Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan isyanın temel talebi “ekmek, özgürlük, sosyal adalet” idi ve bu slogana kısa süre sonra “insan onuru” da eklendi. Taleplerinden emin olan göstericiler bu taleplere ulaşmada izlenecek politikalar konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra en örgütlü grup olarak Müslüman Kardeşler’in bu süreçte önemli rol oynayacağı herkesin bildiği bir gerçekti. Ancak 1928’de kurulan ve 1954’te Nasır yönetiminde yasaklanan bu hareketin iktidara gelirse nasıl davranacağını kimse tam olarak bilmiyordu. Tartışmalar grubun ideolojisi ve bölgede yaratabileceği sorunlar ya da yeni ittifaklar üzerine yoğunlaştı. Ancak bu analizlerde dikkate alınmayan en önemli gelişme 25 Ocak İsyanı’nın Mısır toplumunda yarattığı hareketlilik ve değişimdi.
“25 Ocak Devrimi” Mısır’da hem çok şeyi hem de çok az şeyi değiştirmişti. En önemli değişme bir kez kendini “eyleyen” olarak hisseden kitlelerin fark ettikleri, kendilerinde var olan güçtü. Bu muhalif güç örgütlenme açısından parçalı, kaygan ilişki ağları üzerine inşa edilmiş olduğu için isyan sonrası iktidara el koyan ve siyasal yapıyı yukarıdan dönüştüren bir hareket/örgüt ortaya çıkmadı.
Diğer yandan her ne kadar Mübarek iktidardan düşürüldüyse de köklü otoriter siyasal yapı biraz gerilemekle birlikte tüm kurumlarıyla ayakta kaldı. Mısırlıların deyişiyle “kafa koparıldı ama gövde duruyor”du. Bu temelde önce Ömer Süleyman ve çok kısa süre sonrada Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi yönetiminde süreç kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren askeri yönetim altında, çok çatışmalı ve her düzeyde iktidar mücadelesinin yaşandığı zaman dilimi sonunda yapılan devlet başkanlığı seçimini Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi kazandı. Bir sene sonra Mursi de, yine büyük kitlesel eylemlerle, istifaya ve erken devlet başkanlığı seçimine zorlandı. Toplumda yaygın olarak var olan hoşnutsuzluk üzerinden şekillenen bu sokak eylemliliğinin arkasından dolanarak ordu bir kez daha yönetime el koydu ve sokakta var olan hareketliliği kendisi için meşruiyet üretme alanına çevirmeye çalıştı.
Bu yazıda önce kısaca Muhammed Mursi’nin bu kadar kısa sürede Mısır toplumunda nasıl bu kadar yaygın hoşnutsuzluk yaratabildiği üzerinde duracağım. Sonra da General Abdul Fettah al-Sisi yönetiminde başlayan ikinci “geçiş sürecinin” Mısır’da yarattığı ve yaratabileceği olası sorunlar, çatışmalar üzerinde duracağım.
Muhammed Mursi yönetimi
23-24 Mayıs 2012’de ilk turu, 16-17 Haziran 2012’de ikinci turu yapılan başkanlık seçimleri sonucunda Muhammed Mursi, Mübarek’in gösteriler sırasında başbakan olarak atadığı emekli general Ahmet Şefik’e karşı %51,8 oy oranı ile seçimi kazandı. Devlet başkanlığı yeminini önce Tahrir meydanında ağırlıklı olarak Müslüman Kardeşler üyelerinden oluşan kitle önünde yapan Mursi, toplumda yaygın olarak var olan şüpheye rağmen seçilmiş başkan olarak kabul gördü. Aslında bu kabulde rol oynayan en önemli öğe özellikle gençler arasında yaygın olarak var olan “Biz Mübarek’i bile devirdik, Mursi devrime ihanet ederse onu da deviririz” inancıydı. Önce “25 Ocak” ve sonra askeri yönetimin uygulamalarına karşı direniş, mevcut siyasal örgütlenmeler için, Mısır toplumunda belirleyici olanın sokak olduğu konusunda gelişen özgüvenin ifadesiydi.
Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler bu dinamiği kavrayarak buna uygun politika üretmek yerine sanki bir şey olmamış gibi “gövdesi duran” otoriter yapıyı reforme etme amacındaydı.[1]Çok güçlü ve yerleşik olan bu yapının reforme edilmesinin hiç de kolay olmadığı açıktır. Bu zorluğa isyan sürecinde Müslüman Kardeşler’in yabancılaştırdığı siyasal hareketlerin destek yoksunluğu da eklendiğinde amaç, ulaşılması imkansız bir politika haline dönüştü. Bu temel çerçevede bakıldığında Muhammed Mursi’nin bir sene gibi kısa bir sürede toplumsal desteğini kaybetmesinin nedenlerini üç ana eksende analiz etmek mümkündür. Bunlardan ilki Mursi’nin uyguladığı politikalarla farklı toplumsal gruplarda yarattığı hayal kırıklığı; ikincisi Mübarek döneminden devralınan mevcut otoriter siyasal yapıdan kaynaklanan sorunlar ve üçüncü olarak Müslüman Kardeşler örgütünün kendisinden kaynaklanan uygulamalar ve gerilimlerdir.
Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi’nin uygulamalarına, seçimleri ötelemesine, anayasa yazımı da dahil olmak üzere ordu denetiminde sürecin kontrol edilmesine karşı Ekim 2011’den itibaren yoğunlaşan toplumsal muhalefet ve gösterilerin askeri polis tarafından şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması sürecinde Müslüman Kardeşler’in asker denetiminde geçiş sürecini kabul etmesi ve gösterilere katılmaması;eylemlere katılan genç üyeleriyle yaşadığı sorunlar ve ihraç, farklı siyasal gruplar tarafından Müslüman Kardeşler’in askerle anlaşarak “devrimi çaldığı” yönünde uyanan kanının güçlenmesine yol açmıştır. 25 Ocak 2012’de “Devrimin 1. Yılı” kutlamalarına da yansıyan bu gerilim, Mursi’nin iktidarda olduğu süreçte dağılmadığı gibi kendisine karşı yapılan gösterilerde de polisin aşırı güç kullanması; işkencenin, siyasi tutuklamaların yeniden yaygınlaşması ve Mursi’nin kendisinin ve atadığı Adalet Bakanı’nın işkenceleri reddederek güvenlik güçlerini savunması sokakta Mursi yönetimine olan güvenin kaybolmasına yol açmıştır. Buna gösterilerde polis ve askeri polis tarafından öldürülenler için yapılması talep edilen soruşturmalarda kesin tavır alınmadan fiilen bir şey yapılmaması da eklendiğinde güvensizlik ve hoşnutsuzluk daha da artmıştır.
Mursi’nin yarattığı en büyük hayal kırıklığı Müslüman Kardeşler üyesi olmayan ancak bu güçlü muhalif hareketin yaşadıkları ekonomik, toplumsal sorunlara çare olabileceğini umut eden, bu nedenle Mursi’ye oy veren toplumsal gruplarda olmuştur. Mübarek döneminde uygulanan neo-liberal politikaların yol açtığı tahribata isyan eden kitlelerin talebi sosyal adalet olmasına rağmen Mursi yönetimi bu konuda ciddi bir adım atmamıştır. Müslüman Kardeşler örgütü içinde İrşad Bürosu’nda etkin olan Hayrat el-Şatır isminde simgeleşen iş adamlarının hakimiyeti ve bu grubun ısrarla savunduğu politikaların Mübarek döneminden hiç de farklı olmadığı gerçeği ve Mübarek döneminde zenginleşen işadamları ile yeniden kurulan ilişkiler yaygın öfkeye neden olmuştur. Nüfusun yüzde 17’sinin yoksulluk sınırı altında yaşadığı, 2006’dan günümüze yaygın grevlerin yaşandığı bir toplumda bu politikaların kolay kabullendirilebilir olduğunu öne sürmek mümkün değildir.
