Sartori’nin Demokrasi Teorisine Geri Dönüş kitabının hemen başlangıcında da belirttiği üzere demokrasi kavramı, İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren siyasetin temel meşruiyet kaynağı haline gelmeye başlamıştır. Özellikle 21. yüzyıl, demokrasinin adeta kutsandığı bir dönem olmuş hatta kimi zaman dünyanın öbür ucunda demokratik olmayan bir rejime sahip ülkeye yapılacak müdahalenin dahi meşruiyet kaynağı olabilecek kadar büyülü bir hal almaya başlamıştır. Son yıllarda en otoriter rejimler dahi millet iradesinin temsilcisinin kendileri oldukları iddiasını kuvvetlendirebilmek için seçimler düzenlemekte ve iktidarlarını seçimler sayesinde meşrulaştırmaktadırlar. Buna karşılık Avrupa ve Amerika kıtası başta olmak üzere birçok ülkede gücünü seçimlerin sağladığı meşruiyetten alarak iktidara gelen liderler, ülkelerinde iyi kötü işleyen demokratik kurumları ve teamülleri ortadan kaldırmaktadır. Bir diğer ifadeyle dünyada bir yandan demokrasi adeta kutsanırken, diğer yandan demokratik olmayan sistemler bizatihi demokrat olduğunu iddia edenler tarafından yaygınlaştırılmaktadır.
Latin Amerika ülkelerinin 20. yüzyıl tarihi bir bakıma darbeler ve uluslararası müdahaleler tarihi olduğu için demokrasinin bir meşruiyet aracı olarak kullanılmaya başlanması biraz daha geç bir döneme tekabül etmektedir. Örneğin Bolivya’da 1964 yılında Victor Paz Estenssoro’yu hedefine alan darbe Bolivya’yı düzenli seçim yapılan bir ülke olmaktan çıkarmış, darbenin her an olası olduğu istikrarsız ve kuralsız bir ülke haline getirmiştir. Nitekim 1966 yılında başkanlık görevinin Rene Barriantos’a bırakılmasından 1971 yılına kadar geçen beş yıllık sürede 4 devlet başkanı değişmiştir. 1971 yılında, Hugo Banzer önderliğinde yapılan darbe ve yaklaşık 7 yıl süren Banzer diktatörlüğü, Bolivya’da demokrasiyi uzun bir süre olanaksız hale getirecek bir döngüyü başlatmıştır. ABD başkanı Nixon’un da desteğini alan Banzer yönetiminde, işkence ve faili meçhul cinayetler bir yönetim enstrümanına dönüştürülmüş ve ülkede farklı düşüncelerin gelişmesine izin verilmemiştir. Banzer diktatörlüğü sonrasında geçen 5 yıl içerisinde de darbe girişimlerinin tesis ettiği kısa dönem ve geçici hükümetler de sayılırsa 9 hükümetin kurulduğu istikrarsız bir dönem yaşanmıştır. Bu siyasi istikrarsızlık, 1982 yılından itibaren yerini zamanında yapılan seçimlere bırakmış olsa da bu dönemden sonra ülkede özellikle uyuşturucu ile mücadele adı altında ABD etki alanını genişletmiştir. 1982 sonrası dönem düzenli seçimler yapılması bakımından meşruiyetini halktan alan ancak uygulanan politikalar bakımından ülkedeki yönetici elitlerin ve onların uluslararası bağlantılarını önceleyen bir dönem olmuştur. Nitekim 1971’de darbe ile oturduğu iktidar koltuğundan kalkan Banzer’in, 1997 yılında seçimler yoluyla yeniden başkan olması Bolivya demokrasisinin döngüsünü göstermesi bakımından önemlidir.
