AKP’nin Eğitim Bilançosu: “Oku, Düşün, Uygula, Neticelendir!”

Umudu, dayanışmayı, özgürlüğü ve eşitliği öğrencileriyle paylaşmayı ilke edinen Halil Serkan Öz ve Bahadır Grammeşin’in anısına…

AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne eğitimde yaşanan dönüşümü en genel hatlarıyla ele aldığımızda karşımıza çıkan ilk tablo, AKP’nin iktidarını perçinleme süreçleriyle at başı giden bir dönüşümü resmetmektedir. AKP’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren programı ve hedefleri itibariyle gayet istikrarlı yürütülen bu dönüşüm sürecinin zirvesi ise 2010 referandumu ve 2011 genel seçimleri sonrasına denk düşmektedir. Elbette ki bu bir tesadüf değil; aksine AKP’nin devlet aygıtında ve toplum üzerinde kurduğu otorite ile doğrudan ilişkilidir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu yazının temel derdi her kırılma anını derinlemesine ele almak değil; eğitim hizmeti alanındaki dönüşümün hangi pratik politik müdahaleler üzerinden yükseldiğini ana hatlarıyla hatırlatmaktır.[2]

Bindik Bir Alamete…

2002’den bugüne beş Bakan değişikliği yaşanan (Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer ve Nabi Avcı) eğitim hizmeti alanında ilk karşımıza çıkan kritik hamle, Erkan Mumcu dönemindeki 1041 üst düzey yöneticinin görevden alınması hamlesidir. İktidara gelir gelmez atılan bu adım, AKP’nin eğitimi dönüştürürken ihtiyaç duyduğu yönetim ilişkilerindeki otoriterliğe zemin sağlaması ve kadrolaşma açısından oldukça önemlidir. Ancak daha da kritik olan şey, söz konusu müdahaleye dair Eğitim Sen’in açtığı dava neticesinde iptal kararı verilmesine rağmen, yargı kararlarının “çıraklık döneminde” dahi uygulanmaması yönündeki Bakanlık iradesidir!

Erkan Mumcu’nun kısa Bakanlık döneminin ardından, uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı yapacak ve kendisinden sıkça söz ettirecek olan Hüseyin Çelik Bakanlık koltuğuna oturmuştur. Hüseyin Çelik’in eğitimin dönüştürülmesi sürecine dair en önemli çıkışlarından birisi ise göreve gelir gelmez, Mayıs 2003’te yaptığı bir açıklamayla gelmiştir. Buna göre, sınavla seçilecek 10 bin yoksul çocuk devlet teşvikiyle, yani ücretsiz olarak özel okullara yerleştirilecektir. Bir Milli Eğitim Bakanı’nın bu denli net biçimde özel okullara verilecek desteği duyurması, aslında AKP’nin eğitime dair temel politikalarının üzerine oturduğu hattı daha net gözler önüne sermiştir.

O dönemin parasıyla 15 trilyonluk bir teşvikle karşımıza çıkan bu proje ile kimlerin ihya edileceğini görmek güç değildir. Nitekim daha “Ne istediniz de vermedik” çıkışının gelmesi için on yılı aşkın bir sürenin geçmesi gerekecektir. Eğitim Sen’in o dönem yaptığı açıklamalardan da açıkça görüleceği üzere AKP, kamu kaynaklarını devlet okulları için değil kendisine destek veren sermaye çevreleri için kullanmak istemektedir. Öyle ki Eğitim Sen’in yaptığı araştırmaya göre 15 trilyon ile yapılabilecekler şu şekilde ifade edilmektedir:

“400 okulda 50 bilgisayarlı laboratuar kurulabilir; 30 derslikli bin 250 okulun tüm sınıflarına 37 bin 5 yüz tepegöz ve televizyon alınabilir; 30 derslikli 2 bin 500 okulun tüm sınıflarına toplam 75 bin video, 30 derslikli 3330 okulun tüm sınıflarına toplam 100 bin DVD oynatıcı temin edilebilir. Ayrıca, 150 okulda bu teknolojik araç gereçlerin tümü bir arada bulunabilir; her okulda ortalama bin öğrencinin okuduğu varsayılırsa toplam 150 bin öğrenciye nitelikli eğitim verilebilir. Bu da, bugünkü koşullarda eğitimde devrim anlamına gelebilir. Bakanlık 150 bin öğrenciyi kurtarmak yerine, 10 bin yoksul çocuğu öne sürerek özel okulları kurtarmak amacındadır.” [3]

Eğitim Sen, söz konusu proje kapsamında sadece kamuoyunu uyarmakla yetinmemiş, MEB Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan “Özel Okullara Öğrenci Seçimi” konulu genelgeye ilişkin dava açmış ve kazanmıştır.[4] Eğitim Sen’in bu kazanımı AKP’yi eğitimi piyasacı-muhafazakar eksende dönüştürme hedefinden uzaklaştırmasa da bir süre yolundan ettiğini söylemek mümkündür.

