Milli Sır’dan Milli İrade’ye
Atatürk’e göre, 1920’lerde ‘kurulan’ “Yeni Türkiye’nin eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur.”[1] Türkiye, 2000’li yıllarda, “yeni bir Türkiye” olarak, yeniden inşa edilecektir. 80 yıllık bir süreçten sonra yine benzer bir söylemle ortaya çıkan bu yeni iddia ne anlama gelmektedir? Elbette ki Kurtuluş Savaşı, gerçekten de bir ülkenin yeniden kurulmasını sağlamıştır. Bu bağlamda, AKP’de cisimleşen dönüşümlerle karşılaştırılmayacak boyuttadır. Ancak bu toprakların tarihine bakışta, bu dönemlerin önderleri arasında bir koşutluk olduğunu düşünüyoruz. Mustafa Kemal, Nutuk’ta, 19. yüzyılda başlayan, “batılılaşma”nın bir momenti olarak gelişen Cumhuriyetin tarihini, kendisinin 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlatır; bu dönemi, kendisinin kişisel hikayesi olarak ele alan Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluşunu, bir “milli sır” olarak sakladığını yazacaktır. Atatürk burada pragmatist siyasetinin işleyişi açısından romantik araçlara başvurmaktadır. Pragmatizm ve romantizm arasındaki bu işbölümü, yazının dergimizin diğer sayısında ele alacağımız Tayyip Erdoğan’a dair kısım açısından da işlevli olmaktadır. Tayyip Erdoğan pek çok ulusal ve uluslararası koşulun, krizin ve hegemonya mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan AKP iktidarını kendisinin hapse girmesiyle ya da AKP’nin kuruluşuyla başlatmak gayretindedir. Diğer yandan AKP şahsında İslamcı yorumlar, AKP ile başlayan dönemi, “merkezden” dışlanan “çevrenin” merkeze yürüyüşü, “milli irade”nin tecelli etmesi şeklinde okumak ve yazmak gayretindedirler. Bu yorumlar, AKP dönemi boyunca yoğun bir şekilde yapılmaktadır. Bilinçaltında ilelebet mağdur düşüncesi bulunan bu düşünce, kanımca Türkiye tarihine bu şekilde bir bakışı, pragmatist siyasetlerinin bir aracı yapmaktadır. Bu söylem, AKP iktidarının halka karşı bir zulüm organizasyonu olduğu bugünlerde bile sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu yazının ilk bölümünde, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ve yeni ülkenin tarihi konusundaki temel tarih metni olan Nutuk değerlendirilecek, ikinci bölüm de ise, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2000’lerde yaşanan ve nereye evrileceği belirsiz olan dönüşümü, kendi “kişisel” hikayesi üzerinden işlemesi ele alınacaktır.
Tarih Yazan İktidar
Türkiye tarihi büyük anlamlar yüklenen sembollerle doludur. Bu sembollerin pek çoğuna, bu anlamların özellikle 1920’li ve 1930’lu yıllarda yüklendiğini görürüz. Yeni Türkiye’nin ulusunun ve onun sembollerinin anlam kazanmasında Cumhuriyetin ilk on yılındaki çalışmalar büyük önem taşır. Günümüze kadar olan Türkiye tarihini, geçmişle bir süreklilik ya da kopuş ilişkisi bağlamında düşünecek olursak, belki de ilk dönemlerin bugünlere göre daha büyük bir kopuşu, en azından bunun devlet katındaki kurucu iddiasını taşıdığını söyleyebiliriz. Bir bütün olarak düşünüldüğünde Türkiye tarihinin günümüze daha yakın olan dönemi, Cumhuriyet öncesi geçmiş ile, “yeni-osmanlıcılık” gibi iddialar ve inşa edilmeye çalışılan kurumlar bağlamında daha fazla süreklilik taşıma gayretindedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları ulus inşa sürecinin tayin edici bir aşamasıdır. Nutuk da bu ulus’un tarihinin inşasına yönelik önemli katkılardan biridir. Bir ulus inşa süreci olarak Cumhuriyetin ilk dönemleri, yeni bir tarih inşası gayreti açısından da belirleyici bir dönemdir. Nutuk, tarih yazımının, hem Cumhuriyet’in kuruculuğunun niteliği hem de tarihi algılayış biçimi açısından önemli bir örneğini oluşturur.