Demirtaş’ın, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ile otoriter bir rejim tesis etme niyet ve planının belirdiği ilk dönemlerden beri, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu otoriter yapıyı öngören ve bu nedenle de buna mutlak bir şekilde muhalefet eden bir siyasi lider olarak görmenin, Demirtaş ile ilgili yargısal süreci anlamayı kolaylaştıracağını düşünüyorum.
7 Haziran 2015 seçimlerine doğru giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başkanlık sistemine geçme arzusunu açıkça dile getirdiği ve seçim çalışmasını “AKP’ye Anayasayı tek başına değiştirebilecek 400 milletvekili verin” üzerine kurduğu, Demirtaş’ın ise 17 Mart 2015 tarihli Partisinin TBMM Grup toplantısında “seni başkan yaptırmayacağız”çıkışı ile buna muhalefet ettiğini anımsamak gerekiyor.
Sert bir atmosferde geçen seçim süreci sonucunda, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP, %13 oy alarak TBMM’de 80 sandalye kazanmış, AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemiştir. Dolayısıyla bu sonucun, aynı zamanda Cumhurbaşkanının “Başkanlık Sistemine” geçme hayalini de sarstığını ve bundan sonraki sürecin, bu sarsıntının yol açtığı kişisel husumet ekseninde ve hukukun araçsallaştırılarak yürütüldüğünü söylemek mümkün.
Tek başına iktidar olma ve Başkanlık Sistemine geçme arzusu ile seçimlerin tekrarlanmasına ve 1 Kasım 2015’te yapılmasına karar verilmiştir. Ancak HDP ve Demirtaş gibi etkili bir muhalif lider tasfiye edilmeden başkanlık sistemine kolay geçilemeyeceğini gören Cumhurbaşkanının esas niyetini, 28 Temmuz 2015 tarihinde yaptığı “..bu partinin yöneticilerinin bunun bedelini ödemeleri gerekiyor. Bunları dokunulmazlık zırhından sıyırmak suretiyle, biz sırtımızı şuraya buraya dayıyoruz diyenler bu ifadelerin bedelini ödemelidirler.” şeklindeki çağrısı ile ortaya koyduğunu hatırlayalım.
Sivil yaşam alanlarında başlayan çatışmalar, sokağa çıkma yasakları ve sert güvenlikçi müdahalelere eşlik eden siyasi propagandalar eşliğinde yapılan 1 Kasım 2015 seçimlerinde yeniden gücünü toplayan Erdoğan, seçimlerden önce verdiği “dokunulmazlıklar kaldırılsın!” talimatını, 2016 yılı Ocak ayı içerisinde yaptığı “İki Eşbaşkanın yaptığı açıklamalar kesinlikle anayasa suçu… Dokunulmazlıklarının kaldırılması suretiyle başlayacak süreç, inanıyorum ki terörle mücadele açısından ülkemizdeki havayı da olumlu yönde etkileyecektir..” ve 27 Şubat 2016 tarihinde yaptığı “Meclis’teki o siyasetçi görünümlü terör örgütü yandaşlarının halkın nezdinde hiçbir karşılığı kalmamıştır. Artık Parlamento fezlekeleri yürürlüğe koymak suretiyle dokunulmazlıkları kaldırılmalı, hukuki olarak hesaplarını vermelidirler. Artık Parlamento fezlekeleri yürürlüğe koyarak, milletin beklentilerine cevap vermelidir” şeklindeki iki beyanı ile tekrarlamıştır.
Nitekim Cumhurbaşkanınca verilen talimat doğrultusunda Ak Parti tarafından hazırlanan ve 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilen değişiklikle Anayasaya geçici bir madde eklenmiş, Anayasanın 83. Maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesi askıya alınmıştır. 20 Mayıs 2016 tarihi itibariyle hakkında fezleke düzenlenerek, fezlekesi TBMM’ye gönderilen milletvekillerinin, “milletvekili dokunulmazlığından” yararlanmayacakları Anayasa metnine işlenmiştir.