Çıraklık dönemine hızlı giriş yapan AKP’nin, bu dönemdeki diğer bir hamlesi ise ders kitaplarını ücretsiz dağıtmaktır.[5] Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre 2003–2004 eğitim öğretim yılında öğrencilere 81 milyon 834 bin kitap dağıtılmıştır. 2010-2011 eğitim öğretim yılında 193 milyon 535 bine ulaşan bu sayı, 2014’te 216 milyon 698 bin olmuştur.[6] 2015 yılı MEB Bütçe sunumunda Bakan Nabi Avcı’nın aktardığı bilgiye göre, bu uygulama kapsamında bugüne kadar toplam 3 milyar 305 milyon 509 bin 908 TL ödeme yapıldığı ifade edilmektedir. Bilinmelidir ki 2014-2015 eğitim ve öğretim yılı için özel okullarda öğrenim gören öğrencilerin ders kitapları da “Ücretsiz Ders Kitabı Dağıtımı” kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla AKP, eğitim hizmetinde özel okulların kök salması için teşvikte sınır tanımadan yoluna devam etmekte, kamu kaynaklarını özel okulların hizmetine seferber etmektedir.

Her ne kadar ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması, velilerin üzerinden önemli bir maddi külfeti kaldırmışsa da eğitimin ticarileştirilmesi yönünde atılan hızlı adımlar, bu uygulamayı kadük bırakmıştır. Çünkü ücretsiz ders kitabı dağıtımı, parasız ve kamusal eğitim politikalarıyla desteklenmemiş, aksine bu uygulama piyasacı – muhafazakar politikalar kapsamında kimi yayınevlerine rant dağıtım mekanizmasına dönüşmüştür. Ayrıca eğitim materyallerinin niteliği üzerinden değil de ihaleler üzerinden yürüyen rekabet nedeniyle eğitim materyalleri tamamıyla ticari ürüne indirgenmiş, AKP’nin ideolojik tercihlerine uygun “ürünler” çocukların kullanımına sunulmuştur.

Hüseyin Çelik döneminin önemli kırılma anlarından birisi de 64 yıllık tarihi olan ve çokça eleştirilen ilköğretim müfredatının 2004 yılında değiştirilmesidir. Öğretme, öğrenme felsefesini ve tekniğini yapılandırmacı eğitim anlayışıyla değiştiren AKP, yeni müfredat programını 2004 yılında pilot uygulamayla, 2005 yılında ise eleştirileri dikkate almadan hayata geçirmiştir.

Belirtmek gerekir ki AKP bu süreci yönetirken daha sonra sıkça karşılaşacağımız bir algı yönetme taktiğini ustalıkla kullanmıştır. Şöyle ki yeni müfredatın meşrulaştırılması, “eskiye” getirilen eleştiriler üzerine kurulmuştur. Halbuki yeni müfredata ilişkin de çok sayıda eleştiri gelmiş ancak hiçbiri dikkate alınmamıştır. Bu eleştirilerin ortak yanları, müfredatı uygulayacak olan öğretmenlerin, sendikaların görüşlerine başvurulmaması ve girişimcilik, rekabet gibi ilkelerin öğrenciler tarafından içselleştirmesi sağlanarak yeni birey inşasına yönelmesidir. Hüseyin Çelik döneminde gerçekleşen bu düzenleme, 2005 yılında pilot uygulamadan çıkarılarak tüm okullarda hayata geçirilmiştir.

Aynı yıl, yani 2005 yılında eğitim sisteminin temel yap boz alanlarının başında gelen sınav sistemine ilişkin de yeni düzenlemeler yapılmıştır. 2005 yılında LGS (Liselere Giriş Sınavı) yerine, OKS (Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı) uygulamasına geçilmiştir. Yeni sınav sisteminin üzerinden çok geçmeden, iki yıl sonra, 2007’de de OKS yerine üç aşamalı SBS (Seviye Belirleme Sınavı)’ye geçilmiştir. Ancak bu sistem de uzun sürmeyecek ve Nimet Çubukçu’nun Bakanlık döneminde, 2010 yılında tekrar tek sınava indirgenen SBS’ye geçilecektir. Madem başladık, sonu da getirelim. 2013 yılında ise sınav sistemi bir kez daha değiştirilerek SBS yerine, TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sistemine geçilmiştir.

Yıl 2009: “Eğitim Otomatik Pilota Bağlandı!”[7]

Ortaöğretime geçişte sınav sisteminin bu kadar çok değişmesi aslında AKP’nin ortaöğretimi dönüştürme hamleleriyle de doğrudan ilişkilidir. Malumunuz, uzun bir süre ortaöğretim denilince temcit pilavı gibi önümüze sürülen bir konu vardı: imam hatip liseleri ve katsayı sorunu. Sürekli gündemde tutulan bu konunun sorun olmaktan çıkması ve ortaöğretimin tamamen imam hatipleştirilmesi için daha sistematik hareket edilmesi amacıyla 2009’da güçlü bir iradenin sergilendiğini söylemek mümkündür.

Bu kapsamda öncelikle 2009 yılında üniversiteye giriş sınavı olan ÖSS değiştirilerek ikili sınav sistemine (YGS ve LYS) geçilmiş, ardından da YÖK’ün katsayı düzenlemesiyle yeni bir tartışma başlamıştır. 2009 Temmuz ayında YÖK, bütün mezunların ortaöğrenim başarı puanının 0,15 olarak belirlenen tek katsayıyla çarpılmasına karar verdi. Bu karar, alanı dışında ve kendi alanında tercih yapacak öğrenciler arasında eşitsizlik yaratacağı nedeniyle yargıdan dönünce, Aralık 2009’da alan dışı tercih yapan ile alanında tercih yapan öğrencilerin kat sayıları arasındaki fark olabildiğince az tutularak (alan dışı tercih: 0,13; alan tercihi: 0,15) yeni bir düzenleme yapıldı. 2010 yılında bu düzenleme yine yargı kararına takıldı ve YÖK 2010 yılının Mart ayında kat sayıları 0,12 ve 0,15 yapma yoluna başvurdu. Bu süreç esnasında AKP’nin bir taraftan da 12 Eylül referandumuna giden yolu bir kez daha “mağduriyet ve hesaplaşma” taşlarıyla döşemeye çalıştığını hatırlamak yararlı olacaktır. 2011 Kasım ayında ise YÖK, tüm katsayıları 0,12 olarak belirleyerek siyasal gündemimizin önemli bir tartışma konusuna son noktayı koymuştur.