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra hâkim kesim, devletin kurucusu ve sahibi olması anlayışını her alandaki faaliyetleriyle ortaya koydu. Bu döneme damgasını vuran temel eğilimlerin Bora’nın deyimiyle, “geç kalmışlık kaygısının verdiği acelecilik”, “tehdit” algısı ve “yeni doğmuş bebeği” tehditlerden uzak “büyütme” anlayışı; “tehdit” algısına bağlı olarak “zararlı” fikir ve şahsiyetlerin tasfiyesi ile sorunsuz bir düzen kurma yönünde olduğunu görürüz. “Geç kalmışlık” algısı Cumhuriyet egemenleri tarafından ulusun ve tarihinin kurulmasında ve yeni devletin istikrarlı bir hale getirilmesindeki “acelecilik”te kendisini göstermektedir. Bu “acelecilik” ve pragmatist eğilimlerin Cumhuriyetin kuruluş felsefesine de damgasını vurduğunu görürüz. Ersanlı’ya göre ilk yıllarında, romantizm, pozitivizm ve Alman historisizmi Cumhuriyet tarihyazımının esin kaynağını teşkil etti: “romantizm, tarihçilerin ulusal ülkülerini geliştirmeleri için bir moral güç yaratıyordu; pozitivizm kısa vadeli siyasetin pragmatik ve laik hedefleri için gerekliydi ve nihayet Alman historisizmi “ideal-devlet-iktidar” özdeşliğini kafalarda yaratmak için uygundu.”[2] Eric Jan Zürcher de, Türk tarihyazımını “büyük ölçüde Türk toplumundaki sınıfsal, etnik ve dinsel ayrılıkların zararsız hale getirilmesi için bir alet”[3] olarak değerlendirir.
Nutuk bu açıdan temel bir metin olarak ortaya çıkar. Cumhuriyet’in kuruluşunda birinci derecede etkili olan Mustafa Kemal’in kaleminden bu dönemin algılanışı, yeni devletin tarihi kadar tarihyazımının da özelliklerini ortaya koyar. Tarih metni olarak Nutuk, yazılış ve okunuş biçimi ve yeri, ele aldığı tarihsel dönem tercihi, içeriğindeki kişi eleştirilerinin niteliği, içerdiği “kutsal”lıklar ve bunlara sürekli bir “mantık” arayışı ile, Türk Tarih Tezi’nin resmi olarak oluşturulmasından önce kaleme alınmış olsa da onu pratikleştirir ve tartışmalı yanlarını bünyesinde taşır. Mustafa Kemal’in pragmatist siyaset anlayışı tarih yazımındaki yönelimine de tümüyle sirayet etmiştir. Nutuk’ta bu pragmatizmin çok pratik yansımalarını görürüz. Bu pragmatizm, romantik ve pozitivist bir tarih anlayışını oluşturmuştur.
Nutuk’tan içeri
Cumhuriyet’in bir ulus ve tarih inşa etme anlayışının temel belirtileri Nutuk’ta ortaya çıkar. Atatürk, en önemli faili olarak yaşadığı tarihi yazarken, aynı zamanda “geçmiş”i kendi siyasal hedeflerini gerçekleştirmek üzerinden okumuştur.
Atatürk, Nutuk’u 1927 yılının ilk yarısında, yoğun çalışmalar sonucu hazırlayıp 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın, 2. Kongresi’nde okumuştur. Bu kongre esasında 1. Kongre olduğu halde, Nutuk’un tarihsel başlangıç sürecine de uygun bir şekilde, Sivas Kongresi 1. olarak kabul edildiğinden, 2. Kongre olarak belirtilir. Konuşma 6 gün boyunca 36 buçuk saat sürmüştür. Bu konuşmada 19 Mayıs 1919’dan başlayarak 1927’ye kadar olan 9 yıllık süreç anlatılır. Mustafa Kemal Nutuk’u iki kısım olarak hazırlamıştır. İlk kısım 19 Mayıs 1919’dan TBMM’nin açılışına kadar olan dönemi, 2. Kısım ise Meclis açılışından 1927’ye kadar olan dönemi kapsar. Aslında Nutuk, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kasım 1924’te ortaya çıkışıyla sona erer. Metnin çok küçük bir kısmı bundan sonraki döneme aittir.
