatörlüğü engelleme görevini açıkça üzerine almış, sorunun siyasal niteliğini kavramış, ‘verili sağ seçmenlerin’ tercihlerine değil siyasal potansiyele ve verili olanı değiştirmeye yönelik seçim propagandasıyla HDP aynı zamanda 7 Haziran seçimlerinin kazanı oldu. Bütün devletli ve devletsiz engellemelere, faili seçim sonrası diktatörlüğü sürdürme operasyonlarının başlangıcını tarihleyen Suruç katliamının bombacısı ile arkadaş olan Diyarbakır’daki patlamalara rağmen HDP’nin barajı aşması, Türkiye’de burjuva demokrasinin kurumlarının diktatörlüğe bariyer çekebileceği umudunu doğurdu. Fakat bugün yaşananlara baktığımızda seçimin kritik eşik olduğunu kanıtlarcasına diktatörlüğü, modern seleflerinin başarabildiği gibi seçimler yoluyla kuramayan Saray külliyesi, ‘dört adam sekiz füze’ mantığıyla başka arayışlara girmiş bulunuyor.
Suruç Katliamı ve Türkiye’nin Düşmanları
Yalçın Akdoğan 29 Temmuz günü açıkça ‘çözüm süreci’nin bitmesinin nedeni olarak Erdoğan’ın başkan seçtirilmemiş olmasını gösterdi.[1] Akdoğan’ı partisini yok hükmünde sayan bu itirafa sürükleyen Saray külliyesinin diktatörlük mücadelesidir. Diktatörlüğün döngüsü, savaş makinesinin işler tutularak kriz üretimi ve yönetimidir. Bu bağlamda biçimsel demokrasi ile iç içe bir kurumdur diktatörlük. Klasik özü, modern olanında da korunan diktatörlük, Roma’da hukuksal olarak tanımlanmıştır: ‘cumhuriyetin krizini çözmek için egemenlik yetkilerini geçici olarak bir kişiye devretmek’. Modern diktatörler, egemenlik yetkilerini, meşruluklarını arttıracak bir biçimde seçimlere dayandırmak isterler, seçim yapılamayacak bir düzeni kuruncaya dek.
7 Haziran seçimlerini kritik eşik yapan da buydu. Seçimin siyasal sorusu, ‘oyun’un hangi ‘aktör ya da aktörler’le devam edeceği değil, diktatörlüğün kurumsallaşması sürecine bir son verilip verilmeyeceğiydi. Seçmen, kurulu yapısını aşarak bir siyasal özne pozisyonu elde etti ve oyun sona erdi. Saray külliyesinin giriştiği savaş, 7 Haziran’da kesintiye uğratılan diktatörlük döngüsünün yeniden kurulması içindir.
20 Temmuz günü, Suruç’a IŞİD barbarlığından kurtarılan Kobane’nin yeniden inşasına katkı sunmak, savaşın içinde büyüyen çocuklara destek olmak için giden 300 insanın ortasında patlayan bomba ile 32 devrimciyi yitirdik. Kobane düştü düşecek nidalarıyla sevinenler, Suriye’ye tırlarla silah taşıyanlar için bu katliam bir savaşın başlangıcı olarak işaretlendi. ‘Dört adam sekiz füze’ formülünü daha öncesinde duymuştuk, duymadan önce de bu ülkede yıllarca bu formülün işlediğini biliyorduk. Suruç’ta patlayan bombanın ardından Türkiye’nin yeni düşmanlarının ve savaş konseptinin belirlenmesinde bu formülün etkili olup olmadığına dair kuvvetli düşüncenin gerçeklik düzeyi nasıl olsa ortaya konacak.
‘Türkiye’nin yeni düşmanları’, 7 Haziran sonrası kurulmaya çalışılan diktatörlük döngüsünün temel çarkıdır. Suruç katliamının ardından ABD ile varılan antlaşmanın ardından sıradan Saray külliyesi sempatizanın deyimiyle öfkeli Müslümanlara, Saray külliyesinden çıkan adlandırmayla DEAŞ’a karşı başlatılacağı iddia edilen operasyonda ülke dışında IŞİD’in terkettiği mevziler ve PKK hedefleri vuruldu. Ülke içinde ise 1000’e yakın sosyalist-devrimci gözaltına alındı. Operasyonun hemen öncesinde, kimin üstlendiği çok da açık olmayan polis ve asker ölümleri gerçekleşti. Ülke içinde yapılan operasyonlarda polisle çatışma izine rastlanmamasına karşın infaz edilen Günay Özarslan’ın cenazesi ailesine verilmemek istendi. Cemevi üç gün boyunca kuşatma altına alındı. Savaş karşıtı eylemlerde polisin nefret kusarak ve işkence eşliğinde yaptığı gözaltıları televizyon ekranlarından değil, sosyal medyadan izledik. Selahattin Demirtaş’ın Meclis grubunda yaptığı ‘sana savaş yaptırtmayacağız’ içeriğindeki konuşması gibi. IŞİD’a karşı yurt dışında başlayan operasyon yurtiçinde de devam etti. Polislerin sırtlarını sıvazladığı ve önünde el pençe divan durduğu ‘IŞİD liderleri’ gözaltına alındı. Bu süreçte yukarıda değinilen Akdoğan’ın konuşmasıyla ‘çözüm süreci’nin bittiği açıklandı.