Anayasa değişikliği, bilindiğinin aksine, dokunulmazlıkların kaldırılması düzenlemesi değildir. Milletvekili Dokunulmazlığını düzenleyen Anayasanın 83. maddesinin kişi ve zaman kaydı konularak askıya alınması/dondurulması düzenlemesidir. Anayasa ve Meclis İçtüzüğü hükümleri uyarınca hiç bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmamış, Anayasa değişikliği ile 20 Mayıs 2016 tarihine kadar hakkında fezleke düzenlenen milletvekillerinin dokunulmazlıktan yararlanmayacağı şeklinde, temel hukuk kuralları ihlal edilerek, geçmişe yönelik bir düzenleme yapılmıştır.
Yegane amacı siyasi muhalefeti, esas olarak da HDP’yi susturmak olan bu düzenlemenin Anayasaya aykırılığının, bizzat düzenlemenin amacında gizli olduğu, Anayasa ve İç tüzük hükümlerine aykırı bir şekilde milletvekillerinin Komisyonlar ve Genel Kurul önünde savunma haklarını ortadan kaldırdığı, bu düzenleme ile ilgili tartışmalar sırasında basiretsizce “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyen ve değişikliğe “evet” diyerek düzenlemeye destek veren Ana muhalefet de dahil herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konudur.
Yapılan Anayasa değişikliğinin genel gerekçesi, Cumhurbaşkanının yukarıda değinilen ve dokunulmazlıkların kaldırılması talimatını içeren beyanlarının aynısıdır. Gerekçe, değişikliğin kim veya kimler için yapıldığını, neredeyse isim verecek şekilde, açık bir niyet ortaya koymaktadır:
“Türkiye, tarihinin en büyük ve en kapsamlı, terörle mücadelesini yürütürken, bazı milletvekillerinin seçilmeden önce ya da seçildikten sonra yapmış oldukları teröre manevi ve moral destek manasındaki açıklamaları, bazı milletvekillerinin teröre ve teröristlere fiili manada destek ve yardımları, bazı milletvekillerinin ise şiddet çağrıları kamuoyunda büyük infial meydana getirmektedir. Türkiye kamuoyu milletvekillerinden, her şeyden önce, terörü ve teröristi destekleyen, şiddete çağrı yapan milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiğini düşünmekte, bu tür fiilleri olanların yargılanmasına Meclis tarafından izin verilmesini talep etmektedir. Böyle bir talep karşısında, Meclis’in sessiz kalması düşünülemez. Nitekim, bir çok milletvekili, siyasi partilerin yöneticileri dokunulmazlık dosyalarının ele alınmasını ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını talep etmiştir. Dokunulmazlık dosyalarının ele alınması ve dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki talep terör ve şiddetle ilişkili dosyalar bakımından gündeme getirilmiş olmakla beraber, hem bu türden dosyaları bulunan siyasetçiler, hem de başka bazı siyasetçiler tarafından, “mevcut bütün dokunulmazlık dosyalarının kaldırılması” yönünde talepler de dile getirilmiştir. Terörle mücadele kapsamındaki dokunulmazlık dosyalarında dokunulmazlığın kaldırılması ve yargının önünün açılması öncelikli olmakla beraber, “bütün dosyaların dokunulmazlığının kaldırılması”nı talep edenlerin de desteğinin sağlanması ve özellikle dokunulmazlığı kaldırılmayan dosyalar üzerinden bir siyasi istismarın önünün kesilmesini temin için bütün dokunulmazlık dosyalarında dokunulmazlıkların kaldırılmasının doğru olacağı düşünülmüştür.”
