Yunanistan’da 2010 yılından beri Troyka (Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) tarafından verilecek kredi karşılığı yapılması zorunlu kılınan tasarruf tedbirlerinin sonuncusunu içeren 3. “kurtarma” paketi 15 temmuz itibariyle Yunan Parlamentosu’nda onaylandı. Adı ironik bir şekilde “kurtarma” paketi olarak isimlendirilen bu tedbirler, son beş yılda Yunan halkının büyük oranda yoksullaşmasına, işsizliğin artmasına, kamusal haklarının kaybolmasına neden oldu. Ocak 2015 tarihindeki seçimlerin ardından büyük ortak olarak ANEL partisi ile bir koalisyon hükümeti kuran Syriza, kemer sıkma anlaşmaları karşıtı propaganda yürüterek seçimden galip çıkmıştı. Büyük bir seçim zaferiyle başbakan olan Çipras’ın seçimden sonra geçen beşbuçuk ayın ardından bir yenilmişlik ifadesi ile “yapmak zorundayız” diye meclise sunduğu 3. tasarruf paketinin onaylanması bir sürü tartışma, tepki, hayal kırıklığı ve pozisyon değişikliği yarattı elbette.
Syriza, hiçbir zaman Avro bölgesinden çıkmak gibi bir hedefle yola çıkmadı ya da toptan Avrupa Birliği karşıtı bir politika izlemedi, başlıca hedefi AB’nin dayattığı neoliberal kemer sıkma paketleriydi. Syriza, Avrupa Birliği’nden ve Avro Bölgesi’nden çıkmadan müzakere ve pazarlık yolları bulunarak Yunanistan’a ait borçların silinmesini sağlayabileceğini ve kemer sıkma tedbirleri yerine üretime dayalı bir ekonomi modeli uygulayarak bütçe açığını giderebileceğini savunuyordu. İlk zamanlar, en azından dışarıya yansıdığı kadarıyla, temel olarak bu iki konu üzerinde pazarlık yürütmeye çalıştı. Syriza-ANEL hükümeti kurulduktan yaklaşık bir ay sonra o sırada yürürlükte olan 2. paketin süresi dolacaktı. Bu süreçte hükümet, kısa süre içinde seçim vaadlerinden geri adım attığı anlamına gelecek bir anlaşmayı AB’ye sunmak durumunda kaldı. Anlaşma Yunanistan’ın borçlarının silinmesi yerine borcun yeniden yapılandırılması talebiyle müzakere yürüteceklerini ve Troyka ile yapılmış anlaşmaları hiçbir şekilde tek taraflı olarak bozmayacaklarını taahhüt ediyordu. Yunanistan’ın yeni yönetimi eski hükümetlerin aldığı borçlara sadık kalacağını açıklıyor ve böylece daha iyi müzakere edebilmek için zaman kazandığını savunuyordu. Nitekim Troyka ve yeni hükümet anlaştılar ve 2. paketin bitiş tarihi haziran sonuna uzatıldı.
O dönem görüşmeleri yürüten şimdinin eski maliye bakanı Varoufakis ve Başbakan Çipras, bu ilk anlaşmanın ödün vermek gibi gözükse de kendi ellerini güçlendirdiklerini söylediler. Hükümet, bu anlaşmayı kamuoyuna sunarken göze çarpan bir dil değişikliği de yaptı, Yunanca’da “üçlü ittifak” anlamına geldiği için Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nu tanımlamak için kullanılan Troyka kelimesi yerine “Kurumlar” kelimesini kullanmaya başladı. Troyka toplumun gözünde “üçlü ittifak”tan ziyade “üçlü tahakkum” anlamına gelmeye başladığı için, kullanılan dili değiştirmek olası anlaşmalar yapmak durumunda hükümetin aldığı pozisyonu daha “yumuşak” bir şekilde halka anlatmasını sağlayabilirdi, zira anlaşmalar Troyka ile değil “Kurumlar” ile yapılacaktı artık.
