Peki Ya Şimdi? Özgecan’ın Ardından…

Gülmek mi dediniz? Biz boğazımızdaki yumrunun göz pınarlarımızdan sel olup akmasını engellemek istiyoruz sadece… Öfkemizin bizi boğmasını engellemeye çalışıp, isyanımızı büyütüyoruz.

Her sabah bir kabusa uyanıyoruz, bir kadının ya da bir trans bireyin öldüğüne dair haberler havada uçuşuyor, takip dahi edemiyoruz, ölümleri tanımlayan kelimeler o kadar benziyor ki birbirine, duymamaya görmemeye başlıyoruz. Ta ki daha vahşisini daha can yakanını duyana kadar, can daha fazla nasıl yanabilirse. Tam da bu duyarsızlığın ortasında kenarda köşede kalmış, kadın cinayetlerine dikkat çekmeye çalışan sesleri duymaz olduğumuz bir anda Özgecan’ın katli bir infial yarattı. Katlin ayrıntıları herkesin malumu ama infialin kadınlar cephesindeki anlamı, kendi gerçekliğini bir kez daha hatırlamak ve dolmuşta şoför ile baş başa kalmanın yarattığı tedirginliğin boşa olmadığı ile bir kez daha yüzleşmekti. Tedirginlikler ve korkular boş yere değildi. Hatırladık. Hatırlattılar. Biber gazlarını çantalara tekrar attık, kapıların kilit sayısını artırdık, komşu kadınların sesine kulak kesilmeye başladık çünkü birbirimizi kollamayı öğrenmemiz gerektiğini anladık. Çünkü Özgecan’dan, Hüsne’den bir farkımız yoktu; dolmuşa biniyorduk, sevgililerimiz vardı, bizi seviyordu (!)

Özgecan cinayeti ile bir kez daha “aile”nin kadın için ifade ettiği anlam ile erkek için ifade ettiği anlam arasındaki mesafeyi gördük. Taciz mağduru kadınlar, yaşamlarının daha fazla kısıtlanmasından çekindiklerinden ya da başkaca gerekçelerle ailelerine açılmayı aklına bile getirmezken, Münevver Karabulut ve Özgecan Aslan cinayetlerinde açığa çıktığı üzere fail erkekler, doğrudan aile fertleri ile birlikte davrandılar, onlar tarafından desteklendiler, aileler faillerin suç ortağı oldu. Aile dediğiniz, bu çürümüş toplumumuzun iki yüzlülüğünden başka bir şey değildir. Bu iki yüzlülük, bugün çok sayıda kadının varlık sürdürmesinin önündeki engeldir ve bu iki yüzlülük bugün çok sayıda kadının yaşamlarını kurmalarını imkânsızlaştıran stratejilerle beslenir.

Daima her koşulda seçilen, seçilmeye devam eden AKP hükümeti döneminde, artan kadın cinayetleri bu kez daha belirgin bir şekilde kamuoyunun gözleri önünde gerçekleşti. Şiddeti yaratan cüretin arkasında “kadın mıdır kız mıdır bilemem” aymazlığı, “kadınların fıtratı” tartışmalarının yarattığı sığlık ve en nihayetinde “benim nazarımda eşit değillerdir” ifadeleriyle şekillenen ama aynı zamanda bu ifadelerin kamusal olarak dillendirilmesini mümkün kılan yozluk ve çürümüşlük bir kez daha açığa çıktı. Bu yozluk bugün mevcut iktidar mekanizmalarını işleten temel yakıttır. Ve bu iktidar mekanizmaları tek başına AKP başlığı altında değerlendirilemez. Her ne kadar AKP’nin bugünün çürümüş yoz toplumunun alameti farikası olduğunu kabul etmek mümkünse de, eril şiddetinin ne tek faili ne de tek nedenidir. Çürümüş, yoz toplumumuz, kendi arzuları ve kendi değer yargılarıyla uyumlu böylesi bir toplumsal yapının sorumlusudur.

Özgecan’ın bizlerin geçmişlerinden belki de daha kısacık hayatının sonlanışı geçmişlerimizi gündemimize soktu bir kez daha. Ne de olsa bu topraklarda kadın olmak, bedenindeki değişimle başa çıkmaya çalıştığın ergenlik yıllarında, sokakta, okulda, toplu taşıma araçlarında, dikkat çekmemeye çalışmak anlamına gelir. Kadınlar en can yakıcı tacizlerini çocukluktan yetişkinliğe geçerken deneyimler. Kendi bedenlerindeki değişimle başa çıkmaya çalışırken, bir yandan da utanmayı, sessiz gülmeyi, dikkat çekmemeyi, öğrenirler. Kadınlar bir kez daha yaşamının çeşitli dönemlerinde taciz, şiddet, tecavüz gibi travmatik deneyimlerin ne kadar olağan kabul edildiği ile de yüzleşti.

