Şili’nin Sosyalist Uyanışının Yüzyıllık Birikimi (Joshua FRENS-STRING ile Söyleşi)

Şili solunun iktidara dönmesi elli yıldan fazla sürdü ve bu zafer tadına varmaya değer bir zafer. Yine de, Şili’nin yeni seçilen cumhurbaşkanı Gabriel Boric, 11 Mart 2022’de göz korkutucu bir görevle iş başına geçecek: derinden kök salmış bir neoliberal sistemi parçalamak için zorlu çalışmalara başlamak ve daha dirençli, anayasal olarak kutsanmış refah devleti konusundaki yüksek beklentileri yerine getirmek.

Boric, zaferinin Şili toplumunu işçi sınıfının mutluluğu ve refahı için bir yer haline getirmek için yüzyıllardır süren mücadelenin sonuncusu olduğunu bilmekle biraz teselli bulabilir. Bu, 1939’da, henüz tanınmamış sosyalist hekim olan Salvador Allende’nin, Pedro Aguirre Cerda’nın Halk Cephesi yönetiminde sağlık bakanı rolünü üstlendiğindeki hayaliydi.

Allende 1970’te, “Sosyalizme Giden Şili’nin Yolu”nun, kilit sanayilerin kamulaştırılmasını, işçi sınıfının temsil kurumlarının yaratılmasını ve, belki de en tartışmalı olanı, radikal, hızlandırılmış bir tarım reformu programını içeren halk yönetiminin benzeri görülmemiş bin günlük bir deneyimin ünlü lideri olmaya devam edecekti.

Bazılarına göre, Allende’nin Halk Birliği hükümetine karşı 1973 darbesini tetikleyen aslında tarım reformu programıydı: Halk Birliği’nin toprağı yeniden dağıtma, gıda dağıtımını işçi denetimine alma ve işçi denetimli gıda pazarları yaratma yönündeki baskısı, Şili’nin toprak sahibi seçkinleri, orta ölçekli işletme sahipleri, orta sınıf tüketiciler ve onların askeri ve siyasî müttefikleri için yarardan çok zarar getirecek bir hedefti.

Tarihçi Joshua Frens-String, yeni kitabı Hungry for Revolution: The Politics of Food and the Making of Modern Chile’de [Devrime Aç: Gıda Siyaseti ve Modern Şili’nin İnşası], tarım reformu ve tüketicinin korunmasına yönelik dürtünün altında, Şili’nin asırlık sosyalist hareketinde derin kökleri olan ve Allende’nin “Şarap ve Empanada’ların Devrimi” olarak adlandırdığı, bir işçi sınıfı bolluğu vizyonu olduğunu gösteriyor. Aslında, Frens-String’in açıklamasında, sosyalizme giden Şili yolu, sosyalist bir tüketim toplumu olsa da, demokrasi için olduğu kadar canlı bir tüketim toplumu yaratmakla da ilgiliydi.

Frens-String, Allende’nin 1970 hükümetinin tarihini, işçi sınıfının beslenmesinin acemi bir Şili sosyalist hareketinin sancağı haline geldiği, 1910’lara ve 20’lere kadar izler; yazar bu konuyu 1930’lara, solcu Halk Cephesi hükümetinin, iyi yaşamı hem refah hem de beslenme eşitliği olarak tanımlamak için, kampanyasının merkezine “gıda siyasetini” koyduğu zamana kadar takip ediyor. Ve yazar, gıda üretimi etrafındaki tartışmaların, 1950’lerde ve 60’larda Şilili kitlelerin yeterli kalori alımını güvence altına alırken az gelişmişliğin üstesinden de gelmeye çalışan Şili’nin iktisadî planlamacılarının düşünüş biçimini nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.

Hungry for Revolution, Şili solunun eşsiz ve gerekli bir tarihidir; Şili sosyalist ve ilerici siyasetinin geleceği hakkında söyleyecek çok şeyi vardır. Bugün, Şili’nin yeni anayasasına sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme hakkını koruyacak bir maddenin eklenmesi çağrılarının ortasında ve işçi sınıfı Şilililerin sadece kilerlerini doldurmak için eşi görülmemiş bir hane borcu üstlendiği büyüyen bir gıda krizi zemininde, Hungry for Revolution gelecek hakkında olduğu kadar geçmiş hakkında da bir kitaptır.

Jacobin’in katkıda bulunan editörü Nicolas Allen, işçi sınıfının “şarap ve empanada’lar” hayalinin siyasî bir devrimin temeli haline nasıl geldiği ve bu hayalin, günümüz Şili’sinde solcu yeniden dirilişin ortasında, nasıl canlandırılabileceği konusunda daha fazlasını öğrenmek için Frens-String’le görüştü.

NICOLAS ALLEN: Kitabınızın ilk ilham kaynağı hakkında söz eder misiniz? Yüzeyde, oldukça yer etmiş [niche] bir konu, “gıda siyaseti” ve Şili’deki popüler tüketim tarihi hakkında gibi görünüyor. Ama okudukça, bunun aslında 20. yüzyıl Şili solunun tarihinin yeniden anlatımı olduğunu ve akla gelebilecek hemen hemen her konuya değindiğini fark ediyorsunuz: tarım reformu, kalkınma, devlet planlaması, piyasalar, işçi denetimi, demokrasi, halk gücü -gerçekten Şili’nin solunun, onlarca yıl boyunca tartıştığı ve üzerine fikir ürettiği sorunlar.

JOSHUA FRENS-STRING: Evet, kitabı yazmaktaki amacım öncelikle gıda siyasetinin ve gıda sisteminin bu çeşitli konuların tarihine nasıl bir pencere sunduğunu göstermekti. Ama ikincisi, yirminci yüzyılda gıdanın nasıl üretildiği, nasıl dağıtıldığı ve nasıl tüketildiği konusundaki mücadelenin aslında Şili’deki siyasî ve iktisadî değişimi yönlendirdiğini göstermek istedim. Birçok yönden, gıda sistemi üzerindeki savaş, daha kapsayıcı bir devlet ve yurttaşlığın daha kapsamlı, sosyal bir anlayışının anlamını tanımlamaya ve parametreleri belirlemeye vardı.

