2000’li Yıllarda İstanbul’un Kentsel Dönüşüm Süreçlerinin Yönetim Analitiği

İnsan[1] doğasının katî kötücüllüğünden ziyade kötülüğü sıradanlaştıran,[2] tür-insanın en aç gözlü yanlarını kendinden menkul bir rekabet ve tüketim sarmalına kışkırtan bir ilişkiler bütününün –devlet-piyasa-toplum-birey arasında kurduğumuz ve veri kabul ettiğimiz mevcut ilişkiler ağının – içinde debelenip dururken gün be gün akıllara durgunluk veren katliamlara, bin bir türlü şiddete ve sonu gelmeyen acılara bir yenisini eklemek üzere yarışıyor; bu sırada, tüm dayanışmacı, paylaşımcı ve dostane yanlarımızla beraber gezegeni, türümüzü ve diğer canlıları bir umutsuzluk uçurumuna sürüklüyoruz. Bu gidişatın limitini Walter Benjamin pek güzel tespit etmiş: “İşlerin artık böyle sürüp gidemeyeceği beklentisi günün birinde dersini alacaktır: Gerek bireyin, gerekse toplulukların çilesinin artık sürüp gidemeyeceği tek bir sınır vardır: mahvoluş.”[3] Aşağıda tasvir etmeye çalışacağım düzenek ile bu limite giden yolun günümüzdeki mihenk taşlarından birisi olan ve Brezilya’dan Çin’e, Hindistan’dan Türkiye’ye uzanan geniş bir yelpazede neredeyse tüm gezegeni devasa bir şantiyeye dönüştürmüş bulunan kentsel dönüşüm süreçlerine, İstanbul’un 2000’li yıllardaki deneyimleri üzerinden odaklanacağım. Ancak önce düzenek terimi ile ne kastettiğimi belirginleştirmeliyim.

-II-

“…terimler, düşüncenin şiirsel anlarıdır.”[4]

Günümüzde, “herhangi bir derinlik…vülgarize edilmeyen her şey katlanılmaz görülse” de ve her şeyin “yüzeyde kalması” istense de,[5] kavramlarımızı özenle seçmekte inatçı olmaktan vazgeçmemek üzere konumuza dair oldukça elverişli açılımlar sunabilecek bir terim ile yola çıkmamızın zihin açıcı olacağı kanısındayım: düzenek/dispozitif. Foucault’nun tanımı ile “…söylemler, kurumlar, mimari yapılar, tüzel kararlar, yasalar, idari önlemler, bilimsel önermeler, felsefe ve ahlak düsturları gibi son derece heterojen unsurlar arasında örülen ağ.”[6] Bu tanım karşımıza iki düzlem çıkarıyor: bir yandan, düzeneklerin/dispozitiflerin “iktidar ilişkilerini belirli bir doğrultuda güdümlediğini, hesaplı kitaplı…müdahale biçimleri” olduğunu anlıyor; diğer taraftan, bilme biçimlerimizi ve özneleş(tiril)me süreçlerimizi şekillendirdiklerini ve onlar tarafından şekillendirildiklerini kavrıyoruz.[7] Bu iki düzlemi tek bir eksende erittiğimizde, dispozitiflerin “bazı bilme biçimlerine dayandığı gibi bu bilme biçimlerine dayanak da teşkil eden iktidar ilişkisi stratejileri” olduğu sonucuna varıyoruz.[8] Başka türlü söylersek, somut, stratejik bir işlevi bulunan düzeneklerin, insanların davranışlarını, düşüncelerini belirli bir doğrultuda yönetmek, denetlemek ve yönlendirmek yetisi olan her şeyi kapsadığını görüyoruz.[9]

Giorgio Agamben, dispozitiflerin homo sapiensin ortaya çıkışından beri var olduklarını, ancak günümüzdeki, ayırt edici özelliklerinin, yaşamlarımızı bir dispozitif tarafından modellendirmediğimiz, denetlemediğimiz bir anın neredeyse kalmamış olmasından;, dispozitiflerin sınırsızca birikiyor ve yayılıyor olmasından kaynaklandığına dikkat çekiyor.[10]

-III-

Şehir…bir dispozitifler kümesidir.”[11]

Şehirlerin, özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, pek çok dispozitifin birbirine kavuştuğu, kesiştiği, ilintilendirildiği bir ortam (milieu) sunduğunu; dispozitiflerin sınırsızca birikimi ve yayılımı açısından kritik bir konumda yer aldıklarını biliyoruz.

Michel Foucault, Kıta Avrupası toplumlarının, ticaretin büyüdüğü, kentsel nüfusun arttığı, kent ile kırsal alan arasındaki ekonomik alışveriş ihtiyacının belirdiği ve şehirlerin, mekânsal, yasal, idari ve ekonomik anlamda dışa açılması gerekliliğinin hissedildiği 18. yüzyıldan itibaren, nüfusların yaşamını, mekânı düzenleyerek kontrol altına almak üzere çok çeşitli bilgi biçimleri ve stratejiler geliştirdiğinden ve bu çabaların en net ifadesini şehirlerde hayata geçirilen kentsel geliştirme projelerinde bulduğundan bahseder.[12] Hükümetlerin, tıbbî uygulamaların salgınlarla baş etmekte kullandıkları gözetim, kayıt, sınıflandırma, bölümleme tekniklerinden feyz alarak (tıbbî epistemeyi toplumsal bir dispozitife dönüştürerek) şehirlerde yaşayan nüfusların davranışlarını, karşılıklı ilişkilerini normal-anormal, sağlıklı-hasta, faydalı-zararlı gibi çeşitli ayrımlar üzerinden düzenlediklerine, insanların dolaşımını yönlendirdiklerine dikkat çeker.[13] Bu dönemde, şehirlerin, barındırdıkları yoksul nüfusların arttırma potansiyeli taşıdığı öngörülen gerilimlere istinaden birer tehdit olarak kavrandığının; istikrarlı, sağlıklı bir iş gücü stoku ve nüfus artışı için kentsel arındırma süreçlerine konu edildiğinin altını çizer.[14] Hijyen, havalandırma, semtlerin ferahlatılması; kent içindeki ticaretin garantilenmesi ve cadde ağını dış yollara bağlayarak, dışarıdan gelen ürünlerin sevkinin kolaylaştırılması; serseriler, dilenciler, suçlular, hırsızlar, katiller vb. gibi kişilerin gözetiminin mümkün kılınması gibi sorunsallaştırmalar doğrultusunda geliştirilen güvenlik mekanizmalarının, kent içerisinde dolaşımı ve hijyeni sağlayacak olumlu elemanları teşvik ederken, hırsızlık, suç ve hastalık gibi riskli ve uygunsuz dolaşımı azaltmayı amaçladığını tespit eder.[15] Bu çerçevede, şehirlerin, özellikle 18. yüzyıldan itibaren ekonomi-politik sorunsallarla ilişkili biyo-siyasal bir bakışın, yurttaşların mekânsal düzenlemeler üzerinden yönetilmesi ve siyasal kontrolünün sağlanmasının zeminini sunduğunu; tıbbın yanında şehir planlama ve mimarlık gibi bilgi biçimlerinin, toplumsal düzeni biçimlendirmek, salgınları ve devrimi önlemek üzere birer araç olarak devreye sokulduğunu; “mükemmel yönetilen şehrin ütopyasını sunan Panoptikon’un” izlekleri kılavuzluğunda, şehirlerin mekânlarının ve barındırdığı nüfusların gözetiminin ve kontrolünün sağlandığını vurgular.[16]

