Amerikan Rüyası İçin Ödenen Bedel: Orta Amerikalı Göçmenlerin Meksika Deneyimi

Dünyanın pek çok yerinde insanlar, ekonomik ve siyasal krizler, iç savaş, şiddet ve doğal afetler nedeniyle doğup büyüdükleri, yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalıyorlar. Göç, özgür irade ile verilmiş bireysel bir kararın çok daha ötesinde zorunlulukların baskın geldiği; göç edeni, geride bıraktığı yakınlarını ve toplumu ilgilendiren uluslararası bir sorun alanı olarak karşımıza çıkıyor. Göçün ekonomik, toplumsal ve siyasal çok boyutlu yapısı, göçü pek çok disiplinin konusu haline getirdiği gibi insan hayatına dokunduğu ölçüde farklı türden sanat eserlerinde de kendine yer buluyor. Sinema, insan yaşamını derinden etkileyen göçe ilişkin pek çok görüntü, pek çok hikaye ile konuyu izleyiciye aktaran önemli bir araç. Charlie Chaplin’in The Immigrant (Göçmen, 1917) filminin üzerinden geçen bir asırda, göçmenlerin göç yollarında karşılaştıkları zorluklara her yıl yenileri eklenirken, beyaz perdedeki izdüşümleri ile göç daha da görünür kılınıyor.

Bu yazı, dünyanın en önemli göç koridoru Meksika’da, en çok göç vermiş eyaleti Zacatecas’ta Orta Amerika’dan başlayıp ABD’de tamamlanması umut edilen göç yolculuğunun Meksika durağındaki genel özelliklerini çıkarmak üzere iki sinema filmi, –Sin Nombre (İsimsiz, 2009), La Jaula de Oro (Altın Kafes, 2013)- ve üç belgesel –Los Invisibles (Görünmeyenler, 2010), La Bestia (Canavar, 2010), Llévate Mis Amores (Al Tüm Sevgimi, 2014)- seçilerek kaleme alındı. Aylarca kitap ve makalelerden Meksika’dan ABD’ye göçü, transit göçmenlerin karşılaştıkları tehlikeleri okuduktan sonra izlediğim ilk göç filmi bunca ay çalıştığım konuyu, göçün zorluklarını, her sabah gün ağarmadan tüm şehirde duyulan yük treninin sesinin göçmenler için ne anlama geldiğini benim için daha anlaşılır hale getirdi.

Göç Yolları

Orta Amerika ülkeleri Guatemala, Honduras, El Salvador’daki yoksulluk ve şiddet birçok kişiyi göçe zorlamaktadır. Guatemala Meksika arasında sınırı oluşturan Suchiate nehrinden geçerek başlayan göç yolculuğu ortalama bir ay sürmekte,[1] bu yolculuğun önemli bir kısmı yük trenleriyle kat edilmektedir. Meksika üzerinden ABD’ye uzanan göç, Akdeniz rotası ile birlikte göçmenler için en tehlikeli yolculuklardan biridir. Yolculuğun biçimi ve zorlukları farklılık göstermekle birlikte, her iki rotada da devletlerin göçe yaklaşımları nedeniyle düzensiz göçmenler hayatlarını riske ederek güvenli olmayan bir yolculuğa çıkmakta, sınırları geçmeye çalışmaktadırlar. Dikenli teller ve duvarlar göç ve sınırlara ilişkin sıklıkla zihinlerde beliren imgelerdir. Oysa Meksika’dan ABD’ye uzanan yolda sadece kuzey ve güneydeki devletler arasındaki resmi sınırlar değil, koridordaki haydutlar, çeteler, güvenlik kuvvetlerinin şiddeti, açlık, susuzluk, yürüyerek katedilmesi gereken uzun yollar, iklim şartları ve çöller gibi farklı sınırlar da aşılmalıdır.

