Ayrıntı Yayınları, yakın tarih serisine başladı geçtiğimiz yıl ve bu doğrultuda siyasal tarihin çeşitli dönemlerine şahitlik eden ve pek çoğu anılardan oluşan kitaplar yayımladı. Bunlardan bir yenisi de Tuncer Sümer’in tanıklığında, Enis Rıza ve Ebru Şeremetli’nin hazırladığı “Erikler Çiçek Açınca” oldu. Tuncer Sümer, THKO’nun dağ kadrosunda liderlik yapmış, yıllarca devrimci mücadelenin içerisinde yer almış efsane isimlerden birisi. 68 Kuşağı’nın delikanlısı Sümer’le geçmişe doğru kısa bir yolculuk yapmak istedim. Kitapta bulabileceğiniz detayların yanı sıra bu röportaj, Tuncer Sümer’in Diyarbakır, Mamak ve Niğde cezaevlerinde yaşadıklarına ve hapisten çıktıktan sonra hayata tutunma mücadelesine de küçük bir ışık tutmayı amaçlıyor. 68 kuşağını silaha iten sebepler, Filistin maceraları, ülkeye dönüş, hapishane günleri ve yitip gidenlerin ardından kalan puslu anılar sizleri bekliyor.
Bu arada Nurhak’ın belgeselinin sevgili Enis Rıza önderliğinde yapım aşamasında olduğunu sizlere söyleyeyim. Bir de kitapla aynı ismi taşıyan Erikler Çiçek Açınca isimli kısa film çalışması 2010’da Altın Portakal özel gösteriminde ilgilisiyle buluşmuştu. Bu on kişilik ekip çalışmasını da belki izlemek istersiniz. Yakın tarihe ilişkin verimlerin daha da artması dileğiyle…
Serap ÇAKIR: 68 kuşağı gençlerinin silah kullanmaya doğru itildiğini düşünüyor musunuz? Gençlerin o dönemde hükümetten talepleri var, onlar gerçekleşmeyince mi dağa gitmeye karar verdiniz? Ne oldu da elinize silah alma zorunluluğu hissettiniz?
Tuncer SÜMER: Aslında o kadar basit değil. Bizim dağa çıkışımızı anlamak için dünyaya ve Türkiye’ye bakmak lazım. 60’lı yılların tümünde bir kalkışma var dünyada. Latin Amerika ülkelerinin hemen hepsinde gerilla mücadelesi var. Afrika’nın hemen hepsinde sömürgecilere karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri var. Uzakdoğu’da Vietnam savaşı var. Avrupa da bile silahlı hareketler var. Baader-Mainhof Grubu[i] var, Dutschke[ii] diye bir aktivist var.
Serap ÇAKIR: Peki ya Türkiye?
Tuncer SÜMER: Dünyanın dört bir yanındaki kalkışmalardan Türkiye gençliğinin, Türkiye devrimcilerinin etkilenmemesi mümkün değil. Aynı zamanda ülkede o yıllarda hem siyasi hem ekonomik bir istikrarsızlık var. 60’lı yılların başından sonuna kadar bir sürü işçi grevi var. Kavel Grevi[iii], Sungurlar Grevi[iv] unutulmaz etkinlikte grevler. Köylülere bakıyorsunuz, Türkiye’nin birçok yerinde toprak işgalleri sürüyor. Memurlarda da bir memnuniyetsizlik var. Zaman zaman memurlar, hukukçular, öğretim üyeleri, öğretmenler yürüyor. Üniversite işgalleri, boykot ve öğrenci talepleri var.
Serap ÇAKIR: Devrimci gençlik bu hareketlerin neresinde peki?
Tuncer SÜMER: Elbette bu kalkışmanın içerisinde devrimci geçlik var. Devrimci gençliğe karşı da devlet ve devletin organize ettiği silahlı bir grup var, ülkücüler. O zamanki ülkücü gençlik diyelim. Ne yapıyor bu ülkücü gençlik? Devlet eliyle kamplarda eğitiliyor. Ülkücü gençlik silahlı eğitim gördü. Karate, judo, yakın dövüş eğitimi aldılar ve bizim üzerimize gönderildiler. Bunlar cinayet işlemeye başladılar. Bizim normal demokratik bir eylemimizi dahi silahla taramaya, insan öldürmeye başladılar.
