Adore: Kibele mi Oedipus mu?

Doris Lessing’in ‘Büyükanneler’ adlı kısa romanından yola çıkan senaryoya da katkıda bulunan Anne Fontaine’ in çektiği Adore, Türkiye sinemalarında sadece 4 salonda 1 ay gösterimde kalabilip, toplam 1808 seyirci tarafından seyredilmiş. Dünyada da film eleştirmenlerin ikircikli yaklaştığı seyirciyi de sinema salonlarına çekemeyen bir film olmuş. İmdb notu da göz kamaştırıcı değil. Bu haliyle seyretmek istenmeyecek bir film gibi görünmesi doğal.

Filmle ilgili olumsuzluklar ya da karmaşa bu kadar da değil. Bir türlü adına karar verilemeyen bir film olmuş. Yönetmen ve belki de yapımcılar önce ‘iki anne’, sonra ‘mükemmel anneler’ isimlerini kullanmışlar, hatta Sundance film festivalinde iki anne adıyla gösterilmiş. Ama sonra vizyona Adore, adıyla girmiş. Adore, hem tapılacak olan, tapınma; hem de tutku, tutkulu aşk gibi anlamları kapsıyor. Türkiye’ de ise ‘yasak aşk’ adıyla gösterime sokulmuş. Film için Türkiye’de seçilen isim, filmin kaderini belki de en iyi yansıtanı ya da kadersizliğini. Yaşanan bir değil iki ‘aşk’ var ve sorun tamda bu aşkların yasak olup olmamasıyla bağlantılı.

Naomi Watts adını görüp ya da Lessing’in romanından uyarlandığını öğrenip de seyrettiğinizde sağlam bir yönetmenlik ve oyunculukla işlenmiş bir filmle karşılaşmaktan öte neden eleştirmenlerden seyirciye çoğunluğun filmden uzak durmayı seçtiğini de anlamanız mümkün oluyor. Bu denli ‘tabu’ sayılabilecek bir temayı olağandışı durulukla gösteren filmin neredeyse meşrulaştırdığı bir aşk, tutku ve cinsellik karşısında seyircinin yok sayarak ve beğenmeyerek filmden kendisini uzak tutmaya çabaladığını düşünüyor insan.

Genç bir erkeğin annesi yaşındaki bir kadınla hele de kadın annesinin en yakın arkadaşıyken sevişmesi yasak mıdır? Üstelik kendi annesinin de yattığı kadının oğluyla, en yakın arkadaşı olan diğer genç erkekle, yatmasını doğal bulması, tuhaf mıdır, sapkınca mıdır? Dahası bu sevişmelerin gelgeç değil de uzun yılları bulan bir ilişki olarak sürmesi karşısında ne denilebilir?

Annesi olabileceği genç erkekle yatan anne! Oğlunun en yakın kadın arkadaşıyla yatmasını kabullenen dahası kendisi de aynı şeyi yapan anne!

Daha bu cümleden ensest tabusu, sapkınlık, pornografi, ahlaksızlık kavramlarının çağrışım sağanağıyla bastıran bunaltı hissiyle baş etmek zor. Türkiye’de sanılanın aksine oldukça yaygın olan ve maruz kalanlarda onarılması çok zor ruhsal örselenmelere neden olan bu durumu çağrıştıran bir ilişkiyi doğallaştırdığı suçlamasına maruz kalması anlaşılabilir. Peki kuramsal olarak bir ensestle mi karşı karşıyayız? Ensest nerede başlar, cinsellik kimler arasında olduğunda bu adı alır? Hem zor hem kolay bir soru. Kolay yanıt kan bağı olanlar arasındaki cinsel ilişki yasağı. Zor bölümü ise kan bağının derecesi. Türkiye’de çok yaygın olan kuzenlerarası evlilik Avrupa ve Kuzey Amerikan kültürlerinde ensest olarak kabul ediliyor. Filmdeki aşk ya da tutkulu cinsellik (bu ikisi farklı şeyler mi?) aslında ensest bir ilişki değil. Birlikte olanlar arasında en küçük bir kan bağı bile yok. İki kadının aynı yaşlardaki birbirlerinin oğullarıyla yaşadıkları ve yaşamaktan kendilerini alamadıkları bir ilişkiyi anlatıyor film. Türkiye’de filme yönelik tepkiyi ensest konusunda fikriyle zikri karışık ve iki yüzlü bir ahlaka sahip olmakla açıklamak mümkün. Peki ama Avrupa ve ABD ‘deki reddedişe ne demeli? ‘Oralarda’ olumsuz bulunmasının arkasında sadece estetik sorunlar olduğunu düşünmek akla yakın gelmiyor.