Anayasa değişikliğinin Meclis’te tartışıldığı dönem içerisinde, Meclise toplamda 468 yeni fezleke gelmiştir. Bu fezlekelerin %79’u (368) HDP’li vekiller aleyhinedir. Sadece 21 Nisan-20 Mayıs 2016 tarihleri arasında HDP’li vekiller aleyhine 154 yeni fezleke hazırlanmıştır. Bir başka deyişle HDP’li vekiller aleyhine mevcut fezlekeler, çok kısa bir sürede tam 3 katına yükselmiştir. İktidar partisi vekilleri aleyhine ise 2 Ocak 2016 tarihinden itibaren sadece 8 yeni fezleke Meclis’e gelmiştir. İktidar partisinin 316, HDP’nin ise sadece 59 vekilinin olduğu düşünüldüğünde, fezlekelerin sayısı itibariyle bile, soruşturmaların ne kadar siyasi amaçlı olduğu daha net görülebilmektedir. Buna göre, aynı süre içerisinde her 40 Ak Parti’li vekilden sadece biri hakkında fezleke hazırlanmışken, her HDP’li vekil için ortalama 6,3 fezleke hazırlanmıştır.
Bu kasıtlı ve siyasi müdahale sadece nicel değil, nitel verilerle de doğrulanmaktadır. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı dönemle ilgili 798 fezleke bulunmaktadır. Bu fezlekelerden 510 (%63) tanesi HDP’li vekiller hakkında olup, HDP’li vekiller toplamda 645 farklı suçla suçlanmaktadır. CHP ile ilgili 145, AK Parti ile ilgili 46, MHP ile ilgili ise sadece 20 fezleke hazırlanmıştır. Ayrıca bu fezlekeler toplamda 139 milletvekilini kapsarken, HDP’li toplam 59 milletvekilinin 55 tanesi (%93) hakkında fezleke hazırlanmıştır.
Bu baskın amaç ve orantısızlık, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin de dikkatinden de kaçmamış, konuya ilişkin “AK Partiye’ye göre, her ne kadar değişiklik tüm partilerin vekillerini etkilemekteyse de, muhalefet partileri ve özellikle de HDP kuraldan çok orantısız bir şekilde olumsuz etkilenmiştir.” şeklinde bir tespite konu edilmiştir. (The Functioning of Democratic Institutions in Turkey, 23.5.2016).
Keza Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de 15 Şubat 2017 tarihinde yayımladığı memorandumda ayrıca anayasa değiştirme usulünün kötüye kullanılmasıyla hakkında fezleke bulunan milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandıklarını ve bu kararın Meclisteki tartışma alanını sınırlandırmak amacıyla yargı tarafından yapılmış bir taciz olduğunu vurgulamıştır.https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2961574&SecMode=1&DocId=2397336&Usage=2, para. 59-61.
Nitekim kamuoyunun da, Demirtaş’ın tutukluluk durumunun siyasi saiklere bağlı olduğu yönünde kanaat sahibi olduğu, yapılan araştırmalarla çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Avrasya Kamu Araştırmaları Merkezi (AKAM) tarafından Kürt illerinde yapılan araştırmada, “Selahattin Demirtaş, başkanlık konusunda hükümete destek verseydi yine de tutuklanır mıydı? şeklinde yöneltilen bir soruya, AKP’li Kürt seçmenin yüzde 65,9’u, HDP seçmeninin yüzde 88’i, diğer partilere oy verenlerin yüzde 79’u, kararsızların yüzde 71’i, oy kullanmayacağını belirtenlerin yüzde 73,5’i “hayır tutuklanmazdı” yanıtını verdiği tespit edilmiştir. ”http://imp-news.com/tr/news/28502/akam-anketi-demirtas-baskanliga-destek-versey”
Erdoğan’ın talimatı ile başlayan ve Demirtaş ile milletvekili arkadaşlarına yapılacak siyasi tasfiye operasyonunun saiki, Demirtaş hakkında düzenlenen fezlekelerin düzenlenme tarihlerinde de izlenebilir:
Demirtaş hakkında tümü basın açıklamaları, miting ve toplantı konuşmaları, kurum ve kuruluşların daveti üzerine yaptığı konuşmalar, meclis çalışmaları sırasında sarf ettiği sözler, Partisinin TBMM Grubunda yaptığı konuşmalar ile bunları dışarıda tekrarlamasından dolayı toplam 96 adet fezleke hazırlanmıştır. Bu Fezlekelerden;
- 48 adedi milletvekili seçildiği 2007 yılı ile 2014 yılının sonuna kadar olan yaklaşık 8 yıllık zaman dilimindeki siyasi faaliyetlerine,
- 48 adedi ise 2015 ile dokunulmazlıkları rafa kaldıran anayasa değişikliğinin yapıldığı 20 Mayıs 2016 tarihine kadar olan yaklaşık 1,5 yıl içerisindeki siyasi faaliyetlerine ilişkindir.