Daha o dönemde Syriza içindeki sol kanattan keskin sesler yükseldi, sol kanadın parlamento içindeki temsilcilerinden olan (17 temmuz itibariyle eski çalışma bakan vekili) Dimitris Stratoulis bir açıklama yaparak hükümetin yeni bir Troyka paketini kabul etmeyeceğini söylüyor, bu konuda halka güvence veriyordu. Bu, aynı zamanda daha öncekilere benzer koşullarda yapılacak bir anlaşmanın parti içinde net bir ayrıma neden olacağını da gösteriyordu.
2. kemer sıkma paketinin süresi haziran sonuna kadar uzamış olduğu için yeni hükümetin ilk beşbuçuk-altı ayı boyunca ülkenin tek gündemi Avrogrup toplantılarında konuşulanlar oldu. Varoufakis ve Çipras, zaman zaman bu toplantılarda ne olup bittiği konusunda bilgilendirici açıklamalar yapsalar da tümüyle şeffaf bir sürecin yaşandığını söylemek zor. Varoufakis’in New Statesman sitesine verdiği röportaja[1] göre hükümetin öncelikli amacı “bazı” reformları kabul ederek pazarlıklarda fazla zaman kazanmaktı. Ancak Varoufakis’in söylediğine göre karşı taraf “herşey”i kapsayan çok geniş bir anlaşma yapmak istediği için görüşmeler sonuçlanmıyordu. Aynı röportajda Varoufakis aslında görüşmelerin tıkanmasını meselenin ekonomik değil siyasi boyutunun öne çıkmış olmasına bağlıyor. Bu söylem, yani Avrogrup’ta yürütülen pazarlıkların ekonomik boyuttan ziyade Yunan hükümetine karşı düzenlenen siyasi bir sindirme operasyonu olduğu başka pek çok yorumda dile getirildi, örnek olarak Joseph Stiglitz’in Project Syndicate sitesine yaptığı değerlendirmeye bakılabilir.[2]
Haziran sonu yaklaşırken Avrogrup görüşmeleri hızlandı. Her gün Yunanistan hükümetinden, diğer AB üyesi ülkelerin liderlerinden ya da maliye bakanlarından (özellikle de Almanya’dan tabi) veya IMF’den sürece dair spekülatif açıklamalar geliyordu: Anlaştık, anlaşıyoruz, masadan kalktık, masaya oturduk, masadan zaten hiç kalkmadık, Yunanistan Avro Bölgesi’nden çıkartılabilir, Yunanistan Avro Bölgesi’nden çıkartılamaz, kim çıkartacak?…
Yunanistan hükümeti en başta bulunduğu noktadan artık iyice uzaklaşmıştı; daha önce yapılan 1. ve 2. kemer sıkma paketlerine yakın öneriler getiriyor, emeklilik yaşı ve özelleştirme konularında ise bazı dayatmaları yumuşatmaya çalışarak müzakereleri sürdürüyordu.
Çipras, 25 Haziran itibariyle Avrupa Birliği ve IMF’nin Yunanistan’ı “kurtarma” yardımı karşılığında Yunan hükümetinden yapmasını istediği reformları yani tasarruf tedbirlerini içeren paketin Yunan halkı tarafından oylanabilmesi için referanduma gideceklerini açıkladı. Referandum 5 temmuz pazar günü yapılacaktı, yapıldı. Bu referandum, ilan edildiği andan itibaren, hem ülke hem de dünya gündemine oturdu. Referandum öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler ve çok kısa süre içerisinde değişiveren politikalar yaşanan süreci tarihsel açıdan da biricik hale getirdi.
Çipras’ın referandumda oylanacağını söylediği paket önerisi, IMF Başkanı Lagarde’ın açıkladığı şekilde 30 Haziran’da, yani halihazırda uygulanan “yardım” paketinin son günü itibariyle anlaşma sağlanamadığı için geçerliliğini kaybetmişti. Buna rağmen referandum sorusu Yunan halkının, geçerliliğini yitirmiş bu teklife “evet” mi “hayır” mı dediğiydi. Mesele paketin kendisi olmaktan çıkmış ve doğal olarak, siyasi, kültürel ve elbette ekonomik pek çok tartışmayı ateşlemişti.
