Birleşik Krallık’ta Sosyal Demokrasi’nin Yeni Dönemi: Jeremy Corbyn

İngiltere İşçi Partisi’nin Eylül ayında yapılan seçimlerle iş başına gelen yeni lideri Jeremy Corbyn  sosyal devlet yanlısı, kamucu ve dış politikada müdahale karşıtı tezleri ile İşçi Partisi ve İngiltere için yeni bir dönem anlamına geliyor. Bu yeni dönem hem İşçi Partisi için hem de İngiltere’deki genel siyasal iklim için halihazırda var olan bir çok ideolojik çatışmayı açığa çıkarma ve hatta bu çatışmaları hakim neoliberal zihniyetin alanını daraltacak şekilde çözme olasılıklarını barındırmakta. Corbyn’in, İşçi Partisi içinde Tony Blair’in Üçüncü Yol’cu müdahalesi ile hakim olan merkezcil ve piyasanın düzenleyici niteliklerine güven duyan ideolojik kabullerin sorgulanmasına neden olacağı mutlak. Bu sorgulamanın hangi boyutlara ulaşacağı ve Corbyn’in partinin yerleşik ideolojik-kurumsal hattına ne derece yön verebileceği ise zamanla ortaya çıkacak. Dahası, parti liderliği seçimleri için pek çoklarının  şans tanımadığı Corbyn’in büyük bir taban seferberliği ile parti liderliğine seçilmesi ve İngiltere siyasal dili için radikal sayılabilecek tezlerinin tabanda bu derece karşılık bulması, Corbyn liderliği altında bir İşçi Partisi’nin İngiltere’nin genel siyasal atmosferine de etki edebileceği olasılığını göstermekte.

Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi lideri seçilmesini ilgiye mazhar kılan nedenlerden ilki Corbyn’in kişiliği ve uzun yıllardır izlediği siyasal hat. 1983 yılından beri İşçi Partisi’nin Kuzey Londra seçim bölgesi Islington’dan seçilen milletvekili olan Corbyn, nükleer silahlanmaya karşı olan tavrı, Irak savaşına karşıtlığı, Filistin yanlısı tutumu, İrlanda ve IRA temsilcileri ile olan ilişkileri ve türlü hak mücadelelerine verdiği destek ile İşçi Partisi içinde ama partinin genel siyasal yönelimlerinden ayrıksı bir siyasal tavır sergilemesi ile tanınıyor. Corbyn parti başkanlığına adaylığı süresincede kemer sıkma politikalarına karşı kamu harcamalarını ve yatırımlarını arttıran bir Keynesci ekonomik planın savunuculuğunu yaptı. Bu ekonomik model Birleşik Krallık’ta hem iktidardaki Muhafazakar Parti hem de muhalafetin büyük bir kısmı için tartışılmaz olarak görülen kemer sıkmacı neoliberal politikalara bir itiraz olması nedeniyle Corbyn’i özgül bir siyasal söylemin de taşıyıcısı yapıyor.

Parti liderliği ile yaşadığı anlaşmazlıklar Corbyn’in İşçi Partisi’nin en sol kanadında konumlandırırken, İngiltere’de 2010 yılında milletvekillerinin hukuksuz harcamalar yapması ile ortaya çıkan skandal sonrası Corbyn’in tüm parlamento içinde en az harcama yapan vekil olduğunu ortaya çıkması, isminin Birleşik Krallık kamuoyunda tevazu ve halktan biri nitelikleri ile bilinir olmasına yol açtı. Birleşik Krallık’ta siyasetin Başbakan David Cameron örneğinde de görüleceği üzere varlıklı ve iyi eğitimli insanların uğraşı olarak gerçekleştiği düşünüldüğünde, Corbyn’in mütevazı yaşamı ve yüksek öğrenim görmemiş olması bu konuda bir istisna oluşturmakta.

Corbyn İşçi Partisi liderliğine aday oluşu ve adaylığını takip eden seçim süreci de hem İşçi Partisi için hem de İngiltere siyaseti için önemli sayılabilecek özellikler taşımakta. Genel seçimlerde yaşanan mağlubiyetin ardından Ed Miliband’ın parti liderliğinden istifa etmesini takiben Corbyn’in adı parti liderliği için konuşulmaya başlandı. Corbyn kısa zaman içinde adaylığını doğrularken, Muhafazakar Parti hükümeti eli ile yürütülen kemer sıkma politikalarına karşı bir itiraz olarak kendi siyasal söylemini ve İşçi Partisi başkanlığı hedefini öne sürdü. İşçi Partisi’nin düşük bir ücret karşılığında partiye üye olmaya ve başkanlık seçimlerinde oy kullanmaya izin veren düzenlemesi Corbyn’in başkanlığına giden yolu açtı. Üç İngiliz Sterlini tutarındaki üyelik ücretini ödeyen herkes partiye üye olma ve başkanlık seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip oldu. Bu düzenlemenin İşçi Partisi’ne has bir uygulama olduğunu belirtmek gerek. Şu anda sahip olduğu 350 bin civarında üye ile İşçi Partisi Birleşik Krallıkta açık ara en fazla üyeye sahip parti olma konumunda ve bu nitelik partiyi tabanın taleplerine karşı son derece duyarlı bir hale getirmiş durumda.