Ortaöğretimin dönüştürülmesi, 2010 yılında hız kazanacak olsa da katsayı ve imam hatip liseleri tartışmalarının kopardığı gürültü esnasında eğitimde çok hayati bir uygulamaya geçilmek istendiğini de ifade etmemiz gerekmektedir. Temelleri 2007 yılında atılan, ancak 2009 yılında hayat bulan bu uygulamanın adı “Okul Polisi Projesi”[8] olarak kamuoyuna duyurulmuştur. Amacı “okullarda şiddet, madde bağımlılığı, cinsel istismar, çeteleşme, yasa dışı örgütsel ve ideolojik faaliyetler vb…” olaylara karşı güvenlik önlemi almaktır! Güvenlik politikalarıyla polisin “destan yazma” faaliyeti arasındaki doğru orantılı ilişkiyi düşündüğümüzde, aslında yapılmak istenene dair çokça söz söylemeye gerek kalmamaktadır. Nitekim proje hayata geçer geçmez, bir destan yazma pratiği hemen kamuoyunun gündemine düşmüştür![9]

Devletin zor aygıtlarını yaşamın her alanına seferber eden AKP, bu proje ile kendisine itaat eden bireyleri yetiştirme amacının yanı sıra, gençlere “ihbarcılık” kültürünü de aşılamaya çalışmıştır. Özellikle 2007-2008 yıllarında İstanbul Bakırköy’deki okullarda yürütülen etkinlikler oldukça ilginçtir.[10] Eğitim Sen, hazırladığı kapsamlı raporunda, birinci ve beşinci sınıf aralığındaki çocuklarla “Küçük Dedektif Çalışması”, “İrtibat Görevlisi Çalışması” gibi adlarla yürütülen etkinliklerin “polise uyumlu toplum” amacı taşıdığını belirtmektedir.

Ne yazık ki bu proje, söz konusu itaat ve ihbar kültürü üzerinden yürütülen tek uygulama değildir. İçişleri Bakanlığı Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı’nca 6 Mart 2006 günü valiliklere “gizli” ibareli bir genelge gönderilmiştir. Söz konusu genelge ile ilköğretim ve ortaöğretim okullarında “PKK’ye karşı, branş öğretmenlerinden oluşan komiteler oluşturulması” ve “terör örgütünce istismar edilen öğrencilerin” tespit edilmesi talimatı verilmiştir.[11] Dolayısıyla eğitim emekçilerinin de söz konusu itaat ve ihbar kültürünün içine çekilmek istendiği çok açıktır.

Kaldı ki bu süreç zarfında, yani Hüseyin Çelik döneminde sözleşmeli, güvencesiz öğretmen istihdamında bir patlama yaşandığının da altını çizmemiz gerekmektedir. AKP, iktidara geldiği günden itibaren güvencesiz istihdamı, aynı zamanda kendisine karşı itaat arzusuyla eş güdümlü olarak gündemleştirmiştir. Hüseyin Çelik dönemine dair en çok eleştirinin kadrolaşma ve hukuksuz atama, görevden alma konularında[12] yapıldığı göz önüne alınırsa, 2007 yılında yaklaşık 23 bin olan sözleşmeli öğretmen sayısının üç yıl içinde 70 bini geçmesi daha anlaşılır olacaktır.[13]

AKP’nin Ustalık Dönemi: Otoriter, Piyasacı ve Dinselleştirilmiş Eğitim

2010 yılına gelindiğinde, artık temel gündem konuları arasında, mesleki eğitimin dönüştürülmesi hamlelerinin büyük bir farkla öne çıktığını söylemek mümkündür. Her ne kadar AKP iktidara geldiği günden itibaren mesleki eğitimi dönüştürmeye yönelik çok sayıda düzenleme yapmış olsa da başta belirttiğimiz üzere 2010 yılı ve sonrasında ortaöğretim dönüşüme daha fazla ağırlık verilmiştir. Öyle ki 6 Mayıs 2010 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan bir genelge, söz konusu dönüşümü hızlandıran bir rol oynamıştır. Bu genelge ile MEB, 2013 yılına kadar genel liselerin (düz lise) Anadolu liselerine dönüştürülmesini istemektedir. Meslek liselerinin sayısını artırma hamlesi peşinde olan AKP’nin bu müdahalesi ile asıl yapılmak istenen, MEB’in 2010-2014 strateji planında ifade edildiği üzere meslek liselerinin genel liselere oranını %30’lardan %70’lere çıkarmaktır.