Mursi yönetiminin asgari ücreti belirleyememesi; yaygın olan grevleri, iş yavaşlatmaları, tıpkı önceki askeri yönetim gibi, güvenlik güçlerini de kullanarak yasaklamaya çalışması; sendikalar yasasında ve Mısır Sendikalar Federasyonu’nun üst düzey yönetiminde yaptığı değişiklikler hem Mübarek yanlısı sendikacıları hem de korporatist yapıya karşı gelişen bağımsız sendikacıları ve işçileri Mursi yönetimine karşı konumlandırmıştır.
Ekonomik temelde yaşanan bu gerilime bürokraside yapılan partizan atamalar ve yine Mübarek döneminde olduğu gibi güvenlik güçlerine mensup kişilerin belirli görevlere atanması eklendiğinde Müslüman Kardeşlerin yeni, demokratik bir reform çabasından çok sistemi “İhvanlaştırma” amacında olduğu inancı yaygınlık kazanmıştır. Ancak yakından bakıldığında bu inancın çok da doğru olmadığı açıktır. Çünkü mevcut bürokratik yapı içinde, özellikle üst kademelerde, Mübarek yanlıları hiç de azımsanamayacak bir güce sahiptir ve Mursi yönetimini kımıldayamaz hale getirme yeteneklerini farklı düzeylerde ve biçimlerde sıklıkla kullanmışlardır.
Yukarıda ana hatları ile örneklerini verdiğim bu politikalar/uygulamalar Müslüman Kardeşler’in Mısır toplumunda yaşanan önemli dönüşümü anlamadığının ve askeri yönetimden farklı bir biçimde olsa da süreci kontrol altında tutmaya çalıştığının göstergesidir. Mursi yönetiminin bu kontrollü reform çabaları bile otoriter siyasal yapının kurumlarında keskin bir muhalefetle karşılaşmıştır. Mursi yönetimine karşı yargı üzerinden geliştirilen direniş anayasa yazım süresinde açıkça kendini göstermiştir.
Eski rejim temsilcileri ile 25 Ocak İsyanı’nda vücut bulan mevcut siyasal sistemi değiştirmek isteyen farklı siyasal gruplar arasında yaşanan keskin iktidar mücadelesini içeren anayasa yazım süreci Mursi’nin Kasım 2012’de çıkardığı anayasal deklarasyonla daha da keskinleşmiştir. Devlet başkanlığı seçimlerinde oylama sürerken Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi yayınladığı bir deklarasyonla başkanın yetkileri önemli ölçüde sınırlandırmıştır. Seçimlerden hemen sonrada Anayasa Mahkemesi, Halk Meclisi seçim kanununu anayasaya aykırı bulmuş ve Meclis’in dağıtılması gerektiğine karar vermiştir ki daha sonra da Halk Meclisi bu karara dayanılarak lağvedilmiştir. Bu süreci tersine çevirmeye çalışan Mursi, yargıda yaptığı düzenlemelerle eski rejim yanlılarını tasfiye etmeye çalışmıştır. Ancak başsavcının görevden alınması olayında olduğu gibi bu yasal düzenlemeler eski rejim yanlıları tarafından hızla “İhvanlaştırma”nın kanıtları haline dönüştürülmüştür. Bu düzeyde temel sorun, eski yapı ile bu yapıyı değiştirmeye çalışan gruplar arasında farklı düzeylerde devam eden keskin iktidar mücadelesinde Mursi yönetiminin 25 Ocak İsyanı’na katılan muhalif gruplarla geniş bir ittifak yaratamamasıdır. Ayrıca Mursi yönetimi farklı İslami gruplar arasında var olan mücadelede de sürdürülebilir bir ittifak oluşturamamıştır.