Foucault’nun çalışmalarından feyz aldığımız takdirde, şehrin, 18.yüzyıldan itibaren, hem tıp, mimarlık ve şehir planlamanın bilgisinin nesnesi, hem de iktidar kiplerinin belirli bir doğrultuda kesiştirildiği – tam anlamıyla kontrol edilemeyen, bir dizi olası, geçici ve hareket halinde eleman, olay ve birime göndermede bulunan – bir ortam olarak belirdiğini söyleyebiliriz.[17] İktidar ilişkilerinin egemenlik (topraksallık ve sermaye), disiplin (mimari, hiyerarşi ve bölüşüm) ve güvenlik (dolaşım, olaylar ve risk) kipine özgü mekanizma ve stratejilerine eş zamanlı olarak konu edilen şehrin, insanların davranışları ve düşüncelerini şekillendiren ve bu davranış ve düşünceler tarafından şekillendirilen heterojen unsurlar arasında örülen çok çeşitli ağların nasıl bir arada işlediğini tespit edebileceğimiz öncelikli bir zaman-mekân sunduğunu ileri sürebiliriz.[18]

-IV-

“piyasa ekonomisinin formel prensiplerini genel yönetme sanatına yansıtmayı öneren” neoliberal kritik…[19]

18. yüzyıldan günümüze, kentsel geliştirme, kentsel arındırma, kentsel yenileme gibi isimler alan ve çok çeşitli dispozitifleri bir araya dokuyan süreçler bütününün günümüzdeki adı kentsel dönüşümdür. Bir başka deyişle, çok çeşitli dispozitiflerin kavuşma zeminini sunan şehirlerin mekânsal düzenlemesi üzerinden nüfusların yönetimine dair bilgi biçimlerini ve iktidar kiplerinin her birine özgü mekanizma ve stratejileri belirli bir konfigürasyonda bir araya getiren yönetim rejiminin adı günümüzde kentsel dönüşüm (urban regeneration) süreçleridir. 18. yüzyıldan itibaren, bahsi geçen biyo-siyasal bakışı çerçeveleyen liberalizm zemininde işleyen bu süreçler, günümüzde, çok çeşitli ve heterojen elemanları neoliberal kritiğin ışığında bir araya dokumaktadır.

Liberal yönetim sanatı, “piyasa üzerinden” yönetmeyi hesaplarken, neoliberal kritik, “piyasa için yönetmeli” mottosu ile karşımıza çıkar.[20] Adalet ve toplumsal eşitsizlikler arasındaki ilişkinin koparılması ve eşitsizlikte eşitlik vaadiyle devşirilen bu motto ışığında, neoliberal yönetimselliğin rasyonalitesinin klasik liberalizmden en önemli farkı, “devlet tarafından tanımlanan ve gözaltında tutulan bir piyasa yerine, piyasanın devletin organize etme ve düzenleme ölçütünü sunmasıdır.”[21] Liberal pratiklerde piyasa dışı olarak değerlendirilen alanlara piyasa ilişkilerini kaydederek, piyasa düzenlemesini toplumun düzenlenme prensibi ve girişimciliği özgür-rasyonel bireyin normu olarak yaşamın her alanında tanıtmasıdır.[22] Bir başka deyişle, daha önce ekonomik olduğu düşünülmeyen toplumsal davranışların ekonomik terimlerle değerlendirilmesini; toplumsal, siyasal, ekolojik sorunsalların, etkinlik, üretkenlik, performans, kalite gibi kavramlar bağlamında, giderek işletme sorunsalları çerçevesinde ele alınmasını teşvik etmesidir.[23] Pierre Dardot ve Christian Laval’ın yerinde tespiti ile “herkesi kişisel çıkarlarını ‘idare etmeye’ ve ‘kazanan’ davranışları geliştirmeye mecbur bırakan bir rekabet durumu yaratmasıdır.”[24] Belirli bir girişimcilik formunu, birey ve toplumların, hem kendilerinin, hem de yönetimin verimliliğinin ölçütü olarak kabul etmelerini sağlamak üzere girişim kültürünü kışkırtan yeni yarı-ekonomik davranış formları icat edip yayarak,[25] toplumsal dokunun genel işleme prensibi hâline getirmeye çalışan bu söylem ve pratikler sayesinde “ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlar arasındaki geleneksel ayrımların yerle bir edilmesi ve devlet ile sivil toplumun piyasalaştırılması” mümkün olur.[26]

Devlet-piyasa-toplum-birey arasında “girişimcilik ve rekabet” temaları kılavuzluğunda örülen bu ağlar, bir başka deyişle, bütüncül bir kuvvetin, bir ideolojinin tezahürleri olmaktan ziyade söylemsel, hukuki, politik, iktisadi, kurumsal elemanları bu temalar etrafında bir araya getirerek işlerlik kazandırılan maddi bir düzenekler bütünü olarak neoliberal yönetimsellik,[27] günümüzde salt pazarlanabilir değerlere (tradable assets[28]) indirgendiğini gördüğümüz şehirlerin yeniden yapılandırılma süreçlerinde en açık ifadesini bulur. 2000’li yıllarda İstanbul’un deneyimlediği kentsel dönüşüm süreçleri, bizlere, neoliberal düzenekler bütününün günümüz Türkiye’sinde nasıl tesis edildiğinin ve aktüel işleyişinin parametrelerini sunar.

-V-

“Siyaset felsefesi tarihi ile sosyolojik düşünce arasına yerleşen orta-ölçekli bir analiz formu” olarak yönetim analitiği…[29]

Yeni binyıl başında, yoğun insan, ürün, para ve bilgi akışlarının dönüştürücü etkilerine maruz kalan İstanbul girişimci bir kalkışmanın sahnesine dönüştürülmüştür. Günümüzde, ucu olmayan şehir (ekümenopolis)[30] adıyla anılan İstanbul gibi bir şehri nasıl ele avuca sığdırabilir, 2000’lerde ivme kazandığı gözlemlenen dönüşüm süreçlerini nasıl etraflıca kavrayabiliriz? İstanbul’un 2000’li yıllarda deneyimlediği kentsel dönüşüm süreçlerine dair, çok çeşitli özneler ve kurumlarca, çeşitli temalar etrafında biriktirilen, az çok organize edilen sorunsallaştırmalar ve düzenlemeler bütünü olarak tanımlayabileceğimiz yönetim rejiminin bir araya örerek işlettiği heterojen elemanları, Foucault’nun yönetimsellik çalışmalarının kavramsal hazinesinden damıtılan yönetim analitiği kılavuzluğunda belirginleştirebiliriz.[31]

İktidar ilişkilerinin aktüalitede nasıl ve nerede işlediklerine odaklanan bu analitik olanağın kılavuzluğunda ilk araştırma eksenimizi ‘2000’li yıllarda İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçleri hangi bilgi formlarının ve iktidar ilişkisi stratejilerinin koşulu ve ürünüdür?’ sorusunun izinde; ikinci araştırma eksenimizi ise ‘2000’li yıllarda İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçlerinin koşulu ve ürünü olduğu bilgi formlarının, düzenlemeler ve reform programları çeşitliliğinin etkileri nelerdir?’ sorusunun ışığında şekillendirebiliriz. Başka türlü ifade etmek gerekirse, yönetim analitiği çerçevesinde (a) 2000’li yıllarda İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçlerinin hangi sorunsallaştırmaların – kentsel dönüşümü “…doğru ve yanlış oyununun içine sokan ve onu düşünce…için bir nesne olarak kuran söylemsel olan ya da olmayan pratikler bütünü…”[32] – koşulu ve ürünü olduğunu (b) bu sorunsallaştırmalarda hangi düşünce, bilgi, uzmanlık, hesaplama formlarından faydalanıldığını (c) hangi araçlar, mekanizmalar, taktikler, teknikler ve terminolojiye dayanarak idarenin mümkün kılındığını (d) bütün bu süreçlerin hangi özneleş(tir)me formlarını hayata geçirdiğini inceleyebiliriz.