Adore, kadının egemen olduğu bir dünya tasavvuru nedeniyle çoğu insanı rahatsız etmişe benziyor. Sanki kadim zamanların Kibele’sinin mirasını taşıyan iki kadın zamanımızın hem erkeklerini hem de kadınlarını huzursuz etmiş. İlk sahnesinden son sahnesine film iki kadın ve okyanusun egemenliğinde bir dünya kuruyor. Demem o ki başrollerde iki kadın ve okyanusun olduğu diğer herkesin ikincil bile olamadığı, herkesin ve her şeyin onlara tabi olduğu bir dünya izliyoruz. Aynı tema Lessing’in ‘novella’ında da baskın. Lessing’in isim olarak ‘büyükanneler’i seçmesinde de bu ana tanrıça mitine bir gönderme olası.

Roman ve film Avustralya’nın olağanüstü güzel, cennetimsi güneyinde bir sahilde geçiyor. Uçsuz bucaksız ve fakat kıyısı bir akvaryum denli dingin okyanusa yemyeşil orman içinde koşturarak inen neşe içinde iki sağlıklı sarışın kız çocuğunun denize ulaşma coşkusuyla başlıyor film. Sahilde üstlerini atıverip denize dalıyorlar. Kamera, hem suyun altını hem de üstünü gösteriyor. Sanki okyanus değil de hayatın kaynağı, rahim içindeki sıvı gibi. Film boyunca okyanus, rahim eşleşmesi sürekli yineleniyor. Daha ilk sahneden henüz ergenliğin eşiğindeki bu iki kızın yasak olana kayıtsız olmadıkları anlaşılıyor. Okyanus üzerinde bir mikro ada, sığınak gibi duran sabit sala çıktıklarında zulalarından çıkardıkları içkiyle ısınıyorlar.

Aynı sahnede birbirlerine sevgiyle bağlı bakan iki kızın yüzünde önce Lil’ in (Naomi Watts) erişkinliği ve adından Roz’ u (Robin Wright) yakalıyor kamera. Lil’ in kocasının cenaze törenindedirler. İkisinin de o sırada 12- 13 yaşlarında ve tıpkı anneleri gibi çok iyi arkadaş oldukları anlaşılan oğulları Ian ve Tom’ la karşılaşıyoruz. Babasını kaybeden Ian’ ın en büyük destekçileri Roz ve oğlu Tom’ dur.

Bu kez aynı sahile aynı yoldan yüzmeye giden bu iki oğlan olur. Ardından film bir zaman sıçraması daha yapar. Ian ve Tom yirmilerine gelmiş iki yakışıklı delikanlı olarak ortaya çıkarlar. Hayatın devam ettiğini Lil ve Roz’ un arkadaşlığıyla, Ian ve Tom’ un arkadaşlığının aralarına Roz’ un eşi ve Tom’un babası olan Harold’ un bile giremediği mutlu bir dörtlü olarak sürdüğünü anlarız. Görünürde her şey olağandışı bir sakinlik ve sıradanlık içinde akıp gitmektedir. İki aile de şanslıdırlar; eğitimli, kariyerli, sanatla, sporla iç içe sağlıklı, dertsiz tasasız bir ömür sürüp gitmektedir.