Bir taraftan üç yıllık bir zaman diliminde liselerin tabelaları hızla değiştirilirken diğer taraftan da mesleki eğitim alanına dair çok sayıda proje ve protokol aracılığıyla çeşitli müdahalelerde bulunulmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye İş Kurumu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi kurumların bir araya gelmesiyle organize edilen “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projesi” UMEM’in hayata geçmesi de bu döneme denk düşmektedir. “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezi” Projesi, 5 yılda yaklaşık bir milyon işsizse “altın bilezik” verilecek şiarıyla hayata geçirilmiştir. 119 milyon TL’lik bütçesiyle yılda 9 bin 858 kurs düzenlenmesi ve 197 bin 160 işsizin verilen kurslar sonucu istihdam edilecekleri belirtilmektedir. Ancak İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “İşsiz Kursta” araştırmasına göre 2009 yılında mesleki kurslara bir yılda 3.5 milyar lira harcanarak, 2 milyon kişiden sadece 22 bin kişinin iş bulduğu belirtilmektedir.[14]

Ayrıca sanayi çevrelerinin de içerisinde yer aldığı ve MEGEP olarak kısaltılan “Mesleki Eğitim ve Öğretim Sistemini Güçlendirilmesi Projesi” ile “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” adı altında sanayi çevrelerinin ihtiyaç duyduğu ara elemanı yetiştirilmesine dair çok sayıda proje ve protokol de bu dönemde hayata geçirilmiştir. Ancak AKP’nin bir bütün olarak eğitime dair hedeflerinin tam anlamıyla gerçekleşmesi 4+4+4 düzenlemesi sonrasında vücut bulacaktır.

Bu kapsamda 2011 yılında 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile MEB teşkilat yapısı bütünüyle yeniden düzenlenmiş ve eğitimin otoriter, piyasacı ve dinselleştirici politikalar eşliğinde yapılandırılması sürecinin son kilit taşı da yerleştirilmiştir.

4+4+4 Düzenlemesi

2012 yılında 4+4+4 düzenlemesinin yasalaşması, eğitim hizmetinin örgütlenme mantığında, amaç ve işleyişinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönüm noktasını odağımıza aldığımızda karşımıza çıkan tablo özetle şu şekildedir: Eğitim kurumları yöneticilerinin tamamına yakını “hükümet memuru” olacak şekilde atandığını, eğitimin dinselleştirildiğini, eğitimi alınır satılır bir hizmet haline getirecek politikalara yoğunlaşıldığını, lise düzeyindeki öğrencilerin yoğun biçimde açık liseye kayıt yaptırmak zorunda bırakıldığını ve eğitim emekçileri üzerindeki baskının had safhaya ulaştığını söylemek mümkündür.

4+4+4 sonrasında eğitim hizmetinin örgütlenmesinde okula başlama yaşının düşürülmesinden meslek lisesi öğrencilerinin ucuz işgücü haline getirilmesine; zorunlu din dersine ilaveten üç yeni seçmeli din dersinin eğitim programına alınmasından imam hatiplerin orta okullarının açılmasına; okulların dönüştürülmesinden öğretmenlerin sürgün edilmesine kadar oldukça kapsamlı bir dönüşüm olduğu artık herkes tarafından bilinmektedir. Aynı zamanda 19. Milli Eğitim Şurası ile eğitimin dinselleştirilmesine dair oldukça sorunlu tavsiye kararları da alınmıştır. Okul öncesi eğitimde “dini değerler eğitimi” verilmesi, ilkokul 1, 2 ve 3. sınıflara da zorunlu din dersi verilmesi, Osmanlıca dersinin liselerde seçmeli ders olarak verilmesi gibi kararların hemen hepsi eğitimin dinselleştirilmesi sürecine hizmet edecek uygulamalardır. Genel olarak eğitimin dinselleştirilmesine dair yürütülen pratiklere baktığımızda ise karşımıza çok geniş bir alan çıkmaktadır.[15] Söz konusu dinselleştirme sürecine paralel olarak yürütülen bir başka politika ise eğitimin metalaştırılması, meslek liselerindeki öğrencilerin de işçileştirilmesine yönelik hamlelerdir.

Meslek Lisesi Öğrencilerinin Ucuz İşgücü Haline Getirilmesi

“Mesleki eğitim ve istihdam ilişkisini güçlendirmek” adı altında çalışmalarını hızlandıran ve sermaye çevrelerinin “ara eleman” ihtiyacını gidermeye odaklanan MEB’in, çocukların küçük yaşlarda işçileştirilmesi için çok sistematik bir politika izlediği özellikle belirtilmesi gereken bir husustur. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere mesleki eğitimin dönüşümündeki yapısal adımlar asıl olarak 2010 ve sonrasına denk düşmektedir.

2010 yılında kamuoyunda af yasası olarak bilinen torba yasada yer alan bir düzenleme nedeniyle, stajyer meslek lisesi öğrencilerine stajları karşılığında bürüt asgari ücretin değil, net asgari ücretin üçte biri tutarında ücret ödenmesi yönünde bir düzenleme yapılmıştır.

Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan ve sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı yapacak olan Ömer Dinçer bu düzenlemeyi, “mesleki eğitim ve istihdam arasındaki ilişkiyi güçlendirmek” olarak yorumlamıştır.[16] Yine aynı torba yasa ile özel meslek liselerine, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinden, meslek liselerinde öğrenci başına yapılan harcamaların 1,5 katı destek verilebilmesinin önü de açılmıştır.

