“Mübarek aklandı, Müslüman Kardeşler yasaklandı”: Orta Doğu’da Komploculuk ve Siyasal Kültür

Darbe sonrasında Mısır siyaseti Mübarek’in iktidarı süresince işlediği suçlardan ve devrim sırasındaki ölümlerden aklanması ile yeni fakat Mısırlıların pek de yabancısı olmadığı bir istikamet kazandı.[1] Mübarek’in hem devrim sırasındaki ölümlerden hem de iktidarı dönemindeki yolsuzluklardan suçlandığı temyiz davasında yargıç Kahire ceza mahkemesinin Mübarek’i protestocuların ölümünden dolayı suçlama yetkisine sahip olmadığını gerekçe gösterirken,[2] kendisini ve oğullarını İsrail’e doğal gaz ihracıyla ilgili yolsuzluk iddialarından da akladı.[3] Diğer taraftan darbeden hemen sonra Müslüman Kardeşler’e yönelik baskı ve yıldırma siyasetlerinin dozu arttı. Başta Mursi olmak üzere liderleri ve yüzlerce destekçisi hapse atılan hareket yasadışı bir terörist örgüt ilan edildi. Müslüman Kardeşler’e bağlı Özgürlük ve Adalet Partisi yasaklandı ve hareketin hapse konulmayan liderleri ise başta İstanbul, Londra ve Doha olmak üzere dünyanın çeşitli merkezlerine dağıldı.[4] Burada meselenin hukuki yönlerine biraz daha az değinerek, Mübarek’i aklayan kararın gerekçesi ve Müslüman Kardeşler’in yasaklanmasını doğuran süreç üzerinden biraz da Türkiye’ye dönerek Orta Doğu’nun siyasal kültürü ve bu kültürün önemli siyasal aktörlerin stratejik tercihlerine etkileri üzerine bir tartışma yürütmeyi deneyeceğim.

Mübarek’in aklanması: yakın Mısır tarihinin yeniden yazılışı

Mübarek’i aklayan kararın hemen ardından Mısırlı hukukçuların tartışmasının da ortaya koyduğu gibi, karar davanın bir tarafı olan kolluk kuvvetlerinin ve genel olarak da Mısır müesses nizamının delillerin ortaya çıkması ile ilgili engellemelerinden ayrı görülmemelidir.[5] Diğer taraftan tartışmacılardan birinin altını çizdiği gibi devrimden üç sene sonra ortaya çıkmış olan “Mübarek davası kararı devletin statüsünün, polisin ve Mübarek rejiminin restore edilmesi girişimi” olarak değerlendirilebilir.[6] Diğer bir değişle, Mübarek’i ve rejimini devirerek ve mahkum ederek başlayan Arap Baharı Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in aynı konuma düşmesiyle ve Mübarek’in özgürlüğüne kavuşmaya yaklaşmasıyla tam bir çember oluşturup başladığı yere geri dönmüş bulunmakta.[7]

Karar üzerine Mısırlı gözlemcilerin yorumlarının da işaret ettiği gibi, durum ne deliller üzerine bir tartışma ile ne de tarafların iddialarının hukuki bir değerlendirilmesi ile ilgilidir. Mübarek üzerine karar daha çok tarih yazmakla açıklanabilir.[8] Darbeyi, Mısır Devrimi’nin Müslüman Kardeşlerce rehin alınmasından kurtarılması olarak niteleyen karara göre Mısır’daki yakın zamanlı gelişmeler Türkiyeli okurların hiç de yabancısı olmadıkları bir anlatının içinde konumlandırılmaktadır. Bu anlatıya göre Mısır’ın yakın zamanlı siyasi gelişmeleri Amerika’nın ve diğer uluslararası güçlerin Orta Doğu’yu parçalayıp fethetme projelerinin ya da “Büyük Orta Doğu projesinin” bir parçasıdır. “Müslüman Kardeşler milisleri” ise kararı veren hakim tarafından bu projenin bir oyuncusu ve kararın gerekçesinde “şer ekseni” olarak anılan “Birleşik Devletler, Katar, Türkiye, İsrail ve İran’ın” bir işbirlikçisi olarak 25 Ocak Devrimi’ndeki ölümlerin -polise ateş edip çatışmaları başlatmak suretiyle- başlıca sorumlusu olarak değerlendirilmektedir.[9] Karara göre Müslüman Kardeşler’in başlıca amacı polis, asker ve halk arasında şiddeti körükleyerek bir iç savaş ortamı hazırlamaktır.[10] Mısırlı yorumcuların da işaret ettikleri gibi karar bir yandan yalnızca bir kaç düşük rutbeli sorumluyu ve Müslüman Kardeşler’i suçlu kılarak ve olaylarda Mübarek rejiminin ve kurumsal olarak kolluk güçlerinin dahlini göz ardı ederek Mısır müesses nizamının kurumsal meşruiyetini kurtarmaya çalışmıştır. Hem devrim sonrası ilk davada Mübarek ve işbirlikçilerinin “ihmal suçuyla” hüküm giymelerine ilişkin gerçekleri hem de devrim sırasında Mısır kolluk güçlerinin karıştıkları suçlara ilişkin yakın zamanlı canlı kamusal hafızayı silmeye çalışarak karar dolaylı olarak 25 Ocak Devrimi’ni suçlamaktan da geri kalmamıştır.[11]