Bir gün Harold, Roz’a başka bir şehirdeki üniversitede iyi bir iş teklifi aldığını ve kabul ettiğini söyler. Söylerken hep birlikte taşınacaklarına eminmiş gibidir. Öyle ya evlidirler, erkek/ koca için bir yükselme fırsatı ve erkek/ oğul içinde daha iyi bir üniversite eğitimi demek olan bu iş için karar vermek kolaya benzemektedir. Oysa Roz’ un Harold’ a işin ona teklif edilmesi için önce başvurmuş olmasının gerektiğini ve bu başvuruyu kendisine sormadan yaptığına göre kendi fikrine önem vermediğini söylemesiyle, kararın öyle kolay alınmayacağı ortaya çıkar. Ama sonraki gelişmelerden Harold’ un neden karısına sormadan iş başvurusu yaptığını anlarız. Harold, karısını Lil’ i bırakmak istemediği için gelmek istememekle suçlar. Sadece o sahnede bile evlilik boyunca Harold’ un karısıyla Lil arasındaki ilişkiye dahil olamadığını, Roz’ un gözünde Lil’ den daha önemli olduğunu hiç hissedemediği görülür. Harold, başvurudan Roz’ a o reddedeceği için söz etmemiş gibidir; belki de Roz’ un gelmeyi reddedeceğini içten içe bilerek bir türlü içine dahil olamadığı bu ilişkiden kaçmak için yapmıştır başvuruyu. Sonra Harold gider. Zaten daha sonra yeniden evlenir ve Roz’ la arkadaş olurlar.

Hayat iki kadın ve oğulları için sanki daha rahat hale gelmiştir. Bir gün terasta otururlarken sörften gelen oğullarının bedenlerine takılır gözleri, hayranlıkla bakarlar. Genç tanrılar gibiler, bunları biz mi yaptık, diye inanmazlıkla sorarlar birbirlerine. ‘Biz mi yaptık’, ifadesi o denli sahiplenicidir ki, babalar/ erkekler sanki sadece damızlık olarak kullanılmışlar da gönderilmişlerdir. Sahnenin devamında delikanlıların genç bedenleri kadınları/ anneleri kendi gençliklerine çeker. Birlikte oturdukları kanepede gençlik fotoğraflarına bakarlar. Oğullar bu halleriyle dalga geçerler. Sonra yemekte Roz, Lil’ in oğlu Ian’ ın bakışındaki belli belirsiz erkeği bir an görür. Gözlerini kaçırsa da etkilendiği anlaşılır. Oğlanlar için iki ev tek ev gibidir. Sık sık aynı evde uyuyakalırlar. Bir gece Roz, su içmek için kalktığında kendini tutamaz ve Ian’ın yattığı odaya giderek onun yarı çıplak bedenini seyreder. Ian, uyanıktır, kısa bir konuşma geçer aralarında. Lessing, romanda bu sahnede Roz’ un Ian’ ın ağladığını duyarak odasına baktığını yazar. Bir gece ise Ian, Roz’ un yatağına gelir, ona arkadan sarılır, Roz, kabul eder. Sabaha karşı su içmek için kalkan Tom, annesinin yarı çıplak Ian’ ın odasından çıkışına tanık olur. Ne yapacağını bilemez; okyanusa koşar. Ardından Lil’ in yanına gider ve durumu anlatır ve aynı şeyi yapmak ister. Lil, kısa bir an için hayır diyecek gibi olsa da o da kabullenir.