Sol Dalga ve Demokratik Siyasetin İnşası
Bolivya’da 1990’lı yıllar seçimler bakımından olduğu kadar neoliberal politikaların uygulanması bakımından da oldukça istikrarlı bir dönem olmuştur. Ancak siyasi ve ekonomik elitlerin çıkarlarını önceleyen politikalar, 1999 yılında büyük bir isyanının çıkmasına neden olmuştur. Cochabamba eyaletinde suyun özelleştirilmesinin ardından yapılan fahiş zamlar ve halkın yeraltı su kaynaklarını ve yağmur suyunu toplamak için yaptıkları su kanal ve kuyularına sayaç takarak faturalandırmak istenmesi, Bolivya siyasi tarihinde su savaşları olarak anılan isyanın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Cochabamba eyaletinden başlayarak ulusal boyut kazanan bu eylemlere benzer bir biçimde 2003 yılında da ülkenin gaz rezervlerinin başta ABD olmak üzere yabancılara satılmasının ardından da büyük çaplı bir halk ayaklanması olmuştur. Her iki ayaklanma da ülkenin yönetim kademelerinden dışlanan, yoksul kesimlerini bir araya getirerek, ülkedeki elitlerin siyasetine karşı, yerlilerin, yoksulların ve diğer toplumsal kesimlerin aynı politik karşıtlık üzerinde toplanmasını sağlayabilmiştir.
Su ve Gaz Savaşlarının ardından 2002’de Lozada’nın 2003’te ise Carlos Mesa’nın başkanlıktan istifa etmeleri, Latin Amerika’da 1999 yılında Hugo Chavez’in Venezüella başkanı olmasıyla başlayan pembe dalganın Bolivya’ya da girebilmesini sağlayacak bir fırsat oluşturmuştur. Yeni yüzyıl, genel olarak Latin Amerika siyasetinde yeni bir sayfa açtığı gibi özel olarak Bolivya siyasetindeki demokrasi dışı siyaset döngüsünün kırılacağı yeni bir başlangıcı da beraberinde getirmiştir. Su ve Gaz Savaşları ile kanlı sokak eylemlerine dönüşen neoliberalizm karşıtlığı, Bolivya’da on yıl önce hayal bile edilemeyecek bir adayı, asker kökenli olmayan, hatta koka üreticisi bir çiftçi ve yerli olan Morales’i iktidara taşımıştır. İnsanların en temel yaşam hakkı olan temiz su kaynağına erişimi dahi güçleştirecek neoliberal politikaların amansızca uygulandığı bir dönemde ortaya çıkan ve Latin Amerika’da başka bir yönetim anlayışının mümkün olabileceğini gösteren pembe dalga Bolivya siyasetinde büyük bir dönüşüme yol açmıştır. Nitekim 18 Aralık 2005 yılında yapılan seçimler sonrasında Bolivya siyasetinin 20. yüzyılına damgasını vuran ve halkı dışlayan döngünün kırıldığını söylemek mümkündür. Bu seçimde Sosyalizme Doğru Hareketi (MAS) lideri Evo Morales oyların %53,7’sini alarak, 22 Ocak 2006 tarihinde başkanlık koltuğuna oturmuştur. Bu dönemden sonra Bolivya siyasetinde demokrasi kavramına olan vurgu dünya ile paralel biçimde artmış, hatta yapılan yasal düzenlemeler sayesindeki uygulamalar da dünya standartlarının üzerine çıkılmıştır.
