Bilmek ve Mutluluk Üzerine: Spinoza ve İmparatorluk/Çokluk

28 Temmuz’da basında yer alan dünya çapındaki bir araştırmaya[1] göre, insanların hayattan en az keyif aldığı ve en az güldüğü ülkeler arasında yer alan Türkiye’de pandeminin etkileri fazlasıyla hissediliyordu. Sosyal medyada biraz gezinmek buna dair çok sayıda delili görebilmek için yeterli. Bu öfkeli, stresli, keyifsiz ve az gülen toplumda bir dönem aklını, imkânlarını ve yeteneklerini “gündemlerinin merkezine eşitlik ilkesini koyarak dünyayı değiştirmek”[2] ve toplumun daha demokratik bir düzende refah içinde yaşaması yönünde kullanan, “biliyor(!)” olmanın özgüveniyle konuşan, hareket eden insanlar var. Onların, bu ruh halinde, genel olumsuz gidişatın yanında, bir dünya cennetinin yaratılabilirliğine olan inancın ve umudun geri dönüşsüz bir şekilde kaybedildiğine olan inanç da etkili.

Son yirmi yıldır “biliyor” olmanın özgüveni korozyona uğradı/uğruyor. Mazideki yaşanmışlıklara ilişkin bildiklerimizden geleceğin nasıl şekilleneceğini çıkarabileceğimiz kanısındaydık; geleceğin, maziden çıkarılması gereken değil icat edilmesi gereken bir şey olduğunu[3] ve bildiklerimizin üzerine oturduğu ‘sağlam’ zeminin ufalanıp dağılmaya başladığını fark edince coşkumuz söndü. Oysa kesinkes bildiğimiz zamanlarda, o damarlarımızdan çağlayarak akan kibri, özgüven duygusu sanarak taşımıştık. Şimdi de bilmediğimiz sanısıyla, benliğimizin yıkıntıları arasında yaşam enerjisi olabilecek cılız bir ışık kaynağı aranıyoruz.

Bilmek deyince Spinoza’ya göre üç tür bilgi var: Duygulanışlar; Ortak Mefhumlar ve Sezgisel Bilgi.[4] Spinoza, Evren/Doğa/Tanrı özü itibarıyla birbirinin aynısı olan parçacıklar (tekil cisimler) ve bu parçacıkların etkileşimleri sonucu farklı farklı bağıntılar (üst üste binme, hareketlerini birbirine sabit bir yasayla iletme vb) altında sonsuz sayıda bir araya gelmeleri ile oluşan (bileşik) cisimlerin (taş, köpek, müzik, insan, su vb.) bütünüdür, diyor.[5] Cisimler arası etkileşimler, cisimleri oluşturan bu bağıntıların pekişmesine ya da çözülmesine neden olur. Bağıntının pekişmesi yaşama coşkusunu artırırken, bağıntısının zayıflaması yaşam enerjisinin azalmasına ya da bağıntının tamamen parçalanıp cismin yok olmasına neden olur. Örneğin elektrik cismi ile insanın etkileşimi, insanın bağıntısını tamamen çözüp, ölümüne yol açabilir. Ya da çok sıcak bir havada güneş, yaşama sevincini azaltabilir. Hoşluk veren bir müziğin duymak suretiyle içerilmesi insanın bağıntısını müziğin bağıntısı ile güçlendirerek (birleştirerek) yaşama coşkusunu artırabilir. İnsan gün boyunca, çok sayıda cisimle etkileşime girer. Örneğin sevmediği biri ile karşılaşır, ÜZÜNTÜ yaşar. Sonra hoş bir melodi duyar, SEVİNÇ yaşar. O soğuk günde aniden esmeye başlayan rüzgâr, ÜZÜNTÜ yaşamasına neden olur. Derken bulutların dağılması ile açan güneş yeniden içini SEVİNÇ’le doldurur. Bazen sevinçle ya da üzüntü ile birlikte anabileceğimiz bir duygu, baska bir zaman tam tersi nitelikte olabilir; örneğin bir diktatöre duyulan sevgi ya da haksızlığa uğradığın bir anda duyduğun öfke gibi.

Duygulanımsal bilgi düzeyindeki insan bu duygu hallerini bilincinde olmaksızın yaşar/onlara maruz kalır. Mesela, birkaç insan birbirlerine bir kol uzanımı mesafede bulunurken (bir doktor bekleme odasında) bir müddet konuşmadıklarında tümünde rahatsızlık oluşmaya başlar. İnsan farkında olmaksızın bu yakınken konuşmama halinin bağıntısını tehlikeye düşürebilecek bir düşmanlık belirtisi olabileceğini bilinçsizce hisseder. Belli belirsiz rahatsızlık verici (sıkıntı, kaygı vb) hislerden kurtulmak için insan, bilinçsizce kendini neşelendirecek karşılaşmalara, etkileşmelere karanlıkta el yordamıyla ulaşmaya çalışır. Duygulanımsal bilgi düzeyindeki bir insan için mutluluk, kontrolünde olmayan tesadüfi, dışarıdan zaman zaman verilen ve zaman zaman alınan bir şeydir.