Bu kararın ise birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki bakımdan Orta Doğu siyasetinde, son bir kaç on yıldaki post-İslamcı eğilimlere ve Arap Baharı ile gelen devrimci dalgaya karşın dirençli bazı zihniyet kalıplarını ve eğilimleri ortaya koyduğunu iddia edeceğim. Kararın bir yandan devlet kurumlarını ve yerleşik iktidar ilişkilerini hatalardan ve sorunlardan bağımsız görürken diğer taraftan da ulusun başına gelen felaketleri ancak bir dış müdahale ile açıklaması Orta Doğu siyasetinde görülen yaygın komplocu yaklaşımlarla otoriter müesses nizamlar arasındaki ilişki açısından tipik bir örnek oluşturmaktadır. Aşağıda önce komplo zihniyetinin Orta Doğu siyasetindeki yaygınlığı ve siyasal aktörlerin tercihleri üstündeki etkileri üzerine bir iki saptamada bulunduktan sonra sırasıyla bu zihniyetin üzerinde yükseldiği uluslararası güç ilişkileri ve Orta Doğu müesses nizamlarındaki egemenlik stratejileri üzerinde kısaca duracağım. En son bölümde ise komplo kuramları ve Orta Doğu’daki post-İslamcı entelektüel-kültürel gelişim çizgisi arasındaki ilişki üzerine kısa bir tartışma yürüterek bitireceğim.

Komploculuk ve siyasal strateji

Muhayyel bir altın çağın ve yerli kültürün eleştirel olmayan bir yüceltilişi yerli entelektüelleri çoğu zaman ülkeden kaynaklanan başarısızlıklara ve sorunlara karşı körleştirmekte, ulusal özne dışında mazaretler aramaya itmektedir. Sonuçta, komplo kuramı, eleştirel düşüncenin bu zıt kutbu, bir talihsizlikleri açıklama paradigmasına dönüşür. Bir Arap köşe yazarının alaycı şekilde işaret ettiği gibi: “Mısır’ın entelektüellerini, yazarlarını ve siyasetçilerini takip eden her kim olursa olsun dünyanın her sabah kalkıp gözlerini ovuşturup şöyle bağırdığını düşünmeye başlayacaktır: ‘Hay aksi, saat yedi olmuş. Geciktim, hemen Mısır’a karşı komplo kurmaya başlamam gerekiyor.’”[12]

Bayat’ın popüler bir Mısırlı yorumcudan aktardığı bu alaycı teşhis komplo zihniyetinin Mısır’daki yaygınlığını işaret etmektedir. Ne var ki komplo zihniyeti otoriter siyasal rejimlerde yalnızca muktedirlerin bakışını değil muhaliflerin de söylemlerini derinden etkileyen, siyasetin çatışan taraflarını buluşturan hegemonik bir zemin de teşkil etmekte.[13] Siyasal İslamcılığın muteber araştırmacılarından birinin Mısır Müslüman Kardeşleri’nin darbeye giden yolda yaptıkları stratejik hatalar üzerine saptamaları bu duruma bir örnek oluşturmakta. Mısır otoriterliği altında ayakta kalmasını çoğu zaman sıkı dokunmuş bir örgütlenmeye borçlu olan Müslüman Kardeşler, bu tarz örgütlenmenin bir yan etkisi olarak fazlasıyla kendi iç meseleleriyle ilgili olmuş ve diğer siyasal ve toplumsal aktörlerle ilişkilerinde paranoid refleksler geliştirmiştir.[14] Diğer bir deyişle, Müslüman Kardeşler iktidara geldiğinde otoriterlik altında direnç kazandıran bu özellikler diğer toplumsal ve siyasal aktörlerle ilişkilerde hatırı sayılır bir tecrübesizliği de beraberinde getirdi.[15] Bu nedenle Mısır’da darbeyle sonuçlanan 30 Haziran 2013 tarihindeki protestoları değerlendirirken Mursi’nin hareketin organik mahiyetini ve hareketi ortaya çıkaran sıkıntıları objektif bir şekilde süzememesini şaşırtıcı bulmamak gerekiyor. 30 Haziran gösterilerinin hemen öncesinde Mursi ile yapılan bir röportaja bakılacak olursa Mursi protestoları tetikleyen mekanizmayı ısrarla sadece Müslüman Kardeşler yönetimi dışındaki etkenlerde aramıştır. Bu etkenler ise yine şaşırtıcı olmayan bir şekilde medyanın olayları abartması, eski rejimin bürokrasideki kalıntıları, derin devlet, Mısır’ın iç işlerine bulaşan yabancı devletler şeklinde sıralanmakta.[16] Oysa 30 Haziran hareketine ve en son tahlilde kanlı bir darbeye giden süreçte, darbeyi hiçbir şekilde meşrulaştırmamasına karşın, Müslüman Kardeşler’in stratejik hataları da gözden kaçmayacak büyüklüktedir.