Referandum yapılacağı açıklandıktan hemen sonra Yunanistan’da bankalar, belirsiz bir süre için, kapatıldı, bankamatiklerden nakit para çekme limiti günlük 60 Avro olarak belirlendi. “Evet” ve “Hayır” cepheleri oluştu, kampanyalar düzenlendi. Yunanların çok da alışık olmadıklarını söyledikleri bir kutuplaşma oluştu insanlar arasında. Her iki seçeneğin destekçileri de diğerini felaket olarak görüyor, bankaların kapatılmasının yarattığı şok ve tedirginlikle sürekli spekülasyonlar üretiliyordu.
“Evet” kampanyaları genelde sağ partiler tarafından yürütüldü; bu kampanyalar daha çok korku ve panik yaratma üzerine kurulmuştu. “Evet”çiler referandumda çıkacak bir “hayır”ın Avrupa Birliği’nden ve Avro Bölgesi’nden çıkmak anlamına geleceğini söylüyor, bu durumda ise Yunanistan’ın hiçbir geleceği olmayacağını ilan ediyordu. Avro’yu Avrupa Birliği’yle, Avrupa Birliği’ni ise “Avrupalılık” ile özdeş tutuyor, en azından öyle yansıtıyorlardı.
“Hayır” kampanyasının başını ise Syriza çekiyor, güçlü bir “hayır” sonucunun “Kurumlar” ile pazarlıklarda elini güçlendireceğini söylüyordu. “Hayır” cephesinin içinde parlamento dışındaki pek çok sol örgüt, birliktelik, insiyatif de vardı. Herkesin “hayır”ı kendineydi biraz, Syriza’nın pazarlıklarda kullanacağı bir argümana indirgediği “hayır” sonucu, başka bir grup tarafından Yunan halkının gayri insani neoliberal politikalara, küçük düşürülmeye ve “evet”çilerin yaratmaya çalıştığı korku ortamına karşılık yükselttiği direnişin simgesiydi. “Hayır”cıların ortak vurgusu bu referandumla demokrasiyi sahiplenmek gerektiği ve tüm Avrupa’yı etkileyecek bir dönüşümü başlatacak fitili ateşleme ihtimalinin olduğuydu. “Hayır” kampanyalarının demokrasi, insan hakları, neoliberal Avrupa (Ekonomik) Birliği’ne karşı direniş şeklinde örgütlenmiş olması hükümetin oylanmasını istediği ekonomik paketi ve belki hükümetin çizmeye çalıştığı sınırları da aştı.
Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ve başka bazı partiler evet-hayır cepheleri içinde yer almadılar ve bu cephelerin dışında olma çağrısı yaptılar. KKE kendi referandum metnini ve oy pusulalarını hazırladı. KKE’nin çağrısının ne kadar karşılık bulduğunu söylemek güç, çünkü KKE’nin oy pusulaları geçersiz oylar arasında sayıldı. Ama kullanılan geçersiz oyların sayısına bakmak ve bunu geçen seçimlerle karşılaştırmak biraz fikir verebilir:
Referandumda kullanılan geçersiz ve boş oyların toplamı %5,80.[3] Ocak 2015’teki seçimlerdeki geçersiz oylar 2,36.[4]
Ocak seçimlerinde bir boykot çağrısı yoktu, o yüzden iki oylama arasındaki yaklaşık % 3,5 oranındaki fark aşağı yukarı boykot çağrılarının ve KKE’nin kendi seçimini yapma kararının sonucu oluşmuş olarak değerlendirilebilir. Ancak unutmamak gerekir ki boykot çağrısı yapan ya da gidip geçersiz oy kullanan sadece KKE değildi, bazı anarşist gruplar ve sosyalist partiler de böyle çağrılar yaptılar. Bu durumda geçen seçimlerde % 5,47 oy oranına ulaşmış KKE’nin bu referandumdaki çağrısının bu oranın çok altında bir karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Yunanistan’daki sol hareketler içinde en kemikleşmiş ve örgütlü kitleye sahip parti KKE. Bu istatistikler, kendi örgütlü bileşenlerinin dahi bu referandumda KKE’nin çağrısına uymadığı ve büyük ihtimalle “hayır” cephesine kaydığını gösteriyor. Bu durum, referandumun nasıl keskin bir kutuplaşma, bir dönüm noktası hissi yarattığını gösteren işaretlerden bir tanesi.
