Brezilya’daki Oyun: Sokakta ve Sahada Mücadele

Dünya Kupası öncesi ve sırasında, Brezilya sokakları çok sayıda protestoya sahne oldu. Protestoların temelinde Kupa için harcanan -11 milyar dolar civarında bir bütçe!- paraların kamusal yaşamın gerekliliklerine neden harcanmadığı sorusu vardı. Barınma, ulaşım, eğitim gibi temel haklarda iyileştirmeye gitmek yerine görsel bir şova dönüşen Kupa’ya ve onun güvenliğine devasa paralar harcayan Brezilya hükümeti eleştiri altındaydı. Aslında Brezilya sokakları Kupa’dan 1 yıl önce de benzer taleplerle hareketliydi. 2013 yazındaki eylemler, Dünya Kupası’nın getirdiği sorunlarla yeni bir boyuta taşınırken toplumsal hareketlerin gündelik yaşamın sesi olduğu bir kez daha görüldü. Kupa öncesi protestolar, geçen yılla karşılaştırıldığında daha az katılıma sahne olsa da taleplerin hala sürüyor olması önemliydi. Tabii ki benzer dönemlerde sokakları hareketli olan Türkiye ile Brezilya arasındaki temel fark 2003’ten beri ülkeyi yöneten İşçi Partili Başkanların geçmişleriyle çelişen bu tip uygulamalara gitmesi. Esasen Dünya Kupası bir FIFA organizasyonu olarak sadece düzenlenen ülkeyle ilgili değil. Daha geniş çerçevede FIFA’ya dair eleştirilerin yükseldiği, tıpkı Olimpiyatlar gibi adaylık sürecinde, başkanlık seçiminde çok büyük tartışmaların döndüğü, anti-demokratik bir yapının eleştirilmesinden bahsediyoruz. Dolayısıyla, “oyun”un niteliğini değiştiren ve artık biraz etkisini yitirmiş gibi görünen ama geçerliliği baki olan endüstriyel futbol meselesi de bu meselenin bir parçası. Tabii ki sokaktaki eylemci için FIFA’nın bu niteliğini düzeltilmesinden önce yaşam koşullarının düzelmesi önemli. Ancak futbol-Brezilya ilişkisi düşünüldüğünde, sokaktaki eylemcinin Kupa’dan ziyade onun ifade ettiği anlama ve bunun FIFA eliyle hayata geçiriliş biçimine karşı olduğunu söylemek mümkün. En nihayetinde futbol onların gündelik hayatlarının bir parçası ve bunun dahi ellerinden alınması ve futbolun onlardan acı verici bir şekilde uzaklaştırılması öfkelerini daha da artırıyor. Öfkenin yöneldiği adres ise FIFA ile böyle bir işbirliğine giden İşçi Partili Başkan Dilma Rousseff.

Brezilya’nın futbol sevgisi dışında siyasal olarak Türkiye ile benzerlikleri açısından askerin siyasete etkisi ve ABD eksenli yönetimlerin altı çizilebilir. Bayrağındaki “ordem o progresso” da (düzen ve ilerleme) İttihat ve Terakki’deki (birlik ve ilerleme) pozitivist ruhun orayı da şekillendirdiğini gösteriyor.  1950’lerin sonunda bir proje olarak yeni başkent Brasilia’nın inşası da aynı şekilde “yeni şehir” Ankara’yı çağrıştırıyor. Sömürge geçmişinin ardından Avrupalı/beyaz ve yerli/siyah kaynaşması ya da başka bir tabirle Brezilya’nın beyazlaştırılması süreci çeşitli sosyolojik sıkıntıların da temelini oluşturuyor[1]. 1930’larda Vargas öncülüğünde yeniden kurulan ülkede başkanların (ya da bazen seçilmiş diktatörlerin), yerli halkla arası her zaman gergindi.  1964’te solcu başkan Goulart’a yönelik darbeyle birlikte askeri düzen 1985’e kadar etkisini sürdürdü. 1985’ten sonra Brezilya’da yeni bir dönem başlar ve bu aynı zamanda Soğuk savaş sonrası dönemin ekonomik politikalarının Brezilya’da uygulanmaya başladığı, diğer bir deyişle ekonomik krizlerin yükseldiği dönemdir. Siyah-beyaz karışımının yarattığı ülke, kendini “ırksal demokrasi” (racial democracy) olarak tanımlayıp herhangi bir ayrımcılığın yaşanmadığı iddiasında bulunsa da bugüne kadarki başkanların ve yönetici elitin büyük çoğunluğu hepsi beyaz.