Bu düzenlemelerin üzerine yükselen çocuk emeği sömürüsüne dair başka bir düzenleme ise 4+4+4 ile gelmiştir. Düzenlemeye göre on personeli olan bir işletmeye, sınırsız stajyer meslek lisesi öğrencisi çalıştırma hakkı verilmiş ve böylelikle işletmelerin, “stajyer” adı altında meslek liselerinde okuyan çocukları sınırsızca sömürebilmesinin önü açılmıştır. Kaldı ki çocukların stajlarını yapacak işletme bulamadığına üzülen MEB, Anadolu’daki 9 ve daha az sayıda personel çalıştıran (TÜİK 2010 verilerine göre bu işletmelerin sayısı 1 milyon 87 bin 264’tür.) işletmelere baktıkça, staj için gerekli personel sayısını 5’e düşüremediği için timsah gözyaşları döküp hayıflanmıştır.[17] Yapılan bu düzenleme ile çocukların temel insan haklarına sahip olduğu düşüncesi yok sayılmış, nitelikli eğitim hakkı göz ardı edilmiş ve içine doğduğu yaşamı dönüştürebilme araçları gasp edilmiştir.

Durumun vahametinin daha iyi anlaşılabilmesi için staj süresince çocukların maruz kaldıkları sömürü sisteminin kimi yanlarını açmak gerekmektedir. Şöyle ki 13 yaşında meslek lisesine başlayan bir öğrencinin daha okul sıralarındayken atölyelerde işçileştirilmesiyle ilerleyen ve staj döneminde zirveye çıkan emek sömürüsünün yanı sıra çocukların iş kazalarına karşı güvenceleri de neredeyse yoktur. Neredeyse yoktur, çünkü öğrenciler staj döneminde çalıştırılırken, sadece staj süresi ve staj konusu itibariyle iş kazalarına karşı sigortalı yapılmaktadır. Staj saatleri ya da staj konusu dışında yaptırılan bir iş esnasında meydana gelebilecek “iş kazası” ise sigorta kapsamı dışında tutulmakta ve çocuklar kaderlerine terk edilmektedir. Ve ekleyelim, AKP’nin muhafazakarlaştırıcı politikalarıyla şekillendirdiği “kadercilik”, söz konusu sömürü dünyasının derinliklerine kadar işlemesi arzusuyla seferber edilmiştir.

Anadilinde Eğitim Değil, Seçmeli “Yaşayan Diller ve Lehçeler Dersi”

Anadilinde eğitim talebine dair devletin kanıksanmış yasakçı ve paranoyak tavrını uzun yıllar sürdüren AKP, eşit yurttaşlık ilkesini, çocuk haklarını ve pedagojinin temel ilkelerini yok saymakta hiçbir beis görmemiştir. Ancak 2012 yılına gelindiğinde 5. sınıftan itibaren “yaşayan diller ve lehçeler” dersi kapsamında Kürtçe, seçmeli ders olarak müfredata almıştır.

Ancak belirtmek gerekir ki seçmeli bir ders olarak dahi dersin seçimi fiilen engellenmekten kurtulamamıştır. Dersi verecek öğretmen olmadığı ya da doğrudan okul idaresinin yasakçı tavrı bu durumun yaşanmasında temel rol oynamıştır.[18] Hemen belirtilmelidir ki MEB, Kürtçe dersi verebilecek öğretmen atamalarını da uzun süre yapmamış, Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Kürdoloji Bölümü’nden mezun 900 Kürtçe öğretmeni bu nedenle açlık grevi yapmak zorunda kalmıştır. Özel eğitim kurumlarında Kürtçe eğitim yapılmasına ilişkin düzenleme ise 2014 yılında yapılarak sadece parası olanın bu hizmetten yararlanması sağlanmıştır. Söz konusu düzenlemelerin olumlu yanları olmakla birlikte eğitim hizmetinin çok dilli yapılabilmesi ilkesine çok uzak olduğu ifade edilmelidir.

Eğitimin Bugün Getirildiği Son Nokta:

  • Özel Okulların Artan Sayısı ve Bu Okullara Aktarılan Muazzam Kaynak

Öncelikle Tayyip Erdoğan’ın 2012 yılında dershanelerin özel okula dönüştürülmesine ilişkin yaptığı bir konuşmayı hatırlamakta yarar var.[19] Şöyle diyordu:

“Ey dershaneciler, eğer bu ülkede eğitime, öğretime hizmet verecekseniz gel okul aç, okullar kur. Biz de sizden hizmet alımı yapalım, sizin sınıflarınızı öğrencilerle biz dolduralım. Bedeli neyse bunun bedelini biz verelim. Sizi açıkta bırakacak değiliz. Biz yatırımdan kurtulmuş oluruz, siz de hizmetinize aynen devam edersiniz.”

Bu sözlerin nasıl ete kemiğe büründüğünü ise Bakan Nabi Avcı’nın 2015 Bütçe konuşmasından alıntılayalım:

“Arazi ve okul tahsisinden vergi istisnalarına, ucuz krediden öğrenci başına teşvike değin sektörden ciddi şekilde talep gören bir dizi düzenleme hayata geçirilmiştir. Son olarak 250.000 öğrenci için eğitim ve öğretim kademesine göre yıllık 2.500 TL ile 3.500 TL arasında değişen eğitim ve öğretim desteği uygulaması hayata geçirilmiştir.”

Yaşanan bu durumu sadece dershanelerle ilişkilendirmenin büyük bir hata olacağını hemen belirtmek gerekmektedir. Çünkü özel okullara transfer edilen kamu kaynakları, genel bir politikanın ürünüdür. Söz konusu politika uzun süredir bu alanı oldukça cazip kılmış ve neredeyse eğitimin her kademesinde özel okul patlaması yaşanmasına neden olmuştur. Eğitim Sen’in yayınladığı rapora[20] göre 2006 yılından bugüne özel okullara aktarılan kaynak miktarındaki artış söz konusu durumu yeterince özetlemektedir. Açıkça AKP, kamu kaynaklarını devlet okullarının yetersizlikleri ve eksiklerini gidermek için değil; özel okulların eğitim hizmeti içerisinde kök salması için seferber etmektedir. Tarihte ilk kez özel okulların devlet (resmi) okullarına oranının yüzde 11’in üzerine çıkması bu durumun açık ifadesidir.