Bu tehlikeli yolculuğu konu edinen ilk film, İsimsiz (Sin Nombre, 2009), yönetmen Cary Fukunaga’nın yaklaşık iki yıl boyunca Orta Amerikalı göçmenlerle yürüttüğü çalışmanın sonucunda izleyici karşısına çıkmış. Film, babası daha önceden ABD’ye göç eden ve neredeyse onu tanımadan büyüyen Sayra adlı Honduraslı genç kızın, babası ve amcası ile başladığı yolculuğu konu ediniyor. Sayra ile yolları göçün önemli araçlarından biri olan yük treninde kesişen Casper ise, Meksika ve Orta Amerika’da barbarlıkları ile ün salan çetelerden birine mensup Meksikalı bir gençtir. Kendi çetesinden kaçan Casper ile babası ve onun yeni ailesiyle ABD’de yeni bir hayat kurmak üzere yola çıkan Sayra’nın hikayesi üzerinden Orta Amerikalı göçmenlerin Meksika’dan ABD’ye “Amerikan Rüyası”nı gerçekleştirmek için hayatları pahasına katlandıkları zorluklar resmedilirken; filmin Casper ile ilgili kısmı ise çetelerin işleyişini, kendi aralarındaki dili ve göçmenlere yönelik saldırılarını naklediyor.

Diego Quemada-Díez’in yönetmenliğini üstlendiği, La Jaula de Oro (Altın Kafes, 2013) göçmenlere yönelik şiddeti ve ırkçılığı gözler önüne seren, göç yolculuğuna dair ikinci film. Katıldığı festivallerde dikkat çeken, Meksika yapımı ödüllü film, ABD’ye uzanan göç yolunda karşılaşılan sorunları üç gencin hikayesi üzerinden aktarıyor. Sara ile Juan Guatemala’nın yoksul bir mahallesinden yola çıkıyor. Meksika topraklarına vardıklarında, Chiapas’ta, hiç İspanyolca bilmeyen yerli Chauk ile karşılaşıyorlar ve aynı rüyanın peşinde, kimi zaman yürüyerek kimi zaman yük treninin tepesinde kuzeye yol alıyorlar. Film göçle birlikte yerlilere yönelik ayrımcılığı Juan’ın nefreti ve polislerin tavırları üzerinden aktarıyor.

Yukarıda sözü edilen yük trenleri, Meksika’dan ABD’ye göç açısından tipik bir nitelik taşır. Sin Nombre’de babası ve amcası ile gece yarısı acele ve endişeyle trene tırmanan Sayra’nın görüntüsü, tren yollarında sıklıkla karşılaşılan durumu yansıtmaktadır. Göçmenler, ölüm treni ya da İspanyolca canavar anlamına gelen bestia diyor trenler için. Sayra’nın yüzündeki korku ve endişe meşhur canavarı ilk kez görüyor olmasıyla açıklanabilir belki de. Yük trenleri göçmenlerin hayatına mal olan tehlikeli bir ulaşım aracı Meksika’da ve kendisi de ABD’de göçmen olan Meksikalı gazeteci Pedro Ultreras’ın La Bestia isimli uzun metrajlı belgeseli, göçmenlerle birlikte güneyden kuzeye yolculuğun acımasız gerçeklerini aktarıyor izleyiciye. Yolculuğun rotasını çıkaran belgesel, göç duraklarında Orta Amerikalı göçmenlerle yapılan görüşmelere yer verdiği gibi, göçmenlerin akıbetini de paylaşıyor.

Uluslararası Af Örgütü’nün desteklediği ve yapımcılığını Marc Silver ve Gael Garcia Bernal’in üstlendiği kısa metrajlı dört bölümlük belgesel Los Invisibles (Görünmezler, 2010) ise, hem Meksika’da belgesiz olmaları hem de konuya ilginin azlığı nedeniyle Orta Amerikalı göçmenlerin görünmezliğini vurgulayan bir isimle hazırlamıştır. Belgesel, göçün nedenlerini,transit göç sürecinin tehlikelerini anlatmak üzere göçmenlerin kişisel hikayelerinden, onların tanıklıklarından yararlanıyor. İnsan hakları ihlalleri karşısında korunmasız kalan göçmenlerin “Amerikan Rüyası”nın nasıl karabasana dönüşebildiği izleyiciye aktarılıyor. Yoksulluk nedeniyle tekinsiz bir rotada ilerleyen göçmenler, kaçırılma, soygun, yaralanma, tecavüz ve öldürülme risklerini bilerek, geride kalanları için daha iyi bir gelecek sağlayabileceklerini düşünerek göçe başlıyorlar.