Metnin büyük bir bölümünü, iç siyasal olaylar, diğer ülkelerle ilişkiler ve dış politika gelişmeleri, askeri tarih, İstanbul-Ankara ilişkileri, ayaklanmalar, düşman işgali, lojistik sorunlar, Atatürk’ün yaptığı görüşme ve yazışmalar, mitingler ve kongreler, Kurtuluş Savaşı’nın aşamaları, askeri ve siyasi örgütlenme çalışmaları ve Atatürk’ün önem verdiği çeşitli ayrıntılar kapsar. Özellikle ilk dönemlerde yapılan yazışmalar, Erzurum ve Sivas kongresine ilişkin görüşmeler Nutuk metni içerisinde yer alır. Atatürk’ün İstanbul Hükümeti ile yazışmaları da ayrıntılı olarak yer alır. Metinde dikkate değer bir yer kaplayan bir kısım da Atatürk’ün muhaliflere yönelik eleştirileridir. Atatürk bunu, çok ayrıntılı bir şekilde yapar. Eleştirdiği kişilere ilişkin pek çok detayı, seçici bir şekilde verir.
Nutuk bir savunma şeklinde ele alınabilir. Atatürk, 1919’dan itibaren başlayan süreci, kendi faaliyetlerinin bir savunusu şeklinde işlemiştir. Yeni rejimin haklılığının savunusu büyük önem taşır. Atatürk kendisinin haklılığına, muhalifler ve eski düzen yanlılarının ise haksızlığına “mantık”sal nedenler bulma ve onları “mahkûm” etme çabası içindedir. Buradaki sorun “yargılama”nın zaten yapılmış olmasıdır; “suçlular” “mahkûm” edilmiş ve pek çoğu “ceza”larını çekmiş veya çekmektediler. Yani bir cezalandırmanın gecikmiş bir yargılaması yapılmaktadır. Zürcher de Nutuk’u bir savunu olarak ele alır: “Nutuk, 1925-1926 yıllarındaki temizlik hareketlerinin bir savunmasıdır.”[4]
Ve “Tarih” Başlıyor…
Atatürk metnin başında “somut durumun somut tahlili”ni yapar: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Mustafa Kemal tarafından anlatılan hikâyesi olarak Nutuk şu sözlerle başlar.
“Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş
1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım.
Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…”[5]
Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele’nin tarihini Samsun’a çıktığı gün ile başlatarak, kendi hayatı ve mücadelenin başlangıcı arasındaki paralelliği en baştan kurmuş olur. Bunu yaparken İzmir’in işgali ve sonrasında başlayan direnişleri, İttihatçıların Milli Mücadele’ye yönelik örgütlenmelerini yok saymaktadır. Bu durum, Atatürk’ün Nutuk boyunca ihtiyaç duyacağı ve kullanacağı, kendi tarihi ile milli mücadele tarihi arasındaki bağ konusunda ona önemli bir “olanak” sunmaktadır. Parla’ya göre, “Milli Mücadele’de Osmanlılık fikrinin ve kurumlarının etkin rolü ‘Nutuk’ta göz ardı edilmiştir. Hâlbuki Sakarya Zaferi ertesinde dağıtılan madalyalar bile Osmanlı madalyasıydı. ‘Nutuk’ta bu faktörlere yer verilmez, Atatürk’ün ta işin başında yeni bir devlet kurmak için yola çıktığı iddiası işlenir. Atatürk, yeni rejimi yerleştirmek için, tarihin ‘devamlılık’ boyutuna ‘Nutuk’ta yer vermemiştir.”[6]
Düşünülen Çıkış Yolları
Mustafa Kemal, yukarıda ortaya koyduğu durum üzerinden düşünülen çıkış yollarını açıklar: Buna göre üç türlü kararın ortaya atıldığını bildirir: Birinci kararın İngiliz himâyesini istemek, ikincisinin Amerikan mandasını istemek olduğunu belirten Mustafa Kemal’e göre, bu iki türlü karar sahipleri Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. “Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında taksimi yerine, imparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir.”[7] Üçüncü kararın bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmak olduğunu belirten Mustafa Kemal, bu kararın bazı bölgelerde Osmanlı Devleti’nden koparılma tehlikesine karşı ondan ayrılmama yönünde tedbirler olarak ortaya çıkarken bazı bölgelerde ise Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağı ve taksim edileceğinin kabulü ile kendi başlarını kurtarmaya çalışma şeklinde görüldüğünü vurgular.