Mursi liderliğinde iktidara gelen ve Müslüman Kardeşler’i temsil eden Özgürlük ve Adalet Partisi yalnızca seküler katmanları ve azınlıkları siyasal olarak görmezden gelinebilir bularak değil, çok önemli reformlara girişmek yerine önemli pozisyonlardaki iktidarlarını sağlamlaştırmaya girişerek de önemli hatalar yaptı.[17] Yeni bir anayasa yazması planlanan komisyonun neredeyse bütün İslamcı olmayan üyeleri istifa ettiğinde Müslüman Kardeşler problemi görmezden gelmiş ve yalnızca Mursi’nin anayasa metni hazırlayacak olan uzmanlarına dokunulmazlık tesis etmekle ilgilenmiştir.[18] Takip eden süreçte Mursi bir televizyon programında yalnızca Şii oldukları için linç edilen dört kişiden bahsedememekle kalmamış, yakın bir geçmişte İslamcı terörün en korkunç yüzünü görmüş olan Luxor’a da katliamla ilintili olduğu düşünülen bir İslami Cemaat üyesini vali olarak atayarak Mısır’ın seküler kesimlerinin ve azınlıklarının şüphelerini körüklemiştir.[19] Bu manzaraya Mısır’ın devrimden sonra da iflah olmayan ekonomisinin yarattığı sorunları da eklemek gerekiyor.[20] Tüm bu hata ve sorunlara karşın Mursi ve etrafındaki liderlik yaygın kitlesel huzursuzluğu Müslüman Kardeşler iktidarına yönelik bir komplodan ibaret görmeyi yeğlemiştir: Mübarek’in kayırdığı iş adamları Mısır medyasını kontrol etmektedir, eski rejimin memurları Müslüman Kardeşler siyasalarının uygulanmasını engellemektedir ve muhalefet hareketi ülkeden kaçmış milyonerler tarafından gizlice desteklenmektedir. Müslüman Kardeşler’in bu iddialarının hepsi temelsiz olmamakla birlikte,[21] komplocu yaklaşım huzursuluğun gerçek nedenlerinin tesbitini Müslüman Kardeşler açısından büyük oranda engellemişe benziyor.

Sonuçta, Nathan Brown’ın da işaret ettiği gibi, Müslüman Kardeşler hemen 25 Ocak 2011 devrimi sonrasında iktidara gelmek konusunda çok daha temkinli bir tutum sergilerken, takip eden ocak ayında beklenmedik fırsatların da belirmesiyle, iktidara gelmek için bir kararlılık oluşturmaya başlamıştır.[22] Bu noktada oluşturulabilecek tek stratejinin bu olmadığını, müesses nizamı ya da seküler demokratik hassasiyetleri daha iyi gözetilebilecek bir stratejinin izlenebileceğini ortaya koyan örnek ise Fas’tan gelmiştir. Fas’ın Adalet ve Kalkınma Partisi seçkinleri, hemen 2002 seçimleri sonrasında koalisyon ortağı olarak iktidara gelebilecekken bundan imtina etmiş, bazı seçim bölgelerinde ise müesses nizamı ürkütmemek için aday göstermeyerek -sınırlı da olsa çoğulcu olan- demokratik çerçevenin devamını sağlamayı başarmıştır.[23] Bu tarz bir stratejinin Mısır’da uygulanmasının Müslüman Kardeşler açısından ne kadar uygun düşeceğini gösteren koşullar ise hiç de az değildir. Müslüman Kardeşler devrime en başından katılmakta durakladıkları gibi,[24] daha sonra devrimin önemli bir bileşeni olan liberal-seküler katmanların İslamcıların devrimci dalgayı örgütsel kapasiteleri sayesinde kullanarak (free riding)[25] iktidara geldikleri ve demokratik-çoğulcu gelişimi-dönüşümü engelleyeceklerine dair endişelerini de hesaba katmadı. Dahası, Müslüman Kardeşler hemen 25 Ocak Devrimi sonrasında, önceki tecrübelerini de gözönüne alarak, yeni oluşturulmuş olan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ile işbirliği de yaparak kendisini devrimci kesimlerden iyiden iyiye yalıttı.[26] Ayrıca Shehata ve Sacher’in de altını çizdikleri gibi, Müslüman Kardeşler’in daha Mübarek rejimi sırasında Mısır meclisinde muhalefet olarak varlıkları hem rejimin hem de Müslüman Kardeşler’in dönüşümü açısından çok olumlu potansiyeller barındırmakta, Müslüman Kardeşler’i gelecekteki bir yönetme deneyimine hazırlamaktaydı.[27] Bu sürecin önce büyük oranda şaibeli 2010 seçimleriyle ve sonrasında Mübarek rejiminin artan baskısıyla ve popüler bir devrim ile kesintiye uğraması Müslüman Kardeşler’i önemli bir tecrübeden mahrum bırakmışa benziyor.