Serap ÇAKIR: Yani köşeye sıkışmış bir sol gençliği var ortada?
Tuncer SÜMER: Evet, çok sıkıştık gerçekten. Her hangi bir yerde eylem olsa, kargaşa olsa, devrimci gençlerle ülkücüler karşı karşıya gelse, bir bakıyorsunuz polis gelmiş ülkücülerin arkasında onları destekliyor. Tutuklamaya gelince, saldırıya uğrayan bizleri götürüyor.
Serap ÇAKIR: Patlama noktası ne oldu peki?
Tuncer SÜMER: 16 Şubat 1969 Kanlı Pazar! Gerçekten büyük bir olaydır. Orada ülkücü gençlikle, dinci gençliğin, Müslüman gençlik diyorlardı kendilerine, o zaman, ikisinin ortak bir saldırısı vardı. 16 Şubat Kanlı Pazar’dan sonra İstanbul’daki devrimciler kendi aralarında toplanıyor “hep biz saldırıya uğruyoruz bu böyle olmayacak biz de örgütlenmeliyiz” diyorlar. Nasıl örgütlenelim? İşçi partisi var, ona saygı duyuyoruz ama gençliği uzak tutmuş. Bunun üzerine gençler, “silahlı mücadeleye hazırlanalım” diye bir karar alıyorlar. Ayrıca Ankara’da aynı tarihlerde Hüseyin İnan ve arkadaşları da aynı fikir içinde. Komer’in[v] arabası yakılmış, bir sürü insan tutuklanmış, İmran Öktem[vi] olayı var. İstanbul’da ve Ankara’da birbirinden bağımsız aynı fikirler oluşuyor.
Serap ÇAKIR: Nurhak’a çıktınız; malzemeleriniz, dikiş ipliğine kadar var. Ama neden silahlarınız bozuk?
Tuncer SÜMER: Kimseyi suçlamak istemiyorum ama silahları biz Ankara’da İş Bankası Soygunu’ndan[vii] sonra elde edilen paralarla aldık. Bu paraların bir kısmı Teslim Töre’ye verildi. Teslim Töre gitti, Antep’ten kaçakçılardan silah aldı ve bu silahları getirdi. Biz o silahları Teslim Töre’nin evinde loş bir ışıkta, damda temizledik, üzerleri gres yağıyla kaplıydı; kullanılır hale getirdik. Dağda gün ışığında onlara baktığımız zaman hakikaten silahların namlularının çoğunun çatlak olduğunu gördük. O da bizde ciddi bir moral bozukluğu yarattı. Ha şimdi bu iş nasıl olur? Teslim Töre silahları alırken ya oyuna geldi ya dikkat etmedi ya da en kötü ihtimalle kasıt vardı diyebiliriz. Ben kasıt olduğunu düşünmek istemiyorum açıkçası.
Serap ÇAKIR: Dağa çıkmaya karar veriyorsunuz arkadaşlarınızla birlikte. Nurhak’a devrim yapmaya mı gittiniz?
Tuncer SÜMER: Evet devrim yapacaktık, iktidara el koyup sosyalist bir iktidar kuracaktık. Bu da tabi uzun soluklu bir mücadeleydi, ha deyince olacak bir şey değildi.
Serap ÇAKIR: O dönemde çok büyük riskler alarak size yardım eden vatandaşlar var. İsimlerini de yazmışsınız tek tek. Geçmişe baktığınızda bir minnettarlık oluşuyor mu sizde?
Tuncer SÜMER: Ben tahliye olduktan sonra birçoğunu tekrar ziyaret ettim. Enis’le (Rıza) bir Nurhak belgeseli yapmak için dolaştık oraları. Biterse, bu kitabın görsel bir tarihi de olacak.
Serap ÇAKIR: Kaç sene sonra gittiniz Nurhak bölgesine?
Tuncer SÜMER: Esas benim annem Nurhaklı. Dolayısıyla o bölgede ben mimliyim, ne zaman gitsem asker bile “neden geldin” diye soruyor mesela oradaki akrabalarıma. O yüzden uzun bir süre sonra gitmedim o bölgeye. 32 sene sonra gittim.
Serap ÇAKIR: O günlerden kalan bir konu daha var. Mustafa Yalçıner’in günlüğü. Affettiniz mi onu, öfke duydunuz mu ona karşı? Çünkü günlük olmasa pek çoğunuz açığa çıkmayacaktınız.