“Benim Kararım”
Mustafa Kemal bu kararların hiçbirinde isabet görmediğini, “çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıkların çürük ve temelsiz”[8] olduğunu yazar. Osmanlı Devleti’nin temellerinin çöktüğü ve ömrünün tamamlandığı konusunda kendinden emin olan Mustafa Kemal, Osmanlı’nın geleceği, padişah, halife gibi eski rejime ilişkin plan ve kurumların ise bir gerçeklik olmaktan çıkıp “birtakım boş sözlerden ibaret” hale geldiklerini vurgular: “Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.” Bu durum karşısında tek bir karar olduğunu belirten Mustafa Kemal’in bu kararı ise, “millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!”tır.[9]
Mustafa Kemal bir yandan “bilimsel” bir analiz yaparak Osmanlı’nın ömrünü tamamladığını o dönem gördüğünü iddia ederken, daha sonra kurulacak olan Cumhuriyet’in temellerinin daha o dönem kendisinin zihninde şekillendiği iddiasında bulunmaktadır. Bu, daha sonra tartışacağımız “milli sır” konusunda da işlenecektir ama Mustafa Kemal’in “karar” konusunda yaptığı vurgu, genel olarak metnin tümüne hâkim bir anlayışı barındırmaktadır. Yaşanmış olan tarih bir plan olarak onun kafasında şekillenmektedir ve daha sonraki süreç ise bu planlamanın tatbiki şeklinde gelişmektedir. Metnin devamında Mustafa Kemal açık bir şekilde bu kararı, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğünü, Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz da uygulamasına başladığını ifade etmiştir. “Nutuk’ta, Mustafa Kemal’in Mayıs 1919’da Anadolu’ya varışıyla başlanıp, ulusal direniş hareketinin önceki aşamasının göz ardı edilmesi anlamlıdır. Nutuk, tarihsel gerçekliği açıkça başkalaştırarak bağımsızlık mücadelesini Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalarını muhafaza etme mücadelesi olarak değil yeni bir Türk devleti kurma hareketi olarak sunar.”[10]
Metin boyunca tarihyazımı kavrayışının bir yansıması olarak, romantizm ve pozitivist öğeler yan yana ilerlemekte ve birbirlerine yol açmaktadırlar. Pragmatist pozitivizmin politikalara bir “mantık” bulmak için açtığı yollar “Türk milletinin şerefli geçmişi”ndeki[11] romantizmde yeni bir mecraya ilerlemektedir. Mustafa Kemal verdiği karara “en güçlü muhakeme ve mantık” dayanakları ararken, bunu Türk milliyetçiliğinin geçmişindeki “haysiyetli” yaşama yaptığı vurguda bulmaktadır. Ona göre “Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklâlden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.”[12]
Muhalefet ve Kişi Eleştirisi
Nutuk’un önemli öğelerinden biri olarak “Atatürk” kişiliğinin oluşturulmasının temelini, muhalif kişi ve gruplara yönelik sert eleştiriler oluşturur. Metnin büyük bir bölümü, Mustafa Kemal’in eski yol arkadaşlarının yaptığı “hata”ları, göz önüne serdiği kısımlardan oluşur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın eski liderlerinin eleştirisi ana temalarından biridir. Mustafa Kemal eski çalışma arkadaşlarını gözden düşürmeye çalışırken onları “baştan sona tereddüt içerisinde”, “yeteneksiz” ve “hain” olarak sunar ve kendisini ise hareketi başından itibaren yöneten kişi olarak tanımlar. Mustafa Kemal’in eleştirilerinden nasibini alanların sayısı çok fazla olmakla birlikte özellikle Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Çerkes Ethem en çok öne çıkanlardır.