Bunun dışında, kişisel olarak beni büyüleyen ve araştırmama gerçekten ilham veren bir şey, demokratik olarak seçilmiş bir sosyalist hükümetin -Salvador Allende’nin Halk Birliği koalisyonu (1970-73)- hemen ardından 1973’te neoliberalizmin küresel prömiyerinin gelmesi gerçeğidir. Hungry for Revolution’da, birbirine taban tabana zıt bu iki iktisadî örgütlenme sisteminin aynı ülkede kabaca on yıllık bir süre içinde nasıl bir arada var olabileceğini düşünmeye çalışıyorum.

Akademisyenler ve aktivistler, Şili neoliberal deneyiminin tanımlayıcı bir özelliğinin, yurttaşlığın ölçülmesi gereken bir ölçü olarak tüketici özgürlüğünün sık sık neoliberal siyasaların destekçileri tarafından engellendiği, benzersiz bir şekilde tüketici odaklı bir toplum haline gelmesi olduğunun altını çizdiler. Augusto Pinochet’nin Şili’sinde ve sonrasında, sağlam toplumsal ve iktisadî yurttaşlık kavramlarının yerini, tercihlerini ifade eden ve, diyelim ki, kitlesel siyasî örgütler yerine piyasada edimde bulunan bir tüketiciler toplumu fikri aldı.

Görünüşte uyumsuz olan bu iki siyasî eğilimin hızlı bir şekilde birbirini nasıl takip edebildiğini anlamaya çalışırken, zamanda geriye gittim ve siyasî sağ ile “tüketici toplumu” arasında zorunlu ya da mantıklı bir ilişki olmadığını anladım. Aslında sağ, yirminci yüzyılın başlarında ya da ortalarında tüketimden pek de bahsetmedi. Hatta tüketimin ve tüketim toplumunun dili, 1910’lara, ‘20’lere ve 30’lara, 1970’lerin devrimci yıllarına kadar uzanan ilerici hareketlerle ilişkili bir şeydi. Tüm bu zaman boyunca yurttaşların temel bir tüketim hakkını hak ettiğini savunan soldu.

Elbette bu, neoliberal çeşitlemesinden farklı bir tüketim türüydü ve kitapta tüketimi bir yurttaşlık hakkı olarak vurgulayan tüketim siyasetiyle tüketimin güvence altına alınan bir haktan ziyade piyasaya dayalı bir ayrıcalık olduğunu öne süren neoliberal tüketimcilik arasında dikkatli bir ayrım yapıyorum. İlki, işçi hareketinin ve Komünist Parti’nin yanı sıra yirminci yüzyıl boyunca orta sınıf reform hareketlerinin bir ayırt edici özelliğiydi: Şili yurttaşlarının geçimlik ya da zorunlu mallar olarak kabul edilen bir dizi malı tüketme temel hakkına sahip olmasını sağlamak. Hareket büyüdükçe, “zorunlu” olarak kabul edilenlerin listesi de büyüdü.

Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, tüketime yapılan bu solcu vurgu, bir dizi aktörün -iktisatçıların, bilim insanlarının ve devlet görevlilerinin- baştanbaşa tüm ekonomide tüketim mallarının nasıl üretileceği, nasıl dağıtılması ve iktisadî kalkınmanın tüm yönelimini, “verimli” bir modern toplumu gerçekleştirmeye nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda eleştirel düşünmesine yol açtı.

Şili’de ilgimi çeken bir başka şey de 1970’lerin başındaki Halk Birliği Devrimi’nin kökenleridir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu devrimi, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki daha geniş küresel mücadele için bir uydu mücadele olarak küresel Soğuk Savaş bağlamına yerleştiren geleneksel bir anlatı var. Halk Birliği Devrimi’nin tarihini otuz ya da kırk yıl geriye götürürseniz, Halk Birliği hükümetinin kökenleri hakkında 1930’larda Şili Halk Cephesi aracılığıyla siyasî örgütlenmeye kadar uzanan daha ilginç bir ülke içi bir öykü bulursunuz.

Şili Halk Cephesi, Amerika’nın herhangi bir yerinde ilk kez Sosyalist Parti’yle Komünist Parti’yi geniş bir hükümet koalisyonunda bir araya getiren tarihi bir koalisyondu. 1930’lar, 40’lar ve 1970’lerdeki bu iki tarihi anı birbirine bağladığımızda, Halk Birliği yıllarını, Soğuk Savaş’a basit bir dipnottan daha fazlası olarak düşünmek için yeni bir bakış açısı kazanıyoruz. Bir yurttaşlık hakkı olarak gıda üzerindeki mücadele, Halk Birliği Devrimi’nin neyle ilgili olduğuna dair bu uzun tarihi kesinlikle aydınlatıyor.

NICOLAS ALLEN: Kitapta Salvador Allende’nin 1939’da Halk Cephesi hükümetinde sağlık bakanı olduğundan bahsediyorsunuz. Bir bakıma bu, Şili’yle örneğin Brezilya ya da Arjantin arasındaki en ilginç karşıtlıklardan biridir. 1930’larda ya da 40’larda, Latin Amerika’nın birçok popülist hükümetinin benzer bir gündemi, yeniden dağıtım siyasalarını izlemek ve işçi sınıfının beslenme ve tüketim sorununu açıkça ele almaya çalışmak gibi, bir gündeme sahipti. Ancak Şili, işçi sınıfının beslenmesi sorununun sosyalist solun bir sancağı olması ve onlarca yıldır böyle kalması bakımından benzersiz görünüyor.

JOSHUA FRENS-STRING: Bu doğru. 1920’lerde ve 30’larda Brezilya, Arjantin ya da Meksika’ya bakarsanız, devletin halkın tüketimini korumaya ya da güvence altına almaya çalışmasının öyküsü Latin Amerika’da benzer görünüyor. Şili’de olanlar, sizin de söylediğiniz gibi, bu tür talepleri benimseyen ve onları siyasî programlarının merkezine koyan siyasî sol -sosyalistler, komünistler, ilerici katolikler- olması bakımından biraz farklıdır.