Sürece bakıldığında Mursi yönetiminin İslam temelli örgütlenmeler dışındaki siyasal grupların desteğini almak için pek de çaba göstermediği görülür. Ancak unutulmaması gereken nokta 25 Ocak isyanını başlatan grupların İslam temelli hareketler değil, Mursi yönetiminin bir biçimde azımsama hatasına düştüğü, liberal, sol gruplar olduğu gerçeğidir.
20. yüzyılın en eski İslami örgütlenmesi olan Müslüman Kardeşler örgütünü içinde farklı gruplaşmaların olmadığı yekpare bir yapı olarak düşünmek doğru değildir. Örgüt içi gruplaşmaları burada analiz etmeyeceğim. Ancak konumuz açısından önemli olan nokta 2010’da yapılan İrşad Bürosu ve Mürşid/lider seçiminde Müslüman Kardeşler’in yönetim katına -Muhammed Mursi’nin de üyesi olduğu- “tanzimi” olarak adlandırılan grubun hakim olmasıdır. Temelde Seyyid Kutb’un radikal mücadele çizgisini reddetmekle birlikte ondan önemli ölçüde etkilenen bu grup, öncü kadroların yetiştirilmesinde güçlü ve bütünleşmiş bir örgüt yapısının gerekliliğini vurgulamaktadır.[2] Örgüt içinde eğitim, doktrinasyon ve denetimi önemseyen bu grubun dünyayı algılamada temel ekseninin “bizim yanımızda olanlar” ve “karşı olanlar” biçiminde şekillendiği belirtilmektedir. Örgüt dışındaki ilişkilere açık olmayan bu grubun sürecin gerektirdiği esneklikten yoksun olmasının Mursi’nin politikalarına da yansıdığı söylenmektedir.
Örgüt içinde öne çıkan bu eğilimlerin yanında zaman içinde Müslüman Kardeşler’in tabanında da önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Örgütün omurgasını eğitimli orta sınıf üyelerin oluşturmasına rağmen, 1990’lardan itibaren, yönetimde/karar verme kademelerinde işadamlarının ağırlığı artarken hareketin gittikçe kırsal alanlarda, köylüler arasında yaygınlaşması örgüt içinde farklı sınıfsal konumların kapsanmasını zorlaştırmakta farklı düzeylerde gerilimler yaratmaktadır.[3]
Müslüman Kardeşler örgütünün mevcut liderlik yapısı Muhammed Mursi yönetiminin onlardan bağımsız hareket edemeyeceği inancının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Örgütün üyelerinin Özgürlük ve Adalet Partisi dışında partilere üye olamayacağını açıklaması, devlet başkanlığı seçimlerinde önce iş adamı Hayrat el-Şatır’ı[4] aday göstermesi örgüt içinde farklı düzeylerde yaşanan gerilimlerin diğer siyasal aktörler tarafından da manipüle edilmesini kolaylaştırmıştır.
Toplumsal, siyasal ve örgütsel düzeyde yaşanan ve birbirini etkileyen/besleyen bu karmaşık ilişkiler sistemi Mursi yönetiminin toplumsal düzeyde var olan meşruiyetinin kısa sürede aşınmasına neden olmuştur. Bu karmaşık ilişkiler ağı, darbe sonrası Müslüman Kardeşler‘in geleceğini de belirleyecek niteliktedir.
3 Temmuz askeri darbesi ve Müslüman Kardeşler
Tamarud Gençlik Hareketinin örgütlediği ancak farklı toplumsal gruplara mensup insanların kendi çabalarıyla yaygınlaştırdıkları ve erken başkanlık seçimini talep eden imza kampanyası çerçevesinde 30 Haziran 2012’de binlerce insan tekrar sokağa çıkarak Mursi’nin istifasını, kurulacak teknokrat geçiş hükümeti ile erken seçime gidilmesini talep etti. Mursi yönetimi sokağın taleplerini farklı mekanizmalarla karşılamaya çalışmak yerine yok saymayı tercih etti. Anlaşıldığı kadarıyla sokağın gücünü de tam olarak kavrayamadı. 3 Temmuz 2013’de General Abdul Fettah el-Sisi yönetiminde Silahlı Kuvvetler Yüksek Meclisi bir kez daha yönetime el koyarak Mısır toplumunda var olan gerilimleri arttırdı. Müslüman Kardeşler’e karşı olanlarla bu hareketi destekleyenler arasında darbe öncesinde var olan gerilim darbe sonrasında yaşanan yaygın tutuklamalar ve öldürmelerle keskinleşti, yer yer çatışmalara dönüştü.