-VI-

1990’lardan itibaren, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler, özellikle gelişmekte olan ülkelere, ekonomik kalkınma hedeflerine ivme kazandırmak için şehirlerini markalaştırmalarını, kamu-özel ortaklığına dayanan bir şirket-devlet modeli çerçevesinde yeniden yapılandırmalarını; kamu kurumlarının arazilerini özelleştirerek yerli ve yabancı sermayedarlara aktarmalarını, gerekli altyapı ve ulaşım atılımlarını gerçekleştirerek, yatırımlar için cazibe merkezleri oluşturmalarını önerdi.[33] Bu sürecin hayata geçirilmesi için gerekli hamleleri geliştirecek olan devlet aygıtlarının dönüştürücü müdahalesinin sınırını ve başarı ölçütünü, mevcut hükümetlerin şehirlerini markalaştırma performanslarına endeksleyerek, toplumsal, siyasal ve ekolojik ölçütleri konu-dışı bırakan bu öneri, 24 Ocak Kararları ve 32 No’lu Karar’ın başlattığını, 2001 Ekonomik Krizi’nin ardından bir adım öteye taşıyan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın sunduğu bağlamda,[34] “üretimi öteleyen, sıcak para ve borçlanmaya dayanan bir büyüme stratejisine…pervasızca yönelen” ülkemizde de kendisine zemin buldu.[35]

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın kabulünden günümüze, her seçimden birinci sırada çıkan “Adalet” ve “Kalkınma” Partisi (AKP), bin bir türlü polemikle bezeyerek, baskı, şiddet, cezasızlık, yolsuzluk ve din sömürüsü üzerine bina ettiği; temsili demokrasinin açmazlarının ardına gizleyerek pekiştirdiği parti-devlet özdeşliğine dayanarak, bu önerinin sunduğu modelin gereklerini – neoliberal düzeneğin elemanlarını – canla başla inşa etmeye girişti. “…Kısa dönemde…bu coğrafyanın derelerini, tepelerini, köylerini hidroelektrik santrallere, kentlerini de gayrimenkul yatırımlarına aç[arak]”[36] doğayı sömürülecek bir kaynaktan, şehirleri bu kaynağın tüketilmesi ile üretilecek kirli enerji sayesinde bir şirket gibi işletilecek, yıkılıp betonlaştırılacak şantiyelerden, peşkeş çekilecek ve mutenalaştırılacak parsellerden ibaret gören uygulamalara ön ayak oldu; yatırımcılara, bilimsellik, şeffaflık ve gerçekçilikten uzak garantiler sunarak benzersiz bir ekolojik yıkım ile toplumsal kutuplaşmaya davet çıkardı.

AKP’nin “gerçek yerel kalkınma” olarak adlandırdığı bu girişime ilişkin verimli ipuçları sunan 2023 Siyasi Vizyon adlı metin mercek altına alındığında, kentsel dönüşüm süreçlerini teknik bir meseleye indirgemeye gayret eden sorunsallaştırmanın dış hatları belirginleşir.[37] Bu metinde, toplumsal düzenin yapıtaşlarından birisi olarak ele alındığı dikkat çeken Yerel Yönetimler ve Şehircilik[38] başlığı altında karşımıza çıkan sorunsallaştırma, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in neoliberal kritiğin kılavuzluğunda biçimlendirdiği önerileri ile aynı kategorilere göndermede bulunur. Metinde, afet riski ve göç baskısının yıpratıcı etkileri dolayısıyla şehirlerimizin büyük ihtiyacı ilan edilen ve önceliği, şehirlerimizin hepsini bir veya bir kaç özelliğiyle öne çıkan marka şehirler haline getirmekolması tasarlanan kentsel dönüşüm kalkışması üzerinden yürütülecek “gerçek yerel kalkınma”nın “kent ve kırsal alan farkı gözetmeksizin, kadastrosu bitmiş, imar ve yerleşim planları hazırlanmış, altyapısı tamamlanmış mekânlar” tesis etmeyi hedeflediği dile getirilir. Bu hesaplama, İstanbul özelinde, şehri, bir dünya şehrine dönüştürme hedefiyle meşrulaştırılmaya çalışılır. İstanbul’un “yarışma ve rekabet gücünü geliştiren, yatırıma istihdama fırsat sağlayan, girişimci yerel yönetim liderliğiyle bütünleştirilen” bir dünya şehri olmasının, “küresel süreci şekillendiren vizyonlar ile dünya şehirlerinin uyguladığı kalkınma model ve stratejilerini[n] izle[nmesi]… çağı doğru okuyan ve bilgi toplumuna dönüşümün öngördüğü kentsel mekân ve kaliteli çevreye geçiş sürecinin takip edilmesi” ile mümkün olabileceği ifade edilir.[39] Diğer devletlerle eşitsiz ve rekabetçi ilişkiler içinde olma hali, yönetime, şehirleri, şehirlerin sakinlerinin yaşamını ve doğal alanları düzenleme fırsatı veren kendinden menkul bir gerekçe olarak öne sürülür.

-VII-

Bu sorunsallaştırma yasal düzenlemelerde öne çıkan deprem fırsatçılığı ve idare hukuku reformu ile tesis edilen kurumsal düzenlemeler ile pekiştirilir. Bu yasaların başlıcaları arasında (a) 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun; (b) “Afet Yasası” 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun; (c)“Büyükşehir Yasası” 6360 sayılı 13 İlde Büyükşehir Belediyesi ve 26 İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun; (d) “2B Yasası” Orman Köylülerinin Kalkınmalarını Desteklemesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun; (e) “Torba Yasa” Yapı Denetimi Hakkına Kanun ve Bazı Kanunlara Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Meslek Odaları, Yapı Denetimi, İmar Kanunu, Kat Mülkiyeti Kanunu, Belediye gelirleri, Kıyı, İskan, Mera, Kamu Kurum ve Kuruluşlarını ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri, Fikir ve Sanat Eserleri ile ilgili kanunları içerir); (f) “Mütekabiliyet Yasası” Tapu Kanununda yapılan değişiklikle yabancılara mülk satışının önünü açan yasanın vergi düzenlemeleri vs. sayılabilir. [40]

Hukuka genel dili ve prosedürlerinin teknik faydası dışında anlam atfedilmeyen; cinayet, tecavüz, şiddetin cezasızlıkla ödüllendirilmesinin norm oluşturduğu, faillerin kahraman ilan edildiği bir siyasal iklimde ortaya atılan kentsel dönüşüm süreçleri ile ilişkili yasalarda dile getirilen gerekçeler arasında (a) “kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının yıpranması ve özelliğini kaybetmeye yüz tutması”; (b) Türkiye’nin yüzölçümünün büyük bir kısmının “doğal afet riski altında olması”; (c) 1950’lerden beri giderek artan hızlı ve sağlıksız kentleşme süreçlerine çözüm olarak sunulan mevcut politikaların yetersiz olması öne çıkar. Ekonomik risk yaratma potansiyelleri vurgulanan bu sorunlarla baş etmek üzere alınması tasarlanan önlemler arasında (a) “tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması”; (b) “bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması”; (c) “fiziki mekânın güvenli, nitelikli, yaşanabilir kılınması için, afet riski taşıyan alanların; fiziki, sosyal ve ekonomik köhneleşme alanlarının; korunması gerekli doğal, tarihi ve kültürel çevre alanlarının toplum yararı esas alınarak dönüşüm plan ve projeleri kapsamında tasfiye, yenileme, iyileştirmeye tabi tutulması” sayılır. Bu minvalde, 18.yy’dan itibaren, Kıta Avrupası’nda, şehirler hijyen vurgusuyla dolaşımı pürüzsüz kılmak ve nüfusların davranışlarını yönetmek üzere nasıl yeniden yapılandırıldıysa, günümüzde de deprem riskini bir fırsata dönüştüren sorunsallaştırmalara dayanan bir yeniden yapılandırma süreci ile dolaşımın garantilenmesinin yasal zemini hazırlanır.