2006 yılında başlayan Bolivya’nın yeni döneminde, neoliberal politikalar yerini sosyal adaleti gözeten politikalara bırakmıştır. 2006 yılında doğal kaynakların büyük bir kısmının kamulaştırılması ve kamu kaynaklarının genişletilmesini de bu yeni anlayışın ilk uygulamaları olarak görmek mümkündür. Bu sayede su ve gaz için iç savaşı göze alan halka bu kaynaklar daha düşük maliyetle sunulabilir hale gelmiştir. Keza kaynakların bölüşümü konusunda da Morales iktidarının önceki iktidarlara göre daha adaletli davrandığını söylemek mümkündür. Morales’in iktidarında ekonomik göstergelerde önemli artışlar görülmüştür. Kişi başına düşen milli gelir artmış[1], bununla beraber gelir adaletsizliğinin en önemli göstergelerinden olan GINI katsayısı düşmüştür.[2] Bolivya’nın önemli ekonomi kalemlerini oluşturan çinko ve kalay madenleri başta olmak üzere madenler ve koka üretimi üzerindeki yabancı baskıları ve etkileri ortadan kaldırılmış, su ve gaz gibi doğal kaynaklar %90’lara varan düzeyde kamulaştırılmıştır. Özetle Morales iktidarı Bolivya’nın ekonomik anlamda özgürleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Bolivya’da gelişen sosyal adalet anlayışı ve yaşanan ekonomik gelişime paralel olarak hızlı bir demokratikleşme sürecinin de başladığını söylemek mümkündür. 2009 yılında yapılan referandumla kabul edilen ve dünyanın en demokratik anayasalarından biri olarak gösterilen Bolivya’nın yeni anayasası, tüm toplumsal kesimlere önemli haklar tanımıştır. Bolivya’nın %65’inden fazlasını oluşturan yerli halkların kimlik ve kültürlerinin anayasal güvence altına alınması, yerlilerin geleneksel hukukunun tanınması, suyun anayasal hak olarak kabul edilmesi, toprak mülkiyeti sınırının düşürülerek bir çeşit toprak reformu yapılması Bolivya’da Morales öncesi dönemde kurulmuş sistemin ters yüz edilmesi anlamına gelmektedir. Sosyal adaletin ve demokratik yönetim anlayışının güçlendiği Morales’in ilk iktidar döneminin halk nezdinde de takdir topladığının bir kanıtı olarak 25 Ocak 2009 tarihinde yapılan anayasa referandumunun ve 6 Aralık 2009’daki başkanlık seçimlerinin sonuçlarına bakılabilir. Anayasa, %61,4 oyla kabul edilirken, 2005 yılında %53,7 ile seçilen Morales, 2009 yılında kullanılan oyların %64’ünden fazlasını almıştır.
Demokrasi Dış Siyasetin Yeniden İnşası
2009 yılında kabul edilen yeni anayasanın demokratikleşmeye katkı sunan bir diğer önemli maddesi de başkanlık görevine iki dönem kuralı getirmiş olmasıdır. Anayasanın 168. maddesine göre, başkan takip eden dönemde bir defa daha başkan seçilebilmekte, yani peş peşe en fazla iki dönem başkan olabilmektedir. 2005 ve 2009 seçimlerinden başkan olarak çıkan Morales, 2014 yılındaki seçimlerde yeniden aday olması, Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu bir kararla mümkün olabilmiştir. Bu karara göre Morales’in birinci dönem başkanlığı, Anayasa’nın kabul edildiği tarihten önce olduğu için iki dönem kuralının kapsamı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Morales, 10,5 milyon nüfusa sahip ülkede yaklaşık 500 bin kişiyi yoksulluk sınırının üzerine taşıyan ve %5 civarında ekonomik büyüme ortalaması[3] olan başkan olarak girdiği 2014 seçimlerinde de oyların %61,3’ünü alarak en yakın rakibinin aldığı oyun yaklaşık 2,5 kat fazlası kadar oy almıştır.
Morales’in üçüncü dönem başkanlığı hem yerel hem de bölgesel siyasette dengelerin değiştiği bir dönem olmuştur. 2010 yılında Şili’de Sosyalist Parti’nin iktidarı kaybetmesi, Venezüella başkanı Chavez’in 2013 yılındaki ölümü, 2015 yılında Arjantin’de Macri’nin iktidara gelmesi, 2016 yılında Brezilya’da Rousseff’in azledilmesinin ardından gelen Temer ve sonrasında Bolsonaro iktidarları, Uruguay’da 2019 seçimlerinde Geniş Cephe adayının seçimi kaybetmesi, Latin Amerika’da 1999 yılında başlayan pembe dalganın, her ne kadar bu ülkelerin bir kısmında bu partiler yeniden iktidara geldiyse de etkisini yitirmeye başladığını göstermektedir. Latin Amerika’daki birçok ülkede benzer ideolojik temelleri olan siyasi partilerin iktidara gelmesi, bölgesel ittifakları olanaklı kılmıştır. Yukarıda anılan sosyal adalet anlayışını gözeten politikaların uygulanmasında da bölgede kurulmuş olan MercaSur, ALBA, UnaSur gibi siyasal ve ekonomik ortaklıklar önemli rol oynamıştır. Sol dalgayla iktidara gelen parti ve liderlerin iktidardan düşmeye başladığı dönemde de bu ittifaklar zayıflamaya başlamıştır. Bu zayıflamayla birlikte ülkeler birliktelikten gelen güçlerini kaybetmeye ve yalnızlaşmaya başlamıştır.