Brezilya Soğuk Savaş sonrası ABD’nin arka bahçesi olmaktan çıksa da küresel kapitalizmin bir parçası olmaktan geri durmadı. Aslında 2003’te, Goulart’tan sonra ilk kez solcu bir adayın, İşçi Partili Lula da Silva’nın başkanlığa seçilmesiyle başka bir dünya umudunun da yeşerdiği coğrafyalardan biri olmuştu. İşçi Partisi’nin belediye başkanlığını yürüttüğü Porto Alegre’de gerçekleşen katılımcı bütçe uygulaması, ardından bu kentte düzenlenen ve küreselleşme-karşıtlarının bir araya geldiği Dünya Sosyal Forumu ile birlikte Brezilya’nın küresel muhalefetin gözündeki yeri ayrı bir noktaya geldi. Latin Amerika’da genel olarak yükselişe geçen sosyalist iktidarların, en azından sosyalist geçmişe sahip başkanların iktidarlarında, adil paylaşım ve kamucu bir ekonomik bakışın daha baskın olması bekleniyordu. Lula’nın 2 dönemlik başkanlığı ve ardından aynı partiden –eski gerilla- Dilma Rousseff’in seçilmesi Brezilya’da İşçi Partisi’nin tabanını önemli ölçüde genişlettiğini gösterse de on yılın başındaki pek çok beklenti azaldı ve hayalkırıklıkları güçlendi.  İşçi Partisi’ni iktidarda tutan çok sayıda toplumsal hareketin bu desteklerini Ekim 2014’teki başkanlık seçiminde devam edip ettirmeyeceği merak konusu.

Brezilya’nın siyasal istikrarsızlığı kadar futbol sevgisi de bizim memleketle eşdeğer. Burada yine bir fark göze çarpıyor: Onlar başarılı! 1950’lerde yeniden kurulan ve kapitalizme eklemlenen Brezilya,  Dünya Kupalarındaki başarılarını da arka arkaya dizmeye başlamıştı.   Brezilya 1958 ve 1962’deki zaferlerin ardından askeri rejim döneminde sadece 1970’de Kupayı kazandı ki şimdiki başkan o tarihte rejimin hapishaneye attığı isimlerden biriydi[2].

1970’ten sonra –aynı zamanda Pele sonrası- kazanılan ilk Dünya Kupası, 1994 ABD’ydi; Brezilya’nın yeniden demokratik sürece geçiş yaptığı yıllardı; 1990’da doğrudan seçilen ilk başkandan sonra bu başarı da geldi. Ancak ülke ekonomisi de IMF güdümlü haldeydi. Futbol ekonomisi de benzer şekilde futbolcularını Avrupa kulüplerine göndererek ayakta duruyordu. 1994’te, final kadrosun ilk 11’indeki 3 oyucu Brezilya liginde oynuyordu. Lula’nın seçildiği 2002 seçimleri öncesinde Brezilya yeniden Dünya Kupası’nı kazandı. Lula bir sonraki seçimde yüzde 83 gibi büyük bir oy oranına ulaştı, ardından da koltuğunu partili arkadaşına bıraktı. Rouseff’in 4 yıllık iktidarında ekonominin yavaşladığı, işsizliğin arttığı görülüyor.

Dünya Kupası’na dair protestolar biraz da bu damardan besleniyor. Kupa için harcanan parların kamusal işlere ayrılmaması öfke kaynağı. Bu noktada iktidarın sol ya da sosyalist eğilimli, eski bir gerilla olan bir kadında olması dahi neoliberal amentülerin durdurulması için işe yaramıyor. Brezilyanın “beyazlaşmamış” yerli halkı öfkesini sokaklarda gösteriyor. Güvenlik konsepti, halkın kontrol edilmesi ve denetlenmesi üzerinden kamusal çıkarların değil piyasa çıkarlarının gereği olarak dizayn ediliyor. Dolayısıyla son dönemlerde pek sık anılmayan ırksal demokrasi fikrinin yeniden düşünülmesi ve eleştirilmesi gerekli. Çünkü yeni Brezilya hala yerlileriyle, siyahlarıyla uzlaşmış değil; onlar hala şüpheli! Dünya Kupası biraz da bunu bu unutulan geçmişi bize hatırlattı.