Bahsi geçen önlemleri çeşitli reform programları çerçevesinde yürütmek için ise çeşitli kurumsal düzenlemeler devreye sokulur. Bu düzenlemelerin öne çıkardığı temel kurumsal aktörler arasında (a) tüm planlama yetkilerine haiz, gerektiğinde mevcut yasaları hükümsüz kılmaktan ya da nokta atış yönetmelikleri devreye sokarak sürecin işlemesi önündeki engelleri ortadan kaldırmaktan sorumlu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (b) yetkileri genişletilen, il düzeyinde hızlı ve hiyerarşik koordinasyonu tesis edilen ve yeni mali kaynaklar sağlamalarının yolu açılan büyükşehir belediyeleri ve bu belediyelerin şirketleri (KİPTAŞ, BİMTAŞ vb) (c) bir emlak devine dönüşen ve yakın zamanda acele kamulaştırma yetkisi ile de donatılan Toplu Konut İdaresi (TOKİ) sayılabilir.[41] Bu kurumlar, “kıyı bölgelerinde turizm yatırımlarına onay veren Kültür ve Turizm Bakanlığı”; “kamuya ait arsa ve araziler üzerindeki devlet mülk ve tesislerini özelleştiren Özelleştirme İdaresi Başkanlığı,” “kamuya ait arsa ve arazileri satması ya da tahsis etmesi için genel yetkiler verilen Maliye Bakanlığı” ve Ulaştırma Bakanlığı ile eşgüdüm içinde çalışmaktadır.[42] Bu eşgüdümün mekansal stratejileri arasında “(a) doğal varlıkların yapılaşmaya açılması; (b) devletin mülkiyetinde ya da tasarrufunda bulunan alanların kullanımının satış, devir, tahsis vb. yollarla özelleştirilmesi[43]; (c) acil kamulaştırma, kentsel dönüşüm gibi yasal araçlarla mülkiyete el koyma ve düzenleyerek yeniden dağıtma; (d) ayrıcalıklı imar haklarıyla donatılmış bir kentsel arsanın çeşitli finansman modelleri ile geliştirilerek yüksek rant üretir hale getirilmesi” dikkat çeker.[44]

Kentsel dönüşüm mevzuat altyapısının kurumsal elemanları arasındaki ilişkileri biçimlendiren motor işlevini ise seçici bir ihale mekanizması görmektedir. Bu mekanizma, gerçek yerel kalkınma teması etrafında öbeklenen kentsel dönüşüm sorunsallaştırmasının, Jean-François Pérouse’un yerinde tespiti ile, “merkezden tasarlanmış ve yönetilen bir politikanın…her çeşit yerelliğe karşı…hiçbir yerel ve somut bağlama uymayan tatsız, bayağı çoğunluğun/ortalamanın hakimiyetini sağladığını” ve iktidarın egemenlik kipindeki mekansal stratejilerini (topraksallık ve sermaye) yoğunlaştırdığını, parti-devlet modelinin tek-adamcılığını gözler önüne serer.[45]

-VIII-

Neoliberal kritik kılavuzluğunda şekillendirilen bu yasal ve kurumsal düzenlemeleri tamamlayan altyapı ve ulaşım yatırımlarını, İstanbul özelinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) süreli yayınlarından İstanbul Bültenleri ve Faaliyet Raporları’ndan ve İstanbul Çevre Düzeni Planı’ndan takip etmek mümkündür.

İstanbul Bültenleri’nde, İstanbul’un küresel ölçekte markalaşması yönünde atılan adımlar olarak değerlendirildiği görülen atılımlar arasında (a) ulaşım yatırımları (b) altyapı yatırımları (c) kültür, spor, turizm aktivitelerinin tanıtımları[46] (d) ulusal ve uluslararası ölçekte diğer belediyelerle kurulan yatırım bağlantıları (e) kentsel dönüşüm tahliyelerini/sürgünlerini takiben girişilen konut projelerinin yürütücüleri olarak karşımıza çıkan TOKİ ve KİPTAŞ’ın konut projeleri yer alır.[47] Girişimci şehirciliği, iyi yönetimin başarı ölçütü kabul eden, prosedürel ve sayısal dil kullanımının bitmez tükenmez örnekleri ile dolup taşan bu yayınlar,[48] İBB’nin kurumsal dönüşümü ve genişleyen bütçesi ile bir arada değerlendirildiğinde, neoliberal normu yaygınlaştıran iki eğilimi gözler önüne serer.[49] Hazır şablonlara yaslanarak,[50] hızla uygulamaya koyulan pratikler sayesinde, karar verme süreçlerinde toplumsal katılımı, alternatif perspektifleri, şehir-bölge planlama ölçütlerini ve yerel ihtiyaçları göz ardı etmek mümkün olur.[51]

İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçlerine dair “kimin ya da neyin yönetilebileceğinin resmedilmesini mümkün kılan…çok çeşitli mekân ve öznelerin birbirleri ile nasıl bağlantılandırıldığını, ne gibi problemlerin çözümlenmesinin ve hangi hedeflere ulaşılmasının amaçlandığını belirginleştiren bir görünürlük alanı” (field of visibility[52]) olarak değerlendirebileceğimiz İstanbul Çevre Düzeni Planı (İÇDP, 2009) da, uluslararası rekabet koşulları zemininde ele alınan İstanbul’un marka değerinin ve sektörel yol haritasının tespiti için yürütülen bir saha araştırmasını andırır.[53] Genelinde, küresel kent, girişimci şehircilik, ekonomik kalkınma ve büyüme, yönetişim gibi işletme kategorilerinin ve bunlara paralel ulaşım ve altyapı yatırımlarının, kamu-özel ortaklıkları yoluyla devasa konut projelerine girişilmesi yanında tüketim toplumunu teşvik eden donatı alanlarının çeşitlendirilmesi gibi hedeflerin öne çıktığı görülür. İstanbul’un küresel ölçekte rekabet gücünü arttırmak için, “merkezde sanayi alanlarının boşaltılmasıyla oluşacak alan kapasitesinin bilgi ekonomisi, kültür endüstrileri ve hizmetler sektörüne yönelik kullanılması”[54] ile İstanbul’un ekonomik açıdan “post-fordist talebe anında cevap verebilen” bir şehir olmasının hesaplandığı; bu yaklaşımın ise, ulaşım, lojistik ve altyapı atılımları sayesinde şehrin çok merkezli yapıya kavuşturulması ile desteklenmesinin planlandığı dikkat çeker.[55]