Morales’in üçüncü başkanlık dönemi, sadece çevre ülkelerdeki iktidar değişimleri ile etkilenen bölgesel ittifakların zayıfladığı değil, aynı zamanda ülke içerisinde Morales’i iktidara taşıyan ittifakların da aşağıda ele alındığı üzere krize girdiği bir dönem olmuştur. Bunun sonucunda Morales’e olan destek azalmış ve Morales hem 2016 referandumunda istediği sonucu alamamış hem de 2019 seçimlerinde 2005’ten bu yana girdiği seçimler arasında en düşük oyu almıştır.
2016 referandumu Morales’in hem siyasi kariyeri hem de 2009’da kabul edilen anayasanın sürdürülebilmesi için önemli bir kırılma anı olmuştur. Morales, bu referandumda anayasadaki iki dönem kuralını halka sormuş ve halkın %51’inin hayır demesi ile bu anayasanın mevcut haline sadık kalınmasına karar verilmiştir. Morales’in referandumdan istediği sonucu alamamasındaki önemli etkenlerden biri de Morales’e yönelik yapılan kara propaganda olmuştur. İddia edilen ancak kanıtlanamayan yolsuzluk ve istismar suçlamasına göre Morales, Çin menşeli bir mühendislik şirketi olan CAMC’ın Bolivya temsilcisi olan Gabriela Zapata Montaño ile yaşadığı ilişki dolayısıyla kamu kaynaklarını şirkete haksız kazanç sağlayacak biçimde harcamış ve şirket faaliyetleri için haksız garantiler vermiştir. Dahası Zapata’nın reşit olmadığı 2005 yılında da Morales ile birlikte olduğu ve bu dönemden Morales’in bilmediği bir çocuğunun olduğu iddia edilmiştir. Seçim öncesi ortaya çıkan bu iddialar sonucunda Morales desteğini büyük ölçüde yitirmiş, seçim sonrasında ise Morales’in çocuğu olduğu iddiası bizzat Zapata tarafından yalanlanmış, Morales’in CAMC için nüfuzunu kullandığı iddiası da kanıtlanamamıştır. Buna karşılık Zapata, hesaplarındaki usulsüzlükler dolayısıyla 10 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Hapishaneden yaptığı açıklamada ise referandum için hayır propagandası yapan muhaliflerin kendisine verdiği para karşılığı Morales’e iftira attığını söylemiştir.[4]
Referandum sonrasında Morales’in demokratik siyaset iddiasında büyük bir gerileme olduğunu söylemek mümkündür. 2016 yılında “Yalan Karteli” isimli bir belgesel hazırlatan Morales, referandum sürecindeki kara propagandaya cevap vermeye çalışmıştır.[5] Ancak bunu yaparken, devlet destekli çekilen bu belgeseli sinema salonlarında ücretsiz gösterime sokmuştur. Bir diğer ifadeyle kamu kaynaklarını kendi siyasi çıkarları için kullanmaya başlamıştır. Öte yandan 2017 yılında yerli nüfusun yoğunlukla yaşadığı İsiboro Doğal Parkından da geçecek olan otoyolun yapımını yerlilerin tüm muhalefetine karşı başlatmış, kendisinin de en önemli seçmen tabanını oluşturan yerlilerle karşı karşıya gelmiştir.[6] Buna ek olarak 2019 yılında seçimlerden önce Amazon Ormanlarında çıkan ve Bolivya’da yaklaşık 2 milyon hektarlık bir ormanın yok olmasına neden olan yangına müdahalede yetersiz kalınması da hem ülke genelinde hem de bölgedeki yerli nüfus tarafından Morales’in başarısızlığı ve sorumluluğu olarak görülmüştür. Bir yandan yaslandığı toplumsal kesimlerle ayrışmaya başlayan Morales, diğer yandan 2019 yılında yapılacak seçimlerde aday olabilmek için referandum sonuçlarını Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştır. Anayasa Mahkemesi ise 256. maddesine atıfta bulunarak seçme seçilme hakkının herhangi bir sebeple engellenmesinin insan haklarına aykırı olduğuna, dolayısıyla 2 dönem kuralının da insan haklarına aykırı olduğuna hükmetmiştir.[7] Bunun sonucunda Morales dördüncü dönem için 2019 yılında seçime girmiştir.