Diğer taraftan yine Brown’ın dikkat çektiği gibi Müslüman Kardeşler 1990larda Cezayir’de İslami Kurtuluş Cephesi’nin ve 2006’da Filistin’de Hamas’ın başına gelenlere benzer şekilde, kazanabileceğini ve yönetebileceğini düşündü. Sonuçta İKC ve Hamas’ın deneyimine Mısır Müslüman Kardeşler’ininki de eklenmiş bulunmakta.[28] Bu noktada Orta Doğu gelişmelerini yakından takip edenlerin hemen 2013’te darbeye giden süreç öncesinde Mısır Müslüman Kardeşleri’nin Türkiyeli danışmanlar tarafından yanlış yönlendirildiğine dair haberlere de tesadüf etmiş olacaktır. [29] Ali Bulaç’ın köşe yazısına göre Türkiye’den alınan tavsiyeler hem iktidar fırsatının kaçırılmaması yönünde hem de darbecilerin tehditlerini, e-muhtıraya benzerliği üzerinden, hafife alır bir içerikteydi.[30] Bu bilginin ne derece doğru olduğu tartışması ve Müslüman Kardeşler ve Türkiye İslamcıları, post-İslamcıları arasındaki ilişkinin mahiyeti üzerine bir değerlendirme bu yazının sınırlarını aşacaktır. Yine de taslak bir karşılaştırma denemesi manidar olacaktır. Yukarıda anlatılan Mısır’a özgü süreç sonrasında, Müslüman Kardeşler askerlerin müdahalesi karşısında ne 2007’de AKP’nin sahip olduğu muhafazakar-İslamcı kesimler dışındaki demokratik desteğe ne de sosyolojik dinamikleri açısından hareketi AKP gibi burjuvazinin bir kısmı üzerinden müesses nizama bağlayan bir bileşene sahipti. Daha çok beyaz yakalı profesyonellerin omurgasını ve seçkinlerini oluşturduğu Müslüman Kardeşler[31], devrim sonrası emeklemekte olan kırılgan yeni Mısır demokrasisini ayakta tutabilecek bir yönetme tecrübesine de, Milli Görüş partileri ve AKP’nin aksine, Mısır’da on yıllar süren otoriterlik nedeniyle sahip değildi.

Sonuçta, yukarıda ana hatlarıyla vermeye çalıştığım siyasal iklimin komplocu zihniyetle birleşmesinin temel etkisi siyasal aktörlerin özeleştirel tutumlar geliştirmelerinin ağır şekilde zorlaşması ve daha iyi ihtimalle ertelenmesi olarak karşımıza çıkmakta. Müslüman Kardeşler’in iktidar tecrübesinin bu şekilde sonlanmasında bu tarz bir zihniyetin yaygınlığının belirli ölçülerde rol oynadığını göstermeye çalıştım. Yine de komplocu zihniyetlerin yaygınlığını hem otoriter siyasal yapıların bir ürünü hem de bölgeye başta doğal kaynakları kontrol etmek olmak üzere, Batılı güçlerin müdahalelerinin sıklığı zemininde anlamak gerekiyor. Buna birçok Orta Doğu ülkesinin çok taze sömürgecilik deneyimini de eklemeli. Resmi sömürgeci kontrolün olmadığı İran gibi bir örnekte bile Musaddık’ın Amerikan güdümlü bir darbe ile devrilmesi Orta Doğu halklarının hafızasında silinmesi güç örnekleri canlı tutmakta. Son tahlilde Orta Doğu ülkelerinin siyasetlerine yapılan her türlü dış müdahale de komplo zihniyetlerini derinleştirmekte ve otoriterleşme eğilimlerine katkıda bulunmakta. Mübarek’i aklayan yargıcın gerekçesinde olduğu gibi, müdahalenin dost veya dindaş ülkelerden gelmesi bu durum açısından çok da büyük bir değişiklik yaratmamaktadır. Bayat’ın da altını çizdiği gibi Orta Doğu ülkeleri açısından dış müdahale her zaman, eğer demokratikleşmeye karşı işlemediyse bile, demokratik gelişimi ağır bir şekilde güdükleştiren bir etki yaratagelmiştir.[32] Bu etkinin komplo teorileri üzerinden bir işleyişe sahip olduğunu da söylemek, yukarıdaki tartışmanın ışığında, abartı sayılmayacaktır.

Komploculuk ve iktidar ilişkileri

Orta Doğu coğrafyasında komploculuğun yaygınlığını oryantalist bir özcülükle basitçe Orta Doğulu siyasetçilerin ve toplumların irrasyonel açıklamalara olan yatkınlığıyla ya da Orta Doğu siyasetinin groteskliğiyle değil ancak komploculuğun iktidar ilişkileri açısından oynadığı işlevler açısından açıklamak gerekiyor. Bunun için de Orta Doğu’da öncelikle komplo zihniyetinin yükseldiği bir siyasal bağlama bakmak gerekli. Yukarıda da işaret edildiği gibi Orta Doğu coğrafyasında Osmanlı döneminden çağdaş sömürgeci döneme ve sonrasına uzanan ve derin izler bırakan yabancı müdahaleleri komploculuğu hazırlayan siyasal zeminin önemli bir bileşeni olarak karşımıza çıkmakta.[33] Diğer taraftan Orta Doğu rejimlerinin birçoğunun şeffaflıktan ve demokratik müzakereden uzak, darbelerle, siyasal seçkinler arasındaki çekişmelerle, monarşi içi rekabetlerle şekillenen otoriter yapıları da komplocu açıklamalar için elverişli zeminler yaratmakta.[34] Daha genel olaraksa özellikle ithal ikameciliğin gerilediği ve Soğuk Savaş’ın bittiği bir dönemde birçok Orta Doğu rejiminin genel bir yönsüzlük ve ideolojik bunalımla malul olduğu da not düşülmeli. Diğer bir değişle, Nasırcılığın ve Baasçılığın ideolojik öncüllerinin Orta Doğu rejimlerindeki ekonomik liberalleşme (infitah) gündemiyle oluşturduğu tezat bu rejimlerin iktidar seçkinlerinin meşruiyetlerini zayıflatmış ve çoğunu komplocu dünya görüşlerine sürüklemiştir. Bu tabloya 90ların ortasından itibaren siyasal İslamcılığın, başta İran olmak üzere, yaşadığı bunalımı da ilave etmek gerekiyor. [35] Bu tarihsel bağlamda komplo, bu rejimlerin çoğunun başarısızlığını perdelemek ve bu başarısızlıkların nedenlerini dışsallaştırmak için kullandığı dağınık-düzensiz bir imajlar dizgesi olarak karşımıza çıkmakta.[36]