Aday olması için gerekli olan milletvekili desteğini zorlanarak bulan Corbyn, aday olduktan sonra ise parti tabanı içinden ve dışından yoğun bir destek gördü. Corbyn’e aday olarak destek veren milletvekilleri başkanlık yarışında kendisine şans tanımazken, Corbyn’in adaylığını başkanlık seçimlerinde değişik bir görüşünde temsil edilmesine dair bir şans verilmesi olarak görüyorlardı.

Fakat birçok insan Corbyn’e başkanlık seçimlerinde oy verebilmek için parti üyeliğine başvurdu ve Corbyn tüm kamuoyunu şaşırtan bir ilgi gördü. Bu ilgi İşçi Partisi’nin sıkı ilişkiler içinde olduğu sendikalar kadar, Corbyn’in başkanlığını İşçi Partisi’nin sola doğru yönelmesine dair bir şans olarak gören kitle desteğinden kaynaklanıyordu. Partiye yeni üye olanların % 85’inin desteğini alan Corbyn, başkanlık yarışını kazanmasını bildi. Başkanlık seçiminin ilk turunda %60’a yakın bir oranla seçilen Corbyn, mevcut milletvekillerinin sadece %6’sının desteğini alabildi. Partinin yönetici kadrosu ile tabanı arasındaki siyasal radikallik konusundaki farklılıkların ön plana çıkması olarak yorumlanabilecek bu durum, partinin Blair döneminde kazandığı merkezcil kimliğin milletvekilleri arasında halen hegemonik ideolojik yönelim olarak tabanın radikal taleplerinin gerisinde kalması şeklinde de anlaşılabilir.

Corbyn’in parti başkanlığı seçimi döneminde tabandan aldığı destek bir yandan Corbyn’in söylemlerini radikal, eski moda ve sağduyusuz bulan hakim piyasacı aklın sözcülerini endişelendirirken, diğer yandan da siyaseti teknokratik bir uğraş olmaktan uzaklaştıran ve kitleleri siyasete çeken duygulanımsal bir bağ yaratmış olması itibariyle de sol siyaset adına heyecan uyandırmış bulunuyor.

Hakim piyasacı düşüncenin ideologları Corbyn’i eski moda ve hayalci olmak ile suçluyor. Economist dergisinde Jeremy Corbyn üzerine yayınlanan bir yazıda, Corbyn seçim kazanması imkansız bir lider ve Birleşik Krallık’ın sorunlarına çözüm getirme kapasitesi olmayan fikirlere sahip bir politikacı olarak tasvir edilirken; Corbyn’in merkez siyaset için yarattığı endişenin bir örneğini gözlemleyebiliyoruz.[1] Bu endişe, uzunca bir süredir merkezde yer alan tüm siyasal aktörler tarafından doğruluğundan şüphe edilmeden benimsenmiş özelleştirme, sosyal devlet, kamu harcamaları gibi alanlardaki kabullerin, Corbyn tarafından tartışma konusu haline getirilmesinden kaynaklanıyor. Corbyn’in hiç de radikal olmayan demiryollarını kamu mülkiyetine alma ya da sosyal konut üretimi gibi projeleri özellikle 2008 yılından beri küresel olarak sürmekte olan ekonomik krizin çıkışını daha fazla neoliberalleşmede arayan piyasa aktörlerince akıldışı bir sapma olarak görülüyor.

Buna ek olarak Corbyn egemen ideolojik kampın başka aktörlerini de endişelendirmişe benziyor. Muhafazakar Parti lideri ve Başbakan David Cameron, Jeremy Corbyn’i Birleşik Krallık’ın ulusal güvenliğine, ekonomik güvenliğine ve aile güvenliğine bir tehdit olarak nitelemesi Corbyn’in İşçi Partisi başkanlığına seçilmesinin düzenin sahiplerinde yarattığı endişenin bir başka örneğiydi.[2] Son olarak şaşırtıcı bir şekilde Birleşik Krallık ordusundan bir general Corbyn’in ulusal güvenliğe tehdit oluşturacak bir müdahalede bulunması halinde ordunun buna seyirci kalmayacağını ve müdahale edeceğini söylüyordu.[3] Türkiye vatandaşları için çok tanıdık olan bu jargon, radikal olarak tanımlamanın çok zor olduğu Corbyn gibi bir politikacının bile hakim düzenin sözcülerini sevk ettiği endişeyi göstermesi bakımından önemliydi.