Planın faydalandığı hesaplama formu, doğal yapı, ekonomik yapı, sosyal yapı ve kurumsal yapı başlıkları altında yürütülen SWOT analizi, toplumsal, siyasal ve ekolojik sorunsalların işletmenin taban aritmetiğinde teknikleştirilmesine zemin hazırlar.[56] Swot analizi, 1960’larda Albert Humphrey’nin Amerika’daki ilk beş yüz şirketin performanslarını arttırmak üzere, ele alınan ticari girişimlerin güçlü ve zayıf yönleri yanında önlerine çıkabilecek fırsatlar ve tehditleri değerlendirmek üzere geliştirilmiştir. İşletmeciler tarafından bile zayıf kuramsal temelleri, fazlası ile çıktı odaklı mekanik yaklaşımı dolayısıyla eleştirilen;[57] öncelikleri belirlemek yönünde hiçbir kılavuzluk sunmadığı ileri sürülen bu hesaplama formu,[58] nitekim muğlâklığını ve bir şehrin planlamasında faydalanılmak için ne denli yetersiz olduğunu çok geçmeden gösterir. İÇDP’nin kendisine koyduğu limitler, takip eden nazım imar planları ile kolaylıkla aşılır. Planın, arasındaki dengeleri gözeteceğini belirttiği toplum-doğa-ekonomi üçlüsünden ilk ikisinin görmezden gelinmesine fırsat bıraktığı her aralık kapı, çok geçmeden ardına dek açılır. AKP’nin 2011 Genel Seçim Programı’nda karşımıza çıkan mega projeler, İstanbul Çevre Düzeni Planı’nı aratır. İmara açılarak rantı yükseltilen kamusal ve doğal alanlar, yasal süreçler by-pass edilerek, “ihale oldu bittisi” ile hızla ulusal ve uluslararası sermayedarlara aktarılır.

İstanbul’un doğu-batı aksında konumlanması ve kuzeye doğru yayılmaması gerektiğini veri kabul eden İÇDP’de yürütülen SWOT analizinde bile İstanbul’u ayakta tutan kuzey kesimlerin doğal ve kırsal karakterinin kaybedilmesine; geri dönüşü olmayan bir kentsel büyüme ve sürdürülebilir eşiklerin aşılmasına yönelik bir tehdit olarak nitelenen 3. Köprü Projesi, bu “oldu bitti”nin güzide örneklerinden sadece birisidir.[59] Mega projelerin hepsinde bir ekonomik değer taşımayan ekosistem fonksiyonları ile Çevresel Etki Değerlendirme Raporları’nın her fırsatta by-pass edilmeye gayret edildiği[60]; yürütmeyi durdurma kararlarının görmezden gelinerek inşaatlara devam edildiği; üstelik “Hazine Müsteşarlığı Tarafından Gerçekleştirilecek Borç Üstlenimi Hakkında Yönetmelik” ile 1 milyar liranın üzerindeki Yap-İşlet-Devret projelerine, Hazine garantisi getirilerek, 3. köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul gibi projelerin ortaklarının borçlarının vergi mükelleflerine yıkıldığı görülür.[61] Bu projelerin inşaatlarında yaşanan iş cinayetlerinin bilançosu ise her geçen gün kabarmaktadır.

-IX-

İstanbul’un “mülk/hak sahibi olanları” ile buraya çekilmesi hedeflenen uluslararası hizmet sektörünün bileşenlerinin steril yaşam beklentilerine göre yeniden düzenlenmeye gayret edildiği 2000li yıllarda, inşaat-emlak-finans sektörlerinin işbirliği doğrultusunda, kredi sistemlerinin teşviki ile borçlandırılan, böylece mülk ve dolayısıyla hak sahibi kılınan toplum kesimleri ile, borçlandırılamazlarsa gözden çıkarılan ve değerleri yükselecek arsalardan alınıp şehrin çeperlerine sürülen toplum kesimlerinin ayrıştırılması, iktidarın disiplin kipindeki mekansal stratejilerini (mimari, hiyerarşi ve bölüşüm) gözler önüne serer.[62] Bu ayrıştırma çerçevesinde, mülk ve hak sahipleri İstanbul’un gelişme akslarına yerleştirilen ve içinde alışveriş merkezleri, sağlık ve spor merkezleri, restoranlar gibi tüketim odaklı donatı alanları barındıran rezidanslar ve “güvenlikli” sitelere yerleştirilirken; mülksüzleştirilenler, şehrin çeperlerine itilir. “Yoksulluk artık, çözüm bulunması gereken bir sorun değil, göz önünden kaldırılması gereken bir patoloji gibi algılanmakta…yoksullar…damgalanmakta, ötekileştirilmekte, kriminalize edilmekte ve nihayet tahliye ile kent dışı alanlara yönlendirilmektedir.”[63] Şehrin mutenalaştırılmasına, bir başka deyişle, “şehrin hizmet sektöründe çalışanların tüketim mabedine dönüşmesine,”[64] çöküntü alanı, sefalet mahallesi, çarpık kentleşme temaları etrafında öbeklenen destekleyici güvenlikleştirmeler doğrultusunda “harcanabilir ilan edilen,” “siyasallaştırılan” yaşamların şehrin çeperlerine sürülmesi eşlik eder. Bu yaşamlar, şehrin onlara ihtiyaç duyduğu zamanlarda ve belirli işleri yapmak üzere şehre ileride davet edilmek üzere yedekte ucuz işgücü stoku olarak çeperlere sabitlenerek ekonomikleştirilirler de.[65] Günümüzde, milyonlarca insanın yaşamı, bu tür bağımlılıklar yaratılarak radikal bir işlevselliğe hapsedilmektedir.[66]

Daha somut söylenirse, “Ayazma, Sulukule, Tarlabaşı, Gülsuyu/Gülensu ve giderek Gazi ve 1 Mayıs mahalleleri…kente olan haklarını ilelebet kaybetmekteyken…özel sektör, TOKİ ile el ele boşaltılmış…kentsel bölgelerin kullanım hakkını…finansal sisteme dahil olmayı dört gözle bekleyen yeni orta sınıflara ve beyaz yakalılara transfer etmektedir.”[67] Rant amaçlı küresel ve yerel sermayeyi ve yukarıda bahsi geçen kurumsal aktörleri bir araya getiren sorunsallaştırma, Erbatur Çavuşoğlu’nun yerinde tespiti ile, ülkemizde “konuta hücumun en yukarıdan en aşağıya – mühendisler, CEO’lar, emlakçılar, reklamcılar, [müteaahitler, mimarlar] – her mensubunu,” bir “inşaat tarikatına kusursuz bir imanla bağlar.”[68] İstanbul’un iltimas ve yolsuzluk üzerinden işlediği 17 Aralık sürecinde netleşen dönüşüm süreçlerinde, “siyasi kadrolarla doğrudan yakınlık derecesine göre rantın ve kazancın belirlendiği,”[69] “merkezi konumları tutan ekonomik ve siyasal aktörlere ihaleler, kamu arazileri, ayrıcalıklı imar hakları, imtiyazlar verilirken, çeperlere doğru gidildikçe…yoksulluk yardımları ve iş sağlama”[70] biçimini alan pasta dilimleri ile “‘çalıyorlar ama çalışıyorlar da’” diyebilen geniş kitleler üretilir. Başka türlü söylersek, neoliberal özne yeri geldiğinde, “modernliğin, kentliliğin…toplumda saygın bir konumun öncelikle sahip olunan konut aracılığıyla mümkün olduğunu, gazete, dergi, dizi, film, reklam vb. tüm araçlarla pompalayan” medyanın algı yönetimi, yeri geldiğinde din sömürüsünün “biz ve onlar” ayrımına dayanan söylemleri ile ekonomik istikrarın endekslendiği inşaat lokomotifine eklemlenir ve konuta hücuma kışkırtılır. Biat etmeyenler ise baskı, tahakküm ve disiplinci mekanizmalarla toplumsal yaşamın çeperlerine itilir. İş cinayetlerinde yaşamlarını yitirenler ve “yerlerinden edilen muhtaç kişilerin yazgısı” belli ki inşaat tarikatının mensuplarını “ilgilendirmemektedir.”[71]