Yine de komploculuğun gelişmiş Batı ülkeleri de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde çok yaygın bir eğilim olduğu ise Amerika’da paranoyak siyasal tahayyül ve komploculuk üzerine çalışmaların işaret ettiği bir gerçekliktir.[37] Fakat komploculuk açısından Soğuk Savaş sonrası dünyada Orta Doğu bağlamını diğerlerinden ayıran durum iktidar seçkinlerinin komploculuğu yayan kaynak olarak ortaya çıkmasıdır.[38] Gray’e göre komplo Orta Doğu’daki iktidar seçkinleri açısından belli başlı bir kaç işlevi yerine getirmektedir. Komplo her şeyden önce bu rejimlerin başarısızlıklarını perdelemekte ve diğer taraftan da popüler meşruiyeti düşük siyasal ve ekonomik geçiş-dönüşüm süreçlerini gizlemektedir.[39] Komplo söylemleri muhalefetin enerjisinin iktidar seçkinlerine yönelmesini engellediği gibi yurttaşların-yönetilenlerin rejimle işbirliğini de meşrulaştırmaktadır.[40] Yönetilenler de hukuksuzluklar karşısında rejimle olan işbirliklerini iktidar seçkinlerinin geliştirdiği komplo kuramına sığınarak, onu bahane ederek mazur gösterme yoluna gitmektedir. Komplo söylemi iktidar seçkinlerinin kamusal alanı ve söylemi tekellerine almasını da sağlamaktadır.[41]

Bu noktada Mısır’dan Türkiye’ye bir dönüş yapmak ve komploculuğun Türkiye’deki yakın zamanlı yeniden yükselişine bakmak anlamlı görünüyor. Komplocu söylem Türkiye’de özellikle sağ-muhafazakar düşünce çizgisinin tarihsel olarak başat bir bileşeni olmakla birlikte özellikle AKP iktidarının hegemonik kapasitesinin çok daha yüksek olduğu, liberal-seküler entelektüellerle ve toplumsal katmanlarla belirli bir uzlaşma içinde olduğu ve AB sürecinin dinamik bir şekilde ilerlediği dönemlerde göreli olarak kamuoyunu daha az meşgul etmekteydi.[42] Ne var ki özellikle Gezi sürecinden sonra “faiz lobisi” çıkışıyla aniden karşımıza çıkan olayların arkasındaki “karanlık dış güçler” iması AKP iktidarının seçkinlerinin ve medyasının söylemini derinden etkilemeye başladı.[43] AKP seçkinlerinin siyasal söyleminin Gezi dönemeci sonrası komplocu bir istikamete savruluşunda komplo teorilerinin ilişkide olduğu başat bir kitle tahayyülünü de teşhis etmek mümkün. Bu tahayyüle göre ise toplumsal hareketlerin arkasında her zaman organizatörler ve harekete geçiriciler vardır. Komplocu açısından kritik soru her zaman için kitleyi harekete geçiren ajitatörün kim olduğu sorusudur.[44] 2013 yılında hem Mursi 30 Haziran karşısında hem de Erdoğan Gezi eylemleri karşısında, en azından kamusal düzeyde, aynı soruyu sormuşlar ve çözümleri de bu soruya verdikleri cevaplar üzerine inşa etmişlerdir: ajitatörler kim? Dolayısıyla daha genel olarak ise komplocu düşüncenin ürediği ortam bir bunalım ortamı olarak karşımıza çıkar.[45]

Komploculuk ve post-İslamcı durum

Komplocu söylemin Türkiye’deki cari kullanımları komplo zihniyetinin işlevleriyle ilişkili bir dizi diğer özelliği aydınlattığı gibi Orta Doğu toplumlarında post-İslamcı gelişimin potansiyel yörüngelerinden birini de işaret etmesi bakımından önemli. Türkiye’de Gezi ve 17 Aralık süreci sonrasında AKP iktidarı ve Gülen Cemaati arasındaki kavganın kamuoyuna yansıyan biçiminin koyu komplocu rengi bu yörüngenin bir bileşeni sayılmalı. Bir taraftan AKP iktidarı Gülen Cemaati’ni iktidara ve devlete karşı girişilmiş bir uluslararası karanlık ittifakın maşası, Yeni Türkiye’nin doğumunu engellemek isteyen “üst aklın” bir hizmetkarı gibi görürken diğer taraftan Cemaat’e yakın sosyal medya hesapları ve gazeteciler AKP iktidarının İran ajanları tarafından yönlendirildiğini ve İran’ a hizmet ettiğini iddia ettiler. Türkiye’deki iki post-İslamcı siyasal aktör arasındaki iktidar mücadelesinin söylem düzeyinde aldığı bu komplocu biçim post-İslamcı toplumsal gelişmenin çoğulculuk, bireysel sorumluluk ve tercihlerle şekillenen bir dindarlık yönündeki eğilimlerinin tam tersine iktidarı koruyabilmek adına çoğulculuğa sarılmak ve sorunların sorumluluğunu üstlenmekten kaçmak istikametinde gelişmektedir. Türkiye’de AKP ve Cemaat örneğinde post-İslamcı gelişme iktidar seçkinleri arasındaki sert bir mücadele anında hızla baştaki liberal-demokratik vurgularından sıyrılmıştır. Muhafazakar demokrasi ve hizmet gibi kavramların yerini seçkinler arasındaki iktidar mücadelesinde cephe genişletmeye da yarayan bir komplocu söylem işgal etmeye başlamıştır. Komplocu dil, seçkinler arasındaki bu çekişmenin altını çizerken iktidar ilişkilerinin asıl asimetrik ekseni olan yönetenler ve yönetilenler ayrımını gözden uzak tutmaya da yaramaktadır. Diğer taraftan komplocu söylemin varlığına inanılmasını istediği düşük yoğunluklu bunalım ortamı da ulusun ve devletin tarihsel varlığıyla ilgili kaygıların altını çizerek hukukun üstünlüğü ilkesiyle ilgili sorunları örtbas etmektedir. Post-İslamcı seçkinlerin komplocu dilinin bir diğer etkisi ise liberal ironik orta sınıf tutumunu hızla sinizme ve konformizme dönüştürmesi ve çoğulcu ve seküler bir dünya görüşüne sahip toplumsal katmanları siyasal olarak paralize etmesidir.[46]