- 46 adet Fezleke, Cumhurbaşkanının 28 Temmuz 2015 tarihinde vermiş olduğu “dokunulmazlıkları kaldırılsın” talimatı sonrası 10 ay gibi bir sürede,
- 15 adet Fezleke, dokunulmazlıkları kaldıran anayasa değişikliğinin TBMM’de görüşülmesi sırasında,
- 1 adet Fezleke ise dokunulmazlıkları rafa kaldıran Anayasa değişikliğinin TBMM Genel Kurulunda görüşüldüğü 20 Mayıs 2016 tarihinde düzenlenmiş, Anayasa değişikliği kapsamına girmesi için bizzat memur eliyle TBMM’ye ulaştırılmıştır.
Yapılan Anayasa değişikliğinden beş ay sonra, 4 Kasım 2016 günü, dört farklı ildeki dört farklı Başsavcılıkça yürütülen soruşturmalar kapsamında 15 HDP’li milletvekili hakkında eş zamanlı operasyon başlatılmış, operasyonlar sonucunda aralarında Demirtaş’ın da olduğu 10 milletvekili tutuklanmıştır. Gerek bu sürecin başlama ve gelişim süreci, gerekse de 4 ayrı Cumhuriyet Başsavcılığınca koordineli bir şekilde aynı anda operasyonun icra edilmesi, mevcut operasyonun hukuksal bir mecrada yürümediğini, siyasi saiklerle ve merkezi bir koordinasyonla yapıldığını açıkça ortaya koymuştur.
Fezlekelerin düzenlenme tarih ve yoğunluğu, maalesef, yargının yürütmeden aldığı talimatlarla ne derece seri çalıştığını ortaya koymaktadır. Birkaç fezleke üzerinden, 4 Kasım 2016’da Diyarbakır’da derdest edilecek Demirtaş’ın tutuklanması için birkaç gün önceden nasıl bir hazırlık yapıldığını ortaya koymak gerekirse:
Ana dosyasında;
- 23 nolu olarak belirtilen fezlekeye konu propaganda soruşturmasının 2012 yılında Diyarbakır CBS tarafından açıldığı, Diyarbakır CBS’nin, 20.09.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Bingöl CBS’ye gönderdiği, Bingöl CBS’nin ise, 10.2016 tarihinde tekrar yetkisizlik kararı vererek dosyayı yeniden Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş ve arkadaşlarına operasyon yapılacağı ve dosyaların Diyarbakır’da toplanmasını sağlamak üzere, talimatla operasyondan 4 gün evvel dosya geri gönderiliyor)
- 24 nolu fezlekeye konu propaganda soruşturmasının 2013 yılında Batman CBS tarafından açıldığı, Batman CBS tarafından 26.10.2016 tarihinde Batman Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtığı, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 02.11.2019 tarihinde iddianameyi iade ettiği, bunun üzerine Batman CBS tarafından yeniden iddianame düzenlenmeksizin dosyanın yetkisizlikle 11.2106 tarihinde Diyarbakır CBS’ye gönderildiği,(Demirtaş gözaltına alınmadan 1 gün önce)
- 25 nolu fezleke olarak belirtilen TMK 7/2, Suçu ve Suçluyu Övmek, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik soruşturmasının Karakoçan CBS tarafından 2014 yılında açıldığı, 2016 yılı başlarında Elazığ CBS’ye gönderildiği, Elazığ CBS’nin 10.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün önce)
- 26 fezleke olarak belirtilen propaganda suçundan açılan soruşturmanın 2016 yılı başlarında Van CBS tarafından açıldığı, Van CBS’nin dokunulmazlığın kaldırılmasını 22.03.2016 tarihinde Adalet Bakanlığından talep ettiği, bilahare Van CBS’nin 11.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 3 gün önce)