Arjantin’de Juan Domingo Perón ve Brezilya’da Getúlio Vargas daha geleneksel olarak popülist programlara sahipti -daha muğlak bir milliyetçi gündemle yaptıkları kadar solla özdeşleşmediler. Buna karşılık, Şili’de tüketim taleplerinin çok daha güçlü bir ideolojik bileşeni vardı çünkü yirminci yüzyılın başlarında Komünist Parti ve Sosyalist Parti gibi hareketler, bu konuların örgütlenme çabalarının ve sosyalist bir toplum görüşlerinin bir parçası olduğunu çok bilinçli bir şekilde anladı.

Temel gıda hakkını garanti altına alma ya da halkın beslenmesini koruma fikri, doğası gereği “solcu” bir fikir olmayabilir ama Şili’deki sol partiler bunu, hem büyüyen kentsel işçi sınıfına hem de daha da istikrarsız konumda olanlara ulaşmak için tüketim taleplerini kullanarak yaptı. 1930’larda birçok kırsal işçi Şili kırsalından kentlere taşındı ve tüketim siyaseti onları siyasî solun geniş şemsiyesi altına çekmenin bir yolu haline geldi.

NICOLAS ALLEN: Şili solunun tarihine ve popüler beslenmeyi nasıl solun sancak gemisi davası haline getirdiğine derinlemesine girmeden önce, Hungry for Revolution’da bugün güçlü bir şekilde yankılanan belirli bir fikir var. Kitabınızın çok iyi bir şekilde gösterdiği gibi, gıda, hem toplumsal gereklilik hem de iktisadî özgürlükle güçlü bir şekilde ilişkili olduğu için alışılmadık bir metadır: Devlet planlaması, fiyat denetimleri ve üretim kotaları gibi halkın temel gıdaya erişimi tam olarak güvence altına almayı amaçlayan her türlü yirminci yüzyıl siyasası söz konusudur. Ancak gıda aynı zamanda tüketici seçimi, zevk ve temel pazar özgürlükleri hakkında güçlü fikirlerin merkezinde yer alır.

JOSHUA FRENS-STRING: Antropolog Sidney Mintz, iki gerilimi rahatlattığı için yemeğin topluma bakmak için ilginç bir mercek olduğunu ileri sürdüğünde, bu konu hakkında yazdı. Bir yandan, insanlar bedensel sağlıklarını, güvenliklerini ve temel gıdaların erişilebilirliğini korumak için devlet düzenlemeleri istiyor. Aynı zamanda, gıda, bireysel seçim konusunu da vurgular: tüketicilere ne yemeleri ve nasıl yemeleri gerektiğinin söylenmesini istemez. İnsanlar genellikle mutfak masasının korunan özel bir alan olduğunu düşünür ve herhangi bir devletin insanlara ne yemesi ya da nasıl yemesi gerektiğini söyleme girişimi, farklı uğraklarda protestoyla karşılandı.

Gıda tarihçisi Rachel Laudan, gereksinim ve seçim arasındaki benzer bir gerilime atıfta bulunmak için “mutfak modernizmi” fikrini kullanıyor; kavramı, devletler gıdayı daha erişilebilir ve gıda üretimini daha az zahmetli hale getirmek için modern teknolojiyi kullandığında genel yaşam standartlarının ve tüketici refahının nasıl geliştiğini vurguluyor. Bu, temel olarak, tarih boyunca Şili’nin tüm farklı solcu siyasî hareketlerinin ekonomiyi düzenlemeye ve çalışan insanların temel gereksinim ve taleplerini karşılamak için yeni teknolojik ve bilimsel beslenme anlayışlarını benimsemeye çalıştığı Hungry for Revolution’ın ilk beş bölümünün öyküsüdür.

Bu noktada, 1930’lardan 1970’lere kadar, insanlara çok çeşitli tüketici seçenekleri sunma konusunda büyük bir tartışma yoktu. Bu gerçekten niceliksel ya da ölçülebilir ölçütler oluşturmak ve işçilerin örneğin yeterli kaloriye, uygun protein kaynaklarına ve nihayetinde -genel olarak “koruyucu gıdalar” adlandırılanların geniş kategorisine giren şeylere- meyve, sebze ve süt gibi şeylere erişiminin olduğundan emin olmakla ilgiliydi.

Salvador Allende’nin beslenme siyasalarına bakacak olursak, Halk Birliği yıllarında gıdaya odaklanması büyük ölçüde bu geleneğin devamı niteliğindeydi. Şilili çocuklara sütü erişilebilir hale getirdi ve Şili’de sığır eti kıtlığı olduğunda, bir proteini diğeriyle değiştirmenin basit bir yolu olması nedeniyle, Allende, insanlardan bunun yerine balık yemelerini istemesiyle ünlendi.

Uygulamada, bunun siyaseti daha zorlayıcı oldu. Halk Birliği Devrimi sırasında, oldukça özgül mal türlerinin kıtlığı üzerine büyük gıda protestoları da vardı. Yirminci yüzyılın başlarında dünyanın diğer bölgelerinde görebileceğiniz gibi kıtlık olmasa da, tüketicilerin “iyi bir yaşam”la ilişkilendirmeyi öğrendikleri mallar yetersiz kaldığında, bu mallar protesto nesneleri haline geldi. İnsanlar, sığır eti beklemeye başladı ve beslenme konusunda çalışan biliminsanları, balık gibi bir ikamenin daha iyi olmasa da aynı derecede iyi olduğunu söyleseler bile, ikame yemek istemediler.

Bu nedenle, Allende karşıtı protestoların çoğu seçim fikri etrafında örgütlendi. Protestonun liderleri, seçim ve tüketici seçeneklerine sahip olma yeteneğinin, bir tüketim toplumunun düzgün işleyişinin ölçülmesi gereken yeni ölçüt olması gerektiğini vurgulamaya başladı. Ve bu zihniyet, Allende’ye karşı çıkan ve daha sonra Allende sonrası dönemde neoliberalizm siyasalarını destekleyen bir toplumsal taban oluşumunun altını çiziyor.