İnsan kendi bağıntısı, kendi bağıntısını etkileyen cismin bağıntısı ve kendi bağıntısındaki etkinin nedenleri konusunda bir farkındalık oluşturursa, ikinci tür bilgiye “ortak mefhum” bilgisine geçer.[6] Mefhumlar oluşturan insan, bağıntısını bozacak cisimlerden kaçınacak ve bağıntısını güçlendirecek cisimlere yönelecek şekilde -etkileşimlere maruz kalma düzeyinden- etkileşimleri önleme ve yönlendirme düzeyine çıkar. Bu durumda insan artık, hayatını SEVİNÇ-SEVİNÇ-…-SEVİNÇ duyguları ile devam ettirebilecek bir kontrol düzeyine ulaşır.

Spinoza duygulanışlardan söz ederken bizi üzüntülü duygularla etkilemek isteyenlerin evrende kurmuş oldukları bir komployu da açık eder: Kederli duygular iktidarın işleyişi için zorunludur. “… kalabalığı yönetmek için hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur.”[7] Otoriter iktidarlar, toplumun çoğunluğunu oluşturan ve egemen sınıflardan olmayan insanları örneğin açlık/yoksulluk sınırında tutacak (bağıntısı tamamen parçalanmayacak) koşullar oluşturur. Dinin her ne yapılırsa yapılsın günah olduğu ve cehennemde yanılacağı söylemi ile sürekli suçlu hissettirici yanını kullanır. İnsanlar mutsuzluklarının, coşku yitimlerinin iktidar oyunlarından kaynaklandığını fark edince, örneğin dinin günahla çerçevelenmiş suçluluk duygulanımlarından kendilerini kurtaracak ortak mefhumları da ürettiler.

Mefhumsal bilgi, duygulanımsal bilgi/sizlik karşısında bir devrim mahiyetindeydi. Ama, hayatı, bağıntıların korunması, güçlendirilmesi için bir kaçınmalar ve yaklaşmalardan ibaret hale getirmesi, dünyada bir cennet hayali, cennetin aslı gibi tatsız tuzsuz bir şeydi. Duygulanışlar düzeyindeki insanın, maruz kalmaların yorgunluğuna, tevekkül ile cevap verişi gibi, modern insan da kendisini, mefhumun garantili yaşamına bıraktı. Mefhumcu modernler yaşamsal bağıntılarını korumak için modernliğin tezahürü olan yasalara bel bağladılar; sanki yasaların arkasında onların bekçiliğini her daim yapan demokratik bir toplum varmış gibi. ‘Bilmenin’ özgüveniyle dolu devrimciler, devrimin kaçınılmazlığı ile hemhal oldular. Fakat bugün “dünyanın sonunu hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay” görünüyordu.[8]

Birinci tür bilgi (duygulanış), göçebe kavimlerin, sonra şehir devletlerinin ve sonra feodalizmin egemen olduğu, yönetim merkezlerinin arasında büyük coğrafi alanların kimsenin kontrol edemeyeceği kadar geniş boş toprakların olduğu dönemlerin bilgi türü oldu. Boş topraklar, ardında prensesleri kaçıran ejderhâlâr; büyük vahşi hayvanlar, cinler-periler, barbar akınları; her an hiddetlenerek seller gönderebilecek, bir halkı tümüyle taşa çevirebilecek tanrılar gibi yaşam güvenliğini zaafa uğratabilecek endişe ve korku kaynakları yaratıyordu. Reisler, din adamları, derebeyleri bu korkuları kullandılar.

İkinci tür bilgi (ortak mefhumlar), boş toprakların merkezi otoritenin -ulus devletin- kontrolüne girdiği, boş topraklardan gelebilecek tehlikelerin ülke sınırlarının dışına gönderildiği ve sınırların da milli ordular tarafından gözetlendiği (“Mehmetçik sınırda iken evde rahatça uyuyoruz”) tarihsel dönemin bilgisidir. Bu döneme, karşı-devrimci modern iktidarlar, kapitalizmin ulus bazında gelişmesi; gelişmiş kapitalist ülkelerin sömürgeci-emperyalizmi ve sonrasında ulusal bağımsızlık savaşları damgasını vurur.

Bugün emperyalizm ve bağımsızlık savaşları sona erdi, kapitalizmin sömüreceği bir çevresi yok artık. Çünkü o her yerde,[9] tehditlerle dolu boş topraklar yok; tehdit, kaçabileceğimiz, sığınabileceğimiz boş hiçbir toprağın (zamanın, ilişkinin) ulus devlet sınırları içinde ya da dışında kalmamış olması. Bildiğimiz anlamda bağımsız ulus devletler de; ister emperyalist ulus-devletler olsun ve isterse de bağımsızlık savaşını kazanıp, sömürge olmaktan çıkmış ulus-devletler olsun hepsi ‘yeni dünya İmparatorluğuna’ entegre oldular; onun olmayan merkezinin eyaletlerine dönüştüler. Artık üçüncü tür ‘sezgisel’ bilginin çağındayız.