Türkiye’de İslamcı ve post-İslamcı seçkinler, Orta Doğu coğrafyasında yukarıda altı çizilen ve Arap Baharı ile iyice belirginleşen bir yönsüzlüğe ve ideolojik bunalıma cevaplar üretmek yerine “faiz lobisinden” “telekineziye” ve “üst akla” uzanan sözde kavram ve açıklamaları işe koşmaktadır. Bu kavram ve açıklamaları kullanan kesimler komplocu-popüler bir “tarihsel sosyoloji” ile yeni Türkiye’nin küresel yükselişini müjdelemekte ve buna direnen karanlık güçleri kınamakta,[47] ya da merkez-çevre anlatısını AKP iktidarını meşrulaştıracak şekilde yeniden yorumlayarak[48] dolaşıma sürmek yolunu tercih etmektedirler. Bu düşünsel iklim içinde İslamcı, post-İslamcı organik aydınların bireysel sorumluluğun ve tercihin dindarlık açısından altını çizmeye ve çoğulcu demokratik mekanizmaların önemini vurgulamaya yönelik İslami-liberal girişimleri cılız dip akıntıları olarak kalmıştır.[49]

Siyaset üzerine düşüncenin yanı sıra hem popüler dini söylem açısından hem de birçok popüler kültür ürününün komplocu içeriği açısından da post-İslamcı durumun Türkiye’deki düşünsel zaaflarını gözlemleyebilmek mümkündür. Bir tarafta Sakarya-Fırat, Kızıl Elma, Tek Türkiye, Şefkat Tepe gibi diziler Türkiye devletine yönelik kumpasların ve uluslararası oyunların altını çizerek devletin hatadan bağımsız olduğuna dair tahayyülü tahkim etmektedir. Diğer taraftansa popüler hatipler bireysel tercihler ve akıl eksenli bir dindarlığın yerine geleneksel kaderci ve şekilci dindarlık anlayışlarını tekrarlayan bir şekilde yeniden üretmektedirler. Bu yönüyle Türkiye’de post-İslamcılığın, siyasal değil ancak, son yıllardaki düşünsel-kültürel seyri Mısır’dakine çok benzemektedir.[50] Dinsel açıdan popüler ve muhafazakar hatiplerin yönlendirdiği bir iklime kültürel açıdan tüketimci ve gösterişçi bir dindarlık eşlik etmektedir. Her ne kadar tüketimci-bireyci dindarlık, White’ın da işaret ettiği gibi,[51] daha çoğulcu bir gidişatın bir bileşeni olabilirse de, bunun ancak dindarlığın kolektif bir düzeyde de bir seçim alanı olarak kavranmasıyla mümkün olabileceği ortadadır.

Bu noktada post-İslamcılığın popüler komploculukla ilişkisi üzerinden düşünce düzeyinde oksidentalist yönünü de görmekteyiz. Türkiye’de post-İslamcılığın iktidar tecrübesi bir dizi siyasal bunalımın ardından yeni bir düşünce ortamı ve ahlaki öneri üretmekte zorlanmıştır. Bunun yerine Türkiye’de post-İslamcı aktörler “milli teyakkuz zihniyetinin” etnosentrik ve çoğu zaman da Batı karşıtı klişelerini benimsemiştir. Bu esnada hem muhafazakâr demokrasi kavramı gündemden düşürülerek hem de bunun yerine sistemli bir söylem ikame edilmeyerek bir ideolojik bunalımın menziline girilmiş gibi görünüyor.[52] Liberal-İslami öneriler ise post-İslamcı aktörlerin iktidar mücadelesinin sıcaklığı içinde hızla marjinalleşmiş ve post-İslamcılığın ana gövdesini komplocu bir söyleme terk etmiştir.