Halk Birliği Devrimi sırasında tüketim etrafında verilen mücadelelere odaklanarak, neoliberalizme dönüşecek bir destek tabanının nasıl ortaya çıktığını görmeye başlıyorsunuz –zorunlu olarak işçiler ve kentsel ya da kırsal yoksullar arasında değil ama bu mesaj orta sınıf kesimleri arasında gerçekten yankılandı. Toplumun kolektif gereksinimler hakkında düşünmekten uzaklaştığını ve tüketim konusundaki seçimi, ekonomide her şeyin başı ve sonu olarak vurgulayan hükümet siyasalarına odaklandığını da burada görüyoruz.

NICOLAS ALLEN: Belki bir adım geri atmalı ve Şili solunun Allende yıllarına kadar uzanan uzun tarihini gözden geçirmeliyiz. Açlık neden yirminci yüzyılın başlarında Şili’de böyle bir sorundu? Açlık nasıl sadece toplumsal bir sorun olmaktan çıkıp solcu bir sorun haline geldi?

JOSHUA FRENS-STRING: Kitabın ilk birkaç bölümünü gerçekten bu soruyu ele alarak geçiriyorum. Kitabın öne sürdüğü gibi, açlık, siyasî hareketlerin “toplumsal sorunu” eklemlemesinin ve devlet üzerindeki taleplerini dile getirmesinin merkezi bir yoluydu. Bu açlık fikrinin, gerçekten de toplumsal ya da siyasî bir inşa olduğunu anlamak önemlidir. İnsanların herhangi bir uğrakta deneyimlediği nesnel ya da statik bir durum değil, algılanan deneyimlere dayalı olarak inşa edilmiş bir siyasî dil haline geldi.

Şili’nin yirminci yüzyılın başında küresel ekonomiyle çok ilginç bağlantıları vardı: Aslında Şili, on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında dünyanın diğer bölgelerinde tarımsal bolluğun -ve buna bağlı olarak tüketici bolluğunun- yükselişini ateşleyen mineral gübrenin çoğunun sağlayıcısıydı. Atacama Çölü’nden çıkarılan Şili nitratı, o dönemde özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da yoğun tarım uygulamalarının yükselişi için bir yakıttı.

Orada, Atacama Çölü’nde Şilili nitrat madencileri, ürettikleri bollukla bağlantılı olarak kötü yaşam ve çalışma koşullarını anlamaya başladı. Kendi sömürü deneyimlerini gıda maddelerinin kıtlığı ve yüksek maliyetinde gördüler; devlete ve özel kapitalistlere karşı protestolarla bunu defalarca dile getirdiler.

Nitrat ekonomisi, başlangıçta Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve daha sonra Büyük Buhran’dan sonra kesin olarak çöktüğünde, bu işçiler Şili’nin kentsel bölgelerine, özellikle de başkent Santiago’ya göç etti. Açlık, hızla gelişen kentsel çevrelerde merkez sahneye çıkan ilk toplumsal ve siyasî hareketlerin bazıları için bir toplanma çağrısı haline geldi. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra ortaya çıkan, diğer şeylerin yanı sıra yüksek gıda fiyatlarına karşı seferber olup, temel tüketim malları üzerinde devlet destekli fiyat denetimleri çağrısında bulunan Ulusal Beslenme İşçileri Meclisi [Asamblea Obrera de Alimentación Nacional, AOAN] adı altında büyüleyici bir siyasî hareket var. Bu gösteriler, yirminci yüzyıl Şili tarihinin en büyüklerinden biriydi.

Bununla beraber AOAN bunun ötesine geçti. Kapsamlı tarım reformu, belli kıt malların Şili’ye yurtdışından daha kolay girebilmesi ve temel tüketim mallarının Şili’yi ihracat olarak terk etmesi yerine kentli tüketicilere yönlendirilmesi için büyük vergi reformları için siyasî taleplerde bulunan ilk hareketlerden biriydi. Bu taleplerin çoğu, Şili’nin yarıkürenin herhangi bir yerinde, kalıcı bir ulusal fiyat denetim bürosu kuran ilk ülke olduğu 1932’de fiilen karşılandı. Bu, örneğin, 1941’de İkinci Dünya Savaşı vites değiştirerek hızlanırken, Yeni Mutabakat’ın bir parçası olarak oluşturulan Birleşik Devletler Fiyat Yönetimi Bürosu’nu önceler.

Kitapta, AOAN’ın 1930’larda Halk Cephesi için hem siyasî hem de iktisadî model sağlayan hareket olduğunu savunuyorum -kitabın daha sonraki bölümlerinde Allende’nin Halk Birliği koalisyonunun öncüsü olduğunu göstermeye çalışacağım. AOAN, sosyalistlerin, komünistlerin ve anarşistlerin ilk kez bir araya geldikleri bir yerdi.

NICOLAS ALLEN: Bu biraz teğet geçiyor ama New Deal’dan bahsettiğinize göre: Üzerinde konuştuğumuz bazı şeyler, bana, Franklin D. Roosevelt yönetiminde tarım bakanı olarak hizmet eden Henry A. Wallace’ın önerdiği siyasaları hatırlatıyor. Bu sadece bir rastlantı mı?

JOSHUA FRENS-STRING: Aslında, Henry Wallace’ın küresel bir Yeni Mutabakat vizyonunun, Halk Cephesi döneminde, 1930’ların sonlarında ve 1940’ların başlarında birçok Şililinin çağrısına benzer olduğunu düşünüyorum: bir tür yarı küresel Yeni Mutabakat. Pek çok Şilili reformcu -özellikle ABD’nin savaş çabalarına verdikleri destek göz önüne alındığında- II. Dünya Savaşı’ndan sonra böyle bir şeyin olmasını bile bekliyordu.