‘Yeni Türkiye’nin yeni düşmanları, çözüm sürecini bitiren kriz yaratımı ve yönetimi ile diktatörlük döngüsüne temel çark olarak eklenmiştir. Yeni Türkiye’ye içkin olan zamansal kaydırma bu yeni düşman belirlenmesinde de etkilidir. Yeni düşmanlar, terör çatısı altında toplanan ve yasadışı örgütlerden yasal siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine varan bir boyutta cumhuriyetin bütün zamanlarıyla ilişkilendirilebilecek muhalefet odaklarıdır. Türkiye’nin yeni düşmanlarını ve yeni savaş konseptini şekillendiren düşmanların muğlaklığıdır. Bir anda HDP’nin kapatılması gündeme getirilmiş, Süleyman Soylu, Türkiye’nin batısında demokratik-sosyalist hedeflerle yürüyen Birleşik Haziran Hareketi’ni PKK’nin taşeronu ilan etmiş, havuz medyası PKK, IŞİD ve DHKP-C’nin birbirini ikame ettiğini vurgulamış, Türkiye’nin en etkili demokratik kitle örgütleri, Eğitim-Sen, TMMOB ve TTB kriminalize edilmeye çalışılmıştır. Neredeyse her yapı ‘paralel’ başka bir yapıyla ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır. Suruç’ta katledilenlere faşizmin reva gördüğü neredeyse katledilmelerinden kendilerini sorumlu tutmaktır.
Geçici bir hükümetle diktatörlük döngüsünü kurmak isteyen Saray külliyesinin taktiği karşısına çıkabilecek her demokratik muhalefeti, muğlak savaş konseptinin içinde bertaraf etmektir. AKP’nin çözüm sürecini bitirişi de onu yürütüşü gibi kendi karakterine özgüdür. Türkiye’nin temel meselesini çözeceği iddiasıyla ve seçimler vasıtasıyla kazandığı, birbirine tahvil iktidar ve servet tehlikeye düştüğü anda süreç son bulmuştur.
Barış Hemen Şimdi!
Türkiye’nin emekçilerini, yoksullarını kana bulayacak olan bu savaşa karşı barışı inşa etmek Türkiyeli demokratların, sosyalistlerin en temel görevidir. Barış, çözüm sürecinin AKP tarafındaki anlamını çok iyi ifade eden barışçıllaştırma rüyasını (pasification)[2]ifade etmez. Aksine barış siyasallaşmalıdır. Barışın siyasallaşması, onu idari bir sürecin ötesine taşımaya, etrafında siyasal bir öznellik kurmaya davet edecektir. HDP’nin ‘sana savaş yaptırmayacağız’ söylemi etrafında örgütlemeye çalıştığı politika, Birleşik Haziran Hareketi’nin toplumsal bir barış hareketinin yükseltilmesi yönünde yaptığı çağrı sahiplenildiğinde diktatörlük döngüsünün en temel çarklarına çomak sokacaktır. CHP, seçim öncesi ve sonrası takındığı ikircikli tavrı bir kenara koyarak barışın siyasallaşmasından yana açıkça tavır koymalıdır. Aksi halde barışçıllaştırma rüyasını hayasızca bir savaş aracılığıyla gerçekleştirme planları Türkiye’nin siyasal sistemini bir bütün olarak değiştirecektir. Gezi’de ve 7 Haziran seçimlerde halkın önüne konan siyasal soruya verdiği yanıt, bugün daha güçlü bir biçimde yükseltilmelidir: Barış hemen şimdi!
DİPNOTLAR
[1] Akdoğan’ın ifadeleri şöyle: “Kendini kullandıran bir HDP var. Süreci havaya uçurmuş oldu. Bu açık bir tablodur. Öcalan’ın zaman zaman söylediği bir şey var. Bu Kürt meselesini kim çözmek istese, onu bitirmek için bir mekanizma harekete geçmiştir. Son dönemde baktığımızda Erdoğan’a karşı da benzer bir mekanizmanın harekete geçtiğini, hem süreci hem ana aktörü olan kişiyi bitirmek için girişimlerde bulunduğunu görüyoruz. HDP de bütün kurgusunu Erdoğan karşıtlığı üzerine konumlandırdı.” http://www.birgun.net/haber-detay/yalcin-akdogan-ocalan-hdp-lileri-yakalarsa-sopayla-kovalar-85721.html
[2] Mark Neocleous, Barışçıllaştırma Rüyası: Birikim, Sınıf Savaşı ve Av, Ayrıntı Dergi, S. 1, Kasım-Aralık 2013.