2019 seçimi, üzerine kurulduğu bu arka plan açısından dahi muhalefet tarafından şaibeli bulunurken, seçim günü yaşananlar muhalefetin sokağa çıkmasına neden olmuştur. Bolivya Anayasası’nın 166. maddesine göre, ilk turda başkan seçilebilmek için bir adayın ya oyların %50’sinden bir fazlasını alması ya da oyların %40’ından fazlasını alıp, ikinci adaydan da en az %10 fazla oy alması gerekmektedir. Morales ve Mesa’nın iki güçlü aday olarak girdikleri bu seçimde oyların %83,9’u sayıldıktan sonra yaklaşık bir gün kadar veri akışı durmuştur. Bu esnada Morales oyların %45’ini, Mesa ise %38’ini almış görünmekte ve uluslararası haber ajansları seçim sonuçlarına ilişkin verilerin gelmediğini ancak aradaki yaklaşık %7 oy farkı nedeniyle seçimlerin yüksek ihtimalle ikinci tura kalacağını duyurmuşlardır. Ancak ertesi gün seçim sonuçları yeniden açıklanmaya başladığında önce farkın 10,1 olduğu daha sonra açıklanan nihai sonuca göre ise Morales’in oyların %47,08’ini, Mesa’nın ise %36,51’ini aldığı açıklanmış ve Morales’in dördüncü defa başkanlık koltuğuna oturmayı hak ettiği deklare edilmiştir. Ancak oy sayımı durduğu andan itibaren Mesa, oy sayımlarında bir manipülasyon olabileceğini belirtmiş bunun için destekçilerinin sokağa çıkmasını istemiştir. Sonuçlar açıklandıktan sonra da seçimi tanımayacağını ifade etmiştir.
20 Ekim’de yapılan seçimlerin ardından başlayan sokak eylemlerine karşı Morales, ikinci tur seçiminin yapılmasını kabul etmişse de muhalifler sokak eylemlerinde bazı polis gruplarının kendi cephesine geçmesinden de güç alarak, Morales’in yeniden aday olabileceği herhangi bir şartı kabul etmeyeceeklerini açıklamışlardır. 10 Kasım günü OAS’ın (Amerikan Devletleri Örgütleri) seçim sürecinde usulsüzlükler yaşandığı için seçimin tekrarlanması gerektiğini bildirmesinin ardından, Morales de seçimin yenilenmesi talebini ve Yüksek Seçim Kurulu’nun bütün üyelerinin değiştirilmesini kabul ettiğini açıklamıştır. Ancak Morales’in seçimin yenilenmesini kabul etmesine rağmen Genelkurmay Başkanı Williams Kaliman televizyon ekranlarına çıkıp, ordunun mevcut duruma dahil olmak istemediğini ancak Morales’in istifa etmesini önerdiği bir konuşma yapmıştır. Bunun üzerine Morales ile yardımcısı Linera ve bakanların bir bölümü önce başkenti ardından da ülkeyi terk etmişlerdir. Morales’in partisi olan MAS’ın katılmadığı meclis toplantısında, muhalif senatör Jeanine Añez ülkeyi seçime götürecek geçici hükümeti kurma görevini üstlenmiştir. Yerli düşmanı olarak bilinin Añez’in başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Morales’in en önemli destekçileri olan yerliler de sokağa çıkmıştır. Añez başkan olmasının ve Morales yanlılarının da sokağa çıkmasının ardından ülkedeki aşırı sağ siyaset ve yerli düşmanlığı da Luis Fernando Camacho liderliğinde güç kazanmaya başlamıştır.