Bu olmadıysa bile, Şili’de özellikle 1960’lardan itibaren ve özellikle tarım reformu ve ardından Allende’nin seçilmesiyle yaşananların, Henry Wallace’ın vizyonunun gerçek anlamda gerçekleşmesi olduğunu düşünmeyi seviyorum: Wallace’ın sözleriyle ifade edersek, her Şililinin her gün bir litre [quart] süte sahip olmasını sağlamak için hem kırsal hem de kentsel işçilerin artan halk katılımının olduğu iktisadî demokraside köklenmiş bir sistem. Wallace’ın hayali ertelendi ve sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde gölgede kaldı ama yüzyıl ortası Latin Amerika solunda ilginç şekillerde yaşadığı iddia edilebilir.

Aslında, Wallace, 1943’te Şili’ye şaşırtıcı bir ziyaret yaptı ve bir kral gibi karşılandı. Tarihçi Jody Pavilack, Halk Cephesi dönemindeki kömür madencilerini konu alan Mining for the Nation: The Politics of Chile’s Coal Communities from the Popular Front to the Cold War [Ulus İçin Madencilik: Şili’deki Kömür Topluluklarının Halk Cephesinden Soğuk Savaşa Siyaseti] adlı kitabında bununla ilgili bir bölüme sahiptir. Wallace, Şili’deki siyasî sol tarafından sevildi ve Wallace, Halk Cephesi yıllarında Kuzey ve Güney Amerika’da siyasî ve iktisadî demokrasinin nasıl görünebileceğinin bir simgesi olarak Şili’yi gerçekten destekledi.

NICOLAS ALLEN: Şili’ye ve yirminci yüzyılın başlarına geri dönersek: O dönemde, tüketim ve yeniden üretime odaklanan işçi sınıfı etkinliğinin süreksiz örneklerinin olduğunu biliyorum -Buenos Aires’teki 1907 kiracı grevi bunun ünlü bir örneğidir. Ama Şili hareketi hem yoğunluğu hem de dayanıklılığı açısından olağanüstü görünüyor.

JOSHUA FRENS-STRING: Evet, 1930’larda Şili’de ve Amerika’da başlayan her türden farklı tüketici birlikleri vardı. Yine, o yıllar, farklı sol eğilimli siyasî parti militanlarının, ve özellikle kadınların, esnafın fiyat denetimi uygulamalarına uyduğundan emin olmak amacıyla, tüketici pazarını araştırmak için dışarı çıktığı bir dönem olan Şili Halk Cephesi’nin seçilmesine giden yıllardı. Bazı durumlarda, dükkân sahipleri tarafından uygun fiyatlarla satılmayan ya da istiflenen malları fiilen kamulaştırdılar ve yeniden dağıttılar. Bu eylemler, katılımcı ya da doğrudan iktisadî demokrasinin bir modelini temsil ediyordu.

Daha sonra, yirminci yüzyılın ortalarına yaklaşırken, Şili’nin kalkınmacı refah devleti şekillenirken, devlet yetkilileri gıda ve beslenme siyasalarını uygulamak için biliminsanları, mühendisler ve tarım uzmanlarıyla birlikte çalışmaya başladı. Bu refahı arttırmaya yönelik düzenleyici siyasalar, daha önceki yurttaş seferberliklerine bir yanıttı ama aynı zamanda, gıda adaleti ve eşitlik meseleleri etrafında örgütlenen toplumsal hareketlerin gücünü denetim altına alma girişimiydi.

Bir bakıma, Halk Birliği yılları, gıda etrafındaki yurttaş seferberliğinin azalmadığının ya da tamamen denetim altına alınmadığının kanıtıydı. Bu, 1970’lerde Malzeme ve Fiyat Komiteleri’leri [Juntas de Abastecimiento y Precios, JAP] olarak bilinen mahalle fiyat denetim kurullarının oluşturulmasıyla en belirgin hale geldi. JAP’ler, Halk Birliği Devrimi sırasında “poder popüler” ya da halk gücü olarak bilinen şeyin örnekleriydi ve daha önceki onlarca yıllarda, doğrudan iktisadî katılım ve tüketici temelli iktisadî demokrasi biçimleriyle ilgili sol kanat deneylerinin kökenlerini görmek önemlidir. Tüketiciler devletin üstlenmesini istedikleri rolü ilk o zaman üstlendi.

NICOLAS ALLEN: Sizin de söylediğiniz gibi, 1950’lere ve Latin Amerika kalkınmacı devletinin en parlak günlerine geldiğimizde, beslenme ve gıda erişimi için düzenleyici rol, Şili devleti tarafından yeniden özümsenmişti. Aynı zamanda, tarım reformuyla kentsel kitlelerin iyileştirilmiş yaşam standartları arasındaki stratejik bir bağlantının -en azından Şili devleti tarafından- ilk açık kabulünü o dönemde buluyoruz.

JOSHUA FRENS-STRING: Evet, gıda ve tüketimin tarihi, Latin Amerika’da olduğu gibi kalkınmacı devletin ya da toplumsal refah devletinin neden ve nasıl ortaya çıktığına dair bize yeni bir tarihsel anlayış verdiğini düşünüyorum. Yine de, gıda siyasaları ve tüketici düzenlemeleri, en azından devlet görevlileri tarafından, Şili’deki daha önceki siyasî seferberliklerle zaten çok açık hale getirilmiş olan potansiyel popüler siyasî huzursuzluğu denetim altına almanın bir yolu olarak açıkça anlaşıldı.

Şili’de, amacı nüfusun farklı kesimlerinin ne kadar kalori, protein, meyve, sebze ve süt tüketmesi gerektiğini hesaplamak olan çok sayıda devlet kurumunun kurulduğunu bu arka plana karşı görüyoruz. Daha sonra, Şili’nin yurtdışından gıda ithâlâtına bağımlı olmaktansa, bu beslenme ihtiyaçlarını yerli üretim yoluyla karşılamasını daha olanaklı kılan verimliliği arttırıcı siyasaları uygulamak diğer kurumların işi haline geldi.

1950’lerde ve 60’ların başında, kentsel toplumsal hareketleri hedef alan sınırlama çabalarına benzer şekilde, tarım reformu için yapılan baskı -en azından devlet açısından- sendikalaşma girişimleri ve toprak işgalleri yoluyla gitgide daha fazla siyasî güç uygulamaya başlayan kırsal kesimde çalışan nüfusu sınırlamanın bir yolu olarak görülüyordu.