Askeri yönetim Muhammed Mursi ve yardımcılarını tutuklarken göstericilerin talepleri doğrultusunda Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur’u geçiş döneminin devlet başkanı olarak atadı ve yeni bir kabine kurdu. Mursi yönetimi altında ağırlıklı olarak İslami grupların temsilcilerinden oluşan Anayasa Komisyonu’nun yazdığı ve katılımın %31,62 olduğu referandumda %63,96 oranında evet oyuyla kabul edilen[5] anayasayı revize etmek üzere 50 kişilik yeni bir komisyon kuruldu ve Mısır’da bir kez daha “geçiş dönemi” başladı.
Müslüman Kardeşler’in darbeye karşı ilk tepkisi sokaklara çıkmak oldu ve Kahire’de gösteriler kısa sürede Raba el-Adaviya ve el-Nahda meydanlarında süresiz oturma eylemine dönüştü. Muhammed Mursi’nin göreve iade edilmesini isteyen örgüt üyelerinin Raba el-Adaviya meydanındaki oturma eyleminin 14 Ağustos 2013’de güvenlik kuvvetlerince dağıtılması ve 500’ün üzerinde insanın öldürülmesi örgüt açısından yeni bir dönemin başladığının ifadesiydi. Bu kanlı baskından sonra hareketin liderlerinin önemli bölümü tutuklandı ve kısa sürede tutuklama dalgası tüm ülkede orta düzey yöneticilere de yayıldı. Müslüman Kardeşler örgütü tarihinde 1954’teki baskı ve tutuklamalardan sonra en önemli ve yaygın bastırılma süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumun Müslüman Kardeşlerin politikasını nasıl etkileyeceği yaygın tartışma konusuysa da önemli olan nokta örgütün bu ağır baskı döneminin yaratacağı sorunları nasıl aşacağıdır. 3 Temmuz’dan bu yana sayıları azalmakla birlikte devam eden gösteriler Müslüman Kardeşler’in Mısır siyasal yaşamından çok da kolay silinecek bir örgüt olmadığının kanıtıdır. Her ne kadar darbenin demokrasiye olan inancı zayıflatacağı ve örgütü radikal eylemlere iteceği öne sürülmekteyse de örgütün ana gövdesi ve görüşleri dikkate alındığında bunun bir zorunluluk olmadığı açıktır. Müslüman Kardeşler’in yaygın üye ağı dikkate alındığında bazı üyelerin silahlı direnişe meyletmesi mümkünse de örgüt, çeşitli açıklamalarında barışçıl yoldan askeri yönetime direneceğini ilan etmiştir.
Mürşid Muhammed Bedii ve çok sayıda İrşad Bürosu üyesinin tutuklanması üzerine örgüt içinde ikincil, üçüncül kademe liderlerin örgütlenmesinden sorumlu, örgüt içi disiplini önceleyen Mahmut Ezzat Mürşid olarak seçilmiştir. Örgüt içinde Bedii ile aynı gruba mensup olan Ezzat’ın örgütün devamlılığını nasıl sağlayacağı açık bir sorudur. Örgütün yöneticilerine ve uyguladığı politikalara karşı gençler arasında bazen yüksek sesle bazen de üstü kapalı olarak dile getirilen eleştiriler bu sürecin diğer önemli bir öğesidir. Diğer bir deyişle örgütün yönetim kademesi ve üyeleri açısından deneyimlenen bu büyük bastırma hareketinin yol açacağı dönüşüm, parçalanma ya da bütünlüğü koruma örgütün geleceğini belirleyecek niteliktedir. Asker ve sivil elitin Mısır siyasal yaşamının Müslüman Kardeşleri de içerecek ya da dışlayacak biçimde yeniden düzenleme biçimi Müslüman Kardeşlerin yaşadığı bu süreçte kilit öneme sahiptir. Şu anda ağırlık kazanan eğilim örgütün tamamen dışlanması yönündedir.