Olağan şüphelilerin kontrolü, neoliberal değerlerin yönettiği liberal demokrasilerin ana gündemlerinden biridir. Kupa’ya ev sahipliği yapan Brezilya’da da öyle oldu. Ülke çapında 150 bin civarı kolluk kuvvetine, ABD destekli[3] 20 bin civarı özel güvenlik görevlisi de 1 ay boyunca görev yapmak üzere eklendi; güvenlik bütçesi ise 798 milyon dolara ulaştı[4]. Bu güvenlikçi bakışın doğrudan yöneldiği yer tabii ki favelas yerleşimcileri, evsizler, sokak çocuklarıydı. Yeni büyük stadyumların yapılması için mahallerinden uzaklaştırılan, bizdeki tabirle “kentsel dönüşüme” maruz bırakılanlar da cabası. “Halkın Kupası” isimli bir kamp kurarak emlak spekülatörlerinin baskısıyla evlerinden çıkmak zorunda kalanların kurduğu kişilerden oluşuyor ve mücadelenin ana hatlarından birini oluşturdular.[5].

Kamp, Sao Paulo’daki stadyumun 4 km uzağında ve Kupa öncesinde yaklaşık 3000 kişiyi barındırıyordu. Kampı koordine eden ve kupa öncesi gösterilerin önemli bir bölümünü organize eden Evsiz İşçiler Hareketi (Portekizce kısaltması, MTST), uzun yıllardır mücadelesini sürdüren Topraksız İşçiler Hareketi’nin (MST) bir kolu olarak kurulmuş. Aktivistlerin sözlerinde aslında kupanın kendisinden ziyade organize ediliş biçimine karşı olduğu görülüyor. Kupanın, trafikten kaçmak için helikopter kullanan elitler için organize edildiğini söyleyen Brezilyalılar için Kupa’nın yarattığı değişim ülkenin tarihsel dönüşümüyle paralel[6].

İşçi Partili Başkan’a yönelik hayalkırıklığının temeli de biraz buradan kaynaklandığı söylenebilir; bu gidişatı ters çeviremediği için. Rousseff ise kendini “iki yılda kimse metro yapamazdı, belki Çin” diye savunuyor[7]. “Önlemler” Sao Paulo ile sınırlı değil. Rio de Janerio’da havaalanı yakınındaki gecekondu mahallelerine, 1000’i aşkın polisle uyuşturucu operasyonu gerekçesiyle Kupadan birkaç ay önce müdahale edildi[8]. Bu ve benzeri operasyonlarla toplamda 250 bin civarı Brezilyalı, favelaslarından uzaklaştırıldı, taciz edildi ya da “kontrol altına” alındı. Gözaltında kayıpların sayısı da aynı şekilde binlerle ifade ediliyor. Sokak çocukların öldürülmesi ise zorlukla kayıt altına alınabilen müdahalelerden en acı vereni[9].

Dolayısıyla devlet mekanizmasının, hükümet organından bağımsız bir şekilde çalıştığına dair teorik analizlere pek çok pratik örnek ortaya koyuyor Brezilya’nın Dünya Kupası deneyimi. Güvenlik ve şiddet olgularının, serbest piyasanın ve özel mülkiyetin kurallarına göre yorumlandığı ve uygulandığını endüstri haline gelmiş futbol aracılığıyla görebiliyoruz. FIFA, dünya ekonomisine yön veren diğer büyük oluşumlara benzer şekilde anti-demokratik biçimde yönetiliyor. IMF, Dünya Bankası vb oluşumlara yöneltilecek eleştirilerin aynısı FIFA’ya da yönelmeli. Yukarıdan alınmış kararlarla kitlenin kontrolü yine devlet organları eliyle sağlanıyor. FIFA’nın bütçesi, reklam ve medya şirketleriyle ilişkileri, başkanlık seçim süreçlerinin tamamı şüphe altında ve sorgulanabilir durumda değil. Dünya ekonomisini yönetenler gibi dünya futbolunu yönetenler de demokratik kanalların çok uzağında konuşlanmış durumdalar. Dolayısıyla diğer kuruluşlarla ilişkilerinde olduğu gibi futbol ekonomisinde de ülkelerin yönetimleri edilgen bir kabul sürecinin ötesinde rol al(a)mıyorlar. Bu açıdan FIFA’nın eleştirilmesi ve ona karşı verilecek mücadele, Kupa’nın ve yerel yönetimlerin eleştirilmesi kadar önemli. Bu tartışmalar, Katar’a verilen 2022 Dünya Kupası ev sahipliği süreci için de aynen geçerli. Dolayısıyla futbolun üstündeki diktatörlüğün, Brezilya’da yaşanan sorunların asıl kaynağı olduğu söylenebilir[10].