Referandum, “hayır” cephesinin büyük bir zaferiyle sonuçlandı, en azından oransal olarak. Sonuçlar şöyleydi: Hayır %61,31, Evet %38,69. Sonuçlar bölgesel olarak incelendiğinde sınıfsal bir ayrım net olarak göze çarpıyor. Atina’yı da içine alan Attiki Bölgesi’ndeki açık farkla önde çıkan “evet” (NAI) – “hayır” (OHI) oylarının dağılımına bakarak bu ayrımı görebiliriz. “Hayır” oyları Keratsini (%72,84), Peristeri (%70,31), Perama (%76,64), Agia Varvara (%72,75) gibi işçi-emekçi kesimin ve/ya yoksul halkın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde oldukça yüksekken, burjuva sınıfın yaşadığı lüks semtlerde “Evet” açık farkla öndeydi: Ekali (%84,62), Vouliagmeni (%66,27), Kifisia (%64,59)[5]. Bu sınıfsal ayrım, sol hareketin şu anki tartışmalarına bakacak olursak, bundan sonra takınacağı tutumu belirlemesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Referandum öncesi tüm yazılıp çizilenler, düzenlenen kampanyalar, insanlar arasında geçen diyaloglar “evet”in evet, “hayır”ın hayır anlamına geleceği varsayımı üzerine kuruluydu. “Evet” ve “hayır” cephesinin söyledikleri karşılaştırılıyor, bu seçeneklerin Yunan halkına nasıl bir gelecek sunduğu, uzun ve kısa vadede ne gibi sonuçlara neden olacağı konuşuluyordu. Fakat sanırım hiç kimse referandum sonucunun yok sayılabileceğini ya da hükümetin tam tersi istikamette bir politika izleyeceğini düşünmemişti. Referandum sonuçları açıklandıktan birkaç gün sonra Syriza’nın müzakerelerde izlediği yol büyük bir şaşkınlık yarattı o yüzden. Şimdilerde, tasarruf paketi karşıtı direnişi yükseltmek için kullanılan sloganlardan biri “hayır diyorsak, hayır demek istiyoruz” oldu.
Referandum sonuçlarının açıklandığı günün ertesinde Varoufakis istifa ettiğini açıkladı. İstifa gerekçesi olarak da Avrogrup bileşenlerinin kendisini müzakareci olarak istememelerini gösterdi, Çipras’ın elini rahatlatmak istiyordu istifa ederek. Çipras’ın eli yeterince rahatladı mı bilinmez ama referandumdan kısa bir süre sonra Yunanistan’ın AB ile anlaşmak üzere sunduğu öneri bir kaç gün önce referandumda açık bir şekilde reddedilen paketten daha ağır şartlar taşıyordu. Özelleştirmeler ve sosyal güvenliğe dair oldukça zorlayıcı tedbirler ve değişiklikler içeren bir paket en sonunda Yunanistan ve Avrogrup üyeleri tarafından onaylandı. Bu paket 3. “kurtarma” paketi olarak adlandırıldı.