İki erkek aralarında bu konuyu hiç konuşmazlar. İki kadın ise biraz şaşkındırlar ama Lil, Roz’a hayatında hiç bu denli mutlu olmadığını söyler. Ardından dışarıdan çocukluklarından beri iyi arkadaş olan iki kadın ve oğullarının huzurlu hayatları olarak görülen bir ilişki başlar. Oğullar, geceleri annelerini birbirlerine bırakıp, kadınlarına giderler. Film boyunca kadınlar hep kendi evlerinde yatarlar. Aslolan onlardır. Kasabada kimse bu durumun ayırtında değildir. Kimsenin aklına annelerin birbirlerinin oğullarıyla yattığı gelmez bile. Tersine dedikodu, Lil ve Roz arasında lezbiyen bir beraberlik olduğu yönündedir. İki kadın böyle anılmaktan hiç rahatsız olmazlar. Arada sırada eve dönen Harold bile ilişkinin bu şekline dair en küçük bir kuşkuya kapılmaz. Hayat böyle akıp gider bir süre. Delikanlılar olgunlaştıkça hayat zorlamaya başlar. Tom, kendi tiyatro kariyeri için önemli bir fırsatı yakaladığında reddedemez. Zaten sanki Tom’ un Lil’ le beraber olması annesinin Ian’la beraber olmasına bir tepki gibi başlamıştır. Sanki bu dörtlüyü başlatan Ian’ ın Roz’a olan ve Roz tarafından da hemen kabul edilen ilişkidir. Sanki Lil ve Tom akıllarında, kalplerinde böyle bir arzu hiç yokken başlamışlar ve diğer ikisine ayak uydurmuş gibilerdir. Ancak süreç öyle işlemez. Tom, babasının yanındayken Lil’ i daha çok özlemeye başlar. Hemen yanı başında duran ve onunla olmak için can atan Mary’ i başlangıçta görmez bile. O kadar ki Mary onun eşcinsel olabileceğini düşünmeye başlar. Bu ima Tom’u Mary’e iter ve aralarında bir ilişki başlar. Diğer tarafta ise Lil, Tom’ u çok özlemekte ama elinden bir şey gelmemekte, oğlu Ian geceleri Roz’ un yatağına gitmekte o da yalnızlığıyla kalmaktadır.

Tom bir gün döner ve hiçbir şey olmamış gibi dörtlü hayatlarını sürdürürler. Ta ki ziyarete gelen Harold, yanında sürpriz olarak Mary’i getirene kadar. Olaylar gelişir ve Tom ve Mary evlenmeye karar verirler. Bu evlilik Roz’a Ian’la ilişkisini sonlandırmak ve büyütüp erkek yaptıkları genç tanrılarını dünyaya salmak için bir fırsat olarak görünür. Lil de aynı fikirdedir. Ama her şeyi başlatan Ian bu kararı kabullenmek istemez. Öfkeyle çıktığı sörf tahtasında kaza geçirir. Ağır bir kazadır ve uzun fizik tedavi sürecinde tanıştığı Hannah ile evlenmeyi kabullenmesiyle sonlanır.

Her şey bir düzene oturmuş gibidir. Bir zaman sıçraması daha olur. Genç çiftlerin yine altın sarışını çocukları, büyükanneler ve evli gençler sekiz kişi olmuşlardır. Büyükanneler torunların sahibidirler, anneler bu durumdan hoşnut değillerdir ama söyleyecek bir sözleri de yoktur.

Sonra bir gece Ian, Tom ve Lil arasındaki ilişkinin aslında hiç bitmediğine tanık olur. Bütün o evlilikler, çocuklar, verilen sözlere karşın Lil ve Tom ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Ian’ı çileden çıkarıp diğer kadınların yanında her şeyi anlatmasına neden olan Tom ve Lil’in yalan söyleyerek ilişkilerini sürdürmeleri değil bu süre boyunca kendisinin Roz’dan mahrum kalmış olmasıdır. İki genç kadın duyduklarına inanamazlar ilkin ama gerçek ortadadır. Kaçarak giderler.

Film anneler ve oğulların yüzerek çıktıkları o küçük adada yan yana, mutlu ve huzurlu uzanmalarıyla biter.