Spinoza tüm Doğa’nın/Tanrı’nın, sonsuz sayıda parçacıkların bozulan, birleşen, tekrar bozulan ve tekrar başka türlü birleşen ve böyle sonsuza kadar bozulup, başka türlü birleşmeye devam eden bağıntılardan oluşan aslında tek bir bütün olduğunu söyler.[10] Bir kum sandığı gibi, kumdan kaleler kurulabilir; o kaleler parçalanıp, aynı kumlar ile başka kaleler, köprüler kurulabilir (farklı bağıntılar altında farklı cisimler oluşturulabilir); ama tüm kum parçacıkları sandığın parçasıdır. İnsan kendisini olumlu ya da olumsuz etkileyen cisimlerin aynı Doğa/Tanrı/Evren’in parçaları olduğu bilgisine ulaştığında artık hem kendisi ve hem de kendisi değildir. Duygulanışlar ve ortak mefhumlar bilgisi düzeyinde kendi bağıntısını zayıflatabilecek olduğunu kaygıyla düşündüğü bir cismin de kendisi gibi evrenin parçası olduğu bilgisine ulaşan insan Doğa’ya/Evren’e/diğer cisimlere farklı bir pencereden bakmaya başlar. Bu bakış, diğer cismin bağıntısının kendi bağıntısını bozacağı ya da güçlendireceğine ilişkin bir bakış değildir. Gözüm artık sadece benden değil; hem benden hem Evren’in gözünden bakar hale gelir.

Matrix filminin ünlü sahnesi : Ajanlar Neo’yu vururlar. Neo ölür. Trinity, Neo’nun gerçek dünyada bulunan direniş gemisindeki ölü bedenini aşkla ve acıyla öper. Bir anda Matrix’teki ayna beden canlanır ve ayağa kalkıp, ajanlara doğru bakar. Ama ajanları değil; içinde ajanların siluetinin de göründüğü siyah zemin üzerindeki yeşil 0 ve 1 rakamlarının akışından oluşan makine dili ekranını görür. Kendisi de bu gördüğü ekranın içindedir; onun bir parçasıdır ve 0 ve 1 rakamlarından oluşmaktadır. Onun Matrix’in tüm sırrını fark ettiğini anlayan ajanların panikle yağdırdıkları 0 ve 1’den oluşan mermileri havada durdurur. Sonra koşup tüm bedeniyle ajanların bedenlerinin içine atlayıp onları patlatarak paramparça eder. Bu sahneyi Spinoza’nın kavramlarıyla çözümlersek kendi bağıntısını, ajanların bağıntılarının içerisine karıştırarak onların bağıntısını çözer; Matrix’in diğer 0 ve 1’lerinin arasına gönderir. Neo’nun Morpheus’un elinden kırmızı hapı içtiği an, ortak mefhumlara ulaştığı andır. Trinity tarafından aşkla ve acıyla öpüldüğü an ise, Spinozacı anlamda Matrix’in sezgisel bilgisine ulaştığı andır.[11]

Dünyada 2020 yılında birçok ülkede seçimler için sandık başına gidildi[12]. Hiçbirimiz Mısır ya da Venezüella seçimlerinin yapılıp yapılmadığını umursamadık ama sanki Türkiye’de Başkan seçiliyormuşçasına ABD seçimlerini eyalet eyalet, oy oranı bazında takip ettik. Çünkü bizi son kertede Ak Parti’nin yönetmediğini; onun emperyal yönetimle sorunsuz bir uzlaşı içinde olduğu[13] ve emperyal yönetimin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açmadığı müddetçe, ne şekilde yönettiğine emperyal yönetimin önem vermediği bir ara yönetim olduğunu hissediyoruz. Buradan dünyayı ABD’nin yönettiği sonucuna varmıyoruz ama emperyal yönetiminin en kilit konumunda ABD var. Anlaşılan o ki; bildiğimiz anlamda birbirinin ‘eşiti’ ulus-devletlerden oluşan dünya toplumu sistemi çöktü; yeni bir dünya düzeni kuruluyor.[14]

Kapitalizm tüm dünyaya, zamana ve ilişkilere (bütüne) yayılınca kendisini, bir türlü tam olarak karşısına alamadığı, bir karınca sürüsü gibi her tarafında olan ve onunla arasına hiçbir kurumu, ideolojiyi, baskı aygıtını koyamadığı kontrol edilmesi neredeyse imkansız, ama onun üretici gücüne de ihtiyaç duyduğu için böcek ilacı atarak yok etmesinin kendi ayağına sıkmak olduğunu bildiği ÇOKLUK (Dünya toplumu) ile burun buruna buldu.[15] O yüzden yapabileceği tek şeyi yapmaya çalışıyor şu anda: Filmde olduğu gibi matrix oluşturmak. İmparatorluğun Matrix’i sürekli bir savaş hali üzerine kurulu: Barışı ve teröristi belirleme ve müdahalede bulunma yetkisini elinde tutan, dünyanın çeşitli yerlerinde kontrol edebildiği kaos ortamları yaratarak, buralara müdahale eden, “size de ederiz ha” şeklinde göz dağı veren bir Matrix bu. Sorunu yaratan ve çözümünün de sadece kendisinde olduğu kanısını oluşturan bir düzen.