Bu yüzleşme kısa süre içerisinde sendeanlat hashtagi üzerinden kamusallaştı. Ailelerine, sevdiklerine anlatmaktan çekindikleri taciz hikâyeleri, bu topraklara özgü “ahlak” anlayışını masaya yatırmanın aracı oldu. Kamusallaşan yüzleşme, AKP’nin temelini sarstı. Zira yolsuzlukları, TBMM’de bakanların aklanmalarını sorun etmeyen çürümüşlüğün, diğer veçhelerinin ne anlama geldiği açığa çıktı.

Öte yandan, #sendeanlat, kadın örgütlerinin yıllardır kullandığı ve özel olanın politik olduğu bir mücadele örgütleyebilmenin en önemli araçlarından biri olan “bilinç yükseltme toplantılarını” anımsattı bize. Okudukça gördük ki meğer ne de benzer yaralar açmış eril iktidar ruhlarımızda, bedenlerimizde, biz sustukça beslenmiş palazlanmış; meğer olanlar birkaç sapığın yaptığı münferit olaylar değilmiş ve kadın cinayetleri politikmiş… #sendeanlat’ta anlattık hikâyelerimizi ama şimdi ne olacak? 1970’lerde radikal feminist grupların bilinç yükseltme meselesine yükledikleri anlama tekrar dönüp bakmak belki de bugün bize bir yol gösterir: “Biz kişisel deneyimi ve bu deneyim hakkındaki duygularımızı ortak vaziyetimizin analizi için temel görüyoruz. Şu anda baş görevimiz, deneyimlerimizi paylaşmak ve bütün kurumlarımızın cinsiyetçi temellerini alenen açığa çıkarmak suretiyle kadın sınıf bilincini oluşturmaktır. Bilinç, kurtuluş programımızın, hayatlarımızın somut gerçekliğine dayanmasını sağlayabilmemiz için tek yöntemdir.” Bu sanal mecrada yürüyen bilinç yükseltme sürecinin bugün de kadın hareketini besleyecek bir damara dönüşmesini sağlamak zorundayız.

Özgecan’ın ardından herkes acısını bir şekilde hafifletmek, toplumsal sorumluluğunu yerine getirmek istiyor bu yazı da bu isteğin bir sonucudur. Elbette bu istek erkekler cephesinde de yankı buldu. Kimi yazı yazdı kimi eylem yaptı kimi kadınların örgütlediği eylemlerin parçası olmaları gerektiği fikrini ısrarla ve inatla yeniden gündeme getirdi ancak erkeklerin eril iktidardan ne derece nemalandıklarıyla ilgili bir hesaplaşmaya giriştiklerini iddia etmek mümkün görünmüyor, birkaç münferit yazı hariç, eril iktidardan aldıkları güçle duygusal, ekonomik, entelektüel ve hatta fiziksel şiddet uyguladıkları uygulayabilecekleri etrafımızdaki pek az erkeğin derdi oldu yine. Erkeklerin kendi iktidarlarını samimiyetle sorgulayacakları platformların artmasını dilemekten başka ne gelir elden.

Özgecan’ın katledildiği günden bu yazının kaleme alındığı zamana kadar geçen zamanda, yani geçtiğimiz bir ay içinde 32 kadın daha erkeklerce katledildi. TDK’nın internet sitesindeki tuhaf kelime açıklamalarından biri daha gündemimize girdi. Birileri mini etek üzerinden konuştu durdu, birileri ailesine karşı geldiği gerekçesiyle yaşamını kaybetti.

Artık sıradanlaşan ölümler, artık sıradanlaşan tuhaf haberler, artık sıradanlaşan TDK’nın “müsait” tanımlaması, artık sıradanlaşan ve şaşırtmayan yaşam biçimlerimiz… Dışına çıkmazsak varlık sürdürmemizi imkânsızlaştıran iktidar stratejileri, cambaz kıvraklığında varlık sürdürme çabamız… Tüm bunlar karşısında var olan ikiyüzlü toplumsallığımızın ötesine geçmek, birlikte yeni bir yaşamın parçası olmanın yollarını sorgulamak hepimizin görevidir.