-X-

2000li yıllarda İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçlerinin yönetim analitiği, inşaat, finans, hizmet sektörlerinden, ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerine, ulaşım ve altyapı yatırımları, kültür, turizm ve spordan tüketime ve medyaya uzanan çok çeşitli alanları, “girişimcilik”, “marka-şehir”, “yerel kalkınma”, “iyi yönetişim”, “risk” gibi işletme kategorileri üzerinden, yasal-kurumsal düzenlemeler ve reform programları ile birbirine bağlayan bir yönetim rejimini belirginleştirir. Bu yönetim rejiminin koşulu ve ürünü olan bilgi formları ve reform programları, toplumsal, siyasal ve ekolojik sorunsalların konu dışı kılınarak, piyasanın formel prensiplerinin toplumun genel yönetim sanatında yaygınlaştırılmasının hedeflediğini gözler önüne serer. Başka türlü söylersek, Türkiye’de neoliberal düzenekler bütünü, fütursuz, plansız, hukuksuz, toplumsuz, denetimsiz uygulamalar ile, ülke çapında daha önce görülmemiş bir ekolojik yıkım ve toplumsal gerilim yaratan, kendinden menkul bir ekonomik kalkınmanın ve uluslararası rekabetin gereği olarak sunulan bu yönetim rejimi üzerinden tesis edilmektedir. İstanbul’un, bu sorunsallaştırma doğrultusunda, “emlak spekülasyonuna, alışveriş merkezi furyasına ve…beton yığınlarının inşasına dayalı açgözlü bir vizyona” kurban edildiği; “hem kent merkezinin, turizm, finans ve kültür kenti iddiaları ile İstanbullular’dan koparıldığı, hem de kuzey ormanlarının istilasının emlak rantı için elzem” görüldüğü netleşir. [72] Bir yandan, şehrin ekolojik doğal eşikleri aşılmakta; çevre-dostu şehircilik olasılıkları dışlanmakta: ekolojik “yaşanabilirlik” kavrayışının peyzaja indirgendiği bir kentsel dönüşüm gözetilmektedir. Diğer yandan, İstanbul’un turistik bir kiçe dönüşene dek dekorlaştırılmasının hesabını yapan kurnaz müteahhidin renkli hayal gücü, “tarihi görünümlü…çelişkisiz, pürüzsüz, yassı, temiz bir görüntüsü” olan “çakma bir şehir” üretmektedir.[73]

Toprak, sermaye, mimari, bölüşüm, hiyerarşi yanında, dolaşım, olasılık ve risk temaları eksenine de 2000li yıllarda yerleştirilen İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçleri, devlet-piyasa-toplum-birey arasındaki ilişkilerin, “güvenlik mekanizmalarının güvenliğini sağlamak” üzere tesis edilmeye çalışıldığını ve siyasetin uygun biçiminin de buna göre şekillendiğini netleştirir. Dardot ve Laval’ın yerinde tespiti ile, “kamusal eylem karlılık ve üretkenlik ölçütlerine uyum sağlar; yasa değersizleşir; yürütme güçlenir; prosedür değer kazanır, polisin yetkileri her türlü adli denetimi aşma eğilimi gösterir.”[74] İstanbul, bu çerçevede, mekânsal düzenlemeler üzerinden siyasallaştırılan ve ekonomikleştirilen yaşamın müdahale ve mücadele alanı olarak karşımıza çıkar. Devlet aygıtlarını saran nepotik yapılanmanın hedeflediği nemalanmayı sağlayabilecek kadar dolaşımın – “otoyollarda arabaların, bankalarda paraların, bilgisayarlarda bilginin, alışveriş ve eğlence mekânlarında insanların dolaşımının”[75] her daim sürdürülmesi için aralıksız yapılması gereken düzenlemeleri sekteye uğratabilecek hiçbir toplumsal, siyasal ya da ekolojik sorunsallaştırmanın ifadesine fırsat verilmemesi, bütün bu süreçlerin içinde geliştiği hızın ve hazır şablonların üstlendiği taktiksel görevi ve mevcut cumhurbaşkanının, parti-devletin polisinin öldürdüğü çocukların yaşamlarını borsaya endeksleme cüretini göstermesinin nedenlerini açık eder.

2000li yıllarda İstanbul’un kentsel dönüşüm süreçlerinin yönetim analitiği, son kertede Foucault’yu haklı; kendilerini, AKP’nin, askeri vesayete son vererek, Türkiye’de, tıpkı Batılı ülkelerde olduğu gibi, sivil toplumu güçlendirecek bir demokratikleşme sürecinin taşıyıcısı olduğuna inandıran Türkiye’deki liberalleri haksız çıkarır. Neoliberalizme sadece bir ideoloji olarak karşı çıkmak, neoliberalizmin stratejik mantığının temel ilkesi “güvenlik mekanizmalarının güvenliği” olduğu için yeterli değildir. Dardot ve Laval’in dikkat çektiği üzere, “neoliberal normun, hiçbir şeyi değiştirmeksizin birbirleri ardına hükümete gelen son derece farklı siyasi partilerce paylaşıldığını, birbirlerinden çok farklı toplumsal ve profesyonel gruplar tarafından uygulandığını” hatırlamak bu yetersizliğin yeter kanıtını sunar.[76] Neoliberalizmin özneleşme formlarını ve toplumsal ilişkileri nasıl dönüştürdüğüne odaklanmak gerekir zira Read’in yerinde tespiti ile, “kolektif dönüşüm fikri, herşeyden önce, kendisinin girişimcisi olan bireylerden oluşan bir toplumda olası değildir.”[77] Neoliberal düzeneğin toplumun üyelerinin biraya gelebilme yeteneğini korkutucu bir risk olarak tanımlaması, bu pratiklerin hayata geçirdiği başka türlü dünyanın dayanışmacı nitelikleri sebebiyledir. Bir karşı-davranış (counter-conduct) – “bu biçimde…, bu prensipler adına, bu hedeflerin peşinde ve…bu prosedürler üzerinden… yönetilmeme iradesi”[78] – olarak Gezi Protestoları, tam da toplumun üyelerinin biraya gelebilme yeteneğinin olumsal açılımlarına ışık tutarak, neoliberal norm ve bu normu yaymaktan nemalanan özne, kurum ve organizasyonları sarsmış; parti devleti modelinin çerçevelediği politeuma – “yönetim, siyasi faaliyetin kurumsallaşmış biçimleri, düzen, kurum ve kurallar” ile politeia – “siyasi faaliyet, kurma eylemi” – ile arasında giderek açılan “çatlağı” imlemiştir.[79]

 

DİPNOTLAR

[1] Bu makale, TÜBİTAK-BİDEB Yurtiçi Doktora Sonrası Araştırma desteği ile Boğaziçi Üniversitesi’nin kütüphane olanaklarından faydalanılarak, Doç. Dr. Biray Kolluoğlu ve Doç. Dr. Zeynep Gambetti’nin danışmanlığında, Doç. Dr. Murat Yalçıntan’ın gözetmenliğinde, Nisan 2012 – Temmuz 2014 tarihleri arasında yürüttüğüm doktora sonrası araştırmam çerçevesinde ulaştığım sonuçlardan derlenmiştir.

[2] Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı, (çev.) Özge Çelik, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2009.

[3] Walter Benjamin, Tek Yön, (çev.) Tevfik Turan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 6. B., Şubat 2013, s. 23.