Demokratikmiş Gibi Görünen Darbe
2019 yılı Bolivya’sında, tanklar ve askerler sokaklarda boy göstermese de başkanlık binası işgal edilmese de Genelkurmay Başkanının televizyon ekranlarından devlet başkanını istifaya çağırmasını açık bir darbe olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Ancak yukarıda özetlediğimiz darbeler döneminden farklı bir sürecin işlediği de aşikardır. Çünkü artık dünyada olduğu gibi Latin Amerika’da da demokrasi en temel meşruiyet kaynaklarından biri haline gelmiştir. Nitekim Morales iktidarına yönelik yapılan bu darbe, dönemin ruhuna uygun bir biçimde kendisini demokratik siyaset vurgusu ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan Morales’in iktidardan uzaklaştırılışı ve sonrasındaki süreçte yaşanan dört önemli gelişme ile darbe, demokrasi iddiası ile meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Muhalifler ilk olarak, Morales’in seçim mekanizmasını özgür ve adil bir biçimde işletmediğini ifade etmişler, bunun için de bizatihi darbenin kendisinin demokratik siyasetin tesisi için yapıldığı argümanını işlemişlerdir. Morales’in ülke dışına kaçmasının ardından da bu argümanı güçlendirecek uygulamalarda bulundukları görülmektedir. Nitekim Morales’in yerine başkanlık koltuğuna oturan Añez’in, başkanlık görevini Senatodan seçilerek almış olması da bir meşruiyet sağlama çabası olarak değerlendirilebilir. MAS Partisi’nin senatörlerinin katılmadığı bir toplantıda, Morales’in yerine gelecek kişinin Ordu ya da başka bir kurumdan atanmayıp, senatodan seçilmiş olması da muhalefetin kendini demokratik siyaset ile meşrulaştırmasının bir göstergesi niteliğindedir. Añez’in, başkanlık koltuğuna oturmasının ardından televizyon ekranlarından Morales’e istifa etmesini öneren Williams Kaliman’ı görevden almasını da yine bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Son olarak, darbe ile gelen bu sivil hükümetin en kısa sürede ülkeyi seçime taşıyacağını açıklamış olması da 2019 darbesini Bolivya tarihindeki darbelerden ayrıştıracak bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır.
Morales muhalifi hareket bir yandan demokratik olarak görünmeye gayret gösterirken, diğer yandan ülkede, Morales’in en büyük seçmen grubunu oluşturan yerlilere yönelik nefretin ve şiddetin önünü açmakta, yerlilerin bayrağı olan Whipala’nın sokak gösterilerinde yakılmasına ve devlet kurumları önünde bulunan gönderlerden indirilmesine izin vermektedir. Añez’in yerlileri şeytan olarak gördüğünü belirttiği sosyal medya paylaşımlarından güç alan sokak hareketleri, Morales destekçisi yerlilerin eylemlerine yönelik saldırılarda bulunmaktadır. Öte yandan Añez’in başkan olduktan sonra, başkanlık sarayına “İncil, Saraya yeniden döndü” sloganıyla girmesi de Morales’e ve onu destekleyenlere yönelik düşmanlaştırıcı bir tavrın yansıması olarak görülebilir.