- 27 nolu fezleke olarak belirtilen 2911, TMK 7/2, Suçu ve Suçluyu Övme suçlarından başlatılan soruşturmanın Şırnak CBS tarafından 2014 yılında açıldığı, Şırnak CBS’nin 10.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün önce)
- 28 nolu fezleke olarak belirtilen 2911, TMK 7/2’den bailatılan soruşturmanın 2016 yılnda Cizre CBS tarafından başlatıldığı, Cizre CBS’nin yetkisizlikle dosyayı Şırnak CBS’ye gönderdiği, Şırnak CBS’nin ise 10.2016tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün önce)
- 29 nolu fezleke olarak belirtilen Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme,TMK 7/2, Suçu ve Suçluyu Övme suçlarından soruşturmanın Nusaybin CBS tarafından 2012 yılında açıldığı, Nusaybin CBS’nin, 18.10.2016 tarihinde fezleke ile dosyayı Mardin CBS’ye gönderdiği, Mardin CBS’nin ise 10.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün önce)
- 30 nolu fezleke olarak belirtilen 2911 ve TMK 7/2’den başlatılan soruşturmanın Kızıltepe CBS tarafından 2015 yılında açıldığı, 15.08.2016 tarihinde Mardin CBS’ye gönderildiği, Mardin CBS’nin ise 10.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün önce)
- 31 nolu fezleke olarak belirtilen halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan başlatılan soruşturmanın Ankara CBS tarafından 2014 yılında açıldığı, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi kesin kararı ile 6-8 Ekim olayları ile ilgili soruşturma yetkisin Ankara CBS’de olduğuna karar verdiği, buna rağmen Ankara CBS’nin 31.10.2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek Dosyayı Diyarbakır CBS’ye gönderdiği, (Demirtaş gözaltına alınmadan 4 gün evvel) Diyarbakır CBS’nin 01.11.2016 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vererek dosyayı tekrar Ankara CBS’ye gönderdiği,(Demirtaş gözaltına alınmadan 3 gün evvel) Ankara CBS’nin, aynı gün ikinci kez yetkisizlik kararı vererek dosyayı tekrar Diyarbakır CBS’ye gönderdiği anlaşılmaktadır. (Demirtaş gözaltına alınmadan 3 gün evvel)
Soruşturma dosyalarının, özellikle Demirtaş gözaltına alınmadan birkaç gün öncesinden başlayarak geçirdiği bu safahat, Demirtaş ve arkadaşlarına kurulan yargı kumpasının Ankara merkezli bir odak tarafından takip edildiğini, tüm Cumhuriyet Başsavcılıkları arasındaki bu koordinasyonun anılan merkezi odakça yapıldığını ve bu suretle de soruşturma dosyalarını Diyarbakır CBS’de toplattırarak Demirtaş’ın tutuklanması için “torba bir dosya” hazırlandığını ortaya koymaktadır.
AİHM ve Sonraki Süreç
Demirtaş’ın 4 Kasım 216 tarihinde tutuklanması ve bu karara karşı yapılan itirazların reddi üzerine 17 Kasım 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin dosyayı ele almaması nedeniyle de 20 Şubat 2017 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuştur.