Trenle ya da yürüyerek katedilen yollarda, çetelerin şiddeti, güvenlik güçlerinin baskınları arasında yorgunluk, açlık ve susuzlukla da mücadele eden göçmenlerin kabusa dönüşen göçünde, çölde vaha olarak nitelendirilebilecek iki örgütlü oluşumdan söz etmek mümkün. Birincisi Katolik Kilisesi’nin örgütlediği göçmen evleri, ikincisi de Las Patronas (Azizeler) olarak bilinen yoksul kadınların Veracruz’da göçmenlere yiyecek ve içecek dağıttıkları oluşumdur. Sonuncu belgesel, Arturo González Villaseñor’un yönetmenliğini üstlendiği, Llevate Mis Amores (2014) La Bestia’nın güzergahındaki aç ve susuz göçmenlere demiryolunda poşetlerle yiyecek ve içeçek fırlatan kadınların hikayesini anlatmaktadır. İnsan Hakları ödülü alan bu kadınlar, kendileri gibi yoksul olan göçmenlere yirmi iki yıldır karşılıksız, tüm sevgileri ve emekleriyle her gün yiyecek hazırlıyorlar.

Yukarıda sözü edilen film ve belgeseller birbirini tekrarlayan ve tamamlayan yanları ile, Orta Amerikalıların Meksika üzerinden transit göçünün karakteristik özelliklerini çıkarıyor. Buna göre, yük treni La Bestia göçmenlerin kuzeye erişimi için en önemli ulaşım araçlarından biridir. Meksika’da devlet demiryollarının özelleştirilmesi sonrası bölgede sadece yük trenleri işlemektedir. Karayolu taşımacılığının görece pahalı olması nedeniyle de göçmenler bu trenleri kullanmaktadırlar. La Bestia’da anlatıldığı gibi, yüzlerce göçmen Meksika’nın güney sınırından geçtikten sonra yaklaşık 275 kilometrelik yolu on günde yürüyerek katetmekte ve Arriaga’dan ya da hat üzerinde herhangi bir yerden trene atlayarak, tehlikeli bir yolculuk yapmaktadır. Yolculuğun tehlikesi yalnızca hareket eden bir trenin tepesinde olmakla kalmamakta, çetelerin ya da güvenlik kuvvetlerinin taciziyle yolculuk daha da tehlikeli hale gelmektedir. Demiryolu boyunca bekleyen çeteler, yolcuların ellerinde ne varsa almakta, giysilerine, ayakkabılarına el koymaktadır. La Jaula de Oro filminde ise yerli Chauk ile Juan’ın ayakkabılarına el koyan çeteler değil, güvenlik güçleridir. Ayakkabıları olmadan gitmelerine izin verilen bu gençler uzun bir yolu yalınayak gitmek zorunda kalmışlardır. Yürümekten ayak tabanlarının şişmesi, derisinin yüzülmesi ise hem Sin Nombre’de, hem de La Bestia’da işlenmektedir.

Çetelerin para ya da diğer eşyalara el koymasının yanında sıklıkla göçmenlerden ABD’ye gittiklerinde iletişim kuracakları kişilerin telefon numarası fidye için talep edilmektedir. La Jaula de Oro, bu gerçeğe değinirken, La Bestia’da görüşülen göçmenlerden biri çetelerin istenenleri vermeyen bir göçmenin burnunu kesip attığını anlatmaktadır. Saatler süren yolculukta aç, susuz, yorgun ilerlerken uyuyakalmak, çetelerin ve güvenlik güçlerinin tehditleri göçmenlerin trenden düşmelerine, uzuv ve can kayıplarına neden olmaktadır. Sin Nombre’de Sayra’nın babası, güvenlik güçlerini görüp telaşla bir vagondan diğerine atlarken hayatını kaybeder. Belgesel La Bestia’da yönetmen Ultreras ise, sıklıkla karşılaşılan bu olguyu aktarmak üzere, trenle ilk göç girişiminde kolunu yitirmiş Honduraslı Jose Guardado ve iki bacağını yitirmiş bir kadın göçmenle görüşme yapmış. Jose, altı çocuğuna tek başına bakmak zorunda olduğunu, ülkesinde otobüslerde dilencilik yaptığını, şimdiki hedefinin Los Angeles’ta kendisine bir protez kol almak ve çocuklarına para göndermek olduğunu belirtiyor. Ancak belgeselin çekim süresi içinde göçmenin yolculuktan vazgeçtiği ve ülkesine dönmeye karar verdiği bildiriliyor. Gece trenden düşerek iki bacağını kaybeden Eva Garcia Suazo ise saatlerce gün ağarana kadar demiryolunun kenarında bir başına kaldığını, sonradan yardımına gelenlerle hastaneye kaldırıldığını anlatıyor.

