IŞİD’in Batı’dan Görünümü

Amerika Birleşik Devletleri’nin ünlü televizyon sunucularından Jon Stewart güncel siyasal ve sosyal gelişmeleri mizahi ve eleştirel bir dille ele alması ile tanınır. Jon Stewart 15 Ekim tarihinde yayınlanan programında Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler ve ABD’nin IŞİD ( Irak-Şam İslam Devleti ) ile olan savaşında bir araya getirmeye çalıştığı koalisyon konusunu programına konu etti. Stewart bir yandan ABD yönetiminin farklı ülkeleri IŞİD’e karşı olan koalisyona destek sunma konusunda ikna etme çabalarının başarısızlığını ele alırken; diğer yandan da bir NATO üyesi ve ABD’nin müttefiki olan Türkiye’nin IŞİD’e karşı olan savaştaki ikircikli tavrını da diline doladı. Öncelikle Türkiye’nin ABD güçlerine ülke içindeki askeri üsleri IŞİD’e karşı yapılacak olan operasyonlarda kullanma izni vermemesini; daha sonra ise ABD, IŞİD’e karşı mücadele ederken Türkiye’nin savaş uçaklarının IŞİD’e karşı savaşan bir başka grup olan Kürtleri bombalamasını mizahi bir dille ele alan Stewart, kimin kimle savaştığı ve kimin kim ile müttefik olduğunun bilinemediği bu karmaşık siyasal tablonun, uzaktan seyreden bir ABD’li için ancak bir mizah malzemesi olarak kavranabileceğini varsayıyordu. Fakat öyle görünüyor ki son zamanlarda IŞİD ile mücadele konusunu merkeze alan ancak daha geniş bir perspektiften Suriye ve Irak’taki siyasal istikrarsızlık konularını da kapsayan siyasal gelişmeler gerçekten de başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler için bir muamma ve nasıl müdahale edilmesi gerektiğine dair bir tavır geliştirilemeyen bir sorun olmayı sürdürmekte. Geçtiğimiz Ağustos ayı sonunda henüz IŞİD’e karşı bir stratejilerinin olmadığını söyleyen ABD Başkanı Barack Obama’nın o günkü demecinden bugüne Batılı siyasal aktörlerin başta IŞİD olmak üzere Irak ve Suriye’de ki politik duruma dair bir kapsamlı görüş geliştirebildiklerini söylemek zor.

Gerçekten de, araştırmacı-yazar David Graeber gibi Kobane’deki demokratik yönetim deneyimine ve IŞİD’e karşı gösterilen direnişe duyduğu siyasal yakınlıktan dolayı bu konuda net tavırlar alan yazarlar dışında; ‘Batı’nın Irak, Suriye ve IŞİD meselelerinde alması gereken tavırlara yönelik dile getirilmiş net düşünceler bulmak zor.[1] Bu sadece gazeteci, yazar ve düşünürlerin konuya dair algılarının bulanıklığını yansıtmanın ötesinde ülkeler düzeyinde var olan bir tavır çokluğunun veya belirsizliğinin işareti olarak görülmeli. Batılı ülkelerin IŞİD’in yanı sıra Suriye ve Irak’taki siyasal durumlara dair aldığı farklı pozisyonlar özellikle ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı mücadele eksenli kurulmaya çalışılan koalisyonun parçalı ve aksak işleyişinde görünür oldu. ABD’nin yanına alabildiği birkaç ülke ile beraber IŞİD üzerine hava saldırılarında bulunma rolünü üstlendiği bu koalisyon, İngiltere’nin Irak ve Afganistan’a asker gönderme deneyiminin etkisi ile aldığı çekimser tavır, Fransa’nın IŞİD güçlerinin sadece Irak’ta bombalanması ve Suriye üzerinde hava saldırısı yapılmaması yönündeki tavrı, Belçika, Hollanda ve Almanya’nın çekimser halleri ile parçalı bir yapıya büründü. Natalie Nougayrede’nin de belirttiği gibi, IŞİD’le olası bir savaş halinin, özellikle Avrupalı ülkelerde yaşayan Müslüman nüfusa dair bir radikalleştirici etkide bulunmasından duyulan korku, Batı’yı oluşturan Avrupalı ülkeler ile ABD arasında meseleye dair alınan farklı pozisyonları körükleyen bir faktör oldu.[2] Bu farklılıklar göz önüne alındığında, başta IŞİD olmak üzere Suriye ve Irak’ı ilgilendiren siyasal gelişmeler konusunda tutarlı ve bütünlüklü bir siyasal aktör olarak Batı’dan söz etmenin mümkün olmadığını görmekteyiz.