 

DİPNOTLAR

[1] “Egypt court dismisses charges against Mubarak,” Aljazeera, 29 Kasım 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/11/verdict-due-mubarak-trial-egypt-2014112944228138111.html

[2] Jason Hannah, Sarah Sirgany ve Holly Yan, “Egypt: Ex-ruler Hosni Mubarak, accused in deaths of hundreds, cleared of charges,” CNN, 30 Kasım 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://edition.cnn.com/2014/11/29/world/meast/egypt-mubarak-trial/index.html

[3] “Hosni Mubarak: Egypt court drops charges over 2011 uprising deaths,” BBC, 29 Kasım 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-30258537

[4] Ashraf Khalil, “The Muslim Brotherhood Struggles in a New Egypt,” TIME, 9 Mayıs 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://time.com/94263/muslim-brotherhood-egypt-sisi-morsi/

[5] Adham Youssef, “On law, justice, and dissent: legal experts deconstruct Mubarak’s trial in panel discussion,” Daily News Egypt, 8 Aralık 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.dailynewsegypt.com/2014/12/08/law-justice-dissent-legal-experts-deconstruct-mubaraks-trial-panel-discussion/

[6] Youssef, “On law.”

[7] Hannah, Sirgany ve Yan, “Egypt: Ex-ruler.”

[8] Nourhan Fahmy, “The re-writing of history in the Mubarak verdict,” Daily News Egypt, 8 Aralık 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.dailynewsegypt.com/2014/12/08/re-writing-history-mubarak-verdict/

[9] Fahmy,”The re-writing.”

[10] Agy.

[11] Agy.

[12] A. Bayat, “Egypt and its unsettled Islamism,” içinde Post-Islamism, ed. A. Bayat (Oxford ve New York: Oxford University Press, 2013), s. 221.

[13] Bu duruma bir örneği Türkiye’de sol-seküler muhalefetin bir kesiminin komploculuğa eğiliminde görmekteyiz. Burada önemli bir etken 1970ler sonrasında Marksist paradigmanın pozitif ve eleştirel mirasının ve emperyalizm üzerine siyasal iktisadi çözümlemelerin yıllar içinde eleştirel içeriği açısından terk edilip geriye Gladyo’dan, CIA’dan, ABD’nin karanlık oyunlarından mürekkep bir komplocu jargon bırakmasıdır. Bu eğilim hiç şaşırtıcı olmayan şekilde ya AKP seçkinlerinin Amerikan güdümünde olduğunu işlemiş ya da parti liderlerinin etnik kökenleriyle ilgili tartışmalara yoğunlaşmıştır. Diğer taraftan bu durum Türkiye’ye has değildir ve Al-Azm’ın altını çizdiği gibi Arap dünyasındaki kimi sol siyasetler de komplocu anlatılara yaygın bir şekilde itibar etmektedir. Bkz. S. J. Al-Azm, “Orientalism and Conspiracy,” içinde Orientalism and Conspiracy, ed. A. Graf et al. (Londra ve New York: I.B. Tauris), 19.

[14] Nathan J. Brown, “Where Does the Muslim Brotherhood Go From Here?,” New Republic, 3 Haziran 2013, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.newrepublic.com/article/113762/egypt-coup-mohamed-morsi-out-muslim-brotherhood-disarray

[15] Brown, “Muslim Brotherhood.”

[16] David Hearst ve Patrick Kingsley, “Egypt’s Mohamed Morsi remains defiant as fears of civil war grow,” The Guardian, 30 Haziran 2013, erişim: 21 Ocak, 2014, http://www.theguardian.com/world/2013/jun/30/egypt-mohamed-morsi-defiant-civil-war

[17] “Egypt’s coup The second time around,” The Economist, 6 Temmuz 2013, erişim: http://www.economist.com/news/briefing/21580533-egyptian-army-widespread-popular-support-has-ended-presidency-muhammad-morsi . Müslüman Kardeşler ancak darbeden sonra devrimci, seküler katmanlarla ilişkinin önemini kavramışa benziyor. Bkz. Khalil, “A new Egypt.”

[18] “Egypt’s coup.”

[19] Agy. Tarihe Luxor katliamı olarak geçmiş olan olay Mısır’da çoğu turist 62 kişinin tarihi Firavun Hatşepsut Tapınağı’nda şiddet yanlısı İslami Cemaat tarafından yönlendirildiği düşünülen militanlarca vahşice öldürülmesidir. Olay Mısır kamuoyu için derin bir şok yarattığı gibi, turizme önemli ölçüde dayanan Mısır ekonomisini de derinden etkilemiştir. Katliamın uyandırdığı tepki ardından katliamı gerçekleştirdiği düşünülen örgüt ve isimler sorumluluk almaktan kaçınmıştır. Takip eden yıllarda şiddet yanlısı olmayan İslamcı gruplar da devlet baskısından kurtulamamıştır. “Luxor Massacre,” Wikipedia, erişim: Ocak 21, 2014, http://en.wikipedia.org/wiki/Luxor_massacre

[20] “Egypt’s coup.”

[21] Agy.

[22] Brown, “Muslim Brotherhood.”

[23] Wegner, Eva, and Miquel Pellicer. “Islamist moderation without democratization: the coming of age of the Moroccan Party of Justice and Development?.” Democratization 16, no. 1 (2009): 166. Cavatorta, Francesco, and Dalmasso Emanuela. “Political Islam in Morocco: negotiating the liberal space post 2003.” (2011), 6-7.

[24] Samer Shehata, “Egypt: the Founders,” Wilson Center the Islamists are coming, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.wilsoncenter.org/islamists/egypt

[25] Bayat, “Unsettled Islamism,” s. 228.