                 Devlet Tarafından Özel Okullara Aktarılan Kaynak Miktarı

YILLAR KURUM SAYISI ÖĞRENCİ SAYISI TAHSİS MİKTARI (TL)
2006 995 115.601 263.187.188
2007 1587 181.878 684.710.016
2008 1795 205.831 830.961.427
2009 1686 216.106 862.663.787
2010 1647 223.920 906.720.974
2011 1657 240.679 1.122.236.610
2012 1748 255.848 1.263.384.975
2013 1738 262.906 1.407.051.750
2014 1878 289.085 1.496.413.034
Toplam 8.804.329.762

 

MEB örgün eğitim istatistiklerine bakıldığında bu durumun sonucunda karşımıza çıkan sonuç şudur: İlköğretimde 2011-2012 yılında 931 olan özel ilköğretim okulu sayısı, bugün itibariyle 1205 özel ilkokul ve 1111 özel ortaokula ulaşmıştır. Özellikle mesleki ve teknik eğitim alanında kurulacak olan özel liselere, öğrenci başına yıllık 3.800TL ile 5.500TL arasında ödenen teşvikler sonucunda özel okul sayısı yaklaşık 10 kat artmıştır. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında sayısı 45 olan özel meslek liseleri, son üç yıl içinde 429’a çıkmıştır. Aynı süreç zarfında özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat artış göstererek 4.348’den 75.890’a yükselmiştir.

2) Bir Yıl İçinde Açık Liseye Giden Öğrenci Sayısı Yüzde 46 Artmıştır

Fen lisesi ya da Anadolu lisesini kazanamayan yoksul ailelerin çocukları, eğitimdeki dönüşümle birlikte açık lise, meslek lisesi ya da imam hatip lisesinden birine gitmek zorunda bırakılmaktadır. 4+4+4 düzenlemesiyle örgün eğitimin 12 yıla çıktığı iddialarının altının ne kadar boş olduğu ise kısacık bir dönemde hemen görülmüştür. Şöyle ki MEB’in 2013-2014 örgün eğitim istatistiklerine göre açık öğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 12 bin 349 iken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında bu sayı belirgin bir artışla 1 milyon 470 bin 434’e çıkmıştır. Yani 458 bin genç örgün eğitimin dışına itilmiştir.

  • İmam Hatip Okulları Sayısında Ciddi Artış Yaşanmıştır

İmam hatip okulları sayısındaki artış da AKP’nin “dindar nesiller” projesine uygun olarak ciddi biçimde artış göstermiştir. AKP’nin yaşamın her alnına ve toplumun her kesimine egemen kılmak istediği Sünni İslam politikasından bağımsız düşünülemeyecek bu durumun aldığı hal hayli düşündürücüdür. 2012-2013 eğitim öğretim döneminde 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.099 imam hatip ortaokulunda 94 bin 467 öğrenci bulunmaktadır. Ancak 2014-2015 eğitim-öğretim dönemine gelindiğinde, 1.219’u bağımsız, 378’i imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.597 imam hatip ortaokulundaki öğrenci sayısı 385 bin 830’a ulaşmıştır.

İmam hatip liselerinde de durum farklı değildir. 2002-2003 eğitim-öğretim yılında 450 imam hatip lisesinde toplam 71 bin 100 öğrenci varken; 2014-2015 döneminde imam hatip lisesi sayısı 1.017’ye öğrenci sayısı da 546 bin 443’e yükselmiştir. 4+4+4 düzenlemesi öncesinde, yani 2011-2012 döneminde ise 537 imam hatip lisesinde 268 bin 245 öğrenci bulunmaktadır. Dolayısıyla üç yıl içerisinde hem lise hem de öğrenci sayısında ciddi bir artış olduğu görülmektedir.

  • Dershaneden Okula Dönüşümün Adı: Temel Liseler

Önümüzdeki dönemde en çok konuşulacak sorunlardan birisi de dershanelerden özel okula dönüşen temel liseler olacaktır.[21] Şöyle ki tüm dershaneler, 1 Eylül 2015 tarihinde resmen kapatılacaktır. Ancak özellikle üniversiteye geçişte sınav sisteminin varlığını koruması, öğrencileri ve ailelerini sınava hazırlık süreçleri açısından arayışa sürüklemektedir. Bu durumun sonucu ise temel liselerin “sınava hazırlık” iddiasıyla yeniden ortaya çıkmasıdır.

Şöyle ki normal okullarda haftalık ders saati 40 saattir. Ancak temel liseler, haftalık ders saatini 25 saat olarak planlamakta, sınavda yer almayan kimi dersleri işlenmiş gibi göstererek arta kalan zamanda öğrencileri sınava yönelik hazırlayacağı iddiasıyla velilere seslenmektedir.

Böylelikle veliler, çocuklarının kaydını özel okul olan temel liselere aldırmakta ve dershaneye ödeyeceği miktardan daha fazlasını bu okullara ödemek sorunda kalmaktadır. Üstelik temel liseler öğrenci başına devletten 3.500 TL teşvik de almaktadır.