Paket 15 Temmuz itibariyle Yunanistan Parlamentosu’nda da onaylandı. Syriza içinden 39, toplamda 64 milletvekili 3. pakete karşı “hayır” oyu kullandılar. Hükümet fire verince meclisteki sayısal çoğunluğunu kaybetti. Parlamentoya sunulan paket, muhalefetteki sağ partilerin tam desteğiyle meclisten geçti. Hükümet kendi içindeki çatışma nedeniyle bu oylamalar sırasında sayısal çoğunluğunu kaybetmiş ve ancak muhalefetin desteğiyle istediği onayı alabildiği içi pratik olarak bir azınlık hükümetine dönüşmüş durumda. Ortaya çıkan tablo sol söylemle iktidara gelmiş bir partinin, meclisteki sağ partilerden aldığı destekle, neoliberal bir programı uygulama çabası[6] olarak tanımlanabilir. Syriza içindeki sol kanadın önemli isimlerinden olan Panagiotis Lafazanis (17 temmuz itibariyle eski enerji bakanı) daha önceki paketlere “hayır” oyu verdim, bunun diğerlerinden bir farkı yok diyerek “hayır” oyu vereceğini açıklamıştı meclis oylaması öncesinde. Bu aslında temsil ettiği kanadın eğilimini de gösteriyordu. Nitekim Syriza içinde 32 milletvekili “hayır” dedi, 6 milletvekili çekimser oy kullandı, 1 milletvekili ise oylamaya katılmadı. Lafazanis “hayır” oyunu bu pakete karşı kullandıklarını, “diğer” konularda hükümete destek vermeye devam edeceklerini açıkladı. Bu program uygulamaya başlandığı andan itibaren hemen tüm alanlarda (sağlık, eğitim, ulaşım, kamu mallarının idaresi, sosyal güvenlik yasaları vb.) kaçınılmaz dayatmalara neden olacağından, ülke yönetimine dair bu paketten bağımsız “diğer” konuların varlığından bahsetmek zor. Paketin büyük hayal kırıklığı yaratmasının sebebi Syriza’nın yeni bir kemer sıkma paketini kabul etmesinden ziyade bu paketin içeriğinin başka seçeneklere, uygulamada inisiyatif kullanılarak gerçekleştirilebilecek iyileştirmelere, dolayısıyla umuda yer bırakmıyor görünmesi. Paketin içeriği henüz tam olarak netleşmediğinden ve Yunanistan’ın borcunun yeniden yapılandırılmasına dair tartışmalar hala sürdüğünden bu öngörüye dair yorum yapmak için biraz daha süreci izlemeye ihtiyacımız var. Fakat şurası açık ki Yunanistan’a verilecek borç karşılığında dayatılan paket üretime değil tasarrufa yönelik bir program, tasarruf da daha önceki kemer sıkma programlarında olduğu gibi yükü çalısan kesimin, işçilerin, emekçilerin ya da emeklilerin üzerine yıkıyor.
Çipras 17 temmuz itibariyle kabine değişikliği yaptı ve 3. paketin oylanmasına onay vermeyen bakanları ve bakan yardımcılarını görevden aldı. Lafazanis’in hükümeti desteklemeye devam açıklamasına rağmen, bu paketin ve görevden almaların bir kırılma yaratacağı ve Syriza’nın bölüneceği veya bir erken seçimin kendini dayatacağı öngörülebilir.
Syriza’nın seçildiği ocak ayından beri yaşanan beşbuçuk aylık süreç ve referandum öncesi tartışmalar Yunan halkındaki ve aslında dunyadaki “Avrupa” imajını sarstı. Syriza’nın politikalarını desteklemeyen, sermaye yanlısı veya tam tersi fazla sol bulan, hatta referandum sonrasındaki tavrını ihanet olarak tanımlayan kesimler bile Avrogrup toplantısına katılan ülkelerin, özellikle Almanya’nın dayatmacı, insani boyutu olmayan, tehdit ve şantajla iş yürütmeye çalışan tavrını net olarak gördüler. Referandum öncesi düzenlenen “evet” kampanyaları korku ve panik ortamı yaratarak bir tür şantaj havası oluşturmuşlardı, Avro Bölgesi’nde olmakla Avrupalı olmayı özdeşleştiren bir rota izleyerek Avro’dan çıkan bir Yunanistan’ın artık Avrupalı olarak görünmeyeceğini hissettirmeye çalışıyorlardı. Yani aslında sadece ekonomik değil kültürel bir ayrılığı, dolayısıyla yalnızlığı ifade edecekti Avro Bölgesi’nden ayrılmak.