Ian’ı Roz’un yatağına iten, babasız büyümenin, rekabet edemediği baba yerine başkasının, en yakın arkadaşının babasını yenerek, onun kadınını alarak tamamlamaya, aşmaya çabaladığı ödipal karmaşasının etkisi midir? Tom, ödipal arzusunun hedefi olan annesinin tıpkı kendisi olan Ian tarafından elde edilmesine duyduğu tepkiyle diğer anneyi ele geçirip, ona sahip olarak, annesinin bir benzerini, annesini mi elde etmiş olmuştur?

Yoksa iki genç tanrıyı Attisleri, Kibele kadınlar mı sahiplenip, büyütüp, erkekleştiriyorlar. Her şeyi başlatan Ian’ın Roz’a bakışı mı, Roz’un Ian da gördüğü erkeğe olan arzusu mu? Lil, çevresinde dönüp duran ve sonunda pes edip lezbiyen olduğunu düşünen Saul ya da daha bir çok erkekle beraber olabilecekken Tom’la olmayı neden kabullenir? Öyle ki ilk adım Tom’dan ve üstelik bir tepki adımı olmasına kaşın o ilişki nasıl olur da Roz ve Ian’ınkinden daha uzun, onlara bile yalan söylemeyi göze alarak ve Tom evlenip baba olduktan sonra da devam eder?

Aşk ve cinsellik neden erkek yaşlı, kadın genç olduğunda rahatsız edici olmuyor da tersi hem kadınların hem erkeklerin tepkisini çekiyor? Kırklarındaki bir kadının cinsel olgunluğuyla yirmilerindeki bir erkeğin enerjisi cinsel aşk için daha uygun ve uyumlu değil mi? Belki de erkeğin yaşlı kadının genç olmasının kültürel kabulü, cinselliği doğurganlık/ doğurabilme eksenine sıkıştırmasıyla ilgili, kim bilebilir? Kadının erkekten yaşlı olmasının dolaysızca annelikle ilişkilendirilmesi de aynı sebepten olabilir.

Filmin sonunda karar verilen adı (adore) tapma ve tutkulu aşk anlamlarını taşıyorsa iki kadın genç erkekleri ‘genç’ tanrılara benzetirlerken belki de bilinçsizce kendilerinin de ana tanrıçalar olduklarını hissediyorlardı. Kibele, için dans eden ve erkekliklerini ana tanrıçaya sunan Attis, Temmuz gençlerine benziyorlar mıydı Ian ve Tom?

Film boyunca oyuncuların sade, sanki heyecansız oyunculukları, konunun durağan akışı, olaylar ne denli gerilimle yüklü olsa da iki kadının olağandışı sakin kabullenişleri de bize bir şey söylüyor gibi. Kadınlar yaşadıklarını o denli olağan ve doğal buluyorlar ki, bir tür sanki kendi başlarından geçmiyor da onlar da seyrediyorlar olup biteni ya da gündelik hayatın olağan akışında geçip gidiyor her şey gibi kabulleniciler. Duygusal fırtınaları iki oğlan ve sonrasında onların genç kadınları yaşıyorlar. Film/ hayat Lil ve Roz ve okyanusun sonsuz kabullenici egemenlikleri altında akıp gidiyor. Üçü dışında her şey, herkes onlara tabi ve onların izinde hareket edebiliyor.

Filmin genel bir reddedilişle karşılanması, yok sayılması iki kadının rahatlıklarıyla, birbirlerini hiç incitmemeleri, birbirlerine yalan söyleseler de birbirlerinden vazgeçmemeleriyle ve doğalarına uyumlu yaşamı seçmeleriyle bağlantılı gibi. Kimse Kibele görmeye dayanamıyor zamanımızda.

 

KÜNYE

Adore. 2013.

Yönetmen: Anne Fontaine

Oyuncular: Naomi Watts, Robin Wright, Xavier Samuel, James Frecheville.