Atatürk, Nutuk’un ilk kısımlarında eleştirilerinin temelini şu şekilde tarif eder: “Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. Bu noktalara, aydınlanmanız ve kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe birer birer işaret etmeye çalışacağım.”[13]
Mustafa Kemal, birlikte yola çıktığı arkadaşlarının pek çoğunun asıl hedeflerini kavrayamadıklarını iddia eder. Bu konuda yeterli bilgiye sahip olsalar da hedefi şaşırmışlardır. Bu hedef Mustafa Kemal’in başından beri hedeflediği Cumhuriyet’tir. Ötekilerin kusurunun yöntem açısından eksiklerinden çok hedefin doğruluğunu kavramadaki eksiklikleri olduğunu iddia eder. Parla’ya göre, “Tüm Nutuk aynı zamanda öteki bütün olası adayların yetersizliği üstüne kızgın bir iddianame gibidir.”[14]
Mustafa Kemal kişi eleştirilerinde, tarihsel gelişmeleri kullanırken gözden kaçmayacak şekilde bir pragmatizmin yol açtığı çarpıtmalar da yapar. Örneğin Mustafa Kemal Nutuk’taki anlatımında, Çerkes Ethem’in iç ayaklanmaları bastırmadaki rolüne ve Ankara üzerindeki gücüne pek değinmezken onun tren istasyonundan Yunan tarafına “kaçış”ını ayrıntılarıyla anlatır.
Mustafa Kemal kişi ve muhalefet eleştirilerinde çok sert ifadeler kullanır, bunların bazıları şöyle sıralanabilir: “Hükümeti ve orduyu yıkmak için kurcalayanlar, muhalefet vadisinde ileri gitmek isteyenler, muhalif cereyanlarda teşvikçi rolü oynayanlar, grubun çalışmasını zorlaştıranlar, olumsuz direnişlerini tecrübe edenler, olumsuz ve karamsar rol yapanlar, aciz ve korkak insanlar, düşmana ümit verenler, şaşkın ve cahil beyinler…”
Osmanlıya Bakış
Nutuk’ta ve genel olarak Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde geçmiş hem olumlu hem olumsuz yönleriyle ele alınır. Tanıl Bora, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılında gözlemlenen “Yunan düşmanlığı eksikliği”nin öncelikli bir nedeni olarak, “Yeni Türkiye’nin esas Öteki imgesinin, mâzi oluşu”nu[15] gösterir. Yakın geçmiş olarak Osmanlı asıl düşmandır. Bu yeni devletin hala bir tehlike olarak gördüğü “geçmişe dönüş” ihtimaline karşı çeşitli tedbirler geliştirmesine de yol açacaktır. Mustafa Kemal de Nutuk’ta Osmanlı dönemine yönelik pek çok eleştiri geliştirir.
Diğer yandan Türklerin Osmanlı öncesi ve daha belirsiz tarihine yönelik bir övgü de bunun yanı sıra gelişir. Atatürk, Türklerin gelecekteki medeni yaşamlarının köklerinin geçmişlerinde zaten bulunduğunu vurgular: “Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.”[16] Osmanlıya ve İstanbul Hükümeti’ne karşı geliştirdiği eleştirilerde de onların Türkler için bu onurlu yaşamı sağlamaktan uzaklaştığı vurgusunu yapar. Dolayısıyla İstanbul Hükümeti artık meşruluğunu da yitirmiştir.
1927: Yeni Tarihi Yazmanın Zamanı
“Şiddetin Siyasal Tarihi:
…
Kemal paşa şiddeti, bir temizlenmedir.
Kemal Paşa şiddeti hem kendisini ve hem de alternatifleri temizleme sürecidir.
Yeni, temizlenmiş düzlem üzerinedir.
1927’de, Türkiye, üzerine her sözün yazılabileceği bir düz tahtadır.
İdeoloji, birikmiş şiddettir.