Yaşanan bu sürecin ardından 11 Kasım 2019 tarihinde ülkeyi terk edip, önce Meksika’ya ardından da 12 Aralık günü Arjantin’e sığınan Morale, yaptığı hataların bir kısmını kabul etmiştir. Yaptığı açıklamalarda bilhassa 2016 yılında yapmış olduğu referandumun doğru bir karar olmadığını itiraf eden[8] Morales, Bolivya siyasetinin yeniden demokratikleşmesi için daha da güçlenerek ülkesine döneceğini açıklamıştır. Ancak bu dönemde Morales’in ülkesine dönmesini engelleyecek bazı kararlar almıştır. Medyaya düşen bir video görüntüsünde yerli lideri Faustino Yucra Yarwi, Morales olduğu iddia edilen biri ile telefon görüşmesi yapmakta ve bu görüşmede Morales olduğu iddia edilen kişi, Yarwi’den yerlilerin yaşadığı bölgelere giden yakıt ve besin araçlarının engellemesini istemektedir. Böylelikle Morales sonrası mağduriyet yaşayan yerlilerin Morales için ayaklanacağı ve isyan çıkaracağı belirtilmektedir. Bu görüntü dolayısıyla Morales hakkında, halkı ayaklanmaya teşvik ettiği, terörizme ve terörizmin finansmanına katkı sağladığı gerekçeleri ile yakalama kararı çıkarılmıştır. Bu suçlamayı reddeden Morales ise sürecin asıl planlayıcısının ABD olduğunu ve ABD’nin temel hedefinin de tıpkı 1990’larda olduğu gibi Bolivya’nın zengin maden kaynaklarını kontrolü altına almak olduğunu belirtmiştir. Bunun için de ülkenin sanayileştirmeye başladığı ve dünya rezervinin yaklaşık %60’ına sahip olduğu lityum rezervlerine dikkat çekmiştir.
Bolivya’nın darbe sonrası ortaya çıkan siyasi kompozisyonuna bakıldığında, büyük bir belirsizliğin oluştuğunu söylemek mümkündür. Ancak açıkça görülen şudur ki; Bolivya’da siyaset uçlara taşınmakta ancak içeriği farklılaşmakla birlikte demokrasi iddiasından vazgeçilmemektedir. Bir yandan çoğunluğu yerlilerden oluşan Morales yanlıları, diğer taraftan yerli düşmanı denilebilecek aşırı sağ popülist siyaset ülkedeki gerilimin dinmesini güçleştirmektedir. Bu süreçte Morales’in, iktidara geldiği dönemdeki stratejisini ve söylemini yeniden inşa etmeye çalıştığını söylemek mümkündür. Söylemini halk dostu ve ABD karşıtı olarak kuran Morales’e karşılık 14 yıllık Morales iktidarının biriktirdiği muhalifler ise demokrasi yanlısı ve Morales karşıtı bir söylemle siyasetlerini inşa etmeye çalışmakta, ABD konusunda ise sessiz kalmaktadır.
DİPNOTLAR
[1] Bolivya’nın Kişi Başına Düşen GSYH değişimi için bkz: https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=BO
[2] Bolivya’nın GINI katsayısı değişim için bkz: https://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI?locations=BO
[3] http://www.coha.org/eleven-years-of-the-process-of-change-in-evo-morales-bolivia/
[4] Zapata’nın iddialarını yalanlaması ile ilgili açıklaması için bkz: https://www.investigaction.net/en/scripted-lies-evo-morales-ex-lover-admits-decade-old-plot-against-him/
[5] Yalan Carteli (El Cartel de la Mentira) belgeseli için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=RUwSIfKuOAc
[6] Isiboro Doğal Parkı’nda yapılacak yol çalışması tartışmaları için bkz. https://www.theguardian.com/environment/2017/aug/15/bolivia-approves-highway-in-amazon-biodiversity-hotspot-as-big-as-jamaica
[7] Bolivya Anayasa Mahkemesi’nin yayınladığı karar metni için bkz. http://www.derechos.org/nizkor/bolivia/doc/reeleccion167.html
[8] Morales’in 15 Kasım 2019 tarihinde Reuters muhabirleri Diego Ore ve Frank Jack Danile’e yaptığı açıklamalar için bkz. https://www.reuters.com/article/us-bolivia-election-morales/fallen-bolivian-leader-morales-no-problem-if-vote-proceeds-without-me-idUSKBN1XP21E