Futbolun kendisini sevmekle, içinde büyüdüğü ekonomik koşulları sevmemek arasında bir gerginlik, artık sadece “romantik” futbolseverlerin değil artık hemen herkesin yaşayacağı bir deneyim olarak önümüzde duruyor. Yakın zamanda ligimizde devreye sokulmak istenen Passo Lig uygulamasıyla da artık taraftarlar fişlenip gözlem altında tutulacak; dahası bu hafta sonu şurada bir maça gideyim rahatlıkla maç izleyemeyeceksiniz. Zaten potansiyel suçlu görülen tribündeki futbolsever, iyice hukuk dışına çıkmış bir polis şiddetinin karşısında çıplak kalıyor. Futbol alanı, iyi müşterilere açılıyor; futbol seyircisi de güvenlikleştirmenin boyutlarını açık bir şekilde hissediyor.  Brezilya’da yaşananlar bunun makro boyutu; Dünya Kupası için mahalleler, bölgeler, yerleşim yerleri futbol ekonomisinin istediği biçimde şekillendiriliyor.

1 aylık Dünya Kupası “şenliği” bittiğinde maske inecek ve geriye gerçeğin kendisi kalacak: Orada yaşamak zorunda olan ama güvenli yaşam ekseninin sınırladığı hayatlar; yaşam alanları ellerinden alınmış, yaşamsal hakları tırpanlanmış kalabalıklar. Sadece stat içleri steril hale getirilmiyor, futbol alanlarının etrafı da sterilleştirilirken neoliberal hegemonyanın tesis edildiği alanlara dönüşüyor. “Oyun”u, artık bu oyunlardan bağımsız düşünmek mümkün değil. Dolayısıyla tribün örgütlenmesinin ve futbolseverlerin mücadeleyi stadın ötesinde, onu çevreleyen “alanlara” taşıması gerekiyor. Futbolun sahası artık sadece yeşil zeminle sınırlı değil; hareketler siyasal olanın alanını genişletirken futbolu da nizami alanın dışında düşünmenin önemi artıyor. Tıpkı Brezilya’da olduğu gibi.

 

DİPNOTLAR

[1] Mike LeSusa, “Race, Class and the World Cup”, http://www.counterpunch.org/2014/06/10/race-class-and-the-world-cup-in-brazil/, 10.06.2014. Yazıda çoğunlukla bu yazının hattından ilerledim ve verdiği bağlantılardan yararlandım.

[2] Simon Romero, “Brazilian President Rejects Criticism Over World Cup”,  http://www.nytimes.com/2014/06/04/world/americas/brazilian-president-hits-back-at-critics-in-interview.html?_r=0, 03.06.2014.

[3] Tanıl Bora, “Dünya Kupası’ndan İki Fotoğraf: Son Sokak Maçı”, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tanil_bora/dunya_kupasindan_iki_fotografson_sokak_maci-1197633, 18.06.2014.

[4] Mark Gleeson, “Brazil invests heavily in World Cup security”, http://www.reuters.com/article/2014/02/20/us-soccer-world-security-idUSBREA1J1R420140220, 20.02.2014.

[5] Shasta Darlington, “ ‘Peoples’ Cup’camp pressures ahead of World Cup,  http://edition.cnn.com/2014/06/11/world/americas/brazil-world-cup-tent-city/, 11.06.2014.

[6] Owen Gibson, “ ’The World Cup is really just fort he people in the helicopters’ “,   http://www.theguardian.com/world/2014/jun/11/world-cup-helicopters-streets-sao-paulo, 11.06.2014

[7] http://www.bbc.com/news/world-latin-america-27692671

[8] http://www.aljazeera.com/news/americas/2014/03/rio-police-storm-favela-dawn-operation-2014330135441289596.html

[9] http://haber.sol.org.tr/spor/brezilyada-dunya-kupasi-icin-sokak-cocuklari-olduruluyor-haberi-93484

[10] Dave Zirin, “Throw Fifa Out of Game”, http://www.nytimes.com/2014/06/08/opinion/sunday/throw-fifa-out-of-the-game.html?_r=1, 06.06.2014.