Anayasa Mahkemesi 21 Aralık 2017 tarihinde başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise 20 Kasım 2018 tarihinde; Demirtaş’ın, gerekçesiz ve siyasi saiklerle tutuklanması, tutuk halinin devam ettirilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen Sözleşme’nin 5/3 maddesinin, Seçme ve Seçilme hakkını düzenleyen Ek 1 Numaralı Protokolü’nün 3. maddesinin ve 5/3 ile bağlantılı olarak Sözleşmede haklar için getirilen sınırlandırma sebeplerinin öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağını yasaklayan 18. maddesinin ihlal edildiğine ve Sözleşme’nin 46. Maddesi uyarınca Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir.
AİHM, 18. madde ihlali ile Demirtaş’ın siyasi sebep ve motivasyonlarla tutuklandığını ve tutukluluğunun sürdürüldüğünün altını çizmiştir. Bu ihlal kararı ile Demirtaş hakkında yürütülen sürecin yargısal bir süreç olmadığı Uluslararası bir Mahkeme kararı ile de ortaya konulmuştur.
Nitekim AİHM kararının açıklandığı gün Cumhurbaşkanı, Demirtaş ile ilgili sürecin salt siyasi saik ve motivasyonlarla sürdürüldüğünü teyid edecek şekilde, “karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” beyanında bulunmuş, bunun üzerine Demirtaş’a yaptığı bir konuşma nedeniyle verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezası 7 Aralık 2018 tarihinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince onanarak kesinleştirilmiştir. Böylece Demirtaş’ın tutuklu olarak değil, hükümlü olarak Cezaevinde bulunduğu ileri sürülerek AİHM’in “serbest bırakılmalı” kararı boşa çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu sırada Demirtaş, hem ana dosyasından tutuklu, hem de belirtilen bu dosyadan ise hükümlü olarak Cezaevinde kalmaya devam etmiştir.
AİHM Daire kararı, AİHM Büyük Daireye taşınmış; Büyük Daire 18 Eylül 2019 tarihinde Strazburg’da duruşma yapmaya karar vermiştir. 18 Eylül 2019 tarihinde yapılacak Büyük Daire duruşmasında, Demirtaş’ın başka suçtan hükümlü olduğu savunmasını güçlendirmek için 2 Eylül 2019 tarihinde, Avukatların olmadığı bir duruşmada, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesince Demirtaş’ın tahliyesine karar verilmiştir. Nitekim Hükümet temsilcileri AİHM Büyük Daire önünde bu savunmaya sarılmış, Demirtaş’ın duruşması yapılan başvuru dışındaki bir dosyadan hükümlü olduğunu ileri sürmüşlerdir.
18 Eylül 2019 tarihli Büyük Daire duruşmasından sonra, Demirtaş’ın tutuklu kaldığı sürenin hükümlü olduğu cezaya mahsubu için başvuru yapılması ve bu şekilde Demirtaş’ın serbest kalacağının fark edilmesi üzerine:
Tahliye kararından 18, AİHM duruşmasından ise 2 gün sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2014 yılında başlayan ve şüpheliler arasında Demirtaş’ın bulunmadığı bir soruşturma dosyasından Demirtaş’ın ifadesini alarak tutuklamaya sevk etmiş, Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğince de tutuklama kararı verilmiştir.
Bu son tutuklama kararı da, 4 Kasım 2016 tarihinde verilen ilk tutuklama kararındaki aynı sebeplere dayanmakta olup mükerrer bir tutuklama kararıdır. Demirtaş, 6-8 Ekim olayları ile ilgili suçlanmış, davası açılmış, bu suçlama nedeniyle 4 Kasım 2016 ve 2 Eylül 2019 tarihleri arasında tutuklu kalıp tahliye edilmiş ve davası hala sürdüğü halde, bu son tutuklama kararı ile aynı suçtan 2. kez tutuklanmıştır.