Peki Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi’nin başına geçmesi sol siyaset için ne anlama geliyor? Ortada gezen bir hayaletin varlığından bahsetmek elbette mümkün değil ama neoliberal ezberlere karşı başlangıç halinde ve sınırlı bir itirazın yarattığı ürpertinin gözlemlenebilir olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu itirazı Avrupa coğrafyasında 2008’den beri süregiden ekonomik krizi kemer sıkma reçeteleri ile idare etmeye kalkan ve daha fazla yoksullaşma ve güvencesizleşme yaratan ekonomik akla karşı yükselen bir dalganın içinde düşünebiliriz. Yunanistan’da SYRIZA ve İspanya’da PODEMOS partilerinin yükselişine benzer bir şekilde, Corbyn kamucu ve yeniden bölüşümcü bir ekonomik programı, hakim kemer sıkmacı akla karşı bir alternatif olarak sunan bir siyasal hattın takipçisi. Bu siyasal hattın kamu harcamalarını ve yatırımlarını arttırma, ücretsiz eğitim ve sağlık hakkı gibi sosyal devlet politikalarına geri dönüş ve sınırlı da olsa bir kamulaştırma taleplerini dile getiren sosyal demokrat bir çizgide olduğunu söyleyebiliriz.

Sosyal demokrasinin Avrupa’nın başka yerlerinde olduğu gibi Birleşik Krallık’ta da Üçüncü Yol’cu sapmanın ardından kendini yeniden tanımladığı bu yeni dönemle ilgili söylenmesi gereken şeylerden ilki, neoliberal aklın sadece siyasal ve ekonomik alanda değil, tüketim kültürü üzerinden toplumsalın alanında da oldukça güçlü bir hegemonik durum işgal ettiğinin kabulü ile beraber, bu sosyal demokratik filizlenmenin hakim siyasal söylemin yarıklarını genişleten bir siyasal müdahale olduğudur. Sadece hükmedenlerin değil muhalafette olanların dahi bir başka dünyayı ve işlerin başka türlü idaresini tahayyül etmekte zorlandıkları bir siyasal dönemin ardından, en temel ezberleri sorgulayan, siyaseti ve ekonomiyi varolandan başka türlü bir şekilde yapma iradesini gösteren bir siyasal müdahale ile karşı karşıyayız. Bu müdahalenin radikallik konusundaki sınırları ve yapabilirlikleri elbette üzerine düşünülmesi gereken hususlar ama neoliberal ezberlerin tekrar siyasallaştırılarak, tartışmaya açıldığı bu siyasal söylemin imkanları göz ardı edilemeyecek kadar önemli. Ve bu önem Corbyn’in ekonomik danışman kadrosuna katılan Joseph Stiglitz ve Thomas Piketty gibi ekonomistlerin Keynesci vizyonu bahane edilerek sol tarafından yeterli ölçüde radikal bulunmayıp yüz çevrilmesine engel olması gereken ölçüde kritik.

İkinci olarak ise, Yunanistan’da SYRIZA örneğinde şahit olduğumuz gibi, bu yeni sosyal demokrat siyasal akımın iktidarı ele geçirdiğinde bile yapabilirliklerinin hakim düzenin aktörleri tarafından nasıl sınırlandırıldığı hususunda daha fazla kafa yormanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Düzenin kurumsallaşmış iktidarı siyaseti teknokratik bir uğraşa indirgediği ölçüde demokratik siyasetin alanını daraltıp ‘halk’ ın temsilcilerinin eyleme kapasitelerini sınırlıyor. Bu kurumsal direnç demokratik meşruiyete sahip siyasal aktörleri saf dışı bırakan bir siyasal akla yaslanıyor. Yani bir reformist parti olarak SYRIZA bile kamucu ve yeniden bölüşümcü bir program uygulamaya kalktığında şiddetli bir direnç ile karşılaşıyor. Bu demokratik katılımı doğrudan işlevsizleştiren bir direnç. Corbyn içinde şimdiye kadar verilen tepkiler bu yönde bir direncin Birleşik Krallık’ta da kurumsal altyapısının olduğunu gösteriyor. Yani Jeremy Corbyn’in iktidara gelse dahi radikal olarak görülen politikalarını ne kadar uygulayabilir konusunda haklı kuşkularımız var. Bu kuşkuları aklımızın bir kenarında tutarak İngilizlerin kullandığı tabir ile “Corbymania”yı (Corby Çılgınlığı) yakından gözlemeliyiz.

DİPNOTLAR

[1] www.economist.com, http://www.economist.com/news/leaders/21665024-jeremy-corbyn-leading-britains-left-political-timewarp-some-old-ideological-battles, son erişim: 29/9/2015

[2]www.independent.co.uk, http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/david-cameron-claims-jeremy-corbyn-is-a-threat-to-national-security-10498651.html, son erişim: 29/9/2015

[3]  www.independent.co.uk, http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/british-army-could-stage-mutiny-under-corbyn-says-senior-serving-general-10509742.html, son erişim: 29/9/2015