[4] Giorgio Agamben, “Dispozitif Nedir?,” Dispozitif Nedir?/Dost, (çev.) Ekin Dedeoğlu, Monokl, İstanbul, 1.B., Mart 2012, s.13.

[5] Ulus Baker, “Devlet İyiliği Temsil Eder, İyilik Yapmaz,” Hayvan Dergisi, 5 (39), s.52,

[6] Michel Foucault, “The Confessions of the Flesh,”Power/Knowledge Selected Interviews and Other Writings (1972-1977), (ed.) Colin Gordon, (transl.) Colin Gordon, Leo Marshall, John Mepham, Kate Soper, Pantheon Books, New York, 1980, s. 194.

[7] Ibid., s. 195.

[8] Ibid., s. 196.

[9] Agamben, op.cit., s. 16.

[10] Ibid., s. 31.

[11] Giorgio Agamben, “Metropolis,” (deşifre ve çeviri) Arianne Bove, Son Erişim: 18 Nisan 2015.

https://voidmanufacturing.wordpress.com/2008/09/08/giorgio-agamben-the-city-the-plague-foucault-ungovernableness-etc/

[12] Michel Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus: Collège de France Dersleri 1977-1978, (çev.) Ferhat Taylan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1. B., Aralık 2013, s.13-22.

[13] John Pløger, “Foucault’s Dispositif and the City,” Planning Theory, 7(1), 2008, s.61.

[14] Ibid., s.64.

[15] Foucault, op.cit., s.19-20.

[16] Foucault’dan aktaran Pløger, op.cit., s.65.

[17] Foucault, op.cit., s.22-23.

[18] Stuart Elden, “Rethinking Governmentality,” Political Geography, No.26, 2007, s.30.

[19] Michel Foucault, The Birth of Biopolitics Lectures at the College de France 1978-1979, (ed.) Michel Senellart, François Ewald, Allessandro Fontana, (çev.) Graham Burchell, English series editor: Arnold J. Davidson, Palgrave, Macmillan, 2008, s. 131.

[20] Ibid., s. 121.

[21] Marius Gudmand-Høyer & Thomas Lopdrup Hjorth, “Review Essay: Liberal Biopolitics Reborn,” Foucault Studies, No 7, September 2009, s. 118.

[22] Graham Burchell, “Liberal Government and the Techniques of the Self,” Foucault and Political Reason: Liberalism, Neo-liberalism and Rationalities of Government, (ed.) Andrew Barry et. al., University of Chicago Press, Chicago, 1996, s. 27-29.

[23] Pierre Dardot ve Christian Laval, “Sonuç: Liberal Demokrasinin Tükenişi,” (çev.) Işık Ergüden, Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme, (çev.) Işık Ergüden, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1.B., Temmuz 2012, s. 410, 412, 418 dp31.

[24] Pierre Dardot, Christian Laval, Ferhat Taylan, “Söyleşi: Neoliberal Normlar ve Ortaklığın Politikası Mayıs 2012,” Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme, (çev.) Işık Ergüden, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1.B., Temmuz 2012, s. 451.

[25] Foucault, op.cit., s. 148; Burchell, op.cit., s. 27.

[26] Gudmand-Høyer & Hjorth, op.cit., s. 123.

[27] Dardot ve Laval, op.cit.

[28] M. Dillon ve Lobo-Guerrero, “Biopolitics of security in the 21st century: an introduction,” Review of International Studies, 34 (2), 2008, s. 268.

[29] Pat O’Malley, Lorna Weir ve Clifford Shearing, “Governmentality, Criticism, Politics,” Economy and Society, 26 (4), 1997, s.504.

[30] İmre Azem, Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir, 2011, https://www.youtube.com/watch?v=maEcPKBXV0M.

[31] Mitchel Dean, Governmentality: Power and Rule in Modern Society, London, Sage Publications, 1999, s. 20-38; Bröckling et.al., Governmentality: Current Issues and Future Challenges, Routledge Studies in Social and Political Thought, 2010, s. 12-18.

[32] Judith Revel, Foucault Sözlüğü, (çev.) Veli Urhan, Say Yayınları, İstanbul , 1. B., 2012, s. 108.

[33] World Bank, “Urban policy and economic development: an agenda for the 1990s,” Washington, DC, 1991; “World Bank participation sourcebook,” Washington, DC, 1995; United Nations, “Preparatory committee for the United Nations Conference on Human Settlements (Habitat II): draft statement of principles and commitments and global plan of action. The Habitat Agenda, October 1995; United Nations Centre for Human Settlements (HABITAT), “An urbanizing world: global report on human settlements,” Oxford University Press, Oxford, 1996; United Nations Development Program, “Human development report,” Oxford University Press, New York, 1996.

[34] “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı,” 2001, http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/fc5a4a1a-63d9-4de3-bb8b-d56a61409df6/program+(1).pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=fc5a4a1a-63d9-4de3-bb8b-d56a61409df6.

[35] Tarık Şengül, “Bir Savaş olarak Siyaset ve Savaş Meydanı olarak Kent,” Redaksiyon, No.6, Şubat 2014, s. 11.

[36] Murat Cemal Yalçıntan, “Yeni Sermaye Birikim Rejimleri ve Kentleşme Süreci,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s. 28.

[37] İlgili metin için, Bkz: http://www.akparti.org.tr/site/akparti/2023-siyasi-vizyon#bolum_

[38] Diğerleri; sosyal politikalar, çalışma hayatı ve sosyal güvenlik, sağlık, eğitim ve kültür, ekonomidir. Bu başlıklardan her biri, bu çalışma çerçevesinde, birer yönetim rejimi tesis etmekte ve tüm bu yönetim rejimlerini işleten norm neoliberal kritiğin kaygılarını paylaşmaktadır.

[39] İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Faaliyet Raporu 2005, s. 175.

[40] Çare Olgun Çalışkan, “İktidarın Kentleşme Mevzuatı,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s. 34-41.

[41] Osman Balaban, “Planlama ve mimarlık ekseninde TOKI uygulamaları,” TMMOB Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildiriler Kitabı, TMMOB Yayınları, Ankara, 2009, ss. 93-115; Cevat Geray, “AKP ve Konut: Toplumsal Konut Yöneltisi Açısından TOKİ Uygulamaları”, AKP Kitabı, Phoenix Yayınları, 2. B., Ankara, 2010, ss. 743-753.

[42] Osman Balaban, “İnşaat Sektörü Neyin Lokomotifi?,” Birikim, No. 7,2011, ss. 24-25.

[43] İstanbul özelinde Ali Sami Yen Stadı, Likör Fabrikası, Ataköy Sahili, Zincirlikuyu Karayolları Arazisi, Bayrampaşa Cezaevi, Levent İETT Garaji sayılabilir.

[44] Erbatur Çavuşoğlu, “İslamcı neoliberalizmde inşaat fetişi ve mülkiyet üzerindeki simgesel hâle,” Birikim, No. 270, 2011, s. 44.

[45] Jean-François Pérouse, “Kentsel Dönüşümün Yaygınlaştırılması ya da Suskun Çoğunluğun Acımasız Zaferi,” Milyonluk Manzara: Kentsel Dönüşüm Resimleri, İletişim Yayınları, 1. B., İstanbul, 2013, s.53. Bkz; İstanbul Bültenleri. Temel atma ve açılış törenlerinin imajlarıyla dolu olan bu yayınlar, “gerçek yerel kalkınma” kisvesi altında sunulan, risk söylemleri ile bezenen kentsel dönüşüm süreçlerinin kurumsal yapısını yönlendiren emir-komuta zincirinin mensuplarını gözler önüne serer.