Tuncer SÜMER: Tabi Yalçıner’e kızdık, (gülüyor) “niye böyle bir günlük tuttun” diye. O da biraz Che Guevara’ya özenmiş. Biz hiç birimiz Mustafa’nın günlük tuttuğunu fark etmedik. Demek ki ya nöbette yazıyordu ya da biz uyuduktan sonra.
Serap ÇAKIR: Her şeyi yazmış mı?
Tuncer SÜMER: Her şeyi değil ama önemli bilgiler vardı içerisinde.
Serap ÇAKIR: O günlüğe ne oldu sonra?
Tuncer SÜMER: O günlük Mustafa yaralandıktan sonra üzerinde bulunmuş, devlet aldı, mahkeme zabıtlarında var o günlük. Benim bir diğer Devrim kitabımda da var.
Serap ÇAKIR: Dağa çıkmadan önce Filistin maceranız var. Kızmazsanız söylemek istiyorum. Sizin Filistin dönüşünüzde sanki büyük bir acemilik söz konusu. Hepiniz ayrı yerlerde, kolayca yakalanmışsınız.
Tuncer SÜMER: Var evet, tamamen acemilik doğru. Rahat rahat gideriz diye düşündük. Önümüze bir engel çıkacağını hesaplamadık; toyca bir şey çocukça, safça bir şey. Kendimize çok güveniyorduk. Ne olursa olsun kolay kolay yakalanmayız diye düşünüyorduk. Yakalansak ne olur diye düşünmedik.
Serap ÇAKIR: ODTÜ’nün efsane odalarına gelelim. 201 ve 202 no’lu odalarda neler oldu?
Tuncer SÜMER: Türkiye halk kurtuluş ordusunun esas temelleri cezaevinde (Diyarbakır’ı kastediyor) atılmıştır, başlangıcı Filistin’e gidiştir. Şekillenmesi cezaevinde olmuştur, eylem de 201-202’de olmuştur. Cezaevinden çıktık oraya yerleştik. Bizim tahliye oluşumuz 8 Ekim 1971’den 4 Amerikalının kaçırıldığı 4 Mart’a kadar 201-202 bizim karargâhımızdı, öyle söyleyebilirim.
Serap ÇAKIR: Sizin bir cezaevi döneminiz daha var. Önce Filistin dönüşü Diyarbakır Cezaevi, sonra Mamak ve Niğde cezaevleri. İki süreç arasında ise dağlar kadar fark var. Diyarbakır’da tamamen devrime odaklısınız ikinci cezaevi döneminde ise, tüm arkadaşlarınız yakalanmış, kimisi idamla yargılanıyor, kimi öldürülmüş. Neler yaşadınız Mamak’ta işkence gördünüz mü?
Tuncer SÜMER: Ben Diyarbakırda işkence gördüm. Mamak’ta ilk yıllarda işkence görmedim, arkadaşlarım da görmediler. Deniz, Yusuf, Hüseyin, Sinan falan efsane olmuştu. Dolayısıyla o efsanelere pek işkence yapamadılar ama Diyarbakır cezaevindeyken işkence gördüm iki defa, falaka yedim.
Serap ÇAKIR: Diyarbakır’dan sonra?
Tuncer SÜMER: Mamak’ta yıllar sonra iki kez işkence gördüm. Birinde isyandan dolayı götürdüler çok haşmetli bir dayak attılar. İkincisinde ise Malatya’da bir grup arkadaşımız silah yakalattı ve nasıl geçtiyse bizim de ismimiz geçti. Aldılar götürdüler on beş gün daha kontrgerillada işkence yaptılar. Yalnız beni değil Tuncay Çelen, ben, Sefa Asım Yıldız, bir de Menteş Eroğlu, dört kişiyi götürdüler. Tam da mahkeme devam ediyorken ve savunma safhasında bizi işkenceye götürdüler. Ben de savunma yapmadım. “İşkenceye izin veren bir mahkemeye savunma yapmam” dedim.
Serap ÇAKIR: İstanbul’da o dönemden görüştüğünüz arkadaşlarınız var mı Tuncer Bey?