Bu durumun Batılı ülkelerin her birinin kendi siyasal gündemlerine sahip olmalarından ve Müslüman nüfusun radikalleşmesi gibi tehditleri aynı ölçüde hissetmemelerinden ileri gelen nedenleri olsa da, 2003 yılında Irak’ın işgali ile birlikte başlayan süreçte bölgeye yapılan müdahalelerin başarısız olmasından dolayı yaşanan bir kafa karışıklığının da etkili olduğunu söylemek mümkün. Irak özelinde ülkenin siyasal hatlarının mezhep aidiyetleri üzerinden şekillenmesi ile temel alan ve ABD askerlerinin ülkeyi terk etmesinden sonra teşkil edilen Irak ordusunun mutlak bir başarısızlık olmasından ileri gelen sorunlar, Batılı ülkelerin, Irak siyasetine dair bilinmezleri arasında yer almakta. Gazeteci Patrick Cockburn’un verdiği bilgilere göre toplamda 41.6 milyar dolar harcanarak oluşturulan Irak ordusunun, IŞİD’in Musul’a saldırısına karşı koyamamasının nedeni ordunun neoliberal bir zihniyetle özel bir işletme gibi tasarlanması.[3] Cockburn, ordu içindeki rütbelerin para karşılığında edinilen pozisyonlar olması, ordunun işlevlerinin özelleştirilmesi, her rütbe sahibinin kendi askerlerini adeta bir taşeron firma gibi oluşturması ve ordu tarafından kontrol edilen geçiş noktalarının birer gümrük gibi işlemesi gibi özelliklerden ötürü Irak ordusunun bir neoliberal işletmeyi andırdığını söylüyor. Özellikle IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ile görünür olan sorunların Irak ordusunun kuruluşuna hâkim olan bu neoliberal zihniyetin tezahürü olduğunu iddia eden Cockburn, 300-350 bin kişiyi barındıran bir ordunun tamamen işlevsiz hale gelmesinin dünya tarihinde bir ilk olduğunu iddia ediyor.

Buna ilaveten ABD’nin Irak işgali ertesinde tasarlanan siyasal yapının mezhep aidiyeti üzerinden şekillenmesi ile beraber kendilerini dışlanmış hisseden Irak’lı Sünni grupların nasıl IŞİD tarafından saflarına katıldığını anlatan Cockburn, Sünni grupların Felluce gibi bölgelerde ayrımcı davranışlar ile karşılaştığını, fakir ve işsiz Sünni gençlerin IŞİD’i mümkün olan tek siyasal seçenek olarak gördüklerini belirtiyor. Bu durumun ABD işgali sırasında işgalci güçlere karşı beraber direnişe geçen Sünni ve Şii grupların, işgalci güçler tarafından siyasal bir müdahale ile birbirinden ayrılması neticesinde geliştiğini ileri süren Cockburn, hâlihazırda Irak’ın Şii bölgesi, Sünni bölgesi ve Kürt bölgesi olarak üç ayrı alandan oluştuğunu ve bu bölgeler arası geçişlerin adeta ülkeler arası geçişleri andırdığını söylüyor.

Suriye ile ilgili olarak ise Batılı ülkelerin başka bir başarısızlık ile yüz yüze olduğunu söylemek mümkün. Suriye’de radikal İslamcı güçlere karşı Ilımlı muhalefete destek olma yönünde bir strateji izleyen Batı, Suriye muhalefetinde ılımlı olarak adlandırılabilecek güçlerin giderek zayıflaması ve bu güçlere yapılan yardımların İslamcıların eline geçmesi ile beraber bu stratejinin işe yaramadığını fark etmiş bulunmakta. IŞİD’in, Irak ile beraber Suriye’nin de bir kısmında kontrolü ele geçirmesi, petrol kaynaklarından istifade ediyor oluşu ve özellikle sosyal medya aracılığıyla yaydığı videolarda elindeki Batılı rehinelerin infaz görüntülerini paylaşması hâlihazırda Batılı ülkeler tarafından en önemli düşman olarak tanımlanmasına neden oldu. Fakat Suriye’nin siyasal tablosu içinde tek demokratik deneyimin ülkenin kuzeyinde yer alan kanton yönetimleri olduğu gerçeği ile beraber düşünüldüğünde, Batılı ülkelerin IŞİD olan mücadelesi boyunca ve ertesinde kendilerine müttefik edecek bir ılımlı muhalefet arama çabalarının sonuca erişmeyeceği öngörülebilir. Bu noktada eğer bir siyasal aktör ya da bir siyasal akıl olarak Batı’dan bahsedeceksek, her ne kadar ortaya çıkış koşullarını hazırlamış olsa da mücadele içinde olduğu IŞİD ile ne yapılacağına dair etkin bir stratejinin olmadığını ve Kobane’deki demokratik yönetim deneyimi ile bağlam içinde IŞİD’e karşı aynı safta bulunsalar da, ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyonun kendini yerel olarak örgütlemiş bu demokratik yönetim ile aralarındaki ideolojik farklardan dolayı uzun süreli bir müttefiklik ilişkisi içinde olamayacağını söyleyebiliriz.