Troyka ve Yunan sermayesi, Yunan halkının “Avrupa”nın kültürel ve toplumsal yapısına dair sahiplendiği pek çok şeyi neoliberal Avrupa Birliği politikalarının merkezde olduğu, tek boyutu ekonomi olan bir düzleme çekmeye çalıştı ya da bu politika referandum öncesinde ayan beyan ortaya çıktı diyelim. “Hayır” içinde yer alan pek çok sol örgüt ise başka bir Avrupa’nın mümkün olduğundan bahsediyor, demokrasi, sosyal haklar gibi kültürel özelliklerin Avro ve Avrupa Birliği ile özdeş tutulmaması gerektiğini söylüyordu. Müzakereler sırasında, Syriza’nın aslında Troyka’nın isteğine çok da ters düşmeyen öneriler sunmasına rağmen hiçbir olumlu tavırla karşılaşmaması ve referandum öncesinde oluşturulmaya çalışılan korku ortamını derinden hissetmek, örgütlü sol hareket içinde yer almayan bireylerde bile “Avrupa”ya dair bir kırılma yarattı, “Avrupa”nın imajı sarsıldı. Belki de ilk defa neo-liberal Avrupa Birliği ve sosyal-kültürel-sınırlararası bir uzlaşma olan Avrupa fikri arasında bir ayrım yapmak sol hareket dışında da birilerinin gündemi oldu.
Troyka’nın Yunanistan’ın iç işlerine müdahale ederek Vaoufakis’i istifa etmek zorunda bırakması, Yunanistan’a, ekonomistlerin söylediklerine göre uygulanması mümkün olmayan bir paketin dayatılarak hükümetle pazarlıkların çıkmaza sürüklenmesi ve Avrogrup toplantısı sırasında, Varoufakis’in anlattığına göre, Yunan yöneticilere karşı gösterilen küçük düşürücü tavırlar Yunanistan’a yapılanın ekonomik dayatmadan öte seçilmiş hükümete yönelik bir darbe olduğu fikrini olgunlaştırdı. Avrogrup görüşmelerinin yapıldığı gün twitter’da en çok yazılan tag’lerden biri #thisIsACoup (buBirDarbedir) idi.
Görece apolitik insanlar Avrupa Birliği’nden çıkış gibi bir seçeneğin tartışılabileceğini söylemeye başladılar. Yunanistan’daki hemen tüm sol-sosyalist-komünist yapılanmalar, örgütler Avrupa Birliği karşıtı bir politika izliyorlar ve Yunanistan’ın ancak Avrupa Birliği’nden çıkarak ekonomik açıdan güçlenebileceğini söylüyorlar. 3. kemer sıkma paketinin şu an itibariyle ön oylamayı geçmiş olmasının ardından sol, sosyalist, komünist örgütler “bundan sonrası” hakkında konuşmaya başladılar. Politik vizyonda köklü değişiklikler olmasa bile Avrupa Birliği’nin ekonomik politikalarını daha geniş kitlelerle tartışabilmek için yeni birliktelikler örgütlenmeye çalışılıyor. “Avrupa”nın imajındaki kırılmanın sol harekette olumlu bir ivme yaratmasını sağlamak temel amaç gibi görünüyor. Yunanistan’da meclis dışındaki büyük sol yapılanmalardan biri olan ANTARSYA bu sonuncu tasarruf paketini uygulatmamak için geniş bir birleşme çağrısı yaptı, Avrupa Birliği’nden çıkış için oluşturdukları yol haritasını daha sistemli ve detaylı olarak halka anlatmak eğiliminde olduklarını, şu durumda bunun bir karşılık bulabileceğini söyledi. KKE yeni dayatmalara, ekonomik kısıtlamalara karşın tüm AB karşıtı örgütleri KKE’ye destek vermeye çagırdı.