Elbette, kırsal işçilerin seferberliği, tarım reformu gereksiniminin merkeze alınmasına yardımcı oldu. Ancak 1950’lerde ve 1960’ların başlarında yapısalcı iktisatçıların çalışmalarını izleyen kentsel reformcular, toprağın yeniden dağıtımının yerel gıda üretimini iyileştireceği konusunda da kararlıydı. Ve daha verimli yerli gıda üretimi, daha düşük gıda fiyatları ve gıda ithâlâtına daha az bağımlılık anlamına geliyordu.

Azgelişmişliğin yapısalcı iktisadî yorumu, kırsal kesimin daha üretken hale getirilmesi, kentsel tüketiciler için yeterli gıda üretilmesi ve böylece dövizin uluslararası pazarda diğer endüstriyel teknolojileri satın alması üzerinde dönmeye başladı. Gıda egemenliği, daha fazla iktisadî egemenlik ve iktisadî modernlik için bir önkoşuldu.

Bu, tarım reformu hakkında düşünmenin bir yoludur. 1950’lerde ve 60’larda yapısalcı iktisatçılar arasında tüketici enflasyonunun kökenleri hakkında bir tartışma da vardı. Enflasyon, yirminci yüzyıl Şili tarihi boyunca bu tür bir öcü ve Birleşmiş Milletler Latin Amerika İktisadî Komisyonu (ECLA) gibi yerlerde toplanan iktisatçılar, enflasyonun temel olarak düşük gıda arzı ve artan talep tarafından yönlendirildiğini tartışıyordu; yani, bu ikisi arasındaki dengesizlik, gıda ve diğer tüketim mallarını giderek daha pahalı hale getiriyor ve artan kentsel talebe paralel olarak arzı daha da yakınlaştırmak için arzı artırma zorunluluğu vardı.

NICOLAS ALLEN: Kitabın o bölümünde ayrıca Şili devlet kurumlarının, tüketici davranışları ve nüfus istatistikleri hakkında daha teknokratik bir şekilde, “model tüketiciler” gibi terimler kullanarak nasıl konuşmaya başladıklarını gösteriyorsunuz. Bu bana Dünya Bankası’nın diliymiş gibi geldi.

JOSHUA FRENS-STRING: Kesinlikle ve özellikle tüketiciler olarak kadınlardan bahsederken bu tür bir dil kullandılar. Birçok reformcu, hane reisi olarak, kadınları beslenme sorunlarının nedeni olarak gördü. Halk Cephesi ve destekçileri, daha iyi beslenme sonuçları peşinde koşarken çok cinsiyetçi, heteronormatif bir dil kullanmaktan kesinlikle suçluydu.

Gerçekten de, Soğuk Savaş başladığında, 1946 ya da 47 civarında, kadınlar büyük ölçüde dışlayıcı bir biçimde bir sorun olarak görülmeye başlandı, öyle ki devletin amacı kadınların tüketim alışkanlıklarını değiştirmekti: ne satın alırlar, ailelerini neyle beslerler ve benzerleri. Bu sorunu çözerek ülkeyi daha iyi bir kalkınma temeline oturtabileceğiniz düşünülüyordu. Açıktır ki, bu, kadınların siyasî failliğine ilişkin çok sınırlı ve siyasetten arındırılmış bir görüştü; nihayetinde, 1930’ların sonlarında ve 40’larda, Halk-Cephe tarzı Şili feminist hareketi, kadınları örgütledikten sonra onları siyasî olarak devre dışı bırakma girişimi olduğunu kanıtladı.

NICOLAS ALLEN: Her ne kadar Allende yıllarında, Fiyat Kurulları gibi kadınların önderliğindeki popüler kurumlar aracılığıyla bir tür failliği yeniden kurtaracak olsalar da, değil mi? Daha önce de ima ettiğiniz gibi, gıda ve beslenme siyasetinin özgül temasını takip ettiğimizde, Şili sosyalizminin uzun kavisi özellikle keskin bir şekilde ortaya çıkıyor.

JOSHUA FRENS-STRING: Bu doğru. Şili’nin gıda mücadelelerinin çeşitli boyutları, Allende’nin Halk Birliği Devrimi’ne zemin hazırladı. Tarihsel mesafenin avantajıyla, 1970’lerin başlarının, Şili tarihinde bir tür doruk noktası olduğunu bile söyleyebiliriz. Gıda penceresinden bakıldığında, bu farklı iktisadî adalet mücadelelerinin nasıl doruk noktasına ulaştığını gerçekten görüyorsunuz. Halk Birliği dönemini, Şili solunun tarihi boyunca birikmiş olan daha önceki çelişkilerden bazılarını çözme girişimi olarak düşünmeyi seviyorum.

Allende’nin tarım reformunu hızlandırması buna bir örnekti. Allende, seleflerinin çalışmalarına ve fikirlerine dayanarak, kentsel tüketicilerin taleplerini karşılamaya çalışırken eşzamanlı olarak kırsal köylüler tarafından yükseltilen toprak ve daha iyi çalışma koşulları taleplerini karşılamaya çalıştı. Daha iyi yaşam koşullarını, daha iyi çalışma koşullarını güvence altına alırken, kentsel tüketicilerin yeterli yiyeceğe sahip olabilmesi için kırsal kesimde iktisadî üretimi artırmaya çalışmak -bu, başarılması çok zor bir dengeleme eylemidir.

Böylece, Allende bir dizi şeyi, aynı anda çözmeye çalışıyordu ve aslında hükümetinin ilk yılında, en azından iktisadî olarak hatırı sayılır bir başarı elde etti. 1973 darbesinden önceki zor ayların sıklıkla unuttuğu ya da gölgelediği muazzam bir bolluk yılı vardı. Halk Birliği’nin iktidardaki ilk yılında, Allende, işçi sınıfı ücretlerini başarıyla yükseltti ve Şili’nin en temel malları söz konusu olduğunda tarımsal üretimi artırdı. Süpermarketler iyi stoklanmış ve tüketim malları satan diğer mağazaların tedariği bol miktarda sağlanmıştı -insanlar genel olarak oldukça mutluydu. Bu nedenlerle 1971, bazen “fiesta de consumo” [tüketici partisi] olarak anılır.