Nitekim bu tutuklama kararından sonra mahsup talebi kabul edilmiş, 1. Yargı paketi kapsamında Demirtaş’ın hükümlülüğü ortadan kalkarak bu kez hükümlü olduğu dosyadan tahliye edilmiştir.
Verilen ikinci tutuklama kararından 2 gün sonra konu ile ilgili konuşan Cumhurbaşkanı, Demirtaş ve Figen YÜKSEKDAĞ’ı kastederek “bunları serbest bırakamayız, bırakırsak şehitlerimiz bize hesap sorar” beyanında bulunarak kendisinin talimatı ile bu sürecin yürüdüğünü bir kez da ilk ağızdan ortaya koymuştur.
Son olarak, tutuklu yargılandığı ana dosya kapsamında yapmış olduğumuz 5 adet bireysel başvuru dosyasını birleştiren Anayasa Mahkemesi, 9 Haziran 2020 tarihli kararında (Başvuru no. 2017/38610) Demirtaş’ın, muhalif bir partinin eş genel başkanı ve bir milletvekili olarak yüksek düzeyde koruma gerektiren siyasi faaliyetlerini yerine getirmekten alıkonulmasının dikkate alınmadan ve yeterli hiçbir gerekçe sunulmadan özgürlüğünden alıkonulmasını kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırı bulmuş ve Demirtaş’ın makul süreyi aşan bir süre tutuklu kaldığını vurgulayarak ihlal kararı vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, ilk tutuklama dönemi ile sınırlı olarak ihlal kararı verdiğini açıkça kararında belirtmiş, Demirtaş’ın ikinci kez tutuklanmasına ilişkin süreci inceleme dışında bırakarak Demirtaş’ın tahliye edilmesine olanak sağlayacak bir karara imza atmaktan özellikle kaçınmıştır. Yine Mahkemenin, Demirtaş ile ilgili hak ihlali gerekçesini birkaç hakimin karar isabetsizliğine bağladığını, AİHM’in tespiti aksine, bu sürecin altındaki baskın amacı teşkil eden siyasi saik ve motivasyonları görmezden geldiğini özellikle vurgulamak gerekir.
Anayasa Mahkemesinin, Aihm Büyük Daire önünde derdest bulunan ve önümüzdeki günler veya aylarda çıkacak Demirtaş kararının etkilemek amacıyla bu kararı verdiği ve Türk Hükümetinin savunmalarına altlık oluşturacak lojistik bir destek sunma saikiyle hareket ettiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
Muhalefet partisi lideri olan Demirtaş’ın, siyasi kimliğinin kendisine verdiği yetki ve sorumluluk uyarınca Hükümetin politika ve uygulamalarını sert bir şekilde eleştirdiği, hükümetçe yapılan baskı ve uygulamaların kanun ve hukuk dışılığına işaret etmek üzere yaptığı tüm açıklama ve konuşmalarının ceza davalarına konu edildiği ve 30’u aşkın davanın halen sürdüğü bilinmektedir. Hakkında açılan davalarda ileri sürülen “Örgüt üyeliği, Propaganda, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik, Halkı Suç İşlemeye Tahrik, Halkı Kanunlara Uymamaya Tahrik, Devlet Organlarını Aşağılama, Cumhurbaşkanına Hakaret, Başbakana Hakaret” gibi suçlamaların tamamı, siyasi faaliyetleri kapsamında yaptığı konuşmalarına ilişkindir.
Suçlamalara konu bu konuşmalarının ifade hürriyeti kapsamında kaldığı gerçeği bir tarafa, Tüm Anayasalarda parlamenterlerin yasama faaliyetinin sigortası sayılarak cezai sorumluluk açısından bağışıklığı öngören ve TC Anayasasının da 83.maddesinde düzenlenen “Yasama Sorumsuzluğu” kurumu nedeniyle soruşturmaya tabi tutulmasına da hukuken imkan bulunmadığı halde Demirtaş soruşturularak yargılanmaktadır. Tüm dosyalarında yüzü aşkın yapılan duruşmaların tamamında yasama sorumsuzluğu yönünde bir inceleme yapılması talebi ileri sürülmüş ancak bu talebi karşılayacak bir mahkeme veya hakim henüz bulunamamıştır.