[26] Frida Alim, “The Politics of the Brotherhood Democracy: How the Muslim Brotherhood Burned Their Bridges,” Jadaliyya, 19 Temmuz 2013, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.jadaliyya.com/pages/index/13062/the-politics-of-the-brotherhood-democracy_how-the-

[27] S. Shehata ve J. Sacher, “The Brotherhood Goes to Parliament,” Middle East Research and Information Project, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.merip.org/mer/mer240/brotherhood-goes-parliament

[28] Brown, “Muslim Brotherhood.”

[29] Ali Bulaç, “Müslüman Kardeşler’in Aklı,” Zaman, 14 Temmuz 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/musluman-kardeslerin-akli_2231037.html

[30] Bulaç, “Müslüman Kardeşler’in Aklı.”

[31] Shehata, “Egypt the founders.”

[32] A. Bayat, Making Islam Democratic (Stanford: Stanford University Press), s. 199.

[33] Matthew Gray, “Political Culture, Political Dynamics, and Conspiracism in the Arab Middle East,” içinde Orientalism and Conspiracy, ed. A. Graf et al. (Londra ve New York: I.B. Tauris), s. 107-108.

[34] Gray, “Conspiracism,” s. 109.

[35] Agy., s. 110-111.

[36] Agy., s. 112.

[37] R. Hofstadter, The Paranoid Style in American Politics (New York: Random House). Mark Fenster, Conspiracy Theories, (Mineapolis ve Londra: Minesota).

[38] Gray,   “Conspiracism,” s. 120.

[39] Agy., s. 120-121.

[40] Agy., s. 120-121.

[41] Agy., s. 121.

[42] Burada basitçe AKP’nin oylarını arttırdığı ve son dönemlerdeki siyasal bunalımlardan zarar görmeden çıktığına dair bir itiraz getirilebilir. Hegemonik kapasitenin derecesini anlamak için kanımca seçim sonuçlarına bakmak yeterli değil. Aksine iktidardaki bir siyasal aktörün hegemonik kapasitesi kendisini aktif bir şekilde desteklemeyen entelektüellerin ve onlarca yönlendirilen kitlelerin de gönülsüz bir rızasını ve saygısını devşirebilmesidir. Bu bakımdan AKP oylarını arttırıp destekçilerini tahkim ederken Gezi süreci ve yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte bu kitlenin ötesinde yer alan daha ortada bir kitleyi tamamıyla yalıttı ve pasif destekçilerden aktif muarızlara dönüştürdü.

[43] Hakkı Taş, “Anti-westernism in Turkey,” Opendemocracy, 11 Mart 2014, erişim: Ocak 21, 2014, https://www.opendemocracy.net/arab-awakening/hakki-tas/anti%E2%80%93westernism-in-turkey

[44] Carl Graumann, “Conspiracy: History and Social Psychology – A Synopsis,” içinde Changing Conceptions of Conspiracy, ed. Carl F. Graumann ve S. Moscovici (New York ve Berlin: Springer-Verlag), s. 246-247.

[45] Graumann, “Conspiracy,” s. 247.

[46] Bu toplumsal katmanların siyasete katılımının demokratik-cumhuriyetçi idealler açısından öneminin altını Arendt, Dreyfus vakasını çözümlerken çizer. Bkz. H. Arendt, The Origins of Totalitarianism (San Diego, New York ve Londra: Harcourt Brace), s. 114.

[47] İktidar yanlısı medyada bu tarz “stratejik” analizlerin yaygınlığına karşın sistematik olarak komplocu muhtevayı uzun vadeli bir tarihsel-iktisadi çözümlemenin içine oturtan isim Yiğit Bulut’tur.

[48] Bu duruma örnek oluşturabilecek sayısız isim ve köşe yazısı bulunmaktadır. Bu yönüyle Türkiye’de merkez-çevre analizinin AKP iktidarıyla kazandığı yeni ideolojik muhteva gözden kaçırılamaz.

[49] Mesela bkz. Mücahit Bilici, “üç hilafetten hangisine aşinayız,” Taraf, 2 Temmuz 2014, erişim: Ocak 21, 2014, http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/mucahit-bilici/uc-hilafetten-hangisine-asinayiz/30196/ . Ayrıca Mustafa Akyol’un yazıları bu yönde sistemli bir çabayı temsil eder.

[50] A. Bayat, “Unsettled Islamism,” s. 185-239.

[51] Jenny B. White, Muslim Nationalism and the New Turks (Princeton: Princeton University Press).

[52] Burhanettin Duran Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları üzerinden AKP’nin son birkaç yılda muhafazakar demokrasi kavramını ikame edecek şekilde ancak ondan daha esnek ve kapsayıcı bir medeniyet söylemi geliştirdiğine dikkat çeker. Bkz. Duran, “Understanding the AK Party’s Identity Politics: A Civilizational Discourse and Its Limitations.” Insight Turkey 15, no. 1 (2013): 91-109. Ancak medeniyetlere ilişkin söylemin genel olarak özcü bir içeriği olduğunu ve özellikle popüler kullanımlarında muhayyel bir Batı kavrayışıyla ve çoğu zaman da özcü bir Batı karşıtlığıyla vücut bulduğunu vurgulamak gerekiyor. Diğer bir deyişle medeniyet söylemi yaygın ve popüler kullanımları itibariyle hızla “komplocu-oksidentalist” bir muhtevayla da buluşabilmektedir.