Egemen ideolojinin eşiğinde şiddet vardır.
Yeni imaj, mutlaka şiddetle kakılıyor.
…
Şiddet yeni bellek kazımak içindir.
Türkiye’nin siyasal tarihi, şiddetli arayışlar ve uyumlu kütlesellikler tarihidir…”[17]
1919 yılından 1927 yılına kadar olan Türkiye tarihi ülke siyasetinde, ülke topraklarının ve dışarıyla olan mücadelelerin de tarihidir. Ankara’da farklı gruplar arasındaki çekişmeler yaşanmaktadır; Mustafa Kemal ve muhaliflerinin güç mücadeleleri en hararetli dönemlerini yaşamaktadır. Mustafa Kemal’in başta Kurtuluş Savaşı’nda birlikte savaştığı pek çok ileri gelenle olmak üzere, birçok kişi ile sorunları vardır. 1927’ye kadar olan süreçte içerideki “muhalif sesler” ile de bir “hesaplaşma” yaşanmış ve muhalefetin etkisi yok edilmiştir.
Nutuk bu güç mücadelelerinin geride kaldığı bir tarih olarak aynı zamanda bu güç mücadelelerinin anlatıldığı bir metindir. Mustafa Kemal savaşa girilen yabancı devletlerle, İstanbul Hükümeti ve Anadolu’daki farklı siyasi güç merkezleriyle ve Ankara’nın kendi içindeki ve Mustafa Kemal’in kendi çevresindeki güç mücadelelerini siyasi bir dille açıklar.
1927 yılında ülkede tek söz sahibi güç Mustafa Kemal ve onunla birlikte hareket edenlerdir. Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalefet ezilmiş, İstiklal Mahkemeleri ile olası muhalefet odaklarına da gözdağı verilmiştir. Bu tarih o döneme kadar olan iktidar mücadelesinin bir anlamda sona ermesini simgeler. Parla’ya göre, Atatürk Nutuk’u yazarken, okurken kuşkusuz devletin tüm kurumlarıyla tek belirleyeni olduğunun farkındaydı: “Şef ve aslında şekilden başka bir şey olmayan partisi muhalifsiz bir cumhuriyette devletin bekasının tek sorumlusu ve belki de tek sahibidir. Nutuk’un mecliste değil de parti kurultayında okunmasını da bu bağlamda değerlendirebiliriz.”[18]
Nutuk’un CHP Kurultayı’nda okunması da önemli bir semboldür. Esasında 1. Kurultay olmasına rağmen 2. Kurultay olarak kabul edilmiştir. Milli Mücadele’nin başlangıç dönemlerine gönderme yapılarak Sivas Kongresi, CHP’nin 1. Kurultayı olarak kabul edilmiş, yani Milli Mücadele tarihi ile, Mustafa Kemal’in Samsuna çıkışı ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın yazılan tarihi konusunda bir paralellik sağlanmaya çalışılmıştır. Zaten 1927’de, milli Mücadele’de yer almış önemli isimler değişik nedenlerle tamamen siyasi arenanın dışında kalmış ve TBMM de muhalifsiz bir CHP parti grubu gibi olmuştur. Tüm muhalefet bertaraf edildikten sonra artık galiplerin resmi tarihi istedikleri gibi rahatça yazabilecekleri konum elde edilmiştir.
Eric Jan Zürcher, Nutuk’u “Bir dönemin sonu”[19] olarak değerlendirir. Savaş sonrasının huzursuzluk dönemi Nutuk’un okunmasıyla sona ermiştir. Bu anlamda hesaplaşma metni anlamına gelir. Güç mücadelelerinden sonra sistemi ele geçiren ve tek söz sahibi olan güçler geçmişi kendi siyasal hedefleri açısından değerlendirmiş ve yazmışlardır. Nutuk bu siyasal hedeflerin de tarihini anlatır.
Milli Sır: Anlatılan “Benim” Hikâyemdir!