Halk Birliği, iktidardaki ikinci yılı başlarken sorunlarla karşılaştı. Enflasyon yeniden tırmanmaya başladı; sığır eti gibi temel malların yanı sıra birçok ithal malda da artan kıtlık söz konusuydu; ve ABD’nin, Şili’nin yeni kredilere erişimini engellemesi yurtdışından mal ithal etmeyi çok daha zor hale getiriyordu. Ayrıca Allende’nin koalisyonu içinde, devrimi ilerletmenin en iyi yolu konusunda artan gerilimler vardı: devrimi radikalleştirmek ve tabana siyasî güç vermek mi yoksa orta kesimlere -özellikle Hıristiyan Demokratlara- barış ve uzlaşma jestleri yaparak devrimi tepede pekiştirmek ve yukarıdan aşağıya türden bir devrimle devrimi ilerletmek mi daha iyi?

Yine, gıda tarihi, yukarıdan aşağıya bir devrimle aşağıdan yukarıya bir devrim arasındaki gerilimi düşünmek için ilginç bir pencere sunuyor. Ancak bundan daha da fazlası, “ekmek” mücadelesi bu gerilimi besledi -ya da en azından bu gerilimin yaşandığı bir arenaydı.

Halk Birliği yıllarından birincil örnek, 1930’ların ve 40’ların tüketici birliklerine benzer bir şekilde mahalle tüketici denetimi işlevlerini yerine getiren JAP’lerdi -mahalle bazında fiyat ve tedarik kurullarıydı. JAP’ler, sadece tüketici pazarında olup bitenleri izlemekle kalmayıp aynı zamanda dağıtım kanallarını da yönettikleri için, Halk Cephesi deneyiminden farklılaştı. Tarım reformu yerleşimlerinden gelen yiyecekler, devlet dağıtım şirketleri tarafından doğrudan çeperdeki ya da yetersiz hizmet alan kentsel topluluklara dağıtılmak üzere bu kurullara veriliyordu.

Halk Birliği militanları, fiyat ve tedarik kurulları aracılığıyla, gıda ve tüketici temel mallarının ekonomide hareket etmesini sağlayan lojistik sistemi ya da tedarik zincirini hakikaten yeniden düşünüyordu. Üretim, dağıtım, mübadele ve tüketimi birbirine bağlayan ilişkileri yeniden gözden geçiriyorlardı. Ama bu gruplar daha fazla güç ve bağımsızlık kazandıkça, Allende ve üst düzeydeki görevliler, devrimin hızı ve yönü üzerindeki kontrollerini kaybettiklerinden endişe etmeye başladı.

NICOLAS ALLEN: Yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya devrim arasındaki bu bocalama, Halk Birliği hükümetinin trajik bir özelliği gibi görünüyor. Kararsızlığın, onun zayıf noktası, [Achilles heel] yani Allende’nin iktidar koalisyonunu Hıristiyan Demokratlara doğru genişletme ya da bahsettiğimiz gibi bağımsız işçi sınıfı kurumlarına daha fazla güç verme konusundaki kararsızlığı mı sizce?

JOSHUA FRENS-STRING: Allende ve en yakın danışmanları, iktisadî değişimin ya da yapısal reformun tek başına toplumun gereksindiği tüm diğer değişiklikleri üretebileceğine dair bir inanca sahip olduğunu düşünüyorum; yani, tüketim ve maddi güvenlik için bu bastırılmış talepleri yerine getirebileceğine ve daha sonra da bunun, yolun daha ilerisindeki bir noktada daha derin toplumsal değişimlere giden yolu açacağına inanıyordu.

Ama Allende, büyük siyasî değişikliklerin de uygulanmasının gerekliliğini anlamakta güçlük çekti. Kongredeki muhalif kesimlerin elindeki siyasî gücü hiçbir zaman dağıtmadı; toprak sahiplerinin çıkarları, yargıda olduğu gibi burada da hâlâ inanılmaz bir güce sahipti ve halk iktidarını benimsemek ve yerel topluluklara, işçilere, taban örgütlenmelerine vb. daha fazla karar verme yetkisi vermek konusunda çok ikircikliydi. Allende, iktisadî yeniden yapılanmaya odaklanırken, ülkenin siyasî ve anayasal mimarisini korumak konusunda oldukça kararlıydı.

NICOLAS ALLEN: Bir de tabii siyasî muhalefet vardı. Kitabınız ilgi çekici çünkü Chicago Boys, Henry Kissinger, CIA, kamyoncu grevleri, istifçiler, iktisadî sabotajcılar gibi tanıdık aktörleri bir kenara bırakarak, Şili’deki orta kesimlere ışık tutuyor ve onların tüketim fikirlerinin darbeyi ve onun sonuçlarını nasıl doğrudan beslediğini gösteriyor.

JOSHUA FRENS-STRING: Pinochet diktatörlüğü sırasında iyice tanınır hale gelen devrim karşıtı aktörler, Halk Birliği Devrimi’nin son yıllarında hakikaten örgütlenmeye başladı. O zaman, sağcı orta ve üst sınıf kadınlar, hane ekonomisinin tüketicileri ve koruyucuları olarak, Allende’nin görevden ayrılmasını talep etmeye başladı. Tam da bu sırada, aracılar ve dağıtımcılar, alternatif gıda ve tüketici dağıtım kanallarından çok rahatsız oldu ve Allende’nin iktidardan uzaklaştırılması için çağrıda bulunmaya başladı. Bir de tarım arazilerinin devlet tarafından kamulaştırılıp küçük toprak sahiplerine dağıtılmasına çok üzülen toprak sahipleri vardı.

Böylece, Allende’ye karşı bir muhalif blokta birleşen tüketiciler, dağıtımcılar ve üreticiler bir araya geldi ve Pinochet’nin ve onun neoliberal iktisadî danışmanları Chicago Boys’un, darbeden sonra programlarını meşrulaştırma girişimlerinde itimat ettikleri bu bloktu. Onlar, Şili’de hayal kırıklığına ve hüsrana uğramış, toplumsal ve siyasî aktörlerden oluşan, bu zaten mevcut seçmen kitlesine, iktisadî fikirler ve yeni bir program sağladı.