Yaşanan bu durum sonucunda birçok devlet lisesinde özellikle 12. sınıf öğrencilerinin kayıtlarını bu liselere aldığı bilinmektedir. Bunun sonucunda ise devlet okulları öğrencilerini tutabilmek için “sınava hazırlık” kursları açmaya çalışmaktadır. Öğrenci sayısının azalması nedeniyle norm fazlası olma riskiyle karşı karşıya kalan öğretmenler de devlet okullarının dershaneleşmesine sessiz kalmaya zorlanmaktadır. Aksi halde öğretmenin görev yerinin değişmesi kaçınılmaz olacaktır.

Sonuç olarak “Dershaneleri kapatıyoruz” diyen AKP, bu hamlesiyle hem özel okulların artmasına hem de tüm okulların dershaneleşmesine hizmet etmektedir.

  • Protokoller ve Projeler Eliyle Eğitim Hizmetinin Dönüşümüne İvme Kazandırılmaktadır

“Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH)[22]”, “Eğitim Kampüsleri” gibi çok sayıda proje kapsamında bir taraftan yandaş sermaye çevrelerine büyük miktarda kaynak transfer eden AKP, diğer taraftan da bu projeler eliyle büyük sermaye gruplarını eğitim hizmeti alanının temel aktörleri haline getirmeye çalışmaktadır.[23] “Okullar Hayat Olsun Projesi” gibi projeler aracılığıyla ise okullara kaynak bulma görevi eğitim emekçilerinin üzerine yıkılmakta ve okullar para kazanan işletmelere, eğitim emekçileri ise pazarlamacılara dönüştürülmek istenmektedir.

Bunlarla birlikte okulöncesinden yükseköğretime kadar, Müftülükler ve okullar arasında ya da MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan protokoller eliyle çok sayıda dinsel faaliyet amaçlı etkinlikler düzenlenmektedir.

  • Performans, Sürgün, Soruşturma ve Yandaş Sendika Baskısı Altında Eğitim Emekçileri

Yaşanan bu süreç elbette karşıt tepkileri de beraberinde getirmektedir. Ancak başta belirttiğimiz üzere AKP, çalışma rejiminde de attığı adımlarla eğitim emekçilerini baskı altına almaya çalışmakta, adeta emekçileri kendisine kapı kulu yapmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Alo 147 gibi şikayet hatları aracılığıyla, sürgün ve soruşturma tehditleriyle emekçiler üzerindeki denetim, baskı ve kontrol araçlarını oldukça geliştirmiştir.

Eğitim emekçileri arasındaki dayanışma ilişkilerini kariyer basamaklarıyla rekabete dönüştürmeye çalışan AKP, performans denetimi gibi yollarla güvencesiz çalışma ilişkilerini de çalışma rejimine yerleştirecek adımlar atmıştır. Aynı zamanda ücretli öğretmenlik gibi tamamıyla güvencesiz istihdam örneği olan istihdam biçimlerini örgütlemiş ve ataması yapılmayan, işsiz öğretmen sayısını sürekli olarak artıracak hamlelerden de kaçınmamıştır. 300 binin üzerinde ataması yapılmayan öğretmenin varlığına ve iktidarı boyunca 40’ın üzerinde genç öğretmenin işsizlik ve KPSS nedeniyle intihara sürüklendiği gerçeğine rağmen, yedek işsizler ordusunu diri tutmanın araçlarını “ustalıkla” kullanmıştır.

Çalışma rejimine dair yürütülen politikalar bir yana, AKP’nin en ustalıkla kullandığı bir başka araç ise yandaş sendikacılık olmuştur. 2002 yılında yaklaşık 18 bin üyesi olan Eğitim Bir Sen’in üye sayısı bugün 300 bini geçmiştir. Atama işlemleri, aday öğretmenlik statüsünün kaldırılması, tayin, müdürlük atamaları gibi işlemlerin yapılabilmesindeki temel koşul, yandaş sendika üyeliğine indirgenmiştir. Soruşturma geçirmeme, baskıya maruz kalmamanın tek yolunun bu olduğu yıllar içerisinde eğitim emekçilerinin zihin dünyasına kazınmak istenmiştir.

Ancak belirtmek gerekir ki böylesine kuşatma altında olan bir çalışma ilişkilerine rağmen halen nitelikli, kamusal, parasız, bilimsel, laik, demokratik ve anadilinde eğitim için mücadele eden yüz binlerce eğitim emekçisinin varlığı, yarınlara dair umudumuzu taze tutmamıza yardımcı olmaktadır.

 

 

DİPNOTLAR

[1] Yeni Yüzyıl Üniversitesi yönetiminin üniversite duvarına işlediği Recep Tayyip Erdoğan’a ait özlü sözdür. Hitabın ilk harflerinin birleştirilmesinden “ODUN” kelimesinin çıkması ise sosyal medyada oldukça ilgi görmüştür.

[2] Şüphesiz ki AKP döneminde yükseköğretim alanındaki dönüşümün boyutları da oldukça önemlidir. Ancak bu yazının sınırları, böylesine önemli ve geniş bir konuyu ele almamızı güçleştirmiştir.