“Milli Sır” kavramı, yalnızca bir kez geçmesine rağmen, Nutuk’un anlatımı açısından büyük önem taşır. Mustafa Kemal bu sırrı şu şekilde açıklar: “…ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim.”[20]
Milli Sır, Nutuk metnine “ruh”unu veren ve onu açıklamada önemli veriler sunacak bir kavramdır. Atatürk “sır” kavramıyla siyasal programındaki uygulamayı bir kapalı plan olarak ele alırken, bir yandan da yalnızca kendisinin bildiği bu “milli sır” ile kendi hikâyesi ve milletin yaşadıkları arasında da bir paralellik kurma gayretindedir. Bu, metnin temel “ruh”una da uygundur.
Atatürk’ün sakladığı milli sır yalnızca onun vakıf olduğu bir doğru program gibidir. O gizli programı gereğince adım attıkça, buna “aklı yatmayan” veya “geleceği görme yetisinden yoksun bulunan çalışma arkadaşları”nın birer birer kendisiyle çatıştığını ve yolların ayrıldığını, oysa bu programın izlediği yolun Cumhuriyet’e çıkan bir tarihsel ilerleme yolu olduğunu anlatmaktadır.
Mustafa Kemal’in milli sır olarak taşıdığı program bir yandan da halka olan bir güvensizliği barındırır. Toplum ya da halk kendi kurtuluş çarelerini bilecek yeterliliğe sahip değildir ve ancak bir önderin kafasındaki programın uygulanmasıyla bu süreç geçirilecektir. Türk milleti “ihtiyaç duyduğu kudrete sahip olduğunu” mazisinde göstermiştir. Yalnızca önderin yönlendirmesine ihtiyaç duymaktadır. Esasında kitlelere yönelik bir güvensizlik, pozitivist bir belirleme olarak ortaya koyulurken, diğer yandan Türk milletinin mazisinde yattığı iddia edilen bağımsız bir millet olarak yaşama iradesi ve şerefli bir geçmişe sahip olmak vurgusu, geçmiş romantizmiyle bu belirlemeden çıkacak pragmatist politikanın görünümleri şeklinde ortaya çıkar.
Suavi Aydın’a göre, “Bütün Kemalist reform programının arkasında şu mantık yatar: Toplum hep çocuktur, ancak içinde varsayımsal bir cevher vardır ve bu cevheri sadece birkaç kişi görebilmektedir. Bu cevheri toplumun içinden çıkarıp onun ilerlemesi için onun hizmetine sunmak, sadece ve sadece böylesi kararlı bir önderliği gerektirmektedir. Bu önderlik önce Atatürk’ün şahsında, sonra da Cumhuriyet Halk Fırkası’nın tüzel kişiliğinde tezahür edecektir.”[21]
Atatürk metni kaleme alırken çoğunlukla birinci tekil şahıs olarak ya da birinci çoğul şahıs olarak konuşur. Samsun’a çıkışından başlayarak gelişen süreç, bir ulusun hikâyesi olmakla birlikte onun kurtuluşunu tek hedef olarak belirleyen şefin de hikâyesidir. Zaten milletin sorunu da Atatürk gibi bir liderden yoksun olmasıdır. “Nutuk’ta ilk sayfalardan itibaren başın önemi üzerinde durulur. Milletin perişanlığı her şeyden önce ‘farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet’ oluşundandır.”[22]
Atatürk, karizmatik bir lider olarak “başsız kalmış olan millet”e doğru yolu gösterecek ve kitle de onun peşinden gidecektir. O Türklerin ihtiyacı olan liderleridir ve onların geleceğine yön verecektir.