Bu düzende, birbiriyle, ırk, etnik/dinsel kimlikler üzerinden özdeşleştirilmiş topluluklar da çözülüyor ve sınırlar göçmen akınları ile parçalanıyor. Duygulanışların bu tekil farklılıkların birliğinden oluşan dünya toplumu üzerinde önceki korku ile yönetme etkisini bütüncül olarak kurması mümkün değil. Çünkü gerek göçlerle mekânsal olarak iç içe geçmiş ve gerekse de dünyayı saran ağ üzerinden birbiri ile iletişim halindeki Çokluk’un tektipleştirilmesi ve aynı korku odakları kullanılarak bağıntılarının zayıflatılması imkânsız. Yeni dünya düzeninin üstesinden gelemeyeceği, başat derdi bu. Kapitalizm her yere, zamana, ilişkiye yayılarak başına dert aldı. Henüz bu dert başına çok dert olmuyor. Çünkü biz bir dönem ‘biliyor’ olanlar, artık hiçbir şey bilmediğimizi, hatta bilinecek hiçbir şey kalmadığını düşünüyoruz. Hala elimizde başka bir şeyimiz olmadığı için bir türlü bırakamadığımız, bir işe yaramadığını hissettiğimiz ortak mefhumlarımız var. Duygulanışların toplumların kontrolünde kullanımının talileştiği, bütüncül etkisini yitirdiği, küresel kontrol mekanizmalarının, küresel güçler tarafından devreye sokulduğu günümüzde, ortak mefhumlar üzerinden mücadele etmekte ısrar etmek Don Kişot’un Yel değirmenleri ile savaşına benziyor.

Kapitalizmin başına bela olan Çokluk, bir dönem ‘biliyor’ olanların da başına bela. Ortak mefhumlar (modernizm) döneminin örgütlenme pratiklerini Çokluk’a uygulamak mümkün değil. Çünkü Çokluk sezgisel bilgiye dairdir. Modern örgütler hak arayan/hak talep eden örgütlerdir. Örgüt, bu talebin güçlü iktidara karşı yekpare bir örgüt (iktidarın bağıntısını çözecek veya zayıflatacak başka bir cismin) gücü ile ortaya çıkarak yapılabileceği varsayımı üzerine kuruludur. Modern örgüt, örgüt içinde farklı sese izin vermez ve kendine dışsal bir amaca ulaşmanın mücadelesini verir.

Sezgisel bilgi bağlamında ya da emperyal çağda örgütlenme ise yaşamın farklı bir tarzda örgütlenmesinin adıdır. Örgüt kendisinin parçası olduğu bir ihtiyacın/ihtiyaçların karşılanmasının kapitalist ilişkiler dışında kurgulanması yöntemini örgütler. Bir iktidara ihtiyaç kalmaksızın ve kapitalist toplumsal örgütlenmenin paralelinde, onun yerine geçebilecek şekilde çokluğun kendi yaşamını örgütler. Bir iktidara karşı örgütlenme değil, bir iktidarın varlığını göz ardı ederek örgütlenme. Başka bir deyişle, tüm yaşamın, tüm kurumların farklı bağıntılar altında yeniden örgütlenmesi. [16] Burada kurumların iyiliği/kötülüğü-olumlu/olumsuz etkileri değildir, söz konusu olan; İmparatorluğun bir kurumu, İmparatorluk sonrası dönemin dünyasında bir işlev kazanabilir mi, nasıl bir işlev üstlenebilir sorularıdır, sezgisel bilgi döneminin soruları.[17]

Böylesi bir örgütlenme ve mücadele anlayışı yeni değil aslında dünya üzerinde. Kapitalizm, kapitalist toplumu sermaye üzerinden örgütledi; fabrikayı, kapitalist üretimi ve tüketimi; tüm ilişkilerin kapitalistleşmesini, her şeyin metalaşmasını örgütledi. Bu örgütlenmeyi iktidara karşı değil; iktidarın gözü önünde yaptı. Kendisinden önce topluma egemen olan feodal/patriarkal örgütlenmeyi çözerek ve/veya kendisine eklemleyerek yaptı.[18] İktidarlar yapacak bir şeyleri kalmadığı için ve çıkarları da bu yöne oluşmaya başladığı için bu yeni toplumsal örgütlenme biçimine kendilerini uydurdular. Bu bir iktidar ele geçirmesinden ziyade iktidarı dönüşmek zorunda bırakmaktı. Nitekim burjuva devrimi, gerçekleştikten sonra da iktidarı devralmak gibi bir kaygı taşımadı; hep feodal iktidarın dışında zaman zaman onunla çatışarak, zaman zaman onunla iş birliği içinde kapitalist ilişkileri yeniden ve yeniden örgütlemeye devam etti. Bu yakın zamana kadar ona; iktidarın değil, toplumun bir parçası olduğu (işsizlere iş temin ettiği, toplumsal zenginlikler ürettiği, ülke gelişimine katkı sunduğu vb) mesajını verme ve kapitalizmin doğurduğu toplumsal öfkenin, şirketlerin değil, iktidarın üzerine boşaltılması imkânı verdi.

SONUÇ YERİNE

Dönelim çaresizlik halimize. Türkiye’de ve Dünya’da ‘bilenler’ devrimi çoğunlukla mücadele olarak algıladılar. Oysa mücadele iktidarların devam etmekte olan bir devrim sürecine onu sekteye uğratmak duraklatmak için müdahalede bulundukları zamanlarda, devrim sürecinin bir parçası haline gelir. Devrim tümüyle ekonomik, politik, kültürel anlamda dünyayı değiştirecek, mevcut toplumsal yaşam bağıntılarının tümünü birbiri ile senkronize olarak işleyecek yeni tür bağıntılara dönüştürme çabası olduğu için sezgisel bilginin alanına girer. Sezgisel bilginin alanına girmesi, iktidarın engelleme yaptığı zamanlarda onunla mücadele etmek şeklindeki her bir tikel toplumsal eyleme de artık, evrensel bir eylem vasfı kazandırır.