Los Invisibles ve La Bestia belgesellerinde görüşülen göçmenler, borçlar, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle göç kararı aldıklarını aktarıyor. Geride bıraktıkları ailelerinden, çocuklarından bahsederken göçmenlerin çoğunun duygusallaştığı gözleniyor. ABD’de kazanılacak para ile birikmiş borçlar kapatılacak, inşaatı yarım kalan evler tamamlanacak, çocukların okul masrafları karşılanacak… Honduraslı José, göç yolunda hayatını yitirenler ve haber alamayan ailelerle ilgili olarak “gitti, kendine yeni bir hayat kurdu, bizi de unuttu diye düşünüyorlar, oysa bilmiyorlar ki burada (Meksika’da) gömülüyüz.”

Kadın göçmenlerin kaçırılmaları, tecavüze uğramaları ve kendilerinden bir daha haber alınamaması da göç yolundaki zorlu gerçeklerden biridir. Los Invisibles, her on göçmen kadından altısının taciz ya da tecavüze uğradığı belirtiliyor. Gönüllü psikolog Maria, kadınların tecavüz sonrası hamile kalmamak için göç yoluna çıkmadan önce uzun süre etkili korunma iğnelerinden yaptırdıkları anlatıyor. Sayra’ya trenin tepesinde onlarca göçmenin şahitliğinde saldırmaya kalkışan çete lideri, yalnızca filme özgü bir kurgu değil, Meksika’daki gerçekliğin bilinen bir parçasıdır. Filmdeki anlatı, belgeseldeki bilgilerle birlikte düşünüldüğünde kız çocuklarının, kadınların maruz kaldığı şiddetin boyutunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. La Bestia belgeselinde, trene binmeye çalışırken bir kadının bebeğinin rayların arasında kalmasına ve başka bir kadına trenin tepesinde dokuz çete mensubu tarafından tecavüze uğramasına tanık olan bir erkek göçmen, kadınların bu yolculuğun kahramanları olduğunu belirtiyor. Göçmen kadınlara yönelik şiddet nedeniyle La Jaula de Oro filminde 16 yaşındaki kız çocuğu Sara saçlarını kesiyor, göğsünü düzleştirmek için bandaj kullanıyor, erkek gibi giyiniyor ve kendine bir erkek ismi belirliyor. Bir hayatta kalma stratejisi olarak cinsiyetini gizliyor.

Uyuşturucu kartelleri, yerel çeteler ya da örgütlü olmayan silahlı saldırganların hedefindeki göçmenler, Meksika topraklarından belgesiz geçtikleri için yetkililere karşılaştıkları saldırıları aktarmaktan kaçınmakta, dolayısı ile kayıtlarda saldırılar görünmemektedir. Ancak 24 Ağustos 2010 tarihinde Tamaulipas eyaletinde yetmiş iki belgesiz göçmenin uyuşturucu kartelleri için çalıştırılmak üzere kaçırılmaları ve ardından işkence ile öldürülmeleri, göçmenlere yönelik şiddetin katliam boyutlarına ulaştığını göstermektedir. Bu katliam sonrası, Meksika hükümeti transit göçü, ülke topraklarındaki yabancıların haklarını düzenleme amacıyla ülkenin ilk Göç Yasasını 25 Mayıs 2011 tarihinde yürürlüğe koymuştur. Seçilen her iki filmin kahramanları da reşit olmayan yoksul çocuklardır. Bu da göçün karakteristik özelliklerden birini yansıtmaktadır. 2014 yılında Orta Amerika’dan ABD’ye yalnız yola çıkan çocuk sayısındaki artış, Obama Hükümetini harekete geçirmiş, Meksika’dan gerekli adımları atması talep edilmiştir. Ulusal ve uluslararası kamuoyunun transit göçmenlerin insan hakları ihlallerine duyarlı olunması yönündeki baskısıyla, aynı yıl Meksika hükümeti Guatemala ile ortaklaşa, göçü düzenlemeye yönelik Güney Sınır Programı’nı (Programa Frontera Sur) uygulamaya başlamıştır.