Tuncer SÜMER: Var tabi çok. Tayfun Cinemre, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak, Osman Bahadır, Oktay Kaynak, Mete Ertekin, Hasan Ataol, Atilla Keskin, Nuran Ağırnaslı, Ayten Canatan, Gülay Ünüvar, Zeki Gümüşel, Mustafa Karadağ, Cengiz Baltacı ilk aklıma gelen isimler. Hala da çok samimiyiz, birbirimize gider geliriz.
Serap ÇAKIR: Cezaevi süreci bittikten sonra, geçmişiniz size ne gibi zorluklar yaşattı? Mesela devlet dairelerinde problem yaşadınız mı?
Tuncer SÜMER: Oldu tabi, hem de ciddi bir şekilde oldu. Örneğin hangi işe girdiysem ardımdan MİT geldi ve çıkmamı sağladı. Bazılarından başaramadı ama bazılarından başardı.
Serap ÇAKIR: Nasıl geçindiniz, mahpus günleri bittikten sonra?
Tuncer SÜMER: Ben Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyordum, mezun olamadım. Erzurum’a da yetmişli yıllarda gidemedim. Gitmem demek, ismimden dolayı orada pusuya düşürülmem demekti. Mezun olamadım ve bu yüzden çok değişik işler yaptım ayakta kalabilmek için.
Serap ÇAKIR: Ne iş yaptınız mesela?
Tuncer SÜMER: Mesela 1977’de matbaa malzemeleri makinaları satan bir iş yerine girdim. 3.5 ay falan çalıştım orada. Sonra benimle ilgisi olmayan bir başka olaydan dolayı tutuklandım. İşe döndüğümde orada çalışan bir ağabeyimiz vardı o dedi ki “biliyor musun patron seni ne kadar korudu? MİT kaç defa geldi bunu atacaksınız diye atmadık.” Devlet hiçbir zaman bizim yakamızı bırakmadı.
Serap ÇAKIR: O zamandan bu zamana bir yılgınlık yenilmişlik hissi oldu mu içinizde?
Tuncer SÜMER: Kesinlikle olmadı. Çünkü bizdeki inanç gerçekten çok büyüktü.
Serap ÇAKIR: Kaç yaşındasınız Tuncer Bey?
Tuncer SÜMER: 72
Serap ÇAKIR: Devrimci misiniz hala?
Tuncer SÜMER: İnanıyorum. Bizim artık ömrümüz yetmez ama bir gün dünyanın bu zulümden, bu baskıdan, bu kapitalist sistemden, emperyalizmden kurtulacağına inanıyorum.
Serap ÇAKIR: Bizim gibi devrimci gençlere son bir söz alayım sizden.
Tuncer SÜMER: Çağa ayak uydurmaları lazım. Bizim kuşaktan devrimci olup da hala orada sayan arkadaşlarımız var. Ben günümüze ayak uydurulması gerektiğini düşünüyorum. Bu günün gençliği dünyada hızlı bir dönüşümün yaşandığı bu döneme ayak uydurmalı. Ona uygun örgütlenmeler, mücadeleler bulup çıkartmaları lazım.
Söyleşi: Serap ÇAKIR
DİPNOTLAR
[i] Baader Meinhof Grubu: II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan, kendini şehir gerillası olarak tanımlayan Batı Almanya’nın en etkin grubu.
[ii] Alfred Willi Rudi Dutschke: Almanya’da 60’lı yıllara damgasını vuran öğrenci hareketlerinin önde gelen isimlerinden biri.
[iii] Kavel Grevi: 28 Ocak 1963’te Kavel Kablo Fabrikası işçileri iş bırakma ve direniş eylemine başladılar. 35 gün süren direnişin ardından işçilerin grev hakkı 275 sayılı toplu iş sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile yasalara geçti.
[iv] Sungurlar Grevi: 1970 yılında Sungurlar kazan fabrikasının işçiler tarafından işgalidir.
[v] Komer: ABD Büyükelçisi. 6 Ocak 1969’da ODTÜ’de arabası yakıldı.
[vi] İmran Öktem: Yargıtay Birinci Başkanı iken 1 Mayıs 1969’da vefat etmiş, cenaze namazı gericiler tarafından namazının engellenmeye çalışılmış, İsmet İnönü’nün de bulunduğu cenazede pek çok olay yaşanmıştır.
[vii] İş Bankası Soygunu: 11 Ocak 1971 THKO adına yapılan soygun