Darbe ve diğer siyasal hareketler
25 Ocak İsyanı’ndan sonra ikinci büyük siyasi parti olarak ortaya çıkan Selefi Nur partisi, bazı çekincelerle birlikte, temelde 3 Temmuz Darbesi’nin yanında yer almıştır. Siyasal alanda aynı taban için Müslüman Kardeşler’le rekabet eden Nur Partisi bir yandan Rabael-Adaviya meydanında yaşanan ölümleri kınarken diğer yandan da vatandaşlar arasında gerilimi arttırdığı gerekçesiyle sokak gösterilerine karşı çıkmaktadır. Selefi Nur Partisi kendisini Müslüman Kardeşlere alternatif olarak konumlandırırken Muhammed Baradey’in başbakanlığına karşı çıkarak İslami yaklaşımın tek temsilcisi olarak sistem içinde kendini güçlendirmeye çalışmaktadır.
1973’de kurulan, şiddet yoluyla siyasal yapının değiştirilmesini savunan ve 1999’da silah bırakan İslami Cemaat’in hapisteki pek çok üyesi de isyan sonrasında serbest bırakılmıştır. İnşa ve Gelişme Partisi’ni kuran grup, 3 Temmuz sonrasında doğrudan Müslüman Kardeşler yanında yer alırken Müslüman Kardeşler’le askeri yönetim arasında yaşanan soruna siyasal çözüm bulunması gerektiğini savunmaktadır. Mursi’yi destekleyen “Darbe Karşıtı Koalisyon” içinde yer alan İslami Cemaat’in aksine Mısır’da küçük gruplar halinde çok da örgütlü olmayan Selefi cihadi grupların olduğu bilinmektedir. Ancak bu cihadi gruplardan hiç biri yaşanan süreci şekillendirebilecek güce sahip değildir.
Liberal eğilimli Anayasa Partisi’nin kurucusu Muhammed el-Baradey ise devlet başkanlığına atanan Adli Mansur’un dış ilişkilerden sorumlu yardımcısı olmayı, uzun pazarlıklardan sonra, kabul etmiş ancak Müslüman Kardeşler üyelerinin oturma eylemlerinin şiddet kullanılarak dağıtılmasına karşı çıkmıştır. 14 Ağustos’ta kullanılan şiddeti protesto ederek görevinden istifa eden Baradey hakkında görevini kötüye kullandığı iddiasıyla dava açılmıştır. Mısır’da yaşanan sürecin ordu tarafından kontrol edilmesinden duyduğu rahatsızlığı belirten Baradey yurtdışına çıkmak zorunda bırakılmıştır.
3 Temmuz Darbesi’nden sonra sol ve liberal kanattan gelen gençlik hareketleri ne asker (darbe sonrası Sisi’yi desteklemek üzere Tahrir meydanına gelenlere referansla) ne Müslüman Kardeşler (Raba al-Adaviya’da Müslüman Kardeşler’in yaptığı oturma eylemine referansla) diyerek üçüncü bir meydan oluşturmaya çalışmışlar ve Ekim 2011’den itibaren askerle yaşanan çatışmaları hatırlatarak asla askeri yönetimi kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdir.