Tüm bu sayılan olumsuzluklar içinde, kilisenin örgütlediği göçmen evleri göçmenlerin yaklaşık bir ay süren yolculuklarında dinlenebildikleri, güvende oldukları yerlerdir. En fazla üç gün konaklamalarına izin verilen bu evlerde, göçmenler dinlendikten sonra yollarına devam etmektedirler. La Bestia’da güneyden kuzeye katedilen yolda, yaklaşık on, on beş tren değiştirmeleri gerektiği belirtilen göçmenlerin güvenliklerini sağlamaya çalışan göçmen evlerinin devletin üstlenmesi gereken pek çok görevi yerine getirdiği bilinmektedir. Hermanos en Camino (Yoldaki Kardeşler) yurdunun direktörlüğünü yürüten rahip Alejandro Solalinde, Meksika’da göçmenlerin insan haklarını savunan önemli isimlerden biridir. La Bestia ve Los İnvisibles belgesellerinde görüşlerine yer verilen rahip, neoliberal kapitalizmin neden olduğu bu toplum sorunun önemini vurgulamaktadır.

Göçmenlere kilisenin örgütlediği göçmen evleri dışında kimi bölgelerde yerel halk da yardım etmektedir. Demiryolunda bekleyenler, hazırladıkları kumanyaları trendekilere fırlatarak aç susuz yola devam edenlere destek olmaktadırlar. Seçilen filmlerde de bu sahneleri görmek mümkün. Bunun dışında, Llévate Mis Amores, kumanyaları 1995 yılından bu yana her gün göçmenler için hazırlayan kadınların sevgisini, emeğini konu ediniyor. 2013 yılında İnsan Hakları Ulusal Komisyonu’nun İnsan Hakları Ödülü’nü alan bu kadınların hiç tanımadıkları göçmenlere gönülden verdikleri destek, göç yoluna ilişkin karanlık tablonun en aydınlık kısmını oluşturmaktadır. Norma Romero’nun evine süt ve ekmek götürürken trenden seslenenlere torbasındakileri vermesi ile başlayan ve bugün yaklaşık on beş kadının emeği ile devam eden yardımlar insanlığa dair umudu da canlı tutmaktadır. Göçmenlerin “sağol, anne” demeleri ya da yüzlerindeki mutluluğu görmenin onlara yettiğini belirten kadınlar, kolektif çalışmalarını Meksika dışında da duyurmayı başarmışlardır.

Göçü tamamlamak için kuzey sınırını rehbersiz, tek başına geçmek zor, neredeyse imkansızdır. Bu nedenle pek çok göçmen coyote (çakal) olarak bilinen insan kaçakçılarına ihtiyaç duymakta, onlarla yaptıkları pazarlıkla sınırın öbür tarafına geçmeye çalışmaktadır. Her iki filmde de kahramanların sınırı geçmek için coyotelerle anlaştıkları görülmektedir. Sınır güvenliğinin artması sebebiyle yıllar içinde insan kaçakçılarının talep ettiği ücret artmakta, kimi zaman parası olmayan göçmenler ABD’deki yakınlarından borç istemektedirler. Göç sürecindeki tehlikelerle mücadelenin bir yolu olarak göçün coyote/rehber eşliğinde sürdürülmesi kadın göçmenlerce tercih edilmekte, ülkeden geçiş süresini de kısaltmaktadır.[2]

La Jaula de Oro, “Amerikan Rüyası”nın göçmen işçiler için ne anlama geldiğini, tek bir sözcüğe yer vermeden Juan üzerinden gösteriyor izleyiciye. La Bestia’da El Salvadorlu Julio Monjibar ise öfkelenerek, köle gibi çalıştığını, evden işe, işten eve gittiğini, mahpus gibi yaşadığını söylüyor. Soygun, kaçırılma, tecavüz, yaralanma, öldürülme gibi şiddetin pek çok türüne maruz kalma, yük treninin tepesinde günler süren yolculuk, açlık ve sevdiklerini geride bırakmanın kederi, ABD’de kayıtdışı ekonomiye güvencesiz, ucuz işgücü olarak girebilmek için ödenen ağır bedeli özetler nitelikte.

DİPNOTLAR

[1] ITAM (2014) Migración Centroamericana en Tránsito por México hacia Estados Unidos: Diagnóstico y Recomendaciones, Hacia una visión integral, regional y de responsabilidad Compartida, Mexico: ITAM.

[2] Reyes Miranda,A. (2014) Migración Centroamericana Femenina en Tránsito por México hacia Estados Unidos, La situación demográfi ca de México 2014, Mexico: Consejo Nacional de Población.