[3] http://www.bianet.org/bianet/siyaset/19062-15-trilyon-ile-egitimde-devrim-yapilabilir

[4] http://www.egitimsen.org.tr/ekler/15dc7db6f7f6e23_ek.pdf

[5] 2003-2004 eğitim ve öğretim yılından itibaren ilköğretim öğrencilerine, 2006-2007 eğitim ve öğretim yılından itibaren ortaöğretim öğrencilerine, 2009-2010 eğitim ve öğretim yılından itibaren Açıköğretim ilköğretim ve ortaöğretim öğrencileri ile okuma yazma bilmeyen yetişkinlere ücretsiz olarak ders kitabı verilmektedir. 2014-2015 sonrasında ise özel okul öğrencilerine de ücretsiz ders kitabı sağlanacağı Bakan Nabi Avcı tarafından dile getirilmiştir.

[6] Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın 2015 yılı Bütçe sunumundan ayrıntılı olarak bu bilgilere ulaşılabilir. Bknz: http://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2014_12/23031518_btesunuu.pdf

[7] Hüseyin Çelik, 4 Mayıs 2009’da görevini Nimet Çubukçu’ya devrederken, “Bakanlık otomatik pilota bağlanmıştır” demiştir.

[8] Söz konusu projeye dair Eğitim Sen 2009 yılında dava açmıştır. Ancak söz konusu yargı süreci halen devam etmektedir. Ayrıca, 19. Milli Eğitim Şurası’nda, “okul güvenliği için emniyet ve jandarma ile işbirliği yapılması” yönünde bir tavsiye kararı da alınmıştır.

[9] 2009 yılında, Ayrancı Lisesi’nde öğrenci olan 16 yaşındaki genç, kız arkadaşıyla konuşurken okul polisinden tekme tokat dayak yedi: http://www.radikal.com.tr/turkiye/okul_polisi_egitime_tekme_tokat_giristi-957215

[10] Bu projeye karşı tepki gösteren tek sendika Eğitim Sen olmuştur. Eğitim Sen’in konuya ilişkin ayrıntılı raporunu görmek için bknz: http://www.egitimsen.org.tr/ekler/fcbd30be5aec8cf_ek.doc?tipi=3&turu

[11]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.bianet.org/cocuk/cocuk/78809-ogretmen-timi-sasirtti

[12] “2003-2010 yılları arasında bakanlık aleyhine, görevden alınma işlemine karşı 885 personel dava açtı ve bunlardan 570’i davalarını kazanarak eski görevlerine döndü.” Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.hukukihaber.net/m/gundem/otomatik-pilot-yargiya-tosladi-h9306.html

[13] Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.kesk.org.tr/node/73

[14] http://archive.ismmmo.org.tr/docs/yayinlar/kitaplar/2010/10_7%20issizlik%20kursta.pdf

[15] TEOG, YGS ve LYS’de din dersleri içeriğinden öğrencilere sorular sorulması, öğrencileri imam hatiplere yönlendirme uygulamaları, normal ortaokullar içinde imam hatip sınıflarının açılması, reşit olmayan kız çocuklarının başının kapatılması, öğretmen atamalarındaki branş dağılımı, okullara ibadethane (mescit) açılmasının zorunlu tutulması, karma eğitimin kaldırılması girişimleri, eğitim kurumları yöneticilerinin tek tipleştirilmesi, kadrolaşma, eğitim programının oluşturulması vb.

[16] http://www.aksam.com.tr/siyaset/istihdam-ve-mesleki-egitim-ilskisi-guclenecek/haber-7307

[17] MEB Mesleki veTeknik Eğitim Çalıştayı Raporu: http://mtegm.meb.gov.tr/TR/dokumanlar/calistay2012.pdf

[18] Örneğin Şırnak’ta Okul Müdürü öğrencilerin Kürtçe dersini seçmesini fiilen engellenmiştir. Eğitim Sen’in konuya ilişkin açıklaması için bknz: http://www.egitimsen.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=22976#.VV9flU_tmko

[19] http://www.bugun.com.tr/gundem/erdogandan-cok-agir-konusma-haberi/204636

[20] http://www.egitimsen.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=23279&sube=0#.VV8R6U_tmko

[21] Bakan Nabi Avcı 2015 Bütçe sunuşunda konuyla ilgili şu bilgileri vermiştir: “17.11.2014 tarihi itibarıyla toplamda 808 dershane (%25) özel okula dönüşmek için Dönüşüm Programına müracaat etmiştir. Bu müracaatlardan gerekli şartları taşıyan 578 dershane Dönüşüm Programına alınmıştır. Dönüşüm Programına müracaat eden dershanelerden, 1 Eylül 2014 tarihine kadar 54 tanesi dönüşümünü tamamlayarak özel okul faaliyetine başlamıştır. Açılan bu okulların 45’i temel lise, 4’ü Anadolu lisesi, 4’ü ortaokul ve 1’i ilkokul olarak faaliyetlerine devam etmektedir.”

[22] Bu konuda genel bir değerlendirme için bknz: http://dergi.bmo.org.tr/sayi-3/bugunun-gelismeleriyle-fatih-projesine-yeniden-bakmak

[23] Örneğin FATİH projesi kapsamında yürütülen ihale süreçlerine çokça şaibe ortaya çıkmıştır. MEB verilerine göre FATİH Projesi kapsamında bugüne kadar 3.657 okulda 84.921 sınıfın tamamına etkileşimli tahta yerleştirilmiş ve toplam 737.800 tablet bilgisayarın liselerdeki öğrencilere ve öğretmenlere dağıtımı yapılmıştır. Hala MEB’in arzuladığının çok altında olan bu rakamlar dahi proje kapsamında ortaya çıkan kaynak transferine dair ipucu verebilecektir.