[46] UEFA Şampiyonlar Ligi Finali’nden, 27. Kıtalararası İstanbul Avrasya Maratonu, Moto GP’ye, Formula 1’den, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olma sürecine ve Olimpiyat adaylığına uzanan geniş bir yelpaze. Bkz; Sibel Yardımcı, Kentsel Değişim ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da Bienal, İletişim Yayınları, Istanbul, 2005.

[47] İstanbul Bültenleri, Eylül 2006: “KİPTAŞ yeni bir yaşamın kapısını aralıyor”; Ekim 2006: “Gecekondu fiyatına modern binalar”….

[48] “730 gündür hız kesmeden devam” (Mart 2006), “2,5 yılda bir rekora imza attık: 103. Kavşak hayırlı olsun” (Ekim 2006), “47 yeni açılış daha….hayırlı olsun” (Temmuz 2007)…

[49] AKP döneminde İBB’nin sergilediği dinî eğilimlerin geri planına giriş mahiyetinde bir değerlendirme için, Bkz; Ali Ekber Doğan, “RP’den AKP’ye…İslamcı Belediyeciliğin Ekonomi-Politiği,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s.389-394.

[50] Toplum için Şehircilik Platformu, 13 Şubat 2009 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 103 sayılı kararı ile kabul edilen ve 15 Haziran 2009’da yürürlüğe giren 1/100.000 Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın (İÇDP), 2007 yılında Michigan Üniversitesi’nde üretilen “Yeni İstanbul” projesine yaslandığını ortaya çıkarmıştır. Bkz; http://www.arkitera.com/haber/index/detay/michiganda-pisti-istanbula-dustu-nazim-akkoyun-htarik-sengul/8501

[51] “İstanbul için çalışmalar hız kesmeden devam ediyor” (Temmuz 2005); “İstanbul’un geleceğe yürüyüşünü hızlandırıyoruz” (Kasım 2005); “730 gündür hız kesmeden devam” (Mart 2006); “İlçe ilçe, belde belde hız kesmeden devam” (Ağustos 2006); “Büyükşehir az zamanda büyük işler başardı” (Ekim 2006); “Yeni açılışlar, yeni yatırımlarla hız kesmeden devam” (Aralık 2006), 2007); “Hız kesmeden dev yatırımlara devam” (Kasım 2007)…

[52] Dean, op.cit., 30-31.

[53] Erbatur Çavuşoğlu, “İstanbullular! 3 Vakte Kadar bir Yolunuz Var…,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, ss. 373-378.

[54] İstanbul Çevre Düzeni Planı, 2009, s. 574.

[55] Ibid., s.573.

[56] Ibid., s. 347.

[57] David W. Pickton ve Sheila Wright, “What is swot in strategic analysis?” Strategic Change, No.7, 1998, s.101-102.

[58] Marilyn M. Helms ve Judy Nixon, “Exploring SWOT analysis –where are we now?A review of academic research from the last decade,” Journal of Strategy and Management, 3 (3), 2010, s. 237-238.

[59] Bkz: Mülksüzlestirme Projeleri, http://www.mulksuzlestırme.org

[60] Aysun Koca ve Nilüfer Dünya, “Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) Tehdit mi Fırsat mı?,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, ss. 443-449.

[61] Elif Tuğba Gürkan, “AKP’nin Borcu Halkın Borcu!,” Arkitera, 2014, http://www.arkitera.com/haber/20910

[62] Pérouse, op.cit., s.55; Osman Balaban, “Mortgage Neyi Çözer?”, Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, ss. 152-156; Tuna Kuyucu, “Bir Paradoks olarak Türkiye’de Kentsel Dönüşüm ve Toplu Konut Politikaları, Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s.201; İmre Azem (yön.) Lamekan: Metalaşan Kentin Çöküşü, Nisan 2015, https://vimeo.com/121571288

[63] Alev Erkilet, “’Hakikat Oyunları’nın bir Parçası olarak Kentsel Çöküntü Söylemi,” Milyonluk Manzara: Kentsel Dönüşüm Resimleri, İletişim Yayınları, 1. B., İstanbul, s.90; Ayfer Bartu-Candan ve Biray Kolluoğlu, “Emerging Spaces of Neoliberalism: A Gated Town and a Public Housing Project in İstanbul,” New Perspectives on Turkey, No. 39, 2008, ss. 5-46.

[64] Azem, op.cit., 2011. Bir “tüketim mabedi” olarak İstanbul’un

[65] Zeynep Gambetti, “İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi,” İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:40, Mart 2009, ss.145-166.

[66] Etienne Balibar, “Şiddet, Siyaset, Medenililik,” Günümüz Dünyasında Siyaset, Şiddet Sürgün Uluslararası Kolokyumu, 7 May, Fransız Kültür Merkezi, Yayımlanmamış Seminer, 2014.

[67] Sinan Gülhan, “Devlet Müteahhitliğinden Gayrimenkul Geliştiricilerine Türkiye’de Kentsel Rant ve Bir Meta olarak Konut Üreticiliği Konuta Hücum,” Birikim, No. 270, 2011, s. 31; Çavuşoğlu, op.cit., 2011, s. 44.

[68] Erbatur Çavuşoğlu, “Düzenin Harcı ve Tuğlası: İnşaat Sektörü,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s. 32.

[69] Aslı Aydın, “Neoliberalizmin Rekabet ve Birikim Stratejisi: Yolsuzluk,” Redaksiyon, No.6, Şubat 2014, s. 14.

[70] Tarık Şengül, “Bir Savaş olarak Siyaset ve Savaş Meydanı olarak Kent,” Redaksiyon, No.6, Şubat 2014, s. 12.

[71] Pérouse, op.cit., s. 51; Cihan Uzunçarşılı Baysal, “Kentsel Dönüşümde Nasıl bir İnsan Hakları Savunuculuğu…”, Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, ss.250-253.

[72] Azem, op.cit., 2011.

[73] Pérouse, op.cit., s. 53.

[74] Dardot ve Laval, op.cit., s. 411.

[75] J. Friedman’dan aktaran Cihan Uzunçarşılı Baysal, 3. İstanbul Kent Sempozyumu, TMMOB, Şişli Kent Kültür Merkezi, İstanbul, 22-23 Kasım 2013.

[76] Dardot ve Laval, op.cit., s. 415. Hatırlatmak gerekirse, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, CHP’nin şimdilerde Ekonomi Bakanlığı teklif ettiği Kemal Derviş’in ülkemize nadide bir armağanıdır. 2005’te çıkarılan 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun, Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde veto edilmeden geçirilmiş sayılı yasalardan biridir ki CHP bu kanunu yargıya taşımamıştır. Bkz: Aysun Koca, “Kentsel Dönüşümün Dönüşümü,” Kentleri Savunmak: Mekan, Toplum ve Siyaset Üzerine, Notabene, İstanbul,2.B., 2014, s. 43.

[77] Jason Read, “A Genealogy of Homo Economicus: Neoliberalism and the Production of Subjectivity”, Foucault Studies, S. 6, 2009, s. 36

[78] Michel. Foucault, “What is critique,” The Politics of Truth, (ed.) S. Lotringer, trans. L. Hochroth & C. Porter, Los Angeles, CA, Semiotext(e), s. 44.

[79] Aykut Çelebi, “Doğrudan Demokrasi ya da Temsili Hükümet Modelinin Demokratikleştirilmesi Üzerine,” Demokratik Anayasa: Görüşler ve Öneriler, (hazl.) Ece Göztepe ve Aykut Çelebi, Metis Yayınları, 1. B., İstanbul, 2012, s. 468.