Buna ilaveten yükselen Sünni İslamcı radikalliği ile mücadele de doğal bir müttefik olan İran’ın Batı ülkeleri ile olan sorunlu ilişkisi düşünüldüğünde bölgedeki ittifak ve çatışma ilişkilerinin karmaşıklığı daha belirgin olmakta. Yani bir dönem içinde siyasal sınırların yeniden çizilmesine, karşıtlık ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesine ve istem dışı denilebilecek geçici ittifak ilişkilerinin ortaya çıkmasına tanık olmaktayız.

Bu durumun ülkemiz ve sol siyaset özelinde taşıdığı anlam üzerine dönen tartışmalara bakarsak hakim olmasa da yaygın dilin zaman zaman komploculuğa kaçan bir emperyalizm söylemi olduğunu belirtebiliriz. Örnek olarak IŞİD’i tümüyle bir batı komplosu olarak gören ve IŞİD’in ‘Batı emperyalistleri’ tarafından kullanılan ve yönlendirilen bir güç olduğunu öne sürerek zaman zaman bir komplo teorisine yaklaşan değerlendirmeler[4], Ortadoğu bölgesinin yerel siyasal aktörlerinin müdahalelerini görünmez kılma pahasına tüm bağlamı ‘emperyalist’ müdahale ile açıklamaya çalışan değerlendirmeler[5] ve son olarak da Kobane’de süren direnişin IŞİD’e karşı stratejik olarak işbirliği içinde bulunduğu Batılı koalisyonu, yukarıda kısaca değinilen tüm karmaşık tabloya ve Kobane’deki demokratik yönetimin sürdürülmesinin öneminin göz ardı edilmesi pahasına dört başı mamur bir emperyalist müdahale olarak tasvir eden değerlendirmeler verilebilir.[6]

Bu yorumların durumu basitleştirerek tasvir etme ve siyasal ilişkileri bir tekil karşıtlık ilişkisine indirgeme çabasına karşıt olarak mümkün olan bir başka anlayış hali hazırdaki durumun karmaşıklığı içinde katı bir siyasal sınır içinde hareket etmek yerine, durumun içindeki demokratik, paylaşımcı ve özgürlükçü odakların desteklenmesi ve güçlendirilmesini talep etmek olabilir.

 

DİPNOTLAR

[1] David Graeber’in özellikle siyasal olarak kendini solda tanımlayanlara sorduğu ‘Dünya Kobane’yi niye göz ardı ediyor?’ sorusu ve Kobane direnişini İspanyol iç savaşı ile karşılaştırdığı 8 Ekim 2014 tarihli The Guardian’da yayınlanan yazısının Türkçesi için, bkz. http://zanenstitu.org/dunya-suriyedeki-devrimci-kurtleri-neden-gormezden-geliyor-david-graeber/

[2] Natalie Nouygarade’nin ‘Avrupalı Devletler IŞİD’i bombalama konusunda ABD’ye katıldı. Ama şimdi ne olacak?’ başlıklı yazısı 14 Ekim 2014 tarihinde The Guardian gazetesinde yayımlandı. http://www.theguardian.com/commentisfree/2014/oct/14/europeans-us-bombing-isis-strategy

[3] Tarıq Ali’nin Işid ve Irak, Suriye konularında Patrick Ali ile yaptığı 29 Eylül 2014 tarihli mülakat için, bkz. http://www.counterpunch.org/2014/09/29/the-rise-of-isis-and-the-origins-of-the-new-middle-east-war/

[4] Kemal Erdem’in www.sendika.org adresinde 17 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan “Batı Emperyalistlerinin ‘IŞİD Komplosu’ ve PKK’nin Stratejik Durumu’ yazısı verilebilir. http://www.sendika.org/2014/10/bati-emperyalistlerinin-isid-komplosu-ve-pkknin-stratejik-durumu-kemal-erdem/

[5] Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından yayınlanan ve Kobane direnişe destek amacı güden bildirinin dili bölgenin yerel güçlerinin siyasal sorumluluklarını görünmez kılma tehlikesi taşıyan bir emperyalizm vurgusu barındırıyor. Bildirinin tamamının İngilizcesi bu adreste görülebilir. http://www.sendika.org/2014/10/bati-emperyalistlerinin-isid-komplosu-ve-pkknin-stratejik-durumu-kemal-erdem/

[6] Aydemir Güler’in haber.sol.org.tr de yayınlanan Kobane ile ilgili yazıları bu değerlendirmelerin örneklerinden. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/kobaneden-bizim-cepheye-98887. Bu değerlendirmelere cevap olarak İrfan Aktan’ın Kobane’deki siyasal konjonktürü ve ‘anti-emperyalizm’ mutlaklaştırılmasının tehlikelerinin anlattığı yazısına bakılabilir. http://zete.com/kobanede-kurtler-sosyalistler-ve-emperyalistler/