Mecliste grubu bulunan bir partinin Eş Genel Başkanı ve etkili bir siyasi aktör olan Demirtaş ile Partisine mensup onlarca milletvekilinin tutuklu olduğu bu dönem içerisinde, Cumhuriyet tarihinin en köklü sistemsel değişikliklerini içeren Anayasa değişikliği yapılmış ve temel birçok yasa TBMM’den geçirilmiştir. Anayasa değişikliği sürecinde Demirtaş ve diğer milletvekillerinin tutuklu olması, Parlamento’da söz söyleme ve oy haklarının gasp edilmesine, Meclis denetim araçlarını kullanma haklarının engellenmesine yol açmıştır. Karşı propaganda imkanından bu yoksunluk hali, Anayasa değişikliği ile ilgili 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasının meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyen ölçüsüz bu müdahaleler, halk iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldırmış, seçmen iradesinin parlamentoya ve yapılan halkoylaması sonuçlarına yansımasını önlemiştir.
Otoriter bir rejimin inşası sürecinde birtakım engellerin ortadan kaldırıldığı, tabiri caizse yol temizliği yapıldığı, bu kapsamda ilk olarak, ana omurgasını Kürt siyasal hareketinin oluşturduğu HDP ve özel olarak da bunun etkili politik öznesi olan Demirtaş’ın tasfiye edilmek üzere TBMM’nin harekete geçirilerek start verildiği, ardından da yargının bu amaç etrafında dizayn edildiğini ve bu sürecin hala devam ettiğini belirtmek gerekir.
Bu sürecin tahkimini kolaylaştıran siyasal gelişmenin ise 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü olduğunu söylemek gerekir. Ohal ilanı ile öncelikle hukuku askıya alma fırsatını ele geçiren siyasal iktidarın, süreç içerisinde olağanüstü rejimi olağan hale getirerek tüm hukuk sistemini nasıl alaşağı ettiğine şahitlik ediyoruz. Gelinen aşama itibariyle bunun hukuksal bir dönüşümden ziyade, hukuksuzluk düzeninin yaygınlaştırılması ve ötesine geçerek Ali Duran Topuz’un deyimiyle “anti hukukun” kurumsallaştırılması olduğunu söylemek daha gerçekçi olacaktır.
Darbe teşebbüsü olmasaydı bile, Demirtaş ve milletvekili arkadaşlarını benzer bir yargı tacizine maruz bırakacak siyasal iktidar projesinin olduğunu söylemek mümkün olsa da, darbe sonrası yargıda yapılan yeni hakim ve savcı atamaları ile yeni görevlendirmeler sonucunda siyasal iktidarın yargı üzerinde tam hakimiyet sağladığını ve bunun kurumsal olarak hukuktan bir kırıntı dahi bırakmadığının altını çizmek gerekir. Nitekim kamuoyunun dikkatine mazhar olan yargılamalarda nadir de olsa siyasi iktidarın hoşuna gitmeyecek şekilde kararlar ile “çatlak ses” çıkaran hakim ve savcı akıbetleri, durumun vahametini gözler önüne sermektedir.
Özetle, Başkanlık sisitemine geçiş için yapılacak sistemsel değişikliklerin olası güçlü bir engeli olarak görülen Demirtaş’ın tutuklandığını, otoriter sistemin kurumsallaşması için de halen cezaevinde tutulduğunu söylemek gerek. Keza, tutuklu olduğu tarihlerde yapılan CB seçimlerinde aldığı oy, genel ve yerel seçimlere olan etkisi itibariyle de Demirtaş’ın, Cumhurbaşkanı için halen nitelikli tehdit gücünü koruduğunu söylemek mümkün.