24 Eylül 2013’de kurulan “Devrim Yolu Cephesi” ise 6 Nisan Hareketi, 6 Nisan Hareketi Demokratik Cephe, Güçlü Mısır Partisi, Devrimci Sosyalistler, Adalet ve Özgürlük gençlik hareketi ve bağımsız aktivistlerden oluşmuş ve 25 Ocak İsyanının temel taleplerinin (ekmek, özgürlük, sosyal adalet) hayata geçirilmesi için çalışmaya kararlı olduğunu ilan etmiştir.Sisi yönetimine karşı çıkan Cephe kendisini, insanların talep ettiği insanlık onurunun gerçekleştirilmesinde halk reformlarına inanan herkese ve her gruba açık bir örgütlenme olarak tanımlamıştır.
Bir bütün olarak bakıldığında 25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan isyan sürecinin farklı düzeylerde keskin iktidar mücadeleleri ile devam ettiğini söylemek mümkündür. Ekonomik anlamda yaşamın daha da güçleştiği, polis devletinin bir kez daha kendini gösterdiği bu dönemde General Sisi’nin sadece Müslüman Kardeşler’i değil sistemi değiştirmek isteyen tüm muhalifleri oldukça kanlı bir biçimde bastırması güçlü bir olasılıktır. Bunun açık ipuçları mevcuttur. Siyasi “istikrarı” sağlayacağı savunulan bu yönetimin “ekonomik istikrar” için de kısmi olarak Mübarek dönemi politikalarına döneceğinden kuşku yoktur. Nerede duracağı kestirilemeyen isyan sürecini kontrol altına alabildiği sürece Sisi yönetimi başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere merkez ülkelerince desteklenecektir. Ancak sokakların hala hareketli olduğu Mısır’da 2011 deneyimi nedeniyle askeri yönetime büyük öfke duyan gençlik hareketlerinin mücadeleyi bırakmaya niyeti yok gibi görünmektedir. Bu hareketlilik sistemi dönüştürebilme olasılığını içinde barındırmakla birlikte çok daha kanlı bastırma harekatının hedefi de olabilir. Kısacası Mısır’da içinde çeşitli olasılıkları taşıyan çok değişkenli, çok aktörlü karmaşık isyan süreci devam ediyor.
DİPNOTLAR
[1]Müslüman Kardeşler’in resmi sözcüsü ve İrşad Bürosu üyesi Mahmud Guzlan ile yapılan mülakat, Kahire, 8 Mayıs 2012; daha sonra Mursi tarafından başkan yardımcılığına atanan Bakinam Şarkavi ile yapılan mülakat, Kahire, 10 Nisan 2012; Müslüman Kardeşler’in eski Mürşid yardımcısı Muhammed Habib ile yapılan mülakat, Kahire, 8 Nisan 2012. Bu mülakatların yapılmasında ve genel verilerin toplanmasında TÜBİTAK tarafından Yurtdışı Doktora Sonrası Araştırma Bursu Programı çerçevesinde 2011-2012 yıllarında 10 ay süreyle Kahire’de kullanılmak üzere verilen araştırma bursunun olanaklarından yararlanılmıştır.
[2]Hussam Tammam, “Egypt’s New BrotherhoodLeadership: ImplicationsandLimits of Change”, Sada.mht, 17 February 2010. Hussam Tammam’la yapılan mülakat, Kahire, 1 Şubat 2010.
[3]Hussam Tammam, Tahawwulat al-Ihvan al Muslimin: Tafakuk al-idioliojiya ve Nihayit al-Tanzim –Madbouli, 2006. Hussam Tammam’la yapılan mülakat, Kahire, 1 Şubat 2010.
[4] Hayrat el-Şatır’ın mahkumiyet kararı olduğu için adaylığı reddedilmiştir.
[5]Anayasa referandumu 15, 22 Aralık 2012 tarihlerinde yapıldı. Rayna Stamboliyska, “Egypt Constitutional Referendum Results”, Jadaliyya, http://www.jadaliyya.com/pages/index/9234/, Erişim tarihi 30 Aralık 2012.