Atatürk bir program olarak milli sır’ın uygulandığını şöyle iddia edecektir: “Eğer dokuz yıllık faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık silsilesi ile gözden geçirilirse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz doğrultunun, ilk kararın çizildiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.”[23]
Suavi Aydın’a göre: “Bu program, Atatürk’ün büyük ölçüde Nutuk’u okuduğu 1927 yılından geriye bakarken tarihi kendi lehine (ve tabii siyasi rakiplerinin aleyhine) tanzim ederken, metne monte ettiği bir leitmotiv’dir. Atatürk metni inşa ederken, ister istemez tarihi de yeniden inşa etmiştir.”[24]
Sonuç Yerine…
Fransız Devrimi, özellikle entelektüel yönü dolayısıyla uluslararası bir nitelik taşır. Bu dönemden sonra mutlak iktidarların yetkilerin sınırlandırılmasına yönelik fikirler pek çok ülkede tartışılmaya başlanmıştır. Osmanlı Devleti de bu tartışmalardan muaf değildir. Özellikle Tanzimat sürecinden sonra, Batılılaşma yönündeki gelişmelerle Cumhuriyet fikrinin temellerini de oluşturan pek çok olgu Osmanlı’da tartışılmaya ve bir karşılık bulmaya başlamıştır. Tarihsel gelişmenin yönü açısından bakıldığında Cumhuriyet yönünde bir yola girildiği açıktır. Tanzimat Fermanı, 1. Meşrutiyet, serbest seçimler gibi gelişmeler bu yönde bir eğilimin göstergeleridir. Yani 1. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen süreç, bu topraklarda, Osmanlı idaresindeki anlamıyla bir mutlak iktidarı zaten pek de mümkün kılmamaktadır. Gelişmelerin yönü, Cumhuriyet’i Mustafa Kemal ve ekibinin kurması şeklinde olmuştur. Atatürk Nutuk’ta bu tarihsel gelişmeleri, pek çok toplumsal bağlamdan kopararak ele almıştır. Nutuk’taki Milli Sır, yeni Türkiye’nin kuruluşunu Atatürk’ün hikayesi olarak ele almaktadır. Recep Tayyip Erdoğan, belki de bir Atatürk öykünmesiyle, “yeni Türkiye”sinin tarihini yaşarken yazıyor. AKP’nin yaşarken yazılan tarihi, algı yönetiminin son derece etkili bir şekilde kullanıldığı, pragmatist ve romantik araçlar arasındaki iş bölümünün el ele gittiği bir şekilde ilerliyor.
Türkiye toplumu açısından ağır bedeller ödenen, bu yaşarken tarihyazımı, gelecek sayıda ele alınacak.
DİPNOTLAR
[1] Atatürk, Mustafa Kemal, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3, A.Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1993, s. 50.
[2] Ersanlı, s. 26.
[3] Zürcher, Eric Jan, “Siyaset Adamı Tarihçi Olunca”, Savaş, Devrim ve Uluslaşma, Türkiye Tarihinde Geçiş Dönemi (1908-1928), Çev. Melis Behlil, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, 2009, s. 13.
[4] Zürcher, Eric Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev: Yasemin Saner, İletişim Yayınları, 26. Baskı, 2011, s. 259.
[5] Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk 1919-1927, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan: Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2002, s.1.
[6] Parla, Taha, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 1 Atatürk’ün Nutuk’u, Nutuk, İletişim Yayınevi, 1. Baskı, 1991, s. 27.
[7] Atatürk (2002), s. 8.
[8] A.g.e., s. 9.
[9] A.g.e., s. 9.
[10] Zürcher, Eric Jan (2011), s. 259
[11] Atatürk (2002), s. 9.
[12] A.g.e., s. 9.
[13] A. g. e., s. 11.
[14] Parla, s. 45.
[15] Bora, Tanıl, “Milli Kimliğin Kuruluş Döneminde Resmi Metinlerde ‘Yunan Düşmanlığı’ Neden Eksikti, Nereye Gitmişti”, Defter Dergisi, Sayı 32, Kış 1998, s. 33.
[16] Atatürk (2002), s. 10.
[17] Küçük, Yalçın, Türkiye Üzerine Tezler, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2006, s. 1123.
[18] Parla, s. 72.
[19] Zürcher (2011), s. 259.
[20] Atatürk (2002), s. 11.
[21] Aydın, Suavi; “Milli Sır”, Resmi Tarih Tartışmaları-5 Nutuk, Editörler: Fikret Başkaya, Mete K. Kaynar, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2008, s. 106.
[22] Bora, Tanıl, “Nutuk ve Milliyetçilik”, Resmi Tarih Tartışmaları-5 Nutuk, Editörler: Fikret Başkaya, Mete K. Kaynar, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2008, s. 134.
[23] Atatürk (2002), s. 11.
[24] Aydın, s. 107.