Mefhumsal bilginin, günlük hayatta sorun çözümleri için gerekli olduğu tali alanlar bulunduğunun bilincinde olarak aşılması ve tüm yaşamın, günlük pratiklerin sezgisel bilgi yaklaşımı üzerinden düşünülmesi zamanındayız. Devrim geleceğin toplum tahayyülünün bugün burada başlayarak, hayatın her bir tikel alanında ilmek ilmek örülmesi ve bu teorik örgünün hayata katılması faaliyetidir. Bu örgü(ler) çok naif görünebilir. (Örneğin, bir emek takas piyasası oluşturmaya çalışan zumbara[19], askıda simit, başkasının faturasını ödeme, yaralı ve hasta hayvanların bakımına katkı sunma, yeniden ve tekrar kar amaçlı bir şirkete dönüşme eğilimi olmayacak şekilde örgütlenmiş kooperatifler[20], müşterekçilik (commonism) kavramı altında copyleft gibi somut günlük pratikler[21]) Ama Çokluk sürekli bir izleme halindedir. Birileri çöpten kağıt toplayıp, hurdacılara satar; kısa zamanda bu, hiçbir şeyi olmayanların geçim yoluna dönüşür. Dernekler kurulur[22]. Buna devlet ya da kapitalistler ön ayak olmazlar. Onlar daha sonra ayak bağı olurlar. Yeni oluşan bir üretim alanına rant peşindeki kapitalistler doluşur. Nihayet depolar basılır; bir patrona bağlı olmaksızın para kazanabilmenin önü kesilir ve devletin asıl kaygısının kâğıt toplayanların ruhsatsız ve göçmenlerin izinsiz çalışması değil; hayatın kapitalist olmayan bir şekilde örgütlenmesi ihtimalinin yok edilmesi olduğu[23] ve Çokluğun tüm sorunlarının aslında küresel bir sorun olduğu zihinlere kazınır.[24] Çokluk’takiler diğerlerini izler ve kendiliğinden yeni bir toplumsal üretim alanı ve bir direniş alanı oluşur. Kapitalizme alternatif bir yaşamın örülebilirliğinin zemini Çokluk’un bu izleme ve taklit etme yeteneğinde gizlidir.

Günümüzde bu izleme, ağ üzerinden bütün dünyanın izlenmesi şeklinde işliyor. Geçmişte örneğin “köylülüğün bitişiyle tarımsal üretim bilgileri yok olmaya başladı” diye kaygılanırken; dünyanın dört bir tarafında örneğin ceviz üretimi konusundaki deneyimler ağ üzerinde Çokluk tarafından paylaşılıyor. Çokluk yaşamın bilgisini üretiyor ve herkesle paylaşıyor. Özel mülkiyet kavramı korozyona uğruyor. Müzik sanatçıları paylaşım platformlarında bireysel üretimlerini yayınlıyor ve Çokluk’un hizmetine sunuyor. Hiçbir bilgisi olmayan biri dahi ev ihtiyaçları için maya ve ekmek üretimine cesaret edebilir hale geliyor. Çokluk ortak varoluş alanını gittikçe genişletiyor ve kapitalizm bu alanın tümüne el koyabilme konusundaki kontrolünü yitiriyor.

Bunun yanı sıra nükleer silahlar, tanklar ve toplara karşı mücadele etmenin neredeyse imkansızlaştığı günümüzde, bu yok etme aygıtlarına karşı Çokluk onları gülünçleştiren, etkili savunma silahları geliştiriyor: Ankara Kurtuluş metro istasyonu önünde öpüşme eylemi,[25] robocopların geçişinde “Star Wars” filmi ana temasının çalınması, polisin orantısız şiddetinin kameraya alınıp, sosyal medyada paylaşılması (biz de bizi gözetleyeni gözetliyoruz), onur yürüyüşleri – protesto eylemlerinin karnavaleskliği.

Devletin ideolojik aygıtları (DİA): aile, okul, ordu, ibadethaneler[26] çözülüyor. Ailesiz tek yaşayanlar artıyor. Okul, kapitalizmin artık ihtiyaç duymadığı ahlak, erdem gibi kavramların öğretildiği bir kurum olmaktan çıktı. İbadethaneler tüccar zihniyetinin, kurnazlığın, dünyevi zevk şampiyonluğunun okullarına dönüşüyor. Askerlik süresi genç zihinlere itaatin yerleşikleştirilmesine yetmeyecek kadar kısaldı. Üstüne üstlük, İmparatorluğun tüm dünya toplumuna tek bir noktadan ideoloji dayatacak aygıtları da yok ve Kapitalizm, değişim değeri olmayan her şeyi toplum yaşamından çıkartarak, Çokluk’a doldurması gerekecek boş alanlar bırakıyor.