Syriza’nın iktidara gelmesini sağlayan temel unsur halkın, kemer sıkma politikalarına karşı duyduğu tepkiyi karşılayabilecek bir mecra olarak ortaya çıkmasıydı. Şimdi buna ek olarak, bu pazarlık süresince, AB’nin ekonomik politikalarına karşı da bir tepki oluştu ve Syriza’nın AB ve Avro içinde kalarak halkın yararına bir uzlaşma yapılabileceğine dair iddiası çürüdü. Bundan sonrası için bu tepkinin yönelebileceği, halkın gerçekçi bulacağı “çıkış” alternatiflerini tartışmaya açmak sol hareketin daha çok üzerinde duracağı bir gündem haline geldi.
Syriza’nın içindeki sol kanat bu süreçte oldukça belirleyici rol oynayacaktır. Syriza parti yönetimi meclisteki isimlerden oluşmuyor. Hükümet, parti tarafından denetlenebilsin diye ayrı bir merkez yönetim oluşturulmuş. Syriza merkez komitesinin yarısından fazlası (201 kişiden 109’u) hükümetin onayladığı 3. pakete karşı olduklarını açıkladılar. Yani Syriza tabanının da bu paket konusunda ikna olmadığı görülüyor. Syriza dışındaki soldan, Syriza’nın sol kanadına partiden ayrılma ve diğer sol oluşumlara destek verme çağrısı var. Bu şekilde ortak paydası 3. paketin uygulamasını engellemek olan ve belki Avro’dan ve belki Avrupa Birliği’nden çıkışı birlikte savunan güçlü bir sol blok oluşturulması mümkün. Yunanistan solunda “biraraya” gelme geleneği pek yok gibi görünüyor, zira her 1 mayısta en az üç ayrı eylem oluyor, bu eylemlerin birbiriyle çakışmamasına özen gösteriliyor. Tasarruf paketi karşıtı gösteriler de genelde her grubun ayrı örgütlediği gösteriler, birarada yapılan eylem sayısı çok az. Ama Yunanistan’ın ekonomik özgürlüğünü yok edeceği söylenen bu paketin, bir birlikte hareket etme ihtmali yaratma şansı var.
2008 kriziyle iyice kendini gösteren Avrupa Birliği içindeki yeniden yapılanmanın[7] sadece Yunanistan halkı açısından değil, tüm Avrupa halkları, özellikle de işçi, emekli ve yoksulları açısından kötü sonuçlar doğuracağı, bu nedenle de sadece Yunanistan’daki değil özellikle borçlu ülkelerden başlayarak genel anlamda Avrupa’daki sol hareketi neoliberal ekonomik politikalara karşı duruş üzerinden örgütlemek, Yunan halkında Avrupa Birliği’nin ekonomik dayatmalarının yarattığı kırılmayı baz alarak gerçekçi toplumsal ekonomik alternatifleri sunmak, tartışmaya açmak, tüm Avrupa’ya yayılan bir akımı ateşlemek hala mümkün. Yunanistan solu da bu fitili ateşlemenin yollarını arayacak gibi görünüyor ancak tartışmaları ve süreci takip etmek için biraz zamana ihtiyacımız var.
DİPNOTLAR
http://www.newstatesman.com/world-affairs/2015/07/yanis-varoufakis-full-transcript-our-battle-save-greece
http://habervesoz.com/asil-mesele-yunanistana-boyun-egdirmek-joseph-stiglitz/
https://en.wikipedia.org/wiki/Greek_bailout_referendum,_2015
https://en.wikipedia.org/wiki/Greek_legislative_election,_2015
http://www.athensvoice.gr/article/ειδήσεις/δημοψήφισμα-τα-ρεκόρ-του-ναι-και-του-οχι
http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/jul/16/syriza-greek-alexis-tsipras