Bütün bunlar, Soğuk Savaş’ın daha geniş bağlamında, her şeye kadir Amerika Birleşik Devletleri’nin, Şilili aktörlerin önemli bir rolü olmaksızın, Şili’de popüler, demokratik olarak seçilmiş bir hükümeti devirmesiyle ilgili daha basit anlatıyı biraz karmaşıklaştırmayı amaçlıyor. Allende hükümeti farklı zamanlarda kesinlikle popülerdi ve kesinlikle demokratik olarak seçilmişti. Ancak bir tarihçi olarak, Allende’nin büyük bir iç muhalefetle karşı karşıya olduğunu kabul etmenin önemli olduğunu düşünüyorum -ve bu muhalefetin etrafında örgütlendiği ve kendisini birleştirdiği fikirler hakkında daha fazla araştırmaya gereksiniyoruz. Ev kuran kadınların, küçük ve büyük dağıtımcıların, esnafın ve toprak sahiplerinin aynı siyasî koalisyonda olması o zamanlar için eşi görülmemiş bir şeydi.

NICOLAS ALLEN: Tartışmamız boyunca kafama takılan bir şey, “bolluk” fikrinin gerçekte ne kadar muğlak bir kavram olduğudur. Kapitalizm bize bolluk fikrimizin en vahşi tüketici arzularımız kadar sınırsız olması gerektiğini öğretir; bu arada Allende, Şililileri, menüde biftek olmasa bile, besleyici bir yemeğin kendi bolluk biçimi olduğuna ikna etmeye çalıştı. Şimdi Şili’de sol yeniden iktidara geldiğine ve Gabriel Boric bir dizi temel toplumsal ve iktisadî malları devredilemez haklara dönüştürme sözü verdiğine göre, Allende’nin doğru ya da yanlış yaptığına bakmanın önemli olduğunu düşünüyor musunuz?

JOSHUA FRENS-STRING: Bence Allende’nin sosyalizm vizyonu, daha geniş toplumsal ya da siyasî değişimlere zemin hazırlamak için gereken tek şeyin iktisadî değişim olduğu inancına aşırı derecede kök saldı. Yiyecek söz konusu olduğunda, Allende hem açlığın hem de bolluğun, iktisadî etmenlerden daha fazlasıyla nasıl şekillendiğini tam olarak anlayamadı; hem açlığın hem de bolluğun anlamları, siyasî mücadele yoluyla inşa edildi ve yirminci yüzyıl boyunca evrildi.

Allende, zaman zaman, kişinin eninde sonunda ulaşabileceği ya da elde edebileceği bir şey olarak statik bir bolluk anlayışına sahipti. Yiyecek söz konusu olduğunda, bu, tatmin edici kalori alımı seviyelerine, tatmin edici protein tüketimi seviyelerine vb. ulaşmakla ilgiliydi. Kültürün gıda siyasasındaki önemini -belirli yiyeceklerin toplumsal öneme sahip olduğunu ya da tadın siyasî hale gelebileceğini nadiren düşündü.

Sanırım Allende’yi soldaki bazı eleştirmenler -genellikle devrimci solun bir parçası olan insanlar ve ilerici katolikler- 1973’te, tüketici bolluğunun kısa vadede elde edilebileceği ya da bunun devrimin ana odak noktası olması gerektiği fikrine eleştirel yaklaşmaya başladı. Soldaki bazıları, devrimin, kısıtlama ve fedakârlık gibi başka şeylere odaklanan yeni bir tüketim ahlakı hakkında düşünmesi gerektiğinden bahsetmeye başladı.

Halk Birliği koalisyonunun bir parçası olmayan Hıristiyan sol ve Devrimci Sol Hareket [Movimiento de Izquierda Revolucionaria, MIR], Allende’nin dikkatini aynı zamanda eski sistemin arkasında duran siyasî iktidarın kaynaklarını ortadan kaldırmaya da odaklaması gerektiğini –ekonomiyi denetim altında tutanların siyasî iktidarının ve etkisinin var olmasına izin verildiği sürece iktisadî değişim tek başına sürdürülemeyeceğini- artan bir güçle tartışmaya başladı. Bunun Allende’nin devrilmesinin trajik bir dersi olduğu ileri sürülebilir: Bir devrimin siyasî ve iktisadî boyutlarını birlikte düşünmediğiniz sürece, eski sistem şu ya da bu şekilde bozulmadan kalacaktır.

Bugün, Şili solundaki birçok kişinin -özellikle de Ekim 2020 halk oylamasından önce Şili anayasasını yeniden yazmak için Apruebo Dignidad koalisyonunda bir araya gelen ve şimdi Gabriel Boric’i başkan seçenlerin- Halk Birliği yıllarından bazı önemli dersler çıkardığını düşünüyorum. En önemlisi, Şili bugün yeni bir anayasa yazma sürecinde. Bu, Allende’nin izlemek konusunda her zaman tereddüt ettiği bir yoldu.

Şili’deki 2011 öğrenci hareketine, hatta 2007’deki lise öğrenci hareketiyle birlikte daha öncesine giderseniz, eğitim, sağlık ve barınmanın meta olmaktan çıkarılmasına yönelik bir siyasetin ve hâlihazırdaki siyasî sistem altında hiçbirinin kalıcı bir şekilde başarılamayacağının artan farkındalığının ortaya çıktığını görebilirsiniz.

Günümüz Şili solunda, iktisadî reformların sürdürülebilmesi ve pekiştirilebilmesi için ülkenin siyasî mimarisinin değişmesi gerektiğine dair hakiki bir anlayış var. Şu anda Şili’de gördüğümüz şeyin tarihi doğası hafife alınmamalıdır. ■

Çeviri ve Katkı: S. Erdem Türközü

NOT: Bu makalenin orijinali https://jacobinmag.com/2022/01/hungry-revolution-allende-popular-unity-nutrition-coup adresinde yayınlanmıştır.