Çokluğun daha iyi yaşam koşullarında yaşamaya ilişkin beklentileri vardır. Bu beklentiler sağdan ya da soldan olsun ileri sürülen vaat-fikirlerin ışığında oluşur. Bu vaat-fikirler, yaşamın dönüşümüne ilişkin bir etkisi olmayan ve/veya sadece iktidarın devamlılığını sağlayan araçlar haline dönüştüğünde, yani beklentilerin karşılanmayacağının anlaşıldığı makul bir sürenin sonunda ışıltısını kaybeder. Kaybolan ışıltı, iktidarları yeni hegemonya stratejileri üretmeye, entelektüelleri yaşamın dönüşümüne ilişkin başka teoriler geliştirmeye zorlar. Böylece tüm iktidarlar ve modern güçlerle organik ilişki içindeki tüm entelektüeller, bilinçsiz bir sürü olarak algıladıkları ya da itiraf etmeseler de aslında öyle kalmasında yarar gördükleri Çokluğu dikkate almak zorunda kalır.

Bu durumda canımızın sıkılmasına, umutsuzluğa kapılmamıza neden olacak ve hele ki çaresiz olmayı aklımıza getirecek kadar geniş boş zamanlarımız yok. Öncelikle “Bu dünyada yaşamaya mecburuz.”[27] Kapitalizmin “Tarihin(in) sonu geldi”, dünyada taşlar yerinden oynamış durumda, yerine bizim istediğimiz gibi oturması için çalışmanın tam zamanı. Ve yapılacak çok işimiz var. Evrensel etkileri olabilecek, tikel yaşam kurguları üretmeye, hayata geçirmeye, yeniden ve fakat başka türlü bir bilmeye ihtiyacımız var. Hardt ve Negri’nin, hazır bir reçetelerinin olmadığını vurgulayarak, taşların yerinden oynadığı bu dönemde yeni bir dünyayı kurgulamak için verdikleri bazı ipuçlarını aşağıda sıralamaya çalıştım:

Savaş Karşıtlığı/Barış Mücadelesi

Çocukluğumuz, gençliğimiz ve orta yaşımız “Dört bir yanı düşmanlarla çevrili cennet yurdumuz” söylemleri ile geçti. Şimdilerde bunu hiç duymuyoruz. Barış mı yaptık? Hayır. Savaşı devletlerarası çatışmalarla sınırlama şeklindeki modern strateji, silahlı çatışma biçimine bürünen sayısız küresel iç savaşın ortaya çıkması; ulus-devletlerin egemenliğinin zayıflaması ve bunun yerine ulus üstü düzeyde yeni bir egemenlik biçimi olan küresel bir imparatorluğun oluşmasıyla zayıflıyor. Peki barış mı geliyor? Hayır.

Postmodern savaş stratejisinde savaşın istisnailiği ortadan kalkmış durumda, artık dünyanın her tarafında devam eden ve İmparatorluk güçlerinin “barışı tesis etmek” amaçlı müdahale ettiği iç savaşlar var. Her bir müdahale Çokluğa gücün kimde olduğunun, neyin terör olduğuna, savaşa ve barışa kimin karar verebileceğine dair bir gösteri aslında. (Onun için Afganistan’da Taliban’ın kazanması(!) kimilerince küresel güçlere karşı bir zafer gibi algılandı. Oysa ‘terörist’ Taliban, eyalet valisi taltifi ile uyumlulaştırıldı.) İmparatorluk çağında savaş, kan dökülsün ya da dökülmesin tüm güç ilişkilerinin ve tahakküm tekniklerinin genel matrisi haline gelmiştir. Savaş bir biyoiktidar rejimi, yani toplumsal yaşamın tüm yönlerini üretme ve yeniden üretmeyi amaçlayan bir idare biçimi halini almıştır.[28] Bu yapının en çarpıcı örnekleri olarak, müdahale edilen ülkeye müdahalenin ardından giren, kredi kuruluşları ve imar edici şirketler sayılabilir.

Modern dönemde savaş demokrasinin geçici/istisnai olarak askıya alındığı bir süreci işaret eder. Şimdi sürekli bir savaş halinde olduğumuz için demokrasinin askıya alınması istisnai olmaktan çıkmıştır.[29] Bu yüzden bir ülkeye imparatorluğun müdahalesini o ülkenin ve dünyanın kalanının hangi terörist unsurlardan ya da diktatörden kurtarılacağı yönünden değil; demokrasinin sürekli askıya alınması hali üzerinden bakmalıyız. Ve gerek ülke içinde ve gerekse de dünyanın herhangi bir yerindeki bir savaşa yerel gözü ile bakamayız. Barış talebi, yerel ve aynı zamanda küresel anlamda demokrasi talebidir, artık.

Küresel Demokrasi Talepleri ve Reform Önerileri

Tüm dünyada siyasi temsile dair, haklara ve adalete dair talepler, ekonomik ve biyopolitik[30] şikayetler var. Bunlar yerel gibi dursa da, küresel nüveler taşıyor. Örneğin imparatorluk valisi ulus devletlerde çoğunluğun oy kullanmama eğilimi, hükümetlerin temsil gücünü zayıflatırken imparatorluğun meşru görünümlü kontrolünü de zayıflatıyor. Bunun yanı sıra örneğin uluslararası sermaye akışlarının vergilendirilmesi, temel gelir, borçların reddi gibi küresel reform denemeleri de var.[31] Bunlar üzerinde düşünmek ve yeni ve benzer alanlarda devrimsel dönüşümlerin kapısını aralayabilecek reform önerileri üretme ihtiyacımız var.

Ağ Mücadelesi

Bileşenlerinin ve iletişim ağlarının kesintisiz çokluğuna dayanan merkezi ve birleşik bir komuta yapısına indirgenmesi imkânsız olan ağ tipi örgütlenme yöntemlerini çoklaştırmaya ve bu ağlar üzerinden ekonomik ve sosyal yaşamın iç içe geçirilmesine ihtiyacımız var.[32]

Modernite/Anti-Modernite yerine Alter-Modernite

Modernite her zaman ikilidir; akıl, aydınlanma, gelenekten kopuş, sekülarizm ve benzeri terimlerle tanımlamadan önce, modernite ve iktidar ilişkisi yani tahakküm ve direniş, egemenlik ve özgürleşme ilişkisi olarak anlaşılmak zorundadır. Bu nedenle, Hardt ve Negri anti-modernitenin de, moderniteye içkin olduğunu ve varlığının onunla mümkün olduğunu ve moderniteye karşı bir zafer kazansa da onu dönüştürme kaygısı taşımadığı için kendisinin moderniteye dönüşeceğini veya bir kutuplaşma ilişkisi içerisinde sıkışıp kalacağını ileri sürerek anti-moderniteye değil Alter-Moderniteye ihtiyacımız olduğundan söz ederler. Alter-Modernite modernite ile anti-modernite arasındaki sabit diyalektikte bir kopuşu işaret eder: Direniş, sadece bir direniş olmaktan çıkarılmalı alternatiflerin inşasına adanan süreçler haline dönüştürülmelidir.

Anti-moderniteden alter-moderniteye geçiş entelektüele, mücadelelerin arzuları ve pratiklerini normlar ve kurumlara dönüştürme, sosyal örgütlenme tarzları, teorileri yaratma alanında çalışmayı işaret eder. Geçmişten kopuşla birlikte, geleceğin de planını çıkarma. Bu süreçte “entelektüel diğer tekil varlıkların arasında bir tekil varlık olarak çokluğu yaratmayı hedefleyen ortak araştırma projesinde yer alan bir militandır ve sadece bir militan olabilir. Entelektüel dolayısıyla tarihin hareketlerini belirlemek için ‘cephenin önünde’ veya bu hareketleri eleştirmek için ‘kenarda’ değil; bütünüyle ‘içeride’dir.”[33]

Yeniden biliyor olmanın ve mutlu anlar yaşamanın[34] yolu; Çokluğun tikel bir parçası olarak, diğer tikellerden gelecek olumlu ve olumsuz etkilerin bizim bağıntımız üzerinde yaratacağı kaygı verici veya neşeyi garanti edici etkileri, Çokluk ile birlikte salınarak aşabilmemizden ve yaşamı tüm yönlerini üretme ve yeniden üretmekten ve ortak varoluş alanlarımızı genişletmemizden geçiyor.

Bülent Ortaçgil ile bitirelim :

“oyuna devam,
biz hiç yorulmadık
biz hiç yenilmedik
desem yalan
oyuna devam”


DİPNOTLAR

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/gallup-arastirmasi-en-az-gulen-ulke-turkiye-galeri-1529815

[2] Enzo Traverso, “Solun Melankolisi, Marksizm, Tarih, Bellek”, İletişim, 2018, s.15.

[3] Enzo Traverso, age, s.21.

[4] Spinoza, “Ethica”, Alfa Aralık 2014, s.166-167

[5] Spinoza, age, s.129-133

[6] Gilles Deleuze, age, s.36-39

[7] Spinoza, “Teolojik-Politik İnceleme”, Dost 2012, s44-45

[8] Frederic Jameson’dan aktaran, Enzo Traverso, age s.28

[9] “Çağdaş dünyada bu uzamsal biçimleniş değişmiştir. Bir yanda kapitalist sömürü ilişkileri her yere yayılarak, fabrikayla sınırlı olmaktan çıkıp, bütün toplumsal alanı işgal etmiştir. Öte yanda toplumsal ilişkiler, toplumsal üretimle ekonomik üretim arasında herhangi bir dışsallığı imkânsız hale getirerek, üretim ilişkilerini tümden sarsmıştır.” M.Hardt&A.Negri, İmparatorluk, s.223

[10] Spinoza, Ethica, Alfa Aralık 2014, s.135

[11] “Doğada bize tuhaf, saçma ya da kötü görünen her şey sadece şeyleri ancak kısmen bildiğimiz için ve bütün doğa düzeninin ve şeyler arasındaki ilişkilerin büyük bölümünü bilmediğimiz için böyle görünür. Öyle ki; her şeyin aklımıza uygun bir biçimde yürümesini isteriz; ama aklın kötü olduğunu öne sürdüğü şey, eğer yalnızca kendi doğamızın yasalarını göz önüne almayıp evrenin yasalarını ve düzenini düşünürsek, öyle değildir.” Spinoza, “Tractatus Politicus – Politik İnceleme” Dost 2012, 3. Baskı, s.19.

[12] https://uzmanpara.milliyet.com.tr/kap-haberi/global-secim-takvimi/1695688/

[13] “IMF küresel neo-liberal düzen için daha büyük bir tehdit olan ülkeye katı bir kemer sıkma programı dağıtırken (Örneğin güçlü bir sınıf mücadelesinin yaşandığı Arjantin gibi) küresel düzenin muhafazası için elzem bir unsur olan diğer ülkeye aynı programı dayatmayabilir (örneğin Ortadoğu’da emperyal düzenin inşasında kilit konumda bulunan Türkiye gibi)” M.Hardt & A.Negri, “Çokluk” Ayrıntı, 2011, s.192

[14] Hardt & Negri, “İmparatorluk” s.320-324

[15] “Dışarısı bulunmayan İmparatorluğa doğrudan karşı olan ve İmparatorlukla arasında bir dolayım bulunmayan tek olgudur.” Hardt&A.Negri, İmparatorluk s.395

[16] Gezi direnişinden sonra oluşturulan park forumları, yaşamın kapitalist ilişkiler dışında kurgulanması girişimleriydi.

[17] “Biz, finans sermayesini, üzerinde gizlice dolaşan ortak varoluş hayaletlerinin izini sürmek için bir çalışma alanı olarak incelemeyi amaçlıyoruz” Hardt&A.Negri, Ortak Zenginlik s.166

[18] “Burjuvazi hakimiyeti ele geçirdiği her yerde bütün feodal, ataerkil, kır yaşamına özgü ilişkilere son vermiştir. İnsanı tabii mafevkine bağlayan karmakarışık feodal bağları acımasızca kesip atmış ve insan ile insan arasında katıksız çıkardan, katı ”nakit ödeme” den başka bir bağ bırakmamıştır. Dini bağnazlığın, şövalye ruhunun, küçük burjuva duygusallığının ilahi vecde gelişlerini, bencil hesabın buzlu sularında boğmuştur. Kişisel onuru mübadele değerine dönüştürmüş ve sayısız müseccel ve müktesep hürriyetin yerine o tek, acımasız özgürlüğü, ticaret yapma özgürlüğünü, geçirmiştir. Sözün kısası dini ve siyasi yanılsamaların ardına gizlenen sömürünün yerine açık, hayasız, dolaysız, gaddar sömürüyü geçirmiştir.” K. Marx & F. Engels “Komünist Manifesto, Yordam Kitap, Nisan 2008 s.24

[19] Zumbara’nın Günlüğü | Zaman Kumbarası. Para yerine zamanın kullanıldığı yenilikçi paylaşım platformu. (wordpress.com) (erişim tarihi : 26.09.2021)

[20] Krize Karşı Kooperatifler, Der. Serkan Öngel, Uygur Dursun Yıldırım, Nota Bene, 2019

[21] Haz. Fikret Adaman, Bengi Akbulut, Umut Kocagöz, Herkesin Herkes İçin, Metis, 2016.

[22] SATDER – Sokak Atıkları Toplayıcılar Derneği (erişim tarihi : 26.09.2021)

[23] “İstanbul Valiliği: “Şehrimizde izinsiz-ruhsatsız atık toplama ve ayırma faaliyetleri; başta çevre ve halk sağlığı sorunları olmak üzere, kayıt dışı ve sağlıksız koşullarda istihdama yol açmakta, ayrıca kamu zararı ve haksız kazanca sebebiyet vermektedir. https://www.gazeteduvar.com.tr/umraniye-ve-bakirkoyde-cekcek-yasagi-copten-yari-ac-yari-tok-hayatimizi-kazaniyoruz-buna-da-engel-olmasinlar-haber-1533860

[24] “Valilik, açıklamasında yabancı (Afgan) uyruklu kişilerin geri dönüşüm işinde çalışmasını yaptığı uygulamanın gerekçelerinden biri olarak öne sürüyor. Yabancı uyruklu kişileri ülkemize biz çağırmadık. Eğer sorun göçmenlerse niçin tüm çalışanlar cezalandırılıyor? Göçmenlerin geri dönüşüm sektöründe çalışması bizim de gelirlerimizi aşağıya çekiyor ama biz yoksul insanlarız, göçmenler de bizim gibi yoksul insanlar. Yoksulun halinden en iyi yoksul anlar. Göçmenlerin bu alanda çalışmasının sorumlusu biz değil, mevcut göç politikalarıdır” ifadelerini kullandı.” https://www.evrensel.net/haber/441925/geri-donusum-iscileri-ekmegimizden-de-onurumuzdan-da-vazgecmeyecegiz

[25] Ankara Kurtuluş Metro Durağı Öpüşme Eylemi – YouTube (erişim tarihi : 26.09.2021)

[26] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İletişim, 1994, s.33,34

[27] Hardt & Negri, “Ortak Zenginlik”, Ayrıntı, 2011, s.8

[28] Hardt&A.Negri, Çokluk s.19-35

[29] Hardt&A.Negri, Çokluk s.35

[30] “Biyoiktidar (oldukça kabaca) yaşam üzerindeki iktidar, biyopolitika ise direnmek ve alternatif bir öznellik üretimi belirlemek için yaşam gücü olarak tanımlanabilir” Hardt & Negri, “Ortak Zenginlik”, s.70

[31] Hardt&A.Negri, Çokluk s.285-327

[32] Hardt&A.Negri, Çokluk s.99-100

[33] Hardt & Negri, “Ortak Zenginlik”, Ayrıntı, 2011, s.112-128

[34] “İnsan mutluluğu ender rastlanan bir olgudur. Mutlu çağlar değil, yalnızca mutlu anlar vardır.” John Berger